Covid-19’un üstel olarak artan bir hızda yayılmasının önüne geçilemedikçe insanlığın yaşadığı çok boyutlu kriz de derinleşiyor. Ülke yönetimleri sınırları kapatıp hareketliliği kısıtlayarak sorunu kendi içlerinde çözme eğilimindeler. Türkiye’de ise “test yapmazsak, vaka da oluşmaz” mantığının halen hakim olduğu görülüyor. Türkiye’de bu yazının yazıldığı güne kadar yapılan toplam test sayısı Güney Kore’nin iki günde uyguladığı test sayısına neredeyse eşit. İktidarın bir önemli icraatı da uzun süre boyunca cuma namazlarının kılınması, umreye gidilmesi gibi pratiklerin önüne bir set çekmemek oldu. İktidar kendi seçmeninin memnuniyetini sağlamak için hastalığın yayılmasını göze alırken, muhalefetten de bu konuya yönelik ciddi bir itiraz gelmedi. Verilere göre salgının Türkiye’deki yayılma hızı İtalya’dan bile fazla.
Böyle bir ortamda aydınların nasıl konumlandıkları ayrı bir önem kazanıyor. Normalde toplumsal bir felaketle karşı karşıya olunduğunda aydınların, sanatçıların görüşlerini açıklayıp, kamuoyunu yönlendirmeye çalışması beklenir. Fakat yaşadığımız küresel Covid-19 krizinde özellikle kültür endüstrisi içinde yer alan sanatçılar, yaşadıkları şiddetli ekonomik çöküntüye odaklanmış durumdalar. Bir tiyatrocu olarak, yazının devamında sürecin tiyatrocular açısından nasıl geliştiğini özetlemeye çalışacağım.
Salgının tiyatro ve sinema sektörüne etkilerine dair ilk ciddi uyarılar Mart ayı başında İtalya’dan gelmeye başladı. Sanatsal kariyerini İtalya’da sürdüren Türkiye’li sanatçı Serra Yılmaz, artan vaka ve ölüm sayıları nedeniyle tiyatro ve sinema sektörünün durduğunu belirtti. Bu uyarının kültür-sanat çevrelerinde pek bir tartışma yarattığını söyleyemeyiz. Sosyal medyada iletilen ve paylaşılan bir haber olarak kaldı.
Bu haberden altı gün sonra, Dünya Sağlık Örgütü’nün salgının artık bir pandemiye dönüştüğünü açıkladığı gün, Türkiye’deki ilk Covid-19 vakası açıklandı. Bu açıklamayı takiben ödenekli tiyatroların etkinlikleri durduruldu. Ayrıca İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri düzenledikleri etkinlikleri iptal ettiler. Bu arada etkinlikleri iptal eden İBB’nin İstanbul’a gelen John Malkovich’i ağırlamaktan da geri duramadığını belirtelim. Bu dönemde özel tiyatrolar sahne kapatıp kapatmamayı tartışıyorlardı. Kadıköy Tiyatrolar Birliği, tiyatro dışı faaliyetler devam ederken tiyatroların durdurulmasını protesto eden “Sanata Karşı Örgütlü Virüs” başlıklı bir bildiri kaleme aldı. Bağımsız Tiyatrolar Birliği sahneleri kapatmayacağını duyurdu. Aynı günlerde ABD’den ise Broadway’deki tiyatro endüstrisinin sahneleri kapatma kararı verdiği haberi geliyordu. Bir yandan “neden diğerleri değil de tiyatrolar” tartışması yapılırken bir yandan da 12 Mart ile 16 Mart arasında birçok özel tiyatro faaliyetlerine ara verdiğini duyurdu. En nihayetinde 16 Mart geceyarısı itibariyle bütün tiyatroların kapatıldığına dair bir genelge yayınlandı.
Tiyatroların kapanmasından en çok etkilenen, bilet gelirine bağlı olan özel tiyatrolar oldu. Özel tiyatroların bir kısmının üyesi olduğu Tiyatrolar Kooperatifi (TK), Oyuncular Sendikası (OS) ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ile bir görüşme gerçekleştirdiler. Bakan Ersoy bu görüşmede sektör temsilcilerine özel tiyatrolara yönelik bir destek paketi ile yardımcı olacaklarını, ve yardım için başvuracak özel tiyatroların “hangi kriterlerde başvuracağına” dair bilgilerin Bakanlık sitesinde yayınlanacağını belirtti. Bu açıklamanın ardından sitede bir duyuru yayınlandı. Ama bu duyuru yardım için aranan kriterlerden çok, özel tiyatroların iletmesi gereken bilgileri içeriyordu. Bu görüşmeden sonra TK, bütün özel tiyatroların katılımına açık bir toplantı organize etti. Bu toplantıdan sonra yine kooperatif temsilcileri ve davet edilen bazı özel tiyatroların temsilcileri Bakanlık ile 20 Mart’ta bir görüşme yaptılar. Bu görüşmenin ardından yayınlanan rapora göre Bakanlık yetkilileri, özel tiyatroların “ticari kurum” statüsünden çıkarılarak “kültürel işletme” olarak tanımlanması için gereken çalışmanın başlayacağını belirtmişler. Ayrıca özel tiyatrolara destek yönetmeliğini gözden geçireceklerini, önerilere açık olduklarını eklemişler. Oyuncuların atipik çalışanlar olarak farklı bir statülerinin olması gerektiği de görüşülmüş karşılıklı olarak. Raporun devamında Bakanlığa iletilen öneriler sıralanmış.
TK ve OS gibi kurumların varlığı oldukça değerli. Bu kurumların katılımlarla genişlemesi ve güçlenmesi, bağımsız bir duruş sergileyebilmeleri için çok önemli. Bakanlıkla yapılan görüşme de yaşanan ekonomik sıkıntı düşünüldüğünde oldukça gerekli bir görüşmeydi. Fakat bu görüşmenin özel tiyatrolar adına bir kazanım olduğunu belirtmek için henüz çok erken. Çünkü henüz Bakanlık tarafından açıklanmış, hibe ya da altyapı olanaklarının tesisini içeren ciddi bir destek paketi yok. Ayrıca görüşme raporunda bahsi geçmese de önemli olan bir konuyu hatırlatalım. Kamuoyu tarafından bilindiği üzere 2013’teki Gezi olaylarına destek verdiği için yıllardır Bakanlıktan destek alamayan tiyatrolar mevcut. Hatta bu tiyatrolardan bazıları bu konuda Bakanlığa karşı dava açtılar. Örnek vermek gerekirse, benim de projelerinde yer aldığım BGST Tiyatro’nun Bakanlığa karşı açtığı ve kazandığı davalar var, ve bu davalar temyiz sürecinde. BGST Tiyatro hukuki mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğini duyurdu. Bakanlık özel tiyatrolara destek yönetmeliğini öneriler üzerine gözden geçireceğini belirtmiş. Bakanlığa iletilen öneriler arasında, yardım kriterleri uygulanırken keyfi davranılmaması gerektiğinin vurgulanması gerekmez miydi? Raporun öneriler kısmında bu konuda sadece “Başvuru sürecinde kolaylık tanınması” önerisine yer verilmiş.
Ayrıca raporda bir husus daha dikkat çekiyor. TK özel tiyatroların oluşturduğu sektörün küçük olduğunu, fakat seyirciye erişim kapasitesi anlamında ciddiye alınması gereken bir sektör olduğunu vurgulama ihtiyacı hissetmiş. Bu ihtiyacın hissedilmesi doğaldır, çünkü Kültür ve Turizm Bakanı destek konusunda önceliğin “turizm”de olduğunu vurguluyor. İdeal koşullarda, tiyatro gibi desteksiz var olması mümkün olamayacak sanatların hibe, maddi yardım gibi konularda öncelikli olarak ele alınması gerektiğini bir devlet kurumuna hatırlatma ihtiyacının oluşmaması gerekir. Fakat zaten uzak olduğumuz ideal koşullardan, her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz. Bu konuda görece daha olumlu bir örnek oluşturan İngiltere’deki Arts Council, doğrudan sanat kurumlarına yönelik hibe paketini gündemine aldığını açıkladı. Türkiye’de ise hibe sözcüğünü lügatından çıkarmış, devletin alacağı vergiyi bile iptal etmek şöyle dursun sadece “ertelemeyi düşünen” bir Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bahsediyoruz. Hâl böyleyken Bakanlığın özel tiyatroların taleplerini “görüşeceğini” açıklamasını bir “adım” olarak kabul etmek mümkün değil. Kültür-Sanatın ve özelde tiyatronun desteklenmesi konusunda bir diğer önemli aktör de CHP’li büyükşehir belediyeleri. Yukarıda da belirtildiği gibi birçok belediye etkinliği bu dönemde iptal edildi. Belediyelerin en azından ilk adım olarak, iptal edilen etkinliklerin malî yükünü üstlenerek destek olması, ya da halkın desteğini sunabileceği kanalları sağlaması gerekirdi. Ancak henüz herhangi bir CHP’li belediyeden böyle bir adım gelmiş değil. Sanatçıların ve sanat kurumlarının daha talepkâr ve ısrarcı olmasında fayda var.
Diğer yandan sanatçı ve aydınların sadece sektörel problemlere odaklanma lüksünün olmadığı bir dönemdeyiz. İran, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde salgın nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı giderek artıyor. Türkiye ise yeteri kadar test yapılmamasına rağmen, resmi verilerle bile bu ülkelerden daha kötü bir yayılma grafiğine sahip. Devletin kurumlarını şeffaf davranmaya çağıracak, kamu kaynaklarının sömürülmesine izin vermeyecek, mücadeleyi halka yayacak bir inisiyatife ihtiyaç var. TTB ikinci başkanı Ali Çerkezoğlu “Şeffaf ol, kit bul, test yap, her mahalleden bir temsilciyi mücadeleye kat” derken, sanki paralel bir evrenden bizimkine açılan bir pencereden sesleniyor bize. Salgınla katılımcı mücadele konusunda halen ciddi bir kampanya örgütlenebilmiş değil.
Evlere kapanıp salgının ilerleyişini izlediğimiz bu dönemde Covid-19’un diğer alanlarla birlikte kültür-sanatta da dijital dönüşümü hızlandırdığına tanık oluyoruz. Yurt içinde ve yurt dışında birçok tiyatro arşivlerini kullanıcılara açtı. Kısa süre içinde birçok sanatsal ürün paylaşıma açılmış oldu. Bunun yanısıra sanatçılar üretimlerini paylaşmanın ve üretim yapmanın farklı yollarını aramaya başladılar. Müzisyenlerin evlerinden çalarak dahil oldukları bir orkestra düzenlemesi yapıldı, hatta çevrimiçi görüntülü mesajlaşma uygulamalarının oluşturduğu estetiği kullanan bir tiyatro oyunu yayınlandı. Her geçen gün yeni örnekler geliyor. Her dönem kendi sanatsal üslubunu yaratır, derler. Milyonlarca insanın sosyal anlamda mesafelenerek yalnızlaşması, aynı zamanda farklı türden kolektif üretimlerin filizlenmesine de yol açmaya başladı. Zorlanarak da olsa alışmaya çalıştığımız bu yeni “sosyal mesafeli” yaşam biçiminin ne türden sanatsal sonuçları olacağını hep birlikte göreceğiz.
Yazıda yararlanılan haber akışına ulaşmak için tıklayınız.