Batılı siyasetçiler, yaklaşan İsrail kara harekâtı öncesinde Gazze’deki sivilleri yumuşatmak için onları açlığa ve karanlığa mahkûm eden İsrail’i alkışlamakta sıraya girmişken, bu noktaya nasıl geldiğimizi ve bunun gelecek için ne anlama geldiğini anlamak önemli.
İsrail, on yıldan uzun bir süre önce, Gazze’yi kuşatma yoluyla işgal etmesinin kendi yararına olabileceğini idrak etmeye başladı. Bu küçük kıyı bölgesini sırtında bir yük olmaktan çıkarıp, uluslararası güç politikalarının ticaret oyununda değerli bir portföye dönüştürmeye başladı.
İsrail ve Batılı müttefikleri için ilk fayda ikincisinden daha fazla gündeme gelmektedir.
Doğu Akdeniz kıyısını kucaklayan bu küçük kara şeridi, bir deneme alanı ve bir dükkan vitrini karışımı bir şeye dönüştürüldü.
Batıdaki yetkililer, bazen popülizm olarak da adlandırılan iç huzursuzluktan giderek daha fazla endişe duymaya başladıkça İsrail Gazze’yi, Batı’da filizlenen iç güvenlik endüstrileri ile bağlantılı bir şekilde, her türlü yeni teknoloji ve stratejiyi geliştirmek için kullanabilir.
Gazze’de yaşayan 2,3 milyon Filistinlinin 2007 yılında Hamas’ın seçilmesinin ardından İsrail tarafından kuşatılması her türlü deneye olanak sağladı.
Nüfus en iyi nasıl kontrol altına alınabilir? Beslenme ve yaşam tarzlarına ne gibi kısıtlamalar getirilebilir? Uzaktan muhbir ve işbirlikçi ağları nasıl kurulabilir? Nüfusun kapana kısılması ve tekrarlanan bombardımanın sosyal ve siyasi ilişkiler üzerinde nasıl bir etkisi olur?
Ve nihayetinde Gazze sakinleri nasıl zapt edilecek ve bir ayaklanma nasıl önlenecek?
Bu soruların yanıtları İsrail’in alışveriş sitesi üzerinden Batılı müttefiklerin kullanımına sunuldu. Mevcut ürünler arasında önleyici roket sistemleri, elektronik sensörler, gözetleme sistemleri, dronlar, yüz tanıma sistemleri, otomatik silah kuleleri ve çok daha fazlası vardı. Hepsi Gazze’de gerçek yaşam koşullarında test edildi.
Filistinlilerin geçtiğimiz hafta sonu paslı bir buldozer, birkaç yelken kanat ve kaybedecek bir şeyleri olmadığı duygusuyla bu hapishane altyapısını –en azından birkaç günlüğüne– aşmayı başarması İsrail’in itibarını ciddi şekilde zedeledi.
İsrail’in Filistinlileri ezme gücüne sahip olduğunu göstermek için kara birlikleriyle Gazze’ye geri dönmesinin bir nedeni de budur.
Toplu cezalandırma
Bu da bizi Gazze’nin hizmet ettiği ikinci amaca getiriyor.
Batılı devletler kendi ülkelerindeki halk ayaklanmalarından giderek daha fazla tedirgin olmaya başladıkça, uluslararası hukukun kendilerine getirdiği kısıtlamaları nasıl bertaraf edebilecekleri konusunda daha dikkatli düşünmeye başladılar.
Uluslararası Hukuk terimi, savaşan her iki tarafın da savaş hatlarının diğer tarafındaki sivillere neredeyse satranç tahtasındaki piyonlar gibi davrandığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında yürürlüğe giren bir dizi yasayı ifade etmektedir.
Uluslararası hukuku hazırlayanların amacı, Avrupa’daki Nazi vahşetinin yanı sıra İngiltere’nin Dresden gibi Alman şehirlerini yangın bombaları ile bombalaması veya ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atması gibi diğer suçların tekrarlanmasını gayri meşru hale getirmekti.
“Gazze, bu yasağın en açık ihlalidir”
Uluslararası hukukun –Cenevre Sözleşmelerinin ruhunu yansıtan– temellerinden biri toplu cezalandırma yasağıdır: yani düşmanın sivil halkına karşı misilleme yapmak, liderlerinin ve ordularının eylemlerinin bedelini onlara ödetmek.
Gazze’de bu yasağın alenen ihlal edildiği çok açık. “Sakin” zamanlarda bile, burada yaşayanlar –ki bunların bir milyonu çocuktur– seyahat hakkı; ilaç ve ekipman sağlanamadığı için uygun sağlık hizmetlerine erişim; içilebilir suya erişim ve İsrail Gazze’nin elektrik santralini bombalamaya devam ettiği için günün büyük bölümünde elektrik kullanımı gibi en temel özgürlüklerden mahrum bırakılıyor.
İsrail, Gazze halkını, İsrail’in 1948’de Filistinlileri yurtlarından etme ve onları Gazze gibi aşırı kalabalık gettolara hapsetme hakkını reddeden Hamas tarafından yönetildikleri için cezalandırdığı gerçeğini hiçbir zaman gizlemedi.
İsrail’in Gazze’ye yaptığı şey toplu cezalandırmanın sözlük tanımıdır. Bu bir savaş suçudur: 16 yıl boyunca günde 24 saat, haftada 7 gün, yılın 52 haftası.
Ancak uluslararası toplum denen oluşumdan hiç kimse bunu fark etmemiş görünüyor.
Savaş kuralları yeniden yazıldı
Ancak İsrail ve Batı için en zor hukuki durum, İsrail’in şu anda yaptığı gibi Gazze’yi bombalaması ya da yakında yapacağı gibi asker göndermesidir.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Gazze halkına yaptığı açıklamada sorunun altını çizdi: “Şimdi terk edin”. Ancak kendisinin ve Batılı liderlerin de bildiği gibi Gazze halkının gidecek, bombalardan kaçacak hiçbir yeri yok. Dolayısıyla İsrail’in her saldırısı tanımı gereği sivil halka da yöneliktir. Bu, Dresden yangın bombardımanlarının modern eşdeğeridir.
İsrail, kuşatmanın başlamasının ardından Gazze’ye 2008’in sonlarında düzenlediği ilk büyük bombardımandan bu yana, bu zorluğun üstesinden gelmek için yeni stratejiler üzerinde çalışıyor.
Başsavcılıktaki bir birim, savaş kurallarını İsrail’in lehine yeniden yazmanın yollarını bulmakla görevlendirildi.
O dönemde bu birim, Gazze’de bir polis mezuniyet törenini havaya uçurarak çok sayıda genç öğrencinin ölümüne yol açtığı için İsrail’in eleştirileceğinden endişe ediyordu. Polis, uluslararası hukukta asker değil sivildir ve bu nedenle meşru bir hedef değildir. İsrailli avukatlar ayrıca İsrail’in Gazze’nin sivil yönetiminin altyapısı olan devlet dairelerini yok etmesinden de endişe duyuyorlardı.
İsrail’in kaygıları şu anda tuhaf görünüyor –bu da uluslararası hukuk konusunda ne kadar yol kat ettiğinin bir işareti. Bir süredir Hamas’la –teğet de olsa– bağlantısı olan herkes sadece İsrail tarafından değil, tüm Batılı hükümetler tarafından meşru bir hedef olarak görülüyor.
“Eğer bir şeyi yeterince uzun süre yaparsanız, dünya onu kabul edecektir”
Batılı yetkililer Hamas’ın yalnızca bir terör örgütü olduğunu söyleyerek İsrail’e katıldılar ve Hamas’ın aynı zamanda çöplerin toplanmasını ve okulların açık kalmasını sağlamak gibi sıradan işler yapan insanlardan oluşan bir hükümet olduğunu görmezden geldiler.
Ya da bir hukuk fakültesi dekanı olan Orna Ben-Naftali’nin 2009 yılında Haaretz gazetesine söylediği gibi “Gazze’deki yetişkin erkeklerin ve binaların çoğunun meşru hedef olarak görülebileceği bir durum yaratıldı. Aslında hukuk ayaklar altına alınmıştır.”
O dönemde bu birimin başında bulunan David Reisner, İsrail’in felsefesini Haaretz’e açıklamıştı: “Şu anda gördüğümüz şey uluslararası hukukun yeniden gözden geçirilmesidir. Eğer bir şeyi yeterince uzun süre yaparsanız, dünya bunu kabul edecektir.”
“Uluslararası hukukun tamamı artık, bugün yasak olan bir eylemin, yeterli sayıda ülke tarafından gerçekleştirilmesi halinde mubah hale geleceği fikrine dayanmaktadır.”
İsrail’in uluslararası hukuku değiştirmek için yaptığı müdahaleler onlarca yıl öncesine dayanmaktadır.
Reisner, İsrail’in 1981 yılında Irak’ın yeni kurulan nükleer reaktörüne düzenlediği ve BM Güvenlik Konseyi tarafından kınanan saldırıya atıfta bulunarak şunları söyledi “O zamanki atmosfer İsrail’in bir suç işlediği yönündeydi. Bugün herkes bunun önleyici meşru müdafaa olduğunu söylüyor.
“Uluslararası hukuk ihlallerle ilerler.”
Reisner ekibinin 2001 yılında ABD yetkililerini İsrail’in Filistinlilere boyun eğdirmek için uluslararası hukuku giderek daha esnek yorumladığına ikna etmek için dört kez ABD’ye gittiğini de sözlerine ekledi.
“Eğer bu dört uçak [ABD’ye yolculuk] olmasaydı, terörizme karşı savaş tezini bugünkü ölçekte geliştirebileceğimizden emin değilim,” dedi.
Savaş kurallarının bu şekilde yeniden tanımlanmasının, ABD Afganistan ve Irak’ı istila ve işgal etmeyi seçtiğinde çok değerli olduğu kanıtlandı.
‘İnsansı hayvanlar’
Son yıllarda İsrail uluslararası hukuku “geliştirmeye” devam etti. “Önceden uyarı” kavramını ortaya attı – bazen bir binanın ya da mahallenin yıkılacağını birkaç dakika önceden haber veriyor. Hâlâ bölgede bulunan yaşlılar, çocuklar ve engelliler gibi savunmasız siviller, zamanında bölgeyi terk etmedikleri için meşru hedefler olarak gösteriliyor.
Ve Gazze’ye yönelik mevcut saldırıyı kuralları daha da değiştirmek için kullanıyor.
2009 tarihli Haaretz makalesi, hukuk yetkililerinin o dönemde Gazze’den sorumlu askeri komutan olan Yoav Gallant’a atıflarını içeriyor. Kendisini “vahşi bir adam”, yasal inceliklere ayıracak vakti olmayan bir “kovboy” olarak tanımlanıyordu.
Gallant şu anda savunma bakanı ve bu hafta Gazze’ye “tam bir kuşatma” başlatılmasından sorumlu kişi: “Elektrik yok, yiyecek yok, su yok, yakıt yok – her şey kapalı.” Hamas ile Gazze’deki siviller arasındaki her türlü ayrımı bulanıklaştıran bir dille Filistinlileri “insansı hayvanlar” olarak tanımladı.
Bu da toplu cezalandırmayı tamamen farklı bir alana taşır. Bu durum uluslararası hukuk açısından hem retorik hem de maddi olarak soykırım alanına girmektedir.
Ancak ibre o kadar değişti ki, merkezdeki Batılı siyasetçiler bile İsrail’i alkışlıyorlar; hatta çoğu zaman hukukun çiğnenmesine verdikleri desteği gizlemek için kullandıkları “itidal” ya da “orantılılık” terimlerini bile kullanmıyorlar.
İngiltere, İsrail’in uluslararası hukuk kurallarını yeniden yazmasına yardımcı olma konusunda öncülük etmektedir.
“İngiltere, İsrail’in uluslararası hukuk kurallarını yeniden yazmasına yardımcı olma konusunda öncülük ediyor”
İşçi Partisi’nin muhalefet lideri ve İngiltere’nin bir sonraki başbakanı olması neredeyse kesin olan Keir Starmer’ı dinleyin. Bu hafta, bir insanlık suçu olan Gazze’ye yönelik “tam kuşatmayı” destekledi ve bunu İsrail’in “kendini savunma hakkı” olarak yeniden tarif etti.
Starmer, ahlaki sonuçlara karşı kişisel olarak bağışıklık kazanmış gibi görünse de İsrail’in eylemlerinin hukuki sonuçlarını kavrayamadığı söylenemez. Kendisi insan hakları avukatı olarak eğitim almıştır.
Starmer’ın bu yaklaşımı, Filistin davasına sempati duymasıyla tanınmayan gazetecileri bile şaşırtmışa benziyor. Sky News’ten Kay Burley’in Gazze’de “insansı hayvan” muamelesi gören sivillere karşı herhangi sempati duyup duymadığını sorması üzerine Starmer, destekleyecek tek bir söz bile bulamadı.
Bunun yerine düpedüz bir aldatmacaya saptı: Hamas’ı, İsrail’in yıllar önce hem fiilen hem de ilanen gömdüğü bir “barış sürecini” sabote etmekle suçladı.
İşçi Partisi’nin artık İsrail’in savaş suçlarına göz yumduğunu teyit eden gölge başsavcısı Emily Thornberry de aynı senaryoya sadık kaldı. BBC’nin Newsnight programında Gazze’ye giden elektrik ve su kaynaklarının kesilmesinin uluslararası hukuka uygun olup olmadığı yönündeki soruları geçiştirdi.
Starmer’ın tutumunun, selefi Jeremy Corbyn’inkiyle bu denli çarpıcı bir tezat oluşturması tesadüf değildir. Corbyn, İsrail’in Birleşik Krallık’taki en hararetli destekçileri tarafından kışkırtılan sürekli bir antisemitizm karalama kampanyasıyla görevinden uzaklaştırılmıştı.
Starmer bu konuda yanlış tarafta görünmeye cesaret edemiyor. İsrailli yetkililerin istediği ve beklediği sonuç da tam olarak buydu.
Başbakanın Konutunda İsrail bayrağı
Starmer elbette yalnız değil. İngiltere Savunma Bakanı Grant Shapps da İsrail’in Gazze’deki iki milyon Filistinliyi açlığa mahkûm etme politikasına keskin bir destek verdi.
İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, resmi konutu Downing Street No:10’un ön cephesine İsrail bayrağı astı ve görünüşe göre normalde antisemitik bir mecaz olarak kabul edilebilecek, İsrail’in İngiltere’nin dış politikasını kontrol ettiği fikri için görsel bir kanıt verdiğine aldırış etmiyor.
Starmer, bu konuda geri kalmak istemedi ve Wembley stadyumunun kemerinin İsrail bayrağının renkleriyle süslenmesi çağrısında bulundu.
“Medya her zamanki gibi güvenilir bir şekilde rolünü oynuyor”
Hamas’ın hafta sonu İsrailli sivilleri katletmesinin ardından İsrail’e yönelik bu ilkokul çocuğu seviyesindeki amigoluk her ne kadar bir dayanışma eylemi olarak lanse edilse de, alt metin çok açık: İngiltere, Gazze’de savaş suçları işleyen İsrail’in intikam kampanyasını başlatırken İsrail’in arkasındadır.
İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın polise, Gazze’ye destek gösterilerinde Filistin bayraklarının sallanması ve Filistin’in kurtuluşu için slogan atılmasının suç teşkil eden eylemler olarak değerlendirilmesi tavsiye etmesinin amacı da budur.
Medya her zamanki gibi üzerine düşeni yapıyor. Bir Channel 4 TV ekibi bu hafta Corbyn’i Londra sokaklarında takip ederek Hamas’ı “kınamasını” talep etti. Bu talep öyle bir çerçeve içinde dile getirildi ki bu yolla, Corbyn’in Gazze’deki sivillerin refahı için kaygı duyduğunu dile getirmesinin bile eski İşçi Partisi liderinin antisemitist olduğunun teyidi olduğunu ima ettiler.
Politikacıların ve müesses nizam medyasının açıkça ima ettiği şey, Filistinlilerin haklarına yönelik her türlü desteğin, İsrail’in savaş suçu işlemeye yönelik “tartışılmaz hakkı”na yönelik her türlü itirazın, antisemitizmle eşdeğer olduğu yönündedir.
Avrupa’nın ikiyüzlülüğü
İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım politikalarını alkışlarken her türlü muhalefeti bastırmak ya da antisemitizm olarak nitelendirmek şeklindeki bu çifte yaklaşım sadece Birleşik Krallık ile sınırlı değildir.
Berlin’deki Brandenburg Kapısı’ndan Paris’teki Eyfel Kulesi’ne ve Bulgaristan parlamentosuna kadar Avrupa’nın dört bir yanındaki resmi binalar İsrail bayrağıyla ışıklandırıldı.
Avrupa’nın en üst düzey yetkilisi, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, bu hafta AB parlamentosunu İsrail bayrağına boğulmasını kutladı.
İsrail’in savaş suçları artmaya başladığında bile defalarca “Avrupa’nın İsrail’in yanında olduğunu” ifade etmiştir.
İsrail hava kuvvetleri Perşembe günü Gazze’ye yaklaşık 6,000 bomba attığını açıklayarak övündü. Aynı zamanda insan hakları grupları İsrail’in Gazze’ye, kentsel alanlarda kullanıldığında bir savaş suçu olan, yangın çıkarıcı kimyasal bir silah olan beyaz fosfor attığını bildirdi. Defence for Children International ise şu ana kadar 500’den fazla Filistinli çocuğun İsrail bombalarıyla öldürüldüğünü kaydetti.
Von Der Leyen’in uluslararası hukuk ilkelerini tamamen tutarsız bir şekilde uyguladığına dikkat çekmek BM’nin işgal altındaki topraklar özel raportörü Francesca Albanese’ye kalmıştı.
Avrupa Komisyonu Başkanı neredeyse tam bir yıl önce Rusya’nın Ukrayna’daki sivil altyapıya yönelik saldırılarını savaş suçu olarak nitelendirmişti. “Kış yaklaşırken erkekleri, kadınları, çocukları sudan, elektrikten ve ısınmadan mahrum bırakmak – bunlar saf terör eylemleridir” diye yazdı. “Ve biz bunu böyle adlandırmak zorundayız.”
Albanese, Von der Leyen’in İsrail’in Filistin altyapısına yönelik daha da kötü saldırıları hakkında eşdeğer bir şey söylemediğini belirtti.
Ağır topları gönderiyorum
Bu arada Fransa, Gazze’nin bombalanmasına karşı düzenlenen gösterileri dağıtmaya ve yasaklamaya başladı bile. Adalet Bakanı da Braverman gibi Filistinlilerle dayanışmanın Yahudi topluluklarını rencide etme riski taşıdığını ve “nefret söylemi” olarak ele alınması gerektiğini söyledi.
Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın bu haftaki ziyareti sırasında açıkça ifade ettiği gibi, Washington İsrail Gazze’ye ne yapmaya karar verirse versin desteğini esirgemeyecektir.
Başkan Joe Biden silah ve finansman sözü verdi ve bu savaş suçlarını işlerken İsrail’i kimsenin rahatsız etmemesini sağlamak için askeri “ağır topları” gönderdi. Kara işgali başlatılırken İsrail’in komşularının sessiz kalmasını sağlamak için bölgeye bir uçak gemisi gönderildi.
“Washington, İsrail Gazze’ye ne yapmaya karar verirse versin desteğini esirgemeyecektir”
BM Genel Sekreteri Antonio Gutteres gibi başlıca görevi uluslararası hukuku desteklemek olan yetkililer bile değişen zeminle birlikte hareket etmeye başladılar.
Çoğu Batılı yetkili gibi o da Gazze’nin “insani ihtiyaçlarını” İsrail’in uymakla yükümlü olduğu savaş kurallarının üzerinde tuttu.
Bu İsrail’in başarısıdır. Gazze için geçerli olması gereken uluslararası hukuk dili –İsrail’in uyması gereken kurallar ve normlar– yerini en iyi ihtimalle insani yardım ilkelerine bıraktı: hakları sistematik olarak çiğnenen ve hayatları yok edilenlerin acılarını sarmak için uluslararası hayırseverlik eylemleri.
Batılı yetkililer gidişattan fazlasıyla memnun. Sadece İsrail’in iyiliği için değil, kendileri için de. Çünkü gelecekte bir gün, Gazze’deki Filistinliler şu anda İsrail için ne kadar sorun teşkil ediyorsa, kendi halkları da onlar için o kadar sorun teşkil edebilir.
İsrail’in kendini savunma hakkını desteklemek bir tür peşinat ödemesidir.