Bu yazıyı, Kardeş Türküler’i kitaplaştırma faaliyeti yürüten BGST üyelerinin, bir proje olarak Kardeş Türküler önerisinin ilk defa nasıl yapıldığı sorusuna yanıt vermek üzere yazdım. Projeyi 1990’ların başında gündeme getirdiğimde, şaşırtıcı bir çıkış yapıldığı söylenebilir. Fakat, benim düşüncem zamanlamanın doğru olduğu, hatta biraz geç bile kalındığıdır. Bu yazıda, kısaca da olsa, önerinin şekillenmesini sağlayan ve belirleyici gördüğüm çeşitli etmenlerden söz etmeyi tercih ettim.
1992’de Kardeş Türküler Projesi’nin (KTP) öneri olarak ilk gündeme getirilişi, hiç kuşkusuz, Türkiye’nin 1. Körfez Savaşı sonrasında karşı karşıya geldiği ve artık resmi ağızlardan da tanımak zorunda kaldığı “Kürt realitesi” ile doğrudan bağlantılıdır. Her ne kadar “teröre karşı savaş” söylemiyle bastırılmak istense de, Türkiye’nin etnik ve kültürel olarak çoğul bir toplum yapısına sahip olduğu ve zaman zaman soykırım ve kapsamlı sürgün politikalarının da eşlik ettiği asimilasyoncu politikalara rağmen bu yapısını sürdürdüğü artık inkâr edilmez bir gerçek haline gelmişti. “Kürtler yoktur” denilerek Kürtler yok edilemediği gibi, Ortadoğu’daki gelişmeler uluslararası camiada Kürtlerin varlığının ve devletleşme hakkının tanınması yönünde ilerliyordu. KTP bu yeni konjonktürde, kültürel-politik bir tavır oluşturmak üzere önerildi. Madem ki üniversitelerin birer aydınlanma mekânı olma gibi iddiası vardı, “Kürt sorunu” ile farkına varılan “mozaik” Türkiye gerçekliği, üniversite öğrencilerinin de inisiyatif alması gereken bir konu haline gelmeliydi.
Çeşitli versiyonlarıyla ulus devletler sisteminin çözemediği etnik sorunlar Ortadoğu ile sınırlı değildi elbette; Türkiye’nin de bir parçası olduğu Balkanlar ve Kafkasya da, bu alt üst oluşu yaşıyor ve sıcak etnik çatışmalar döneme damgasını vuruyordu. İlk Kardeş Türküler konserinde, örneğin Ermenice ve Azerice şarkıların yan yana getirilmesine özel bir önem verilmişti; çünkü bu halkların üyeleri Türkiye sınırları içinde de yaşıyor ve Kafkasya’da düşman uluslar olarak birbirleriyle savaşıyorlardı. Buna karşılık KTP, düşmanlık ve çatışma değil, kardeşlik imkânlarının araştırılmasını savunuyor ve bu araştırmanın yapıcı sonuçlar üretebileceğine inanıyordu. Müzik ve dans aracılığıyla, dilsel olarak birbirinden kopuk ve bağdaşmaz görünen kültürlerin pekâlâ yan yana getirilebileceğini, kültürel çeşitliliğin ve çokluğun ortak bir insani zemin üzerinden yaşatılabileceğini göstermek istiyordu.
Ulus-devletler kendi içlerindeki etnik kültürel çeşitliliği bastırma ve boğma yönünde bir kararlılık sergilemekle birlikte, birbirleri ile ilişkilerini sadece düşmanlık ya da dışlama üzerinden kurmazlar. Çatışmanın açık savaşa dönüşmesini istemedikleri ve barış içinde bir arada yaşamaları gereken dönemler de vardır. Türk-Yunan dostluğunu yücelten kültürel etkinliklerin resmi bir tanımanın konusu olması ve hatta teşvik edilmesi buna bir örnektir; sadece savaş kanalları değil, barış kanalları da açık tutulur.
Kültür, belki ulusların kardeşliğini değil, ama en azından ahbaplığını geliştirmek için seferber edilir. Bu türden irili ufaklı pek çok etkinlik arasında “folklor” çerçevesine sahip olanlar da vardır. Örneğin, zenginlik ve çeşitlilik bakımından hep övülen Türk halk dansları ve müziği, çeşitli uluslararası organizasyonlarda yarışmaya sokulur; kazanılan birincilikler de ulusal bir övgünün konusu haline getirilir. Bu alana enternasyonalist bir müdahale -örneğin bir folklor kurumunda, sadece “kendi” dilimizden değil, başka ulusların dillerinden de şarkıların söylenmesi- olabilir. 1990’lı yıllara adım atarken Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nde böyle bir gelenek vardı. Çeşitli dünya dillerinden halk şarkılarının söylendiği konserler düzenleniyor ve böylece halk kültürüne ilginin niteliği enternasyonal bir karakter kazanıyordu. Bu konuda ileri ve çok çarpıcı bir adım, daha 1980’lerde, Boğaziçi Üniversitesi mezunları tarafından kurulan Mozaik topluluğu tarafından Ölümden Önce Bir Hayat Vardır konserinde atılmıştı. Belirtmek gerekir ki, KTP kısmen bu geleneği sahiplenme, kısmen de bir özeleştiri üzerinden formüle edildi.
Özeleştirinin iki yönlü olduğu söylenebilir:
- Enternasyonalist bir motivasyonla ulusların kardeşliğini vurgularken, gerçekte ulus-devletlerin tanımladığı ve sınırlarını çizdiği ulus kategorilerine ve resmi folklor tanımlarına mı bağımlı kalıyoruz?
- Kendi içimizde, yani vatandaşı olarak içine doğduğumuz ülkenin sınırları içinde varolmuş ya da ulus-devletin son derece kıyıcı uygulamalarına rağmen varolmayı sürdüren ve coğrafi olarak sınır ötesine de uzanan kültürel çokluğu ve çeşitliliği tanımadan, dünya uluslarının kardeşliğini vurgulamak ne kadar anlamlı?
KTP, 1990’ların Türkiye’sinde yapıcı bir açılıma hizmet edebilecek kültürel çoğulcu perspektifi halk müziği alanından başlayarak hayata geçirmek ve yaymak üzere önerildi. Öncesinde, Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nde 1970’lere damgasını vuran Anadolu pop akımı mercek altına alınmıştı. Anadolu pop bir boyutuyla, halk müziği ile saygıya dayalı bir ilişki kurulması ve popüler müzik alanında, halk müziğinin yaratıcı bir kaynak olarak değerlendirilmesi gerektiğini öne sürüyordu. 1990’larda benzer bir akımın canlandırılmasında KTP’nin üstlendiği araştırmanın da işlevsel olabileceği sonucuna ulaşmıştık; elbette, KTP bağlamında, Anadolu pop akımının asimilasyoncu politikalara prim veren ulusalcı yanı eleştiri konusu yapılmıştı.
1990’ların başında KTP önerisini geliştirirken kişisel olarak toplumsal kimlik algımın belirgin bir şekilde kültürel çoğulcu itkilere sahip olması tabii ki çok önemliydi. En azından, 1960 sonlarında İstanbul’a göç eden bir Kürt ailesinin üyesi olarak, çocuk yaşlardan itibaren seçkin kabul edilen kurumlarda eğitim görmüş olsam da, bireysel ikbal açısından vaatkâr görünen etnik asimilasyona karşı tepki geliştirmem ve bu tepkiyi muhafaza etmiş olmamın KTP önerisinin geliştirilmesinde belirleyici olduğu söylenebilir. Fakat hemen eklenmesi gereken, bu tepkinin üretici bir fonksiyona kavuşabileceği aktif bir öğrenci çevresi olmaksızın yapıcı bir sonuca ulaşamayacağıdır.
Önerinin müzik alanında değil de, esas olarak tiyatro alanında faaliyet gösteren birisi tarafından yapılmasını, Boğaziçi Üniversitesi’nde tiyatro, dans ve müzik faaliyetlerini kulüpler arası bir dayanışma ağı da örgütleyerek yürüten bir öğrenci çevresinin varlığı sağladı. Öneri sadece Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü üyeleri arasında değil, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları arasında da tartışıldı. İki kulüp arasındaki ilişkinin sanatsal zemini, dram sanatını dans ve müzik disiplinlerini içerecek şekilde biçimlendirmeyi hedefleyen ortak çalışma ve gösteriler sayesinde zaten inşa edilmişti. KTP projesinin hayata geçirilmesiyle, bu öğrenci çevresinin sahip olduğu kültürel çoğulcu perspektifin içselleştirilmesi ve somut bir çıkışın yapılması sağlandı.
KTP’nin niçin şu ya da bu üniversitede değil de Boğaziçi Üniversitesi’nde ortaya çıktığı ve hayata geçirildiği sorusunun yanıtını vermek önemlidir. Öncelikle söylenebilecek olan, 1990’lı yıllarda bu tip bir projenin Boğaziçi Üniversitesi dışında resmi olarak tanınma ve rahat bırakılma şansının pek olmamasıdır. 1990’lı yılların başında, kültürel çoğulcu bir Türkiye tasarımının toplum tabanında genel onay görmeye başlaması ve devlet düzeyinde tartışılması geçici bir durumdur; daha sonra, şiddetli bir iç savaş başlayacak ve 28 Şubat 1997 darbesiyle, devlet içinde sarsılan ulus devleti restore etme hareketi yükselişe geçecektir. Öyle ki, Boğaziçi Üniversitesi’nin de KTP’ye ev sahipliği yapma özelliği tehlikeye girecek ve Kardeş Türküler’in gerçekte bölücü propagandaya hizmet eden bir etkinlik olduğu suçlamaları yapılacaktır. Ancak 2000’li yıllara girildiğinde, özellikle AB ile entegrasyon politikalarının canlandırıldığı 2000–2005 yılları arasında, KTP’nin Boğaziçi Üniversitesi sınırlarını aşacak şekilde yayılma şansının doğduğu söylenebilir. Fakat Boğaziçi Üniversitesi dışında KTP’nin yayılıp çeşitlenmesini sağlayacak bir öğrenci ve aydın hareketi gelişmemesi dikkat çekicidir. 2000’li yıllarda, KTP’yi kabaca taklit etme girişimleri ya da KTP çerçevesinde oluşturulan birikimin piyasalaşması ve yüzeyselleşmesi tehlikesi ortaya çıkmıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında geçmişte projeye çeşitli düzeylerde katkı sunmuş müzisyenlerin rol alması oldukça dikkat çekicidir. Sonuç olarak, 1990’lı yıllarda Boğaziçi Üniversitesi’nde ortaya çıkan ve toplumsal aydınlanmayı özgürlükçü, sosyalizan, kültürel çoğulcu, feminizan kriterleri sahiplenerek gerçekleştirme uğraşı veren öğrenci çevresinin istisnai bir çıkış olduğu ve bu öğrenci çevresinin, toplumsal talebin canlılığına rağmen, kolayca içselleştirilemeyen öncü bir misyon üstlendiği söylenebilir.
Son olarak, sık sık belirttiğim bir noktayı yinelemek istiyorum: Kardeş Türküler projesini “cazip” kılan, tek başına “Türkiye’de göz ardı edilen farklı kültürler ya da etnik topluluklar da var” demiş olması değildir. 1990’larda, Türkiye’deki etnik-kültürel çeşitlilik, müzik alanında açıkça gözler önüne serilmeye; zaten resmi azınlık statüsüne sahip toplulukların sesleri daha bir duyulur olmaya başlamıştı. Michael Albert ile Justin Podur arasında geçen bir tartışmaya referansla, KTP multi-culturalist değil, poly-culturalist bir girişimdir, denilebilir. Her iki terim de Türkçeye “çok-kültürcü” olarak çevrilebilir, ama ikinci terim kültürlerin çokluğunun yanı sıra, kültürlerin ortak ve bütünlük içeren bir sistem kurmalarını da ima eder. KTP’nin anlamı, poly-culturalist bir yaklaşımla, kültürlerarası ilişkinin çatışmacı ve dışlayıcı olmaktan çıkarılması ve kültürel çoğulluğu muhafaza eden birliktelik olanaklarının araştırılmasıdır. KTP ilk önerildiğinde amaçlanan buydu ve bugün de (aradan on beş yıl geçtikten sonra da) bu amacın hayati önemi devam etmektedir. İnsanlık tarihi kadar eski bir soruna ve modern zamanların ortak bir dünya toplumu inşa etme hedefine referansla iş gördüğü için, önemini yitireceği söylenemez. İlk önerildiği ve ortaya çıktığı biçime uygun olarak katılıma ve katkıya açık tutulması ve dönemsel grup pratiklerine indirgenememesi sağlandığı takdirde, tam da kültürel çoğulcu bir toplum projesinin hayata geçirilmesinde üstlendiği özel rol nedeniyle, kolayca tüketilemeyecek bir proje olma özelliğini koruyacaktır.