31 Temmuz yerel seçimleri bitse de tartışmaları devam ediyor. En fazla tartışılan konular Doğu’da HDP’nin kazandığı belediyeler ve Batı’da ise İstanbul seçimleri. Seçim dönemi boyunca Kürt illerine ve İstanbul’a devlet yoğun bir önem vermişti. İstanbul’da seçimler resmi olarak sonuçlandırılmasa da Millet İttifakı’nın adayı CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazandığı görülüyor ancak mazbatası ısrarla verilmiyor. Rakibi Binali Yıldırım’la arasındaki farkı kapatmak amacıyla AKP ve MHP pek çok ilçe ve sandıkta oyları tekrar tekrar saydırıyor. Bu değerlendirme yazısı hazırlanırken Maltepe’de tüm oyların yeniden sayımı devam ediyor. Bu ısrar AKP’nin İstanbul’u kaybetmeyi planlamadığını, seçim sonuçlarını tanımadığını gösteriyor. Çünkü oylar saydırılırken bir yandan da İstanbul seçimlerinin nasıl iptal edileceği ya da Büyükçekmece özelinde iptalin mümkün olup olmadığının yolları aranıyor. AKP’nin İstanbul’u vermek istememesinin sebebi İstanbul Belediyesi’nin AKP etrafında kümelenen kliantalist rant ağlarının ve tarikatların beslendiği en güçlü para kaynağı olması.

HDP’nin seçimleri kazandığı yerlerde ise AKP-MHP ya da AKP-Ergenekon ittifakının faşizmi ayyuka çıkmış durumda. OHAL döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler ile işini kaybeden, seçime katılmalarına izin verilen adayların kazandıktan sonra KHK’li oldukları gerekçesiyle mazbatalarını alamayacaklarına yönelik açıklamalar faşizmin artık rasyonel gerekçelere de ihtiyacı olmadığını gösteriyor. Seçim çalışmaları boyunca Süleyman Soylu’nun kazansınlar bakalım çalışabilecekler mi tehdidi hiç boş değilmiş. Birkaç gün önce Yüksek Seçim Kurulu, KHK ile kamu görevinden uzaklaştırılan kişilerin meclis üyesi ve il genel meclis üyesi de olamayacağına karar verdi. YSK, seçilen adaylara mazbata verilmeyeceğini, bunun yerine aynı partinin listesinde bir sonra gelen isimlere mazbatanın tanzim edileceğine karar verdi. Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın kazanan Ahmet Türk için AKP’nin yaptığı itiraz ise başka bir akıl tutulması örneğiydi. AKP, Ahmet Türk’ün yaşlı ve hasta olduğunu gerekçe göstererek belediye başkanı olmasına itiraz etti. Neyse ki YKS bu kararı kabul etmeyerek Ahmet Türk’e mazbatasını verdi.

 

Bu Günlere Nasıl Gelindi? 31 Mart Seçimlerine Nasıl Bir Ortamda Girildi?

 Türkiye’de muhalefet tek adam rejimine vurgu yapadursun karşımızda siyaseten Cumhur İttifakı ile temsil edilen hukuku askıya alan ya da kendi çıkarına göre şekillendirmeye çalışan neo-ittihatçı bir yapılanma bulunuyor. Bu ittifakın 2015 yılında Kürt meselesinde barış sürecinin bitirilmesi ve HDP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinden %13,1 civarı oy olarak meclise girmesiyle kurulmaya başlandığı söylenebilir. Kürtlerin parlamentodaki temsiliyetinden rahatsız olan Ergenekoncu odak AKP ile işbirliği yaparak önce 7 Haziran seçimlerini tekrarladı sonra da başkanlık sisteminin inşasına girişti. 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen ve hâlâ üzerinde onlarca soru işareti taşıyan “darbe girişimi” ardından Türkiye’de devlet yeni rejim inşasını hızlandırdı. AKP bu süreçte, 1950 sonrası soğuk savaş sürecinde oluşmuş devletle işbirliğine gitti. Bu inşa siyasette AKP ve MHP eliyle gerçekleştirilmeye çalışıldı. Devlet Bahçeli yönlendirmesinde başkanlık sistemine evet denen mühürsüz oylarla şaibeli hale gelen referandum ve 24 Haziran 2019 seçimleriyle başkanlık sistemine geçildi.

 Tarikatlarla çevrili Türk-İslam faşizmine dayanan başkanlık sistemi adıyla sunulan bu yapı Türkiye’deki sekülerleri ve Kürtleri karşısına aldı. Ancak yeni rejimin temel ayakları -ne ekonomik ayağı ne toplumsal ayağı ne de kültürel ayağı- oluşturulabilmiş değildi. 31 Mart yerel seçimleri bu rejimin onaylatılması anlamında son ayağı oluşturuyordu. Yerel seçimlere yeni rejimin toplusal ve kültürel gerilimlerinin yanında ekonomide yaşanan ve giderek derinleşen krizle birlikte girildi. Seçim dönemi boyunca Cumhur İttifakı dışında kalan odaklar ve Kürt siyasi hareketi düşman ilan edildi. Bu süreçte yüzlerce HDP’li siyasetçi tutuklandı ve HDP’nin en sıradan seçim propaganda araçlarını bile kullanması engellendi. Millet İttifakı da bekayı tehlikeye atan teröristler olarak yaftalandı. İşte 31 Mart seçimlerine böyle bir ortamda girildi.

 

Ekonomik Kriz ve Beka Söylemine Seçmen Ne Dedi?

 Seçimden bir hafta önce yaşananlar Cumhur İttifakı açısından bazı şeylerin ters gittiğini gösteriyordu. Erdoğan anket sonuçlarına inanmadığını söylüyor, Soylu ve Erdoğan AKP seçmenine “aman ha, bizi cezalandıracağınız seçim bu değil, sakın böyle bir şey yapmayın” diye adeta yalvarıyordu. Seçimden birkaç gün önce Erdoğan “Beni göndermek istiyorlarmış. Benim yerime kimi koyacaksınız” diyerek bir yerlere mesaj gönderiyordu. Seçim sonuçları, bir şeylerin değişik olacağı yolundaki işaretleri doğru çıkardı.

 Öncelikle şunu tespit etmek gerekir: Cumhur İttifakı’nın toplamda aldığı oy, rejimi meşruiyet krizine sokacak oranda değil. Dolayısıyla yeni rejim en azından şimdilik bu tartışmadan kurtuldu. Ancak AKP, büyük şehirlerin neredeyse tümünü kaybetti. Millet İttifakı oy oranını dramatik ölçüde arttırmasa da Türkiye’nin ekonomik ve demografik çoğunluğunu elinde bulunduran bölgelerin belediye başkanlıklarını aldı. AKP’nin en önemli rant alanları CHP’nin eline geçti. AKP’li bazı yazarlar “Belediyelerle geldik belediyelerle gidiyoruz” diyen yazılar yazdı. Beka söyleminin yanlış olduğunu, Tanzim çadırlarının ekonomik krizi ve yoksulluğu daha görünür hale getirdiği için oy kaybettirdiğini belirttiler.

 Öyle görünüyor ki, Cumhur İttifakı’nın beka söylemi kemik seçmeni arasında, özellikle de Orta Anadolu ve Karadeniz’de tutmuştu. Ancak kontrol edilmesi daha zor ve ekonomik krizi en yakıcı şekilde hisseden büyük seçmen kitlelerinin olduğu şehirlerde bu söylem tam olarak işe yaramamıştı. Bu noktada AKP ve MHP seçmeninden Millet İttifakı’na kayan oyların oranını bilmek zor. 2000’li olarak adlandıracağımız genç kuşağın bu seçimlerde kime oy verdiği sorusu da ortada duruyor. Ancak AKP’nin bir zamanlar ciddi oy farkıyla kazandığı yerleri kaybetmiş olması belirli oy kaymalarının olduğunu gösteriyor. CHP’nin kazandığı yerlerde HDP’nin desteğinin belirleyici olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya gibi büyük şehirlerdeki HDP oylarının seçim sonuçlarını etkilediği açıkça görülüyor.

 

Türk Devleti İçinde Restorasyon Projesi Mi? Ekrem İmamoğlu’nun Barış Söylemi

Buradan yola çıkarak, sekülerleri azınlık pozisyonuna sürükleyen Türk-İslam faşizminin yeni rejimi sekülerler olmadan kuramayacağı, büyük şehirlerin CHP’nin eline geçmesiyle yeni rejimin kendini restore edeceği ve sekülerleri de kapsamaya çalışacağı gibi yorumlar akla gelmeye başladı. Nitekim Ekrem İmamoğlu yaptığı konuşmalarda, “Ben barıştırmaya geldim, herkesin belediye başkanı olacağım.” diyordu. Ekrem İmamoğlu seçim çalışmalarını halkla yüzyüze temas ve pozitif ilişki kurarak sürdürdü. Seçimler sonrası ve İstanbul belirsizliği sürerken sağduyusunu koruyarak olan bitenle ilgili topluma bilgi vermeye devam ediyor. Ekrem İmamoğlu’nun öncelikle 24 Haziran sonrası Muharrem İnce skandallarıyla küskün hale gelen CHPlilerin gönlünü aldığı; ilk ziyaretini Anıtkabir’e yapan ve hakkına sahip çıkan Belediye Başkanı olarak CHP’ye itibarını kazandırmaya başladığı açık. O kadar ki seküler kesimler arasında Türkiye’nin ilerideki başkanı olacağı konuşuluyor.

 Peki konuşmalarında sık sık vurguladığı gibi Ekrem İmamoğlu kimi barıştırmaya gelmişti? Şüphesiz ki gittikçe kutuplaşan toplumda yeni rejimle sekülerleri barıştırmayı kastediyordu.  Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u kazanmasında Kürtlerin oyları belirleyici oldu. Konuşmalarında Kürtleri hedef olan herhangi bir ırkçı çıkışı, iması olmadı. Dolayısıyla İmamoğlu’nun yaklaşımında Kürtlerin düşman olmadığını açık. Ancak İmamoğlu, Kürtlerin hakları ve taleplerine ilişkin bir vurgu da yapmadı. Bu noktada İmamoğlu’nun barışında Kürtlerin nerede durduğu belli değil. Bu da akla Kürtlerin, İmamoğlu’nun barışındaki yeri ezeli ve ebedi azınlık olma hali mi sorusunu getiriyor.

 AKP’nin rant kaynağı İstanbul’u bırakmama savaşı devam ederken bu, erken bir tartışma olabilir. Yine de bu restorasyon projesinin sınırları üzerine akıl yürütmek gerekir. Yeni rejim kendini restore ederek sekülerleri yanına çekecek, kısmi bir rahatlama ortamı yaratılarak ekonomi toparlanmaya çalışılacak ve en önemlisi azınlık pozisyonuna düştükten sonra Kürtlerle ittifak içine girmeye başlayan seküler çevreler bu arayışı bırakacaklardı. Gelin görün ki işin bu kadar kolay olmayacağı kısa bir süre sonra ortaya çıktı. AKP en büyük rant kapısı olan İstanbul’u vermeyi kabullenmedi.  Çok açıkça söylemek gerekir ki İstanbul seçimlerini iptal etmek ve mazbatayı İmamoğlu’na vermemek, yukarıda bahsedilen projenin çökmesi anlamına gelir. Peki bu durumu nasıl okumak gerekir?

 

AKP İstanbul’u Bırakmak İstemiyor

Seçim gecesi yaşananları hatırlayalım: Sayımlar bitmeden Binali Yıldırım’ın kazandığını açıklaması, Erdoğan ve Bahçeli’nin bu açıklamaya itibar etmemesi, İmamoğlu öne geçince AA’nın saatlerce yayın akışını kesmesi, sabaha karşı YSK’nin İmamoğlu’nun önde olduğunu açıklaması… 31 Mart gecesi sayımlar devam ederken Erdoğan’ın yalnız başına yaptığı balkon konuşması, İstanbul seçimlerinin kaybedildiğinin Erdoğan tarafından da kabul edildiği yorumlarının yapılmasına neden oldu. Ancak çok geçmeden AKP içinde bir klik devreye girdi ve AKP’nin İstanbul’u kolay kolay bırakmayacağı anlaşıldı. Ertesi günlerde Erdoğan ve Bahçeli’nin söylemleri değişti.

 Başlangıçta oy sayımlarının uzatılması belediyedeki yolsuzlukları gizlemek için zaman kazınıyorlar yorumlarına neden oldu. Ancak bir süre sonra bu yorumlar geride kaldı. Çünkü yapılan, zaman kazanmaktan çok seçimlerin iptali ve tekrarlanması amacını taşıyordu. Burada da farklı analizler yapıldı. AKP içindeki bir grubun Erdoğan’ı: “İstanbul’u kaybedersek Türkiye’yi yönetemeyiz, İstanbul giderse en büyük ekonomik dayanağımız kaybederiz” diyerek ikna ettiği, İstanbul’dan nemalanan tarikatların, vakıfların ve AKP’li kadroların devreye girdiği gibi pek çok yorum yapıldı. Gelinen son nokta bize gösteriyor ki, AKP seçimleri kaybettiğini kabul etmiyor ve sonucu tersine çevirmek için her yolu deniyor. CHP ise her zamankinin aksine bu defa geri adım atmıyor ve İmamoğlu, kazandığı İstanbul’un gasp edilmesine izin vermiyor. Büyük ihtimalle devletin derin sularında pazarlıklar devam ediyor.

 Seçimlerden sonra zaten darbe yemiş olan ve ekonomik kriz gibi bir bombayı kucağında taşıyan AKP, İstanbul da giderse çok zayıflayacağını ve bütün kontrolü kaybedeceğini düşünüyor. Israrları bu yüzden. Adeta “Diğer büyük şehirleri paşa paşa verdim ama İstanbul olmaz” diyor. Öyle anlaşılıyor ki partneri MHP de bu konuda ikna olmuş durumda. Peki ikna edemediği kim? Açıkçası devletin, yeni rejimin restore edilmesinden ve sekülerlerin bu sürece eklemlenmesinden yana olan bir kanadıyla pazarlıkları yürüttüğünü söylemek aşırı bir yorum olmaz diye düşünüyoruz.

 

HDP ve Kürdistan’da Yaşananlar

Ömer F. Kurhan’ın sitemizdeki yazısında[1] belirttiği gibi aslında seçime iki odak girdi: Türk- İslam ittifakı yani “Cumhur İttifakı” ve bir Türk ittifakı olarak “Millet İttifakı”. HDP’ye düşen “kırk katır mı kırk satır mı” seçimini yapmasıydı. HDP, Türk-İslam faşizmine karşı ve bu faşizmi geriletmek için Türk ittifakının yanında yer alacağını belirtti. Cumhur İttifakı bunu, teröristlerle işbirliği şeklinde sunarken, Millet İttifakı bu durumu olabildiğince sessiz halletmeye çalıştı. Bizi destekleyin ama desteklediğinizi söylemeyin diyerek HDP’yle yakın bir görüntü vermekten uzak durdu. Batı’daki Kürtlerin oylarına talip Millet İttifakı Doğu’da HDP’nin karşısına rakip olarak çıktı ve yer yer Cumhur İtifakı ile birlikte hareket etti. Örneğin Iğdır’da İYİ Parti’nin MHP ile birlikte hareket ettiğini Ağrı’nın da CHP’den istifa eden Savcı Sayan hamlesi ile alındığını unutmamak gerekir.

 Bu süreçte ne Kürtlerin oyuna talip Millet İttifakı, ne de HDP Kürt halkının en meşru ve minimum taleplerini ağızlarına almadı. Batı’da Millet İttifakı’na destek verirken HDP’den tüm seçim boyunca Kürt halkının talepleriyle ilgili tek kelime duymadık. Faşizmin geriletilmesi için Kürtlerin sessiz sedasız, ağızlarını bile açmadan seçimlere gitmesi ve Millet İttifakı’na oy vermesi gerekiyordu. İkna olmayan Kürt seçmeni ikna etmek için son olarak Selahattin Demirtaş devreye girdi. Nitekim beklenen oldu. Hem kayyumlara duyduğu öfkeden hem de Kürt hareketine olan bağlılığından Kürt seçmenin büyük kısmı Kürdistan’da HDP’ye, Batı’nın büyük şehirlerinde Millet İttifakı’na oy verdi.

 Bu noktada Tunceli/Dersim sonuçlarını ayrıca not etmek gerekir. Hatırlanacağı gibi 2014 Yerel Seçimlerinden sonra Tunceli Belediye Başkanı o zamanki adıyla Barış ve Demokrasi Partisi’nden Mehmet Ali Bul olmuştu. Kasım 2016’da Mehmet Ali Bul, İç İşleri Bakanlığı tarafından görevden alınmış ve yerine kayyum atanmıştı. 31 Mart yerel seçimleriyle Tunceli Belediye Başkanı komünist başkan olarak da anılan Mehmet Fatih Maçoğlu oldu. HDP az bir farkla Tunceli’yi kaybetti. Maçoğlu’nun başkanlığı Türk solunda büyük bir coşkuyla karşılandı ve yer yer Kürtlerin temsilcisi HDP de bu kutlamalara katıldı. Devlet, HDP’ye karşı Tunceli’de Maçoğlu’nun önünü açtı ve Tunceli’yi Türk soluna bıraktı. Devlet, adeta seçmen HDP’den uzaklaşsın da isterse komünist olsun diyordu. Bu örnekle Kürt kimliğini geriye atan söylemin ve yereldeki dengeleri gözetememenin HDP’ye Tunceli’de de kaybettirdiği görülebilir.

 İktidar medyasının yazdığı gibi “kayyumları çok seven Kürt halkı sırtını HDP’ye döndü ve HDP büyük oy kaybetti” söylemi doğruluk payı taşıyor mu? Kürt halkının kayyumlardan memnun olduğu söylemi, kayyum atanan pek çok yeri HDP’nin almış olmasından anlaşılacağı gibi bir devlet propagandasından ibaret. Kürdistan’da özellikle de devletin stratejik alan olarak ilan ettiği bölgelerde seçimlere doğrudan müdahale edildiği, seçim sonuçlarının etkilendiği, HDP’nin kadrolarının çalıştırılmadığı ve bu nedenle HDP oylarında bir düşüş yaşandığı yorumu rahatlıkla yapılabilir. Ancak seçimden sonra yazılan değerlendirmelerde, HDP’nin oy kaybını sadece devlete bağlamanın yanlış olduğu yolunda pek çok yorum da yapıldı.

 Hendekler sürecinin Kürt halkında yarattığı kırılma, seçim boyunca Kürt halkının talepleriyle ilgili tek kelimenin edilmemesi, aday belirlemede yapılan yanlışlar, yüksek siyaset ve taban arasındaki ilişkisizliğin bu oy kaybında etken olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yerele inisiyatif verilmemesi, adayların merkezden ve tepeden belirlenmesi halkta memnuniyetsizlik ve güven kaybı yaratıyor. Ancak kayyumların varlığı Kürt halkının her şeye rağmen HDP’ye sahip çıkmasını sağlıyor. Hatta halk iradesini gasp eden kayyumların HDP’nin çözülmesini geciktirdiği bile iddia edilebilir. 7 Haziran 2015 seçimlerinde alınan yüzde 13,1 oydan sonra HDP’nin bir düşüş eğiliminde olduğunu tespit etmek gerekiyor. Bu durumun nedenleri arasında hiç şüphesiz devlet baskısı var. Devlet o günden bu yana HDP’ye neredeyse “düşman hukuku” uyguluyor. Ancak HDP’nin halktan uzak siyaset yapma tarzından kaynaklanan başka nedenler olduğunu da görmek gerekiyor.

 

 

 

 
 
[1]  http://art-izan.org/guncel/istanbul-bilmecesi-henuz-cozulmemisken-yerel-secimler-uzerine