CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ADALET yürüyüşünü başlatalı beri, yürüyüşün Selahattin Demirtaş’ın kaldığı Edirne Cezaevi’ni kapsayacak şekilde uzatılması talebi var. HDP’nin bu talebi düzenli olarak reddedildi. HDP yürüyüşü gerçekten destekliyor mu desteklemiyor mu, katılacak mı katılmayacak mı bir türlü anlaşılamadı. En son düşüncede ve temsili destek gibi sözler söylendi. Tam ne yapılacak, bu yazı yazılırken henüz netleşmemişti.
HDP’nin vereceği karar her ne olursa olsun, şu gerçek sabit: ADALET yürüyüşünün Kürt meselesi ve oradan doğan mağduriyetlerle doğrudan bir alakası yok. Olay Kürtlerin dışında ve rağmen cereyan ediyor. ADALET yürüyüşü Türk toplumu içinde meydana gelen zıtlaşmalardan doğan mağduriyetlerin dayattığı bir eylemdi ve Kürt yükünü omuzlamaktan uzaktı.
Öte yandan, ADALET yürüyüşünün Kürtler için de bir imkân yarattığı söylenebilir. CHP yürüyüşü fiziksel olarak Kürtleri içeremez, ama iddiası bakımından dışlayamaz. Çünkü ADALET basit bir reklam spotu değil, toplumun her kesimine kolaylıkla nüfuz edip harekete geçirebilecek bir slogan olarak tasarlanmak zorundaydı. Kemal Kılıçdaroğlu sadece “bardağı taşıran son damla” Enis Berberoğlu tutuklandığı için yürüyorum diyemezdi. Aksi takdirde CHP yalnızlaşır ve “kendine demokrat” bir çıkış yapmanın ötesine geçemezdi.
Sorun Kürt siyasetinin bu imkanı değerlendirmek değil, değerlendirmemek üzerine kurgulanmış olması. Bu nedenle, ADALET yürüyüşünde Türk birliğini yeniden inşa iddiası öne çıkarılabildi ve Kürt meselesinden doğan ağır mağduriyetler sumen altı edilebildi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun mağduriyet söylemine bakıldığında, Kürtler hakkında bir şey söylediği değil, aslında söyleyemediğini görmek zor olmasa gerek. İnkârcıdır. Bir yandan bozkurt selamı çakarken diğer yandan Kürtlere selam çakmak olabilecek bir şey değildir. O işaretin anlamı Kürtler için çok farklı: Mesela “Kurdun dişine kan değdi!” harabeye çevrilmiş Kürt kentlerine çoktan damgasını vurduğu, yarattığı acı ve öfke kuşaklar boyu süreceği için.
HDP’nin kürsü konuşmalarıyla, basın açıklamalarıyla CHP’yi sola çekmeye ve eş zamanlı olarak Kandil’i muhatap aldırmaya çalışması, kendisini yenilemekten uzak bir Türk solu fantezisi. Sonuç bir yandan CHP’nin kuyruğuna takılı kalmak, diğer yandan Kürtleri temsil etmekten vazgeçemeyeceği için dışlanmak. Bu Kürt hareketinin yasalcı yüksek siyaset evreninde kurtulamadığı ve tekrar tekrar ürettiği bir hastalık.
Günler içinde ADALET yürüyüşünün inisiyatifini tamamen ele geçiren CHP, çok açık olarak, liberal merkez sağ söylemle hareket eden popülist bir siyasi açılım peşinde koştuğunu gösteriyor. Fransa’da Le Pen liderliğindeki Front National (Ulusal Cephe) faşizmini bloke etmek amacıyla seferber edilen Macron liderliğindeki En Marche (Yürüyüş) hareketini Türkiye’ye uyarlamak istediği söylenebilir. Meral Akşener liderliğinde kurulacak yeni bir sağ parti başarılı olur ve AKP-MHP blokunda derin yaralar açmayı başarırsa, gerçekten de birlikte iktidarı zorlayabilirler.
Buna karşılık HDP, ancak Fransa’daki La France Insoumise (İtaat Etmeyen Fransa) hareketine benzer bir pozisyon alabildiği ölçüde özgün bir inisiyatif üretebilirdi. Bunun yolu da kürsü ve basın açıklamalarından değil, olabilecek her yerde varlık göstermesinden geçiyordu. Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde halkın ADALET nöbeti organize edilemiyorsa, HDP’nin inisiyatif kaybetmesi bir yana, Kürt halkını temsil kabiliyeti dahi tartışmalı hale gelir.
Kabul etmek gerekir ki, CHP yönetimi bu anlamda da başarılı bir hamle yaptı ve ADALET yürüyüşü sırasında Kürt hareketini paralize etmeyi başardı. Başarısız olduğu nokta, Kürt halkını peşine takmayı başaramamış olması. Fakat yukarıda belirtildiği gibi dert zaten o değildi. Dert demokrasinin bir Türk ayrıcalığı olarak kodlanması ve Türkleşmeye rıza göstermeyen Kürtlerin dışlanmaya devam etmesi. Bu nedenle, ADALET yürüyüşünün Maltepe’de sona ermesinin şaşırtıcı bir tarafı yok.
Kürt hareketi açısından, odak olarak Edirne cezaevini İmralı cezaevi yerine ikame etme denemeleri, Demirtaş imajının Öcalan’ı gölgelemek için kullanılması, zaten içsel mantığı açısından bir garabete işaret eder. Kandil ile İmralı arasındaki çelişkinin bir dışavurumu ve HDP’nin araç olarak kullanılması. HDP içinde buna itiraz edecek bir irade yok. Biraz Sırrı Süreyya Önder’in İmralı’ya dikkat çekmek gibi bir misyonu vardı, fakat o da en son milletvekilliğinin sona ereceği ve sinemaya döneceği günleri beklediğini açıklamış bulunmakta.
Eklemek gerekir ki, İmralı’yı odak olmaktan çıkarma siyasetini sürdürülebilir kılan, tabii ki her şeyden önce Öcalan’a süresiz tam tecrit uygulanması. Aksi takdirde, Öcalan’ın 7 Haziran 2015 genel seçimi için belirlenen “Seni Başkan seçtirmeyeceğiz!” yeminleri etme, Türk devletinin savaş davetine olur verme ve Kürt kentlerinde silahlı özyönetime geçme siyasetleri gibi, ADALET yürüyüşü bağlamında, Maltepe cezaevinin yanı sıra Edirne cezaevini adres gösterme, bu arada İmralı cezaevini odak olmaktan çıkarma siyaseti hakkında da söyleyeceği şeyler olacaktı. Böyle olduğunda, Kürt siyasetinin çok daha renkli ve dinamik bir hal alacağından kuşku duymamak gerekir.
Toplum tabanında örgütlü sivil siyaset devrede olamadığında ve buna bir de İmralı sigortasının eksikliği eklendiğinde, denetimsiz ve akıllara ziyan bir yüksek siyasete mahkum olmak adeta bir kadere dönüşmektedir. Türkiye’de Kürt hareketinin 7 Haziran 2015 genel seçimi öncesinden başlayarak sigortası patlamış gibi bir görüntü arz etmesi, ADALET yürüyüşü bağlamında da değişen bir şey olmaması bir rastlantı değil.
Yüksek Kürt siyaseti Türkiye açılımı yoluyla Dimyat’a pirince gideceğim derken evdeki bulgurdan da olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bu tehlikeyi bertaraf eden, sınır ötesindeki Batı destekli kazanımlar. Fakat son ADALET yürüyüşünün gösterdiği gibi, Kürt hareketi siyaseten paralize olma ve savaş siyasetine sıkışmanın ötesinde bir adım atamamakta.
Maltepe’de sona erecek Adalet yürüyüşünün Türk toplumu adına demokratik bir adım olduğundan kuşku duymamak gerekir. Fakat Türk toplumunun kendi can derdine düştüğünü, kendi içsel ayrışmasının sonuçlarına odaklandığını, Kürtlere dönük olarak empati geliştirme yeteneğini kazanamadığını tespit etmek gerekiyor. Bu ancak demokratik adımlarda ilerleme kaydedildiğinde ve CHP’nin eteklerine yapışmanın ötesinde bir demokratik siyaset inşa edildiğinde aşılabilecek bir durum.
Tepkisel bir şekilde yazıp çizen, Türkiye açılımının yanlış siyaset olduğunu savunan ve Türk-Kürt ayrışmasının zaten olması gereken şey olduğunu iddia eden Kürt yazar çizerleri bir çok doğru tespit yapmakla birlikte, Kürtlerin Türkiye’deki demografik dağılımını hesaba katmadan bölgeci ve daraltıcı bir uca savruluyorlar. Demografik dağılım hesaba katıldığında şu gerçekle karşı karşıya kalınır: Türkiye’de sadece Kürdistani değil, Türkiye açılımını da içeren bir siyasete ihtiyaç vardır. Yanlışlık Türkiye açılımında değil, Türkiye açılım siyasetinde.
Şu soru sorulmadan ayağı yere basan bir Kürt siyaseti şekillenemez: Mesela İstanbul’da sadece seçimden seçime ağırlık koyan ve HDP’nin önemli bir oy deposu olan milyonlarca Kürt nerede? Nasıl oluyor da ADALET yürüyüşü devam ederken ağırlıklarını hissettiremiyor, sahaya çıkamıyorlar? Çok daha açık bir ifadeyle: Kürt yüksek siyaseti ne zaman Kürtlere sürü muamelesi yapmaktan vazgeçecek? Bu sorun, örneğin “Kürt halk önderi” Öcalan’ın yerine “6 milyon seçmenin temsilcisiyim” diyen Demirtaş öne çıkartıldığında mı çözülecek? Çözülmediği görülüyor ve bu işte bir adaletsizlik var.
Kürtler sadece ve tabii Kürtçe ADALET dövizleri ve rozetleri taşıyarak, hiçbir slogan atmadan, hiçbir siyasi aidiyet belirtmeden kalabalıklar halinde görünür olmayı, toplumsal taleplerini en asgari ve yalın haliyle Türk devletinden önce dünya kamuoyuna iletmeyi başardıklarında, Türkiye’deki Kürt ve Kürdistan meselesinin çözümü yakın demektir. Bu aynı zamanda Kürtlere dönük asırlık ayrımcılığın sonuçlarını ve Kürt trajedisini anlama özürlü hale gelmiş Türk toplumuna kendine demokrat olmanın ötesine geçme şansı verecektir.
Bu bir politik fantezidir diyen ya da burun kıvıranlar, Türkiye’de çözümün anahtarının kelimenin gerçek anlamında sivil itaatsizlik olduğunu kabullenemeyen, felaket senaryoları eşliğinde geliştirdikleri politik fantezileriyle Kürt toplumunu ve siyasetini düzenli olarak açmaza sürükleyenlerdir.