Seçim Gündemi

31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler yüksek siyasetin ana gündemini oluşturuyor. 6-19 Ocak haftasında seçimlerle ilgili kamuoyunda en çok konuşulan konu seçmen kaydırmaları ya da olmayan seçmenlerin kayıtlarda gösterilmiş olmasıydı. Pek çok il ve ilçe merkezlerinde tek haneye yüzlerce seçmen kaydının yapıldığı görüldü. Birkaç örneği hatırlayacak olursak:

  • Diyarbakır’ın Hani ilçesinde bir adreste 208, Batman’da bir evde 189, Bingöl’de bir evde 224 seçmen tespit edildi.
  • HDP Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş Kürtlerin yoğun yaşadığı doğu illerinde bir adreste en az 40 seçmenin kayıt edildiğini tespit ettiklerini, yapılan taşımaların sonuçlarını değiştirecek durumda olduğunu açıkladı.
  • Şırnak’ta boş bir karakola 205 seçmen kaydı yapıldığı öne sürüldü. Nüfus kayıtları farklı illerde olan bu kişilerin asker olduğu belirtildi.
  • Van Erciş’te kapısı zincirle kilitli, boş bir Askeri lojmana 76 asker ve polisin seçmen olarak yerleştirildiği ortaya çıktı.
  • 400 bin seçmeni bulunan İstanbul’un Üsküdar ilçesinde CHP, kayıtlarda görülen 7000 seçmenin orada yaşamadığını bir kısmının öldüğünü ya da göç ettiğini tespit etti.
  • CHP İstanbul örgütü Adalar’da 500 hayali seçmen tespit ettiğini ve Sultangazi, Ümraniye, Bağcılar, Pendik olmak üzere birçok ilçeden Adalar’a seçmen kaydırıldığını açıkladı.
  • Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da askıya çıkan seçmen kütüklerini incelediklerinde AK Parti üyelerinden 504 bin kişinin kaydının olmadığını ve kendi seçmenlerinden de kayıplar olduğunu söyledi.

Muhalefet partilerinin görüşü AKP’nin zayıf olduğu ve seçimin muhalefetle başa baş gideceği bölgelere güçlü olduğu yerlerden seçmen kaydırdığı yönünde. Özellikle İstanbul’da Adalar ve Üsküdar gibi ilçelere kaydırılan seçmen sayısı seçimin sonucu etkileyecek nitelikte. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı doğu illerine ise güvenlik gerekçesiyle çok sayıda asker ve polisin kaydı taşınmış durumda. Bu rakamların çoğu yerlerde seçim sonucunu değiştirebileceği yorumu yapılıyor.

Siyasi partilerden CHP, HDP, Saadet Partisi ve İyi Parti bu konuda çeşitli açıklamalar yaptılar, konuyu meclis gündemine taşıdılar. Daha sonra da Yüksek Seçim Kurulu (YSK) itiraz başvurusunda bulundular. İç İşleri Bakanlığı ve YSK bu konuda inandırıcı açıklamalarda bulunmuyor. Bu iki kurum bağımsız hareket etmediği, bir devlet kurumundan çok AKP’nin parti organı gibi hareket ettikleri için açıklamaları güven vermiyor. Sahte seçmen olayında İç İşleri Bakanlığı’nın bu açıklamaları dikkate alıp sahne seçmen listelerini hazırlayanlara görevi ihmal ve görevi kötüye kullanmaktan işlem yapması beklenir. Ancak bu yönde bir tavır gelişmiyor. YSK’nin sahte seçmeleri listelerden düşürmesi beklenir. Oysa YSK Başkanı mükerrer seçmenin de sahte seçmenin de hayali seçmenin de olmadığını söyleyerek seçmenlerin gerçek yerlerinde oylarını kullanması için ellerinden geleni yaptığı açıklamasını yapıyor. Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin bu konuyu ne kadar gündemde tutup takipçisi olacağını bilmiyoruz. Sahte seçmen kaydı büyük bir suç ve seçim esnasında vatandaşların saptadıkları sahte seçmenler konusunda şikayette bulunması mümkün. Siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri bu konunun üstüne gitmedikçe olay yine seçmen iradesine kalıyor.

Seçim döneminde yaşanan hukuki ve ahlaki sorunlardan biri de Binali Yıldırım’ın konumu üzerinden gündeme geliyor. Meclis Başkanı ve milletvekili sıfatlarını taşıyan Binali Yıldırım Cumhur İttifakı’nın İstanbul Belediye Başkan adayı. İBB adaylığı kesinleştiğinde Anayasa’ya göre meclis başkanlığından istifa etmesi gerekirken bunu yapmadı. TBMM bütçesini ve imkanlarını kullanarak seçim çalışmalarına başladı. Bu durum seçimin adil, eşit koşullarda ve anayasaya uygun yürütülmediğinin bir örneği. Bu konuda ortalığı ayağa kaldırması beklenen muhalefet partilerinin ciddi bir politika yürütmediği görülüyor. Örneğin CHP, Binali Yıldırım’ın istifa etmesi gerektiğini söylese de ciddiyetsiz bir şekilde nasılsa İstanbul’u kazanacaklarını iddia ederek bu anayasa ihlaline göz yumabiliyor. Diğer siyasi partiler de bu konuda ciddi bir itiraz örgütlemeyerek, yurttaşları bilgilendirmeyerek bu hukuksuzluğun meşrulaştırılmasına ve devlet imkanlarını kendi çıkarı için kullanan parti devletinin oluşmasına imza atıyorlar.

Seçim Gündeminde Medya

Seçimin adaletsiz bir şekilde yürütüldüğü diğer bir mecra da medya. Devletin kanalı TRT ve iktidara yakın medya organları muhalefet partilerinin kendini ifade etmesine izin vermiyor.  Medya kuruluşları özel de olsa kamuya hizmet etmek zorundayken iktidara hizmet ederek Cumhur İttifakı dışındaki partilerin adaylarının kendini ifade etmesine imkan tanımıyor. HDP bu kanallarda terörize edilerek yer buluyor. Muhalefet partilerinin yerel seçim programı sadece birkaç gazete ve televizyon kanalında yer bulurken bu yayın organları üzerindeki baskı da devam ediyor. Sözcü Gazetesi yazarları Emin Çölaşan ve Necati Doğru ile Sözcü Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz, sozcu.com.tr Yayın Yönetmeni Mustafa Çetin ve Haber Koordinatörü Yücel Arı’nın “FETÖ silahlı terör örgütü içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek yardım etme” suçundan hazırlanan iddianame kapsamında yargılandıkları dava geçtiğimiz haftalarda görüldü. İşin trajikomik tarafı FETÖcülükle suçlanan Sözcü Gazetesi’nin yayın hayatına başladığından beri Gülen Cemaati’nin faaliyetleri istikrarlı bir şekilde eleştiriye tabi tutması. İktidarın kendi çizgisine çekemediği gazeteyi seçim öncesi böyle bir suçlamayla hedef alıp meşgul etmesi davanın siyasi bir boyutunu gözler önüne seriyor. Yine iktidarın kendi çizgisine çekemediği Halk tv ve Fox tv yayınlarının RTÜK’te değerlendirilmesi seçim öncesi bu yayınları susturma operasyonu olarak değerlendirilebilir. 

Leyla Güven’in Açlık Grevi

Leyla Güven’in 8 Kasım 2018’de PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için başlattığı açlık uluslararası kamuoyunun da gündemindeydi. Avrupalı bir grup parlamenter ve Ortadoğulu siyasetçiler Leyla Güven’in taleplerinin karşılanması için çağrıda bulundu. Bunun ardından aralarında yazar, siyasetçi, gazetecinin bulunduğu 100’ün üzerinde kişi, PKK lideri Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılması üzerinde açıklama yaptı. Leyla Halid, Leyla Güven’e mektup göndererek mücadelesini destekledi. Bu açıklamalar devam ederken grevin 66. gününde Abdullah Öcalan kardeşi Mehmet Öcalan ile iki yıl sonra görüştürüldü. Bu görüşmenin detaylı içeriği kamuoyuyla HDP üzerinden de paylaşılmadı. Leyla Güven, açlık grevinin 68. gününde Selma Irmak ile Sebahat Tuncel de, süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başladıklarını açıkladılar.

Ekonomi gündemi

Geçtiğimiz dönemde ekonomi gündemi açısından önceki döneme oranla ciddi bir değişimin yaşanmadığı gözlendi.

Krizi “yüzdürme” politikaları olarak adlandırdığımız ve artık bir nevi seçim ekonomisi olarak adlandırabileceğimiz uygulamalar, içinde bulunulan şatlar açısından ekonomiyi daha fazla ısıtmaya dönük yapılabileceklerin son örneklerini (iktidarın bu konudaki yaratıcık yeteneğini saklı tutarak) temsil ediyor diyebiliriz.

9 Ocak’ta kredi kartı borcunu ödemekte güçlük çeken vatandaşların mevcut borçlarını daha kolay ödeyebilmesi için Ziraat Bankası tarafından sağlanacak olan kredinin detayları açıklandı. Düzenlemenin henüz yasal takibe alınmamış ancak gecikmeye giren ve toplam borç yerine asgari ödeme yapan kredi kartı borçlularını kapsayacağı ifade edildi. Ziraat Bankası kredi kartı borçlusuna 24 aya kadar aylık yüzde 1.10, 60 aya kadar aylık yüzde 1.20 faizle bireysel ihtiyaç kredisi kullandıracak. Bu faiz dört büyük bankanın şu anda sunduğu bireysel ihtiyaç kredisi faizinin yarısına denk geliyor. Böylelikle çok düşük faizlerle eski borcunu görece kolay şekilde ödeyebilecek hale gelmesi beklenen vatandaşların yeniden borçlanabilmesinin yolu açılıyor. Bu uygulama hem ekonomik krizden kaynaklanan hoşnutsuzluğun kısmen giderilmesini hem de tüketim çarkının yeniden dönmeye başlamasına katkı sunmayı hedefliyor.

Benzeri bir yaklaşımın bir diğer örneğini de Halkbank esnaf kredisi oluşturdu. Yine 9 Ocak’ta Halkbank’ın konuyla ilgili yaptığı açıklamada, bankanın yılın ilk üç ayında toplam 10 milyar TL, yılın tamamında ise toplam 22 milyar TL Esnaf Kredisi desteği vereceğini duyurdu. Bu kredilerin özelliği vadesinin kredi türüne göre 5 ile 10 yıl arasında değişmesi (uzun vadeli olması) ve %4 gibi şu anki cari faizlere göre düşük bir faiz oranının uygulanması.

Hemen ertesi gün bu kez Bakan Albayrak 20 milyar TL’lik KOBİ destek paketinin detaylarını açıkladı: “…İmalatçı ve ihracatçılarımız başta olmak üzere yıllık cirosu 25 milyon TL’nin altında olan şirketlere finansman desteği başlatıyoruz… İmalatçı ve ihracatçı şirketlere azami 1 milyon, hizmet sektöründeki şirketlere azami 500 bin TL kredi verilecek”… “Paketin büyüklüğü 20 milyar TL olacak. Pakette 6 ay kredi geri ödemesi olmayacak. Paketi 13 banka tamamen kendi inisiyatifiyle hazırladı. KOBİ Değer Kredisi 6 ay geri ödemesiz ve aylık yüzde 1.54 faizle verilecek. KOBİ Değer Kredisi Programı’nın Hazine’ye etkisi yok. Bankacılık sektörü sağlıklı yapısını korumaktadır.” Yani bu kredide 2017’deki gibi bir Hazine garantisi söz konusu değil. KOBİ destek kredisinin basın fazla yer almayan önemli bir koşulu ise yararlanacak işletmelerin vadesi geçmiş vergi borcunun olmaması. Bu, bir yandan krediyle bankalardan ekonomiye sıcak para akışı sağlanırken diğer yandan şirketlere mevcut vergi borçlarını ödeme koşulu getirerek hazineye para aktarımının amaçlandığı anlamına geliyor. 

Dış politika gündemi

6 Ocak – 19 Ocak döneminde dış politika gündemini temel olarak “Suriye ve Fırat’ın doğusu” oluşturdu. ABD tarafından gündeme getirilen “tampon bölge” çözümü tartışmaların merkezindeydi. Tampon bölge önerisinin, ABD’nin bir yandan Kürtleri kendince “korumaya almaya”, diğer yandan da Türkiye’nin “güvenlik endişelerini gidermeye” dönük dengeli ve bir ölçüde de zamana yayılacak bir çözüm arayışı olarak görüldüğü ortaya çıkmaya başladı. Rusya cephesinde ise Fırat’ın doğusunun Suriye hükümetinin kontrolüne girmesi gerektiği yönünde bir yaklaşım gelişti.

Konuyla ilgili olguları sıralayacak olursak aşağıdaki gelişmelerin öne çıktığını görmekteyiz:

6 Ocak’ta ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Ankara ziyaretinin bir gün öncesinde ABD’nin, Kürtleri koruyacak bir anlaşma yapılmadan Suriye’den çekilmeyeceğini açıkladı.[1] Rusya’nın ABD’nin Suriye’den çekilme kararına şüpheyle yaklaşmaya devam ettiği anlaşıldı. Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov, 9 Ocak’ta yaptığı açıklamada “ABD’nin birdenbire, tamamen ve tartışmasız olarak Suriye’deki varlığını sonlandıracak olmasını tahayyül edemiyorum” dedi.[2]

Öte yandan, aynı gün Amerikan haber ajansı AP, Suriyeli Kürtler ile Beşar Esad yönetimi arasında Rusya’nın arabuluculuğunda yapılan müzakerelerde, ‘Suriye’yi, özellikle de kuzeyini işgal etmek isteyen herhangi bir güce karşı koymak konusunda’ mutabakat sağlandığı haberini yayımladı. 9 Ocak’ta Şam yönetiminden gelen açıklama bu haberi doğrular nitelikteydi: Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdat, “Kürt gruplarla diyalogdan başka alternatif yoktur” dedi.[3]

10 Ocak’ta ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Erbil’de yaptığı açıklamada Türkiye’nin Suriyeli Kürtlerin korunması konusunda taahhütlerde bulunduğunu söyledi ve “Bizimle birlikte savaşanların korunmasını sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapmamız büyük önem taşıyor. Erdoğan taahhütlerde bulundu. O da bunu anlıyor” dedi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise Bolton’un bu sözlerini de yalanladı ve “Hiç kimse Türkiye’nin bir terör örgütüne güvence vermesini beklemesin” diye konuştu.[4]

Suriye’de Kürtlerin korunmasına ilişkin başka bir açıklama da Fransa’dan geldi. 10 Ocak’ta Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, IŞİD’e karşı mücadele eden SDG’nin Fransa’nın en büyük müttefiki olduğunu söyleyerek siyasi çözüm  sağlanmadan çekilmenin gerçekleşmeyeceğine vurgu yaptı.

11 Ocak’ta Rusya Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin çekilmesinin ardından Kürtlerin bulunduğu bölgelerin Suriye hükümetinin kontrolüne girmesi gerektiği yorumunda bulundu.

12 Ocak ve 13 Ocak’ta, Suudi Arabistan’da incelemelerde bulunan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, üst üste önemli açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalar ABD’nin son döneme ilişkin yaklaşımının özeti niteliğindeydi.

Pompeo 12 Ocak’ta, Suriye’den çekilme konusuna ilişkin yaptığı açıklamada, Türkiye’nin sınırlarını ve halkını koruma gerekçesini anladıklarını söyledi. Ertesi gün de Suriye’de YPG’yi korumak için Türkiye ile bir anlaşmaya varılması konusunda iyimser olduğunu söyledi. Pompeo, IŞİD’e karşı savaşan Kürtlerin terörist olmadığını da ekledi: “Ülkelerini teröristlerden korumak Türk halkının ve Erdoğan’ın hakkıdır. Öte yandan bizimle birlikte savaşanların da korunmayı hak ettiğini biliyoruz” dedi.[5]

14 Ocak günü Trump Türkiye’yi “zayıf  yerinden” vurmakla tehdit ettiği açıklamayı sosyal medya hesabı üzerinden yaptı. Twetter mesajında Suriye’den çekilme sürecinin başladığını duyurarak, “Eğer Türkiye Kürtleri vurursa, Türkiye’yi ekonomik yönden mahvederiz. 20 millik (32 km) güvenli bölge kuracağız. Aynı zamanda Kürtlerin Türkiye’yi provoke etmesini istemiyorum” dedi.[6]

Benzeri açıklamalar karşısındaki eski örneklere bakıldığında Türkiye’den “Eyy Trump, .. sen kimsin?” ile başlayan sert bir cevap beklenebilecekken Türkiye, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ağzından görece ılımlı bir cevap verdi. ‘Stratejik ortaklar sosyal medya üzerinden konuşmaz’: “Trump’ın içinde bulunduğu zorluğu biliyoruz. Üzerinde baskı var. Güvenlikle ilgili birimleri ABD’nin çekilmemesi için baskı yapıyor. Müttefikler Twitter, sosyal medya üzerinden görüşmez. Kullandığı tehdit diline gelince, biz hiçbir tehditten korkmayacağımızı ve pabuç bırakmayacağımızı defalarca söyledik. Bunu geçmişte de söyledik. Ekonomik tehditlerle bir yere varılamaz.” ABD bizi aradığı zaman biz hemen cevap veriyoruz. Biz aradığımızda da karşı taraftan olumlu cevap geliyor. Bu diyalog varken neden Twitter üzerinden açıklama yapıldı?”[7]

Beklenen sert tepki ise bu tür fırsatları kaçırmayan CHP’den geldi: Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, “ABD Başkanı Trump dün akşam sosyal medya aracılığıyla ‘Türkiye Kürtleri vurursa onları ekonomik olarak mahvederiz’ demiş. Bu tehditler bize sökmez” dedi. Oysa hemen aynı gün, Erdoğan ve Trump telefonla görüşmüş, sanki önceki günkü tehdit dolu açıklama hiç olmamış gibi bir izlenimle konuyu müzakereye devam etmiş, CHP kraldan çok kralcılığıyla ters köşeye yatmıştı. Görüşmenin içeriğine dair Türkiye kanadından yapılan açıklamada iki liderin Suriye’nin toprak bütünlüğü temelinde ülkenin kuzeyinde terörden arındırılmış güvenli bir bölge oluşturulmasının önemine değinildi. Türkiye’nin Kürtlerle hiçbir sorunu olmadığı, ulusal güvenliğine tehdit oluşturan terör örgütleri DEAŞ, PKK ve PKK’nın Suriye uzantıları ile mücadele ettiği vurgulandı. Ayrıca görüşmeye ilişkin ikili ekonomik ilişkilerin ileri seviyelere yükseltilmesi hususunda mutabık kalındığı bilgisi verildi.

Trump yaptığı açıklamada güvenli bölge dahil ilgili tüm meseleler hakkında ABD’nin nerede durduğunu aktarmak için Cumhurbaşkanı Erdoğan ile konuştuğunu söyledi. Ayrıca ABD ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin genişleme için büyük bir potansiyel olduğunu belirtti.[8]

Ertesi gün, 15 Ocak’ta Erdoğan önerilen “güvenli bölge” çözümünü sahiplenen önemli bir açıklama yaptı: Erdoğan, “Amerika burada özellikle hava sahası vesaire bunların kontrolünü ele alırsa, biz de bu noktada aradaki tüm güvenlikleri ele alabiliriz ve burada bu insanların yaşam koşullarını iyileştiririz’ demiştim. Ne yazık ki Obama bu konuda gerekli adımı atmadı. Olumlu baktı, ‘güzel bir teklif’ dedi; ama atmadı. Şu anda Sayın Obama’nın bu yaklaşımı ki; 30 kilometre bir derinliktir, üzerinde tüm arkadaşlarımızın konuşabileceği, benim de olumlu baktığım bir konudur. Bu konu üzerinde çalışılabilir, hatta 20 mil daha da uzatılabilir” dedi.[9]

İzleyen günlerde “tampon bölge” yaklaşımının ciddi bir proje olabileceği ortaya çıktı ve tartışmalar projenin kendisinden ziyade bu bölgenin “kimin kontrolünde” ve şartlarının ne olması gerektiği çerçevesine odaklanmaya başladı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, güvenli bölgeyle ilgili ‘ABD tarafı ile görüşmelerimizi sürdüreceğiz’ derken; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, il başkanları toplantısı öncesinde yaptığı açıklamalarda, “Güvenli bölge diye tampon bölgeye tamam diyeceksek Körfez Savaşı’nda yaşandığı gibi bir bölgeye izin vereceksek, herkesi uyarıyorum ki bugüne kadar yaptıklarımızın üzeri bir kalemde çizilecektir” ifadesini kullandı. Bu ifade bu konunun Cumhur ittifakı içinde ciddi bir görüş ayrılığı yaratma potansiyeli taşıdığını düşündürdü.

Söz konusu pazarlıklara ilişkin konuşan Kuzey ve Doğu Suriye’de faaliyet yürüten Tevgera Civaka Demokratîk – Demokratik Toplum Hareketi’nin (TEV-DEM) Diplomasi Komitesi Sorumlusu Aldar Xelil, Türkiye’nin kontrolünde bir ‘güvenli bölge’ ya da ‘tampon bölgeyi’ kabul etmelerinin mümkün olmadığının altını çizdi. ABD ve Türkiye tarafından yapılan son açıklamaların, aralarında gizli bir anlaşma olabileceğini gösterdiğini söyleyen Xelil, “Topraklarımızda demokratik ulus felsefesi ve anlayışı doğrultusunda gelişen demokratik proje ve deneyimi bu şekilde kabul etmek istemiyorlar. Özünü boşaltmak istiyorlar. Burada demokratik bir modelin kalmasını değil, Amerika’nın siyasetinin devamı olacak bir modelin kalmasını istiyorlar. Bunu  da Türk devleti eliyle geliştirmek istiyorlar. Türk devletini bir baskı aracı olarak kullanmak ve bu yolla bazı şeyleri kabul ettirmek istiyorlar” dedi.[10]

Türkiye ile ABD arasında Suriye’de oluşturulacak tampon bölge konusunda arabuluculuk görevi üstlenen ABD’li senatör Lindsey Graham 19 Ocak’ta bir basın toplantısı düzenledi. ‘YPG PKK’nin politik koludur’ diyen Graham, “Müttefik Türkiye için yarattığımız problemi çözmeliyiz. Bizimle DEAŞ’a karşı savaşanlara da bir şeyler borçluyuz. İlerlemek için şansımız var, hatalarımızı düzeltmek için fırsatımız ve zamanımız tükeniyor, bu yüzden buradayım. DEAŞ’lılar hala dağlarda. Trump’ı Obama gibi hata yapmaması için uyardım. YPG’nin Türkiye’den uzaklaştırılması için Dunford’un bir çalışması var. Obama YPG’yi silahlandırarak Türkiye için kabus yarattı” açıklaması yaptı. ABD askerinin hemen çekilmesi durumunda Suriye’de daha büyük bir savaşın çıkacağını belirten Graham “Güvenli bölge Türkiye’nin güvenliği için kurulacak” dedi.[11]

ABD’nin eski IŞİD’le Mücadele Koalisyonu Özel Temsilcisi McGurk, Washington Post için kaleme aldığı yazıda, “Türkiye, Suriye konusunda güvenilir partner değil” dedi. Türkiye’nin Suriye’de, aralarında aşırılık yanlılarının da bulunduğu muhalif gruplarına destek verdiğini yazan McGurk, bu grupların çok küçük olduğunu, bu yüzden ABD’nin desteklediği Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) alternatif olamayacağını ifade etti. Halihazırda, Türkiye’nin desteklediği silahlı muhaliflerin, şu anda SDG’nin bulunduğu Suriye’nin kuzeydoğusuna yerleştirilmesiyle ilgili görüşmelerin yürütüldüğünü ileri süren McGurk, bu tür adımların kaosa yol açacağını, aşırılığın yayılması için uygun ortamı oluşturacağını, binlerce Kürt’ü evinden edeceğini ve Suriyeli Hıristiyanların hayatını riske atacağını yazdı.[12]

Kürtler Antiemperyalist mi Tartışmaları

Suriye Kürt bölgesindeki bu gelişmeler, Türkiye içinde özellikle de ‘Türk Solu’ içinde, “ABD Kürtleri Sattı” ifadesiyle yorumlandı ve Kürtlerle ilgili “emperyalizm işbirlikçiliği” ithamları tekrar gündemleştirildi. Sadece çok sınırlı sayıda aydın/yazarın bu yaklaşıma karşı tavır geliştirebildiği gözlemlendi. Bu nedenle değerlendirmemizin bu kısmında, tarihe not düşmek adına, gerçekten az sayıdaki örneklerden birkaçına yer vermeyi uygun gördük.

Gazete Duvar’a yazan Fırat Aydınkaya “Kürtler emperyalizmin işbirlikçisi mi?” başlıklı yazısında Amerika’nın Suriye’den çekilmesiyle bir kez daha Kürtler’in kavramsal şiddetin konvansiyonel atışlarına maruz kaldığını vurgulayarak “Yurtları bizzat emperyalistlerce dört parçaya bölünen Kürtler neden her seferinde emperyalizmin bölgedeki şubesi olarak resmediliyor? Ve Kürtlere neden her seferinde anti-emperyalist olup olmadıklarının testi dayatılıyor?” sorularını tartışmaya açıyor.[13]

Artizan sitesinde yayınlanan Ömer F. Kurhan’ın “ABD Kürtleri Sattı Mı?” adlı yazısı ise konuyla ilgili çok önemli tespitleri gündeme getiriyor: “ABD Kürtleri sattı, satıyor, zaten satacaktı” şeklinde emperyalizmler arasında rekabetin ürünü propaganda, Kürtler açısından hayati olan bölge devletlerinin emperyalizmlerini önemsizleştiren ideoloji güdümlü bir duadır….  …sahadaki emperyal aktörlerin rekabetine daha bağımlı hale gelen Rojava devriminin sonuna yaklaşılıyor. Yaşanacak olan tabii ki Suriye Kürdistanı’ndan başlayarak Kürdistan’ın gerçek ölümü olmayacak, IŞİD’e karşı savaş sonrası evrede Kürt meselesi biçim değiştirerek varlığını sürdürecek.”[14]

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Amerikalı düşünür Noam Chomsky de Suriye’nin Kürt bölgesindeki ABD askerlerinin Türkiye’nin saldırılarına karşı caydırıcı role sahip olduğunu belirtti. Chomsky, “Suriye’nin Kürt bölgesinde bulunan az sayıdaki ABD askeri birliği, Türkiye’nin saldırılarına karşı caydırıcı bir role sahip. Dolayısıyla ABD’nin varlığı, Türkiye’nin Suriye Kürtlerine yönelik operasyonunun önüne geçiyor” dedi. Kurdistan 24 sitesine konuşan Chomsky, “ABD birliklerinin varlığı Kürtler için bir noktaya kadar güven sağlıyor” ifadelerini kullandı.

İdlib

Suriye’deki diğer kritik bölge olan İdlib’de ise El Kaide’nin selefi örgütlerinden Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) grubunun diğer selefi örgütlere üstünlük sağladığı ve bölgede hakimiyeti ele geçirdiği gözlendi.

Bu gelişme 10 Ocak itibarıyla, HTŞ ile Türkiye destekli gruplar arasında sağlanan ateşkes ile yaşandı. Anlaşmaya göre ateşkes hemen devreye girerken, idari işler HTŞ’nin idari kolu olan ‘Kurtuluş (İnkaz) Hükümeti’ne geçti. Bu durum, İdlib’deki Türkiye destekli grupların idari kontrolü HTŞ’ye devretmesi anlamına geliyor. Anlaşmaya göre, gruplar ayrıca karşılıklı açtıkları hendekler ve siperleri kaldıracak, esirleri takas edecek.

Bu gelişmelerin Türkiye’nin Rusya ile yaptığı anlaşmayı tehlikeye atacağı yorumları öne çıkmaya başladı. Önümüzdeki günlerde gerçekleşen Erdoğan-Putin görüşmesinin içeriğini “tampon bölge” konusuyla birlikte Türkiye’nin İdlib’deki rolünün de oluşturacağını bekleyebiliriz.

Öte yandan İdlib’de kontrolün El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir el Şam’a geçmesinin ardından Suriye ordusunun bölgedeki varlığını iyice artırmaya başladığı gözlendi. Aynı günlerde Türkiye’nin ilk defa Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) grubuna karşı Türkiye’de operasyon yaptığı görüldü.[15]

Diğer önemli dış politika gündemleri

‘Sarı Yelekliler’ Isyanı Tutuklama Kararlarına Rağmen Sürdü. Noel’in ardından Sarı Yelekliler’in eylemleri kitleselleşerek devam etti. Ülke genelinde yaklaşık 50 bin kişinin eylemlere katıldığı belirtildi.

11 Ocak’ta Fransa Kadın-Erkek Eşitliğinden Sorumlu Devlet Bakanı Marlene Schiappa, “Sarı Yelekliler Eyleminin Arkasında Dış Güçler Olabilir” şeklinde açıklama yaptı.

13 Ocak’ta Fransa’nın başkenti Paris’te polis, hükümet karşıtı Sarı Yelekler’in düzenlediği gösteriye biber gazıyla müdahale etti, gözaltı sayısı 53’e çıktı.

Aynı gün İngiltere’nin başkenti Londra’da, iki farklı görüşe sahip ‘sarı yelekliler’ protesto gösterisi düzenlendi

6 Ocak’ta Venezuela’da yaptırım gücü bulunmayan ve muhalefetin kontrolündeki Ulusal Meclis Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu gayrımeşru ilan etti. Meclis’in darbe çağrısı yapması dikkat çekti.

[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/01/06/abd-kurtleri-korumadan-cekilmeyecegiz/

[2] Aynı günlerde Rus haber sitesi Sputnik, ABD’nin çekilme açıklaması sonrasında Suriye ordusunun da asker gönderdiği Menbic kırsalında Rus askeri polisinin devriye gezmeye başladığını duyurdu. Kent merkezinde ise şu an Kürt güçleri ile ABD askerlerinin yer almaya devam ettiği biliniyor.

https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/01/08/rus-askeri-polisi-menbicte-devriye-faaliyetine-basladi/

[3] https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/01/06/iddia-esad-ve-kurtler-turkiyeye-karsi-anlasti/

https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/01/09/sam-turkiyeye-karsi-kurtlerle-temas-kurduk/

[4] http://t24.com.tr/haber/kalindan-pompeonun-aciklamasina-yalanlama-guvence-vermedik,793557

[5] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/1199557/ABD_den_yeni_aciklama__Turkiye_yi_anliyoruz.html

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/1200003/ABD_Disisleri_Bakani_Pompeo__Turkiye_ile_anlasma_konusunda_iyimserim.html

[6] https://tr.sputniknews.com/abd/201901141037073638-trump-turkiye-kurtler-ekonomi/

[7] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1200773/Ankara_dan_Trump_a_yanit___Stratejik_ortaklar_sosyal_medya_uzerinden_konusmaz_.html

[8] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1201283/Erdogan__Trump_ile_gorustu.html

[9] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1201753/Erdogan_dan__guvenli_bolge__hakkinda_onemli_aciklama__Koalisyon_gucleri_de_dahil_olabilir.html

[10] http://yeniyasamgazetesi.com/tev-dem-sorumlusu-xelil-turkiyeli-formulu-kabul-etmeyiz/

[11] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/1207455/ABD_li_senatorden_flas_sozler__PKK__YPG__guvenli_bolge….html

[12] https://t24.com.tr/haber/abdnin-eski-koalisyon-ozel-temsilcisi-mcgurk-turkiye-guvenilmez-bir-partner,802877

[13] https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/01/05/kurtler-emperyalizmin-isbirlikcisi-mi/

[14] https://www.art-izan.org/guncel/abd-kurtleri-satti-mi

[15] http://www.diken.com.tr/turkiyede-bir-ilk-hts-operasyonunda-13-gozalti/