Bu yazıyla, Türkiye’de Batılılaşmada bir dönüm noktası olan 1950’lerin sonundan, 1970’lerin sonuna kadar popüler müzik içinde -gerek müzisyenler gerekse ortaya konan müzikal ürünlerdeki temalar bağlamında- kadınların nasıl yer aldığını; şarkı sözlerindeki kadın imgelerini genel bir bakış altında ele aldık. Ve bunu yaparken kadınların ciddi bir yaratıcı üretim faaliyetinin içinden hareket etmelerine rağmen, kültür sanat ortamındaki ve özel olarak da müzik alanındaki üretimlerinin/faaliyetlerinin görünmez/ikincil kılındığı  düşüncesinden yola çıktık. Bu nedenle, bir yandan dönemin müzikal akımları içinde yer alan kadın müzisyenleri ele alırken, diğer yandan şarkı sözlerindeki kadın imgelerini ve cinsiyetçi söylemleri ortaya çıkarmaya çalıştık. Dileriz ki bu çalışma, kadın araştırmalarına Türkiye’de ’60’lı-’70’li yılların popüler müziği alanından bir katkı sunabilsin.

1960’lı yıllara baktığımızda, Türkiye’deki Batılılaşma özleminin ulusalcılık ile bir arada yürüdüğünü ve ‘milli değerlerini sonuna kadar koruyan, yaşatan ama modern’ bir ülke hayalinin ön planda olduğunu görürüz. Kentlerde hayat, tüketim kültürünün de ciddi bir ivme kazanmasıyla farklı bir hâl alır. O yılların hatırlattıklarına dair bir ‘çağrışım oyunu’ oynansa, zihnimize üşüşen imgelerin listesi; bol paça pantolon, geniş kravat, uzun favori, apartman topuk, mini etek, yerli votka, Amerikan pazarı, kot, parka, tüp-benzin-yağ kuyrukları, açık hava sinemaları, Murat 124, rock’n roll… şeklinde uzayıp gider.

Her alanda Batılılaşmanın hedeflendiği böylesi bir dönemde, Batı müziği de Türkiyeli müzisyenler tarafından yakından takip ve taklit edilir. Dönemin pek çok müzisyeninin Avrupa’da eğitim görmüş, bir dönem Avrupa’da bulunmuş ya da en azından Türkiye’de yabancı dilde eğitim veren bir kolejden mezun gençler arasından çıkması bir tesadüf değildir.

1960’lı yılların Türkiye’si, aynı zamanda toplumsal hareketliliğin ivme kazandığı; kapitalist sistemin eleştirildiği; kitlesel işçi eylemlerinin, bağımsızlık ve demokrasi isteyen öğrenci-gençlik eylemlerinin gerçekleştirildiği bir dönemdir. Bu dönemde bağımsız bir kadın hareketinden söz edilemese de, muhalif hareketler içinde artık farklı kadın tipolojilerine rastlanmaktadır: işçi kadınlar, akademisyen kadınlar, öğrenci kadınlar, devrimci kadınlar…
Kentte, yeni yaşam tarzları ve modalarla birlikte ekonomik ve sosyal anlamda bütün çelişkileriyle göreli bir özgürleşmeden söz edilebilir ve bu özgürleşme, özellikle kamusal alanda, kadınlar için de farklı bir hayatı hazırlar. Her türlü kamusal mekânda, günün moda kıyafetleri içinde yer alan kadınların ‘serbest’ tavırları, artık 45’lik plaklardan yükselen şarkılarda da dile gelir:

ÇAPKIN KIZ – Gönül Yazar (Orijinal: Mon Amour Mon Ami / Türkçe söz: Ülkü Aker) – (1968): “Adım çapkın kız çapkın kız / Benim adım çapkın kız / Aşk yalan, inanmam / Benim adım çapkın kız / Çok sever çabuk unuturum / Her gün başka sevgili bulurum / Aşka inanmam sevgiye kanmam / Hiç kimseye bağlanmam…”

YAŞAMAK NE GÜZEL ŞEY – Ajda Pekkan (Orijinal: Riviera Carnaval / Türkçe söz: Fecri Ebcioğlu – Müzik: Roberts) – (1969): “Elem acı ve keder / Bir günde gelir geçer / Ümidini hiç kırma / Boşver sen aldırma / Hayat dudaklarda mey / Eğlen oyna durma hey / Lay lay la la la lay lay…”

FLÖRT – Füsun Önal (Orijinal: Pour in Flirt / Türkçe söz: Füsun Önal – Müzik: Vincent Delpech) – (1972): “La la la…. / Ne sandın sen beni / Hercai bir çiçek mi / Her kuşun eti yenmez / Her insan bir olmaz / Git başka kapıya / Dolaşma ardımda / La la la … / Yorulma boş yere / Karnım tok bu sözlere /…/ Olmaz olmaz olamaz…”

Toplumsal yaşamda kadınlar nezdindeki bu değişimin, erkek cephesinde pek de ‘serinkanlı’ bir şekilde yaşanmayacağı bir gerçektir. Bu çelişkileri yine müzik üzerinden örneklemek gerekirse; dönemin müzisyenlerinden İlham Gencer tarafından, 1965 Altın Mikrofon Şarkı Yarışması için hazırlanan “Zamane Kızları” şarkısına bakmak faydalı olur:

ZAMANE KIZLARI – İlham Gencer (Söz-Müzik: İlham Gencer) – (1965): “Ben de şaştım Allahım bu dünyanın işine / Kızlar renk renk peruk takıyorlar başlarına / Sürme kalem çekiyorlar gözlerine kaşlarına / Girmeden daha henüz 13-14 yaşına / Şu zamane kızları, kimseden yok korkuları / Hürriyeti tüm seçmişler, dünya ne umurları / Beyoğlu’nda kızlar gezer / Gezişi bağrımı ezer / Şu zamane kızları / Çita maymununa benzer…”

Aydın Tansel’in seslendirdiği, sözleri Sezen Cumhur Önal’a ait “Genç Kızlar” adlı şarkı, sözlerde de dile geldiği gibi, “bakılmaya doyulmayan ve akıllardan hiç çıkmayan” yeni ‘genç kız’ kimliğini, “Zamane Kızları”na kıyasla, daha bir ‘hoş’ karşılar. Ancak, yine şarkının sözlerine kulak verdiğimizde, “aşk peşinde koşan, sevmekten bıkmayan, ayrılıktan korkmayan” genç kızların bu hallerinden duyulan ‘hoşnutsuzluk’ da alttan alta kendini hissettirir:

GENÇ KIZLAR – Aydın Tansel (Orijinal: Toi Toi Toi / Türkçe söz: Sezen Cumhur Önal) – (1969) “Genç kızlar genç kızlar / Aklımdan hiç çıkmazlar / Genç kızlar genç kızlar / Bakmaya doyulmazlar / Genç kızlar genç kızlar / Aşk peşinden koşarlar / Genç kızlar genç kızlar / Sevmekten bıkmazlar / Genç kızlar genç kızlar / Ayrılıktan korkmazlar / Genç kızlar genç kızlar / Nice canlar yakarlar …”

Evinin sınırları içinde yaşayan kadınlara karşı son derece muhafazakâr ve mutaassıp davranan çoğu erkek, kentin değişen çehresiyle birlikte, evdeki hâkimiyet sınırlarının dışında yer alan ve caddelerde mini etek-apartman topuklu ayakkabılarla arz-ı endam eden kadınları memnuniyetle karşılayabilmektedir:

DUYDUK DUYMADIK DEMEYİN – (Antenler): “Ne güzeldi mini etek / Nerden çıktı maksi etek / Yapana atmalı kötek / Çekmişim, dertliyim / Kundaklı kızı neyleyim / Çekmişim, dertliyim / Nerde bacak seyredeyim…”

Batı müziğinin taklit edildiği bu yıllarda, İngilizce, İtalyanca, Fransızca şarkılara Türkçe sözler yazılması yoluyla ‘aranjman’ olarak tabir edilen müzikler, gerek bu müziğin canlı icra edildiği mekânlarda gerekse radyolarda beğeniyle dinlenir. Aranjmanla, yavaş yavaş bireyin mutluluğu, romantizmi ve bir anlamda özgürlüğü ön plana çıkmaya başlar ve Türkiye’de pop şarkıcısı imgesi de yavaş yavaş yerleşir. Popüler medya, müziğin kendisini konu edinip bunu ön plana almaktan çok, yeni imajlarla ortaya çıkan şarkıcılar üretmeye başlar.

Ajda Pekkan, bu yılların en büyük yıldızıdır. Ay-Feri, Semiramis Pekkan, Gönül Turgut, Kâmuran Akkor ’60’ların ikinci yarısından itibaren, yorumladıkları şarkılarla adlarından söz ettirirler. Özellikle aranjman, hafif müzik ve arabesk piyasasında çoğu zaman ‘göz kamaştırıcı bir güzellik’le ve ‘fırtınalı/sansasyonel bir hayat’la paralel gitmedikçe, güçlü yorumculuklar tek başına bir işe yaramamaktadır. Bu nedenle çoğu kadın şarkıcı, magazin basınında sık sık gündem olmak ya da her zaman/her yerde göz önünde ve güzel olmak zorunda kalır. Sahnede seslendirdikleri şarkıların sözlerinde de, çoğu kez “şirin, çocuksu, gizemli, haksızlığa uğrayan, hayatta aradığını bulamayan, aldatılan, karasevdalı, yalnız…” kadınlar olarak yer alırlar. Bunu, Ajda Pekkan’ın söylediği bazı aranjman şarkıların sözlerinde de görebiliriz:

SEVDİĞİM ADAM – Ajda Pekkan (Türkçe söz: Fecri Ebcioğlu – Müzik: Charles Aznavour) – (1968) : “Sevdiğim adam çok çapkındır / İçki içer egoist / Biraz oynak biraz aylak / Vazgeçemem ben ondan / Sevdiğim adam aldatıyor kandırıyor / Başka kız dostlarıyla dolaşıyor / Vazgeçemem ben hiç ondan / Çünkü benim ümidim her şeyim / Çünkü benim yalnız o / İnandığım sevgilim…”

ÜÇ KALP – Ajda Pekkan (Türkçe söz : Fecri Ebcioğlu – Müzik : Patricia Carli) – (1968): “Karar ver artık kimi daha çok sevdiğini / Kararsız olma sen üzme herkesi / Kalbinde kim var o mu, yoksa ben miyim / Bilmek isterim yolumu çizeyim / Sen de üzgünsün bu hayattan hem de nasıl / Bir kalpte iki kalp nasıl yaşanır / İki kişi seven iki defa ölürmüş / Bir kalp yalnız bir kalbi düşünürmüş / Ah sen üzgün ah ben üzgün / O da üzgün / Yapma herkes üzgün…”

Kadınların popüler müzik piyasasındaki çabaları, çoğunlukla solist olarak, yorumculuklarıyla tutunmak yönündedir. Kadın müzisyenlerin görünür olduğu müzikal aktivite çoğunlukla şarkıcılıktır. Kaldı ki, yukarıda da değinildiği gibi, bu alanda muvaffak olmaları için seslerinin güzelliği dışında, dinleyici kitlesinin gözlerine de hitap etmeleri gerekir. Dolayısıyla solist kadınlar -magazin basınının da katkısıyla- daha çok, pahalı ve güzel kıyafetleri, yaşadıkları aşklar, gibi başlıklarla gündeme gelir. Bu bağlamda, ‘kamusal bir mekânda şarkı söyleyen kadın’ imgesi, geleneksel muhafazakâr bakışta, en ince ifadeyle ‘hafifmeşrep kadın’ imgesiyle örtüşür. Mesela; Türkiye’nin ilk süperstarı Ajda Pekkan da bir dönem, çoğunlukla piyasanın işleyişine uygun biçimde hareket eder. O dönem için her zaman ‘en Avrupai’dir! Yalnızca şarkılarıyla değil; ilişkileriyle, gittiği yerlerle, takılarıyla, giydikleriyle de ‘olay kadın’ olur.

Ajda Pekkan’ın, Fecri Ebcioğlu ve Sezen Cumhur Önal gibi erkek şarkı sözü yazarlarıyla çalıştığı dönem ile kadın şarkı sözü yazarları Fikret Şeneş ve Ülkü Aker’le çalıştığı dönem karşılaştırıldığında ve seslendirdiği şarkılardaki sözler incelendiğinde, arada ciddi bir fark olduğu göze çarpar. Fikret Şeneş ve Ülkü Aker’in kadınların dünyasından, kadınlara dair yazdığı şarkı sözleriyle birlikte, Ajda Pekkan da, artık ayakları yere basan ve daha cesur bir kadın imgesi yansıtmaya başlar. ’70’lerin başında söylediği, “Sana Neler Edeceğim” şarkısındaki  “Kolla kendini sıra bana geldi” sözleriyle, kendisine acı çektiren sevgiliye meydan okur:

SANA NELER EDECEĞİM – Ajda Pekkan (Türkçe Söz: Fikret Şeneş – Müzik: Elias Rahbani) – (1974): “Çoktandır anladım senin gözün dışarda / Eskisi gibi bağlı değilsin bana / Gelmem bu oyuna, bırakmam yanına / Ne işler açarım başına / Seveceğim gezeceğim / Görürsün sana neler edeceğim  / Bir yerine bin cezayla / Hakkından geleceğim senin /… /  Kolla kendini sıra bana geldi / Kadının fendi erkekleri yendi / Bak zaman değişti sabırlar tükendi / Yalvarmak çok eskidendi …”

Artık şarkılarında, aldatılmaktan dolayı sürünen, acı çeken kadını değil; belli bir iradeyi temsil eder. “Palavra” adlı şarkısında sürekli yalanlar söyleyen sahte âşıkları işaret ederek genç kızları tongaya basmamaları için uyarır. “Hür Doğdum Hür Yaşarım”da, yine kendinden emin, güçlü bir kadın vardır. Şarkının sözleri, bir kadın tarafından (Ülkü Aker) yazılmıştır:

SANA NE KİME NE – Ajda Pekkan (Türkçe söz: Ülkü Aker – Müzik: Philippos Nikolaou) – (1975): “Hiç rahat yok mu bana / Şu yalancı dünyada / Kimin ne hakkı var ki / Karışır hayatıma / Hesap soramaz bana / Kim çıkarsa karşıma / Kimin ne hakkı var ki / Karışır hayatıma / Hür doğdum hür yaşarım / Kime ne kime ne / Köle miyim sana ben / Sana ne sana ne / Zararım kendime / Kime ne kime ne / Sen bak kendi derdine / Sana ne sana ne…”

Diğer yandan, müzik-magazin gündemi Ajda Pekkan’a çoğunlukla estetik ameliyatları, silikonları bağlamında yer vermiş; onu daha çok bu tür bir imge içine hapsetmiştir. ‘Sarışın’ olması da ayrıca bir tehlikeye işaret eder. Genelde esmerlerden oluşan bir toplumda sarışın, ‘bizden olmayan/yabancı’ bir imgedir. Yabancı da, her türlü kötülüğün kaynağı olabilecek bir bilinmezliği beraberinde taşır. Aynı dönemlerde, Ajda Pekkan’ın da rol aldığı Türk filmlerinde ‘yuva yıkan/femme fatale’ kadını oynaması hiç şaşırtıcı değildir. Dolayısıyla, bugünden bakıldığında, çok sayıda insan tarafından beğeniyle dinlenen şarkılarındaki feminizan tavırlar, Ajda Pekkan’a yüklenen bu türden imgeler içine hapsedilmiş ya da pek fark edilememiş durumdadır. Oysa söz konusu şarkılardan bazıları, bugün kadın mitinglerinde/eylemlerinde, feministler tarafından topluca ve coşkuyla söylenebilmektedir.

Dönemin bir başka sarışın/aykırı kadın şarkıcısı ise kendisini “çılgın  solo konserler veren ilk kadın şarkıcı” olarak tanımlayan Füsun Önal’dır. Füsun Önal’ın sahne üstü tavırlarıyla yansıttığı imge, “ağır/oturaklı Türk kadını”nın tersine, “aklına estiği gibi davranan/çılgın/delidolu kadın” imgesidir. Bu kitapta kendisiyle yapılan söyleşide de dile getirdiği gibi, “Birinden birine ver kararını / Olmaz bu böyle imkân yok / Koşmam bir daha peşinden / Senin kölen değilim / Bu sürmez böyle imkân yok / Boş yeminlere karnım tok / Her yöne eğilen dal değilim / Kolayca tadılan bal değilim / Sen beni kendine âşık sandın / Ben o kadar aptal değilim” sözleriyle sevdiğine kesin tavır koyan bir kadın olarak karşımıza çıkar. “Oh Olsun” ve “İnsan İsterse” adlı şarkılarında ise dersini almış, bundan sonrası için güçlü ve kararlı bir kadın kimliği sergiler:

OH OLSUN – Füsun Önal (Türkçe söz: Oktay Yurdatapan (Tuğrul Dağcı) – Müzik: Manos Hadjidakis) – (1973): “Az mı çektirdin bana / Kül oldum yana yana / Sıra geliyor sana / Oh olsun / Acımdan zevk alırdın / Gururumla oynardın / Sonunda yaya kaldın / Oh olsun / Herkesle dalga geçtin / Oh olsun / Ektiklerini biçtin / Oh olsun…”

İNSAN İSTERSE – Füsun Önal – (1978): “İsterse insan neler yapar / Bir anda yıkar dünyayı / Bir günde yeni baştan kurar…”

Sarışın/aykırı kadın şarkıcılar zincirinde bir başka halka da Ayla Algan’dır. Yurtiçinde olduğu kadar, yurtdışında da “acayip bir Türk” kadınıdır!:

AYLA ALGAN: “… Hatta, Montrö’de televizyonda kadın özgürlüğü konulu program yapmışlığım bile vardır. Bütün İsviçre, merakla seyrederdi. “Bu acayip bir Türk!” derlerdi benim için. Çünkü başörtüsü yok, saçları sarı ve bir de feminist! Çok komikti! …”

Dönemin önemli ses, sinema ve tiyatro sanatçılarından biri olan Ayla Algan, Batı müziğinin geleneksel müziklerle sentezi çizgisini takip eder ve kadın ağzı halk türkülerini teatral bir üslupla, yeniden yorumlar. Karadeniz’deki bir Anadolu turnesinde, çay ekerken bir yandan da kocasına küfreden Karadenizli bir kadından duyduğu sözleri not eder ve Ankara’ya döndüğünde şarkı sözü yazarı Fikret Şeneş’e iletir. Fikret Şeneş, cümleleri şarkı sözü haline getirir ve aynı şarkı 45’lik plağa okunur:

HAMSİ BALIĞI GİBİ – Ayla Algan (Söz: Fikret Şeneş – Müzik: Esin Engin) – (1975): “Paşumdaki yazmanun, pen verdum parasuni / Denizdeki takanun, ben aldum yarusuni /…/ Tabancasiz tufeksiz hakkimi alaçağum / Hamsi paluğu gibi de hop hop oynatacağum…”

Ayla Algan’ın, gerek seslendirdiği şarkılardaki sözel temalar, gerekse bu şarkıları yorumlarkenki sahne üstü tavırları alışılmışın dışındadır. Kendisini tiyatrocu-şarkıcı olarak da tanımlayan Ayla Algan’ın seslendirdiği şarkılarda, sosyal temalar ve geleneksel ezgilerin yanı sıra yöresel ağız kullanımı açısından da yerelle kurduğu bağ oldukça güçlüdür. Uzun bir dönem Ayla Algan adıyla birlikte anılan “Koca Öküz” adlı türkü, bu bağı açıkça gözler önüne serer. “Koca Öküz”, aynı zamanda ‘kadın ağzı’ bir türküdür. Kadınların; isteklerini, mutluluklarını, dertlerini, isyanlarını kısacası yaşadıklarını ifade etmeleri birçok bakımdan erkeklerden farklıdır ve kadın ağzı türküler, kadınların kendilerini ifade etmelerinin bir yoludur. Ayla Algan, “Koca Öküz” türküsünde Orta Anadolu’nun bir köyünde  yaşayan yaşlı bir kadının ağzından seslenmektedir:

AYLA ALGAN: “… (Montrö’de, Kadın Özgürlüğü Programı’nda) şiirler okuyordum: ‘Bir dünya kurulacak yarın, çocuklar mutlu özgür…’ ‘kadın, kız, erkek ayrımı; köylü, şehirli, genç, yaşlı ayrımı yok!’gibi şiirler. Bir ruj parasına, kaloriferli apartmanlara satılan kızlar…

‘Koca Öküz’ şarkısı da buradan doğdu. Aslında Orta Anadolu türküsüdür ‘Koca Öküz’. Öküz ölür, yaşlı kadının işlere gücü yetmez, kocası üzerine kuma alacak diye de korkar. Ne yapsın  gariban!  ‘Koca öküzün dizindedir, dermanı / Ölme de koca öküz, bu yıl da kaldır harmanı aman aman… / Aşırdın beni, şaşırdın beni…’ diye gider… ‘Koca Öküz’ çok beğenildi ve bu türkü bana yapıştı kaldı. …”

Bu dönemde çok sayıda müzisyenin çalışmasındaki halkçı duruş, dönemin kültürel-politik ikliminden bağımsız değildir ve Türkiye popüler müzik tarihinde çok önemli bir isim olan Tülay German da bu iklimden etkilenen sanatçılardan biridir. Yine bir kadın ağzı türkü olan “Burçak Tarlası”nı Batılı popüler müzik düzenlemeleriyle sentezleyerek 1964 yılında bir ‘ilk’e adını yazdırır:

TÜLAY GERMAN: “… Çevrem, annem dahil, kocalarının paralarıyla yaşayan ve elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan, şık ve gailesiz İstanbullu hanımlarla doluydu. “Burçak Tarlası” türküsündeki kadın ise çalışmaktaydı. Ağa için, “Bakın şu deyyusun kaç tarlası var!” dediğine göre, belki farkında bile olmadan, büyük bir doğallık içinde politik bir bilince sahipti. Yine ağaya “Kalkar da giderim. Evini başına yıkar da giderim!” dediğinde ise, bence kurulu düzene başkaldırmaktaydı. Bu, ağaya tavrını koyan Anadolulu gelin, zaten çocukluğundan beri asi bir karaktere sahip olan bana, çok yakın gelmişti. …”

Tülay German; Ruhi Su ve Erdem Buri ile birlikte yaptığı çalışmalarda âşık müziği ve Batılı formları bir araya getirerek bir anlamda Anadolu pop akımının da habercisi olmuştur. Dönemin yükselen sol-muhalif atmosferinin etkisiyle çoğu müzisyen türkülere -ve özellikle âşık müziğine- yönelir.

‘Sendika gecelerinde, eylemlerde, mitinglerde sahne alan ve söyledikleri düzen karşıtı ajitatif  türkülerle dinleyicileri coşturan âşıkların hepsi erkekti’ denemez. Âşık Güllüşah, Âşık Şahturna bu tür platformlarda yer almış önemli kadın âşıklardandır. Özellikle Şahturna, sözü ve müziği kendisine ait düzen karşıtı türküleriyle dönemin muhalif platformlarının vazgeçilmez ismi haline gelir. Bir süre sonra türkülerinden dolayı tutuklanır, işkenceye maruz kalır ve ömrünün uzunca bir kısmını hapishanelerde geçirir.

Şarkılarını, âşık müziğine olan yönelimin etkisiyle seslendiren bir diğer isim Esin Afşar’dır.  Esin Afşar’ın yorumladığı ve bir döneme damgasını vurmuş olan “Zühtü”, “Samanlıktan kaldıramadım samanı da Zühtü / Şimdi geldi sarılmanın zamanı da Zühtü / Ben sana yandım Zühtü…” sözleriyle, çapkın bir kadın ağzı türküdür.  Yine Esin Afşar’ın seslendirdiği “Sandığımı Açamadım” ve Selda Bağcan’dan dinlediğimiz “Çemberimde Gül Oya”, o dönem bu kadın müzisyenler vasıtasıyla popüler müzikte yer etmiş kadın ağzı türkülerdir:

SANDIĞIMI AÇAMADIM – Esin Afşar (Söz – Müzik: Geleneksel): “Sandığımı açamadım / Çeyizimi saçamadım / Yazık oldu gençliğime / Bir yiğide kaçamadım / Saçımı üçe böldüler / Bölük bölük de ördüler / Yârdan murad alamadım / Kolum kanadım kırdılar / Ezme ile süzme ile / Yâr bulunmaz gezme ile / Mezarımı kızlar kazsın / Altın saplı kazma ile…”

ÇEMBERİMDE GÜL OYA – Selda Bağcan (Söz – Müzik: Geleneksel) – (1971): “Çemberimde gül oya / Gülmedim doya doya / Dertlere karıyorum / Günleri saya saya / Al beni kıyamam seni / Pembe gül idim soldum / Ak güle ibret oldum / Karşı karşı dururken / Yüzüne hasret oldum / Al beni kıyamam seni…”

Selda Bağcan, elinde bağlamasıyla, gitarıyla dönemin devrimci platformlarında, eylemlerinde, mitinglerinde yer alan önemli bir kadın müzisyendir. Müziği ve sahne üstü tavırları, müzik araştırmacılarının kimine göre Kuzey Amerika protest-folk müziğinden Joan Baez’i; kimine göre ise Latin Amerika devrimci müziğinden Mercedes Sosa’yı ya da  Violetta Parra’yı çağrıştırmaktadır. Erkek egemen bir toplumda kadın üzerinden idol yaratmanın her türlü zorluğuna rağmen Selda Bağcan, devrimci bir müzisyen olarak ’68 gençliğinin ‘kadın idol’ü olmayı başarır. Demokrasiden, barıştan, adaletten, mazlumdan yana yazıp bestelediği şarkılarıyla ün kazanır:

YALAN DÜNYA – Selda Bağcan (Söz-Müzik: Selda Bağcan) – (1972): “Bu dünya yalan dünya / Yalan yalan yalan dünya / Mecnun Leyla’ya vurulmuş / Kerem Aslı’ya kul olmuş / Ferhat Şirin’le yoğrulmuş / Arzu’yu Kamber’e vereydin ya / Kimisini ağlatırsın / Kimisini güldürürsün / Genç yaşlarda öldürürsün / Ölüme çare bulaydın ya /…/ Sulh içinde olaydın ya / Yüzünü garibe döneydin ya / Yalan yalan yalan dünya…”

ANAYASSO – Selda Bağcan (Söz: Şemsi Belli Müzik: Selda Bağcan) – (1976): “Gara dağlar gar altında galanda / Ben gülmezem dil bilmezem / Şavata’dan Hakkari’ye yol bilmezem / Gurban olam çaresine hooy baboov  / Şavata’dan Angara’ya ses getmiir / Biz getmeye guvvatımız heç yetmiir / Malımız yooh yolumuz yooh / Angara’ya ses verecek dilimiz yooh / Angara’da anayasso / Ellerinden öpiy Hasso / Yap bize de iltimasso / bu işin mümkini yoh mi hooy baboov…”

Tülay German, Esin Afşar, Ayla Algan, Selda Bağcan gibi isimler, türkülerle yakın ilişki halindeyken Batılı müzikal formlar -özellikle hafif müzik- ile olan bağlarını da koparmamışlardır. Sözgelimi besteci yönüyle de bilinen Hümeyra, bir yandan Âşık Veysel’in eserlerini Batılı bir düzenlemeyle gitarı eşliğinde icra ederken bir yandan da hafif müzik çizgisinde şarkılar söylemektedir:

ADIM KADIN – Hümeyra ( Söz – Müzik: Bora Ayanoğlu) – (1972): “Bana kimse sormaz / Atarlarken düğümü / Ben bir dilsizim / Silkemem ki yükümü / Gözlerimde ürkeklik / Kimse bilmez küsümü / Çünkü adım kadın / Dinletemem sözümü / Bana herkes sahip / Benim hiç hakkım yoktur / Ben akıldan yoksun / Ama vazifem çoktur / Adem’in yediği elma / Hep benden mi sorulur / Çünkü adım kadın / Hükmüm yoktur…”

Bu dönemde, kadınları, kadınların yaşadıklarını konu alan pek çok şarkı bestelenir. Bunlardan kimisi bir birey olarak kadının duygusallığını, yalnızlığını, sevdasını… ön plana çıkarırken; kimisi de geçim derdi, başlık parası gibi sorunları kadınlar ve toplumsal yapı ilişkisi içinden ele alır. Sözlerini Bora Ayanoğlu’nun yazdığı ve Alpay’ın seslendirdiği “Fabrika Kızı”, kadını tema alan toplumsal içerikli şarkılardan biridir. Ayanoğlu, kadınların evlerinden çıkıp ucuz işgücü olarak kamusal alana dahil edildikleri bir dönemde, gündelik bir dille, “gün doğarken her sabah” kapısının önünden  geçen genç kızın hikâyesini anlatır:

FABRİKA KIZI – Alpay ( Söz – Müzik: Bora Ayanoğlu) – (1972): “Gün doğarken her sabah / Bir kız geçer kapımdan / Köşeyi dönüp kaybolur / Başı önde yorgunca / Fabrikada tütün satar / Sanki kendi içer gibi / İçerken de hayal kurar / Bütün insanlar gibi / Bir evi olsun ister, bir de içmeyen kocası / Tanrı ne verirse geçinir gider / Yeter ki mutlu olsun yuvası / Makineler diken gibi / Batar her gün kalbine / Yün örecek elleri her gün ekmek derdinde…”

Köyden kente göçlerin yaşandığı bu dönemin, kadınların hayatında dönüştürücü etkileri olmuştur elbette. Pek çok kadın, atölyelerde, fabrikalarda çalışmaya başlar. Ancak tabii ki çoğu sigortasızdır; aynı işi yapmalarına rağmen beraber çalıştıkları erkeklerin aldığı ücretin yarısını almaktadırlar; alınan para, eve gelince çoğunlukla kocanın eline sayılmaktadır ve tabii ki evde ütüden, çamaşırdan, bulaşıktan, çocuk bakımından yine kadınlar sorumludur. Geleneksel roller değişmemiş ve ev içindeki emek sömürüsüne, işyerindeki sömürü de eklenerek çifte sömürüye dönüşmüştür.

“Fabrika Kızı” o dönem için cesur bir şarkıdır ve kapitalist kent koşullarında cilalanmış ‘çağdaş kadın’ imajı altında da sunulabilen kadın emeğinin, fabrikalarda -ev içi emek sömürüsüne eklenen bir çifte sömürüye de dönüşerek- ucuz işgücü olarak kullanılmasına değinmesi açısından önemli bir yerde durur. “Fabrika Kızı”, toplumsal bir gözlemin içinden, ‘kadın, emek ve sömürü’ üzerine yazılmış olmakla birlikte, ataerkil sistemin cinsiyetçi bakışından payını alır. Çünkü şarkıda bahsi geçen kadın, “hayatta sadece bir ev ve içmeyen koca hayali” olan; “yuvasının mutluluğundan” başka kaygı taşımayan ve kadınlığını ancak “yün öresi elleriyle” sıcak yuvasında eşine ve çocuklarına renk renk kazaklar örerken yaşayacak bir kadındır. Sistemin kadınlara biçtiği role uygun bir kadın çizilmiştir ve bu yüzden de şarkı, hakim bakışın sınırları içinde kalır.

Namus, delikanlılık, maçoluk gibi kavramları model alan erkeklik söylemleri de dönemin şarkı sözlerine büyük ölçüde yansır. 1974 yılında, Cem Karaca’nın Moğollar ile ortak çalışması olan “Namus Belası” isimli şarkı için, Hey dergisi tarafından “Pop müziğin namusunu yine Cem Karaca kurtardı!” başlığı atılır. Milliyetçilik, militarizm ve cinsiyetçiliğin bir arada gelişen ideolojiler oldukları düşünülürse, “At bizim, avrat bizim, silah bizim, şan bizim” sözleriyle öne çıkan şarkıda, bu ideolojilerin yan yana durması şaşırtıcı değildir. ‘Namus’ kavramı şarkıda geçtiği şekliyle, erkekliğin önemli bir bileşenidir ve temizlenmesi gerektiğinde bu uğurda cinayet işlemek meşru görülecektir. Cem Karaca “Namus Belası”nı, ancak 1993 yılında verdiği bir röportajda, “sosyolojik bir hata” olarak değerlendirecektir:

NAMUS BELASI – Cem Karaca (Söz – müzik: Cem Karaca) – (1974): Düştüm mapus damlarına öğüt veren bol olur / Toplasam o öğütleri burdan köye yol olur / Ana baba bacı kardaş dar günümde el olur / Namus belasına kardaş döktüğümüz kan bizim / Hep bir hallı Turhallıyız biz bize benzeriz  / Yüz bin kere tövbe eder gene şarap içeriz / At bizim avrat bizim silah bizim şan bizim / Namus belasına kardaş yatarız zından bizim…  ”

CEM KARACA: “ … ‘Namus Belası’nın son kıtasında, ‘kır kalemi, kes cezamı’ deniyor. Demek ki idam cezası verilmiş. Yani ben bir yerde kanunun suç saydığı bir fiili övüyorum, şirinleştiriyorum. Sosyolojik açıdan bakınca da feodaliteye prim veriyorum. Bu şarkı bir gözlemdir ve vardır bu ülkede. Ama bunun sırtına devrimci, proleter bir misyon yüklemek hatadır. …”[[dipnot1]]

Cem Karaca’nın özeleştiri niteliğindeki bu söylemi, namus anlayışını feodal toplumun kanayan bir yarası olarak görmek yönündedir. Oysa bunun ötesine geçip namus kavramının temel dayanağının kadınları ‘ikinci cins’ olmaya hapseden erkek egemen ideoloji olduğunu ve bu ideolojiyle örgütlenen ilişkiler içinden bu kavramın her gün yeniden üretildiğini kabul etmek gerekir.
Ulusal kimliklerini inşa etmeye çalışan birçok toplumda kadınlar, ‘modern ve Batılı’ kadın rolünü üstlendikleri gibi; ‘geleneklerin ve kültürün taşıyıcısı’ olma rolünü de üstlenir. Türk modernleşmesinde de, kadınların Batılılaşma ve modernleşmenin taşıyıcısı olma rolü, yine erkekler tarafından çizilmeye çalışılır. Aslında kadınlara dair yaşanan her türlü değişimde belirleyici olmak, erkek egemen ideolojinin tipik bir özelliğidir. Bu durum, o dönem, ‘daha güzel bir dünya umuduyla değişimden ve devrimden yana’ olan sol hareket için de geçerlidir.  

Dönemin devrimci sol hareketliliği içinde aktif olarak yer almış kadınlar da, bu hareket içinde söz sahibi olabilmek için ‘oyun’u erkeklerin kurallarına göre oynarlar. Ancak, sol örgütlerde ezilenden yana mücadele veren aynı kadınlar, sonradan, ‘kadın cinsi olarak da eziliyor olmayı’ gündeme getirdiklerinde, hareketteki erkek arkadaşları tarafından ‘burjuvalaşma yönünde bir sapma’ gösterdikleri gerekçesiyle sert bir dille eleştirileceklerdir. Kadınların görece daha ‘özgür’ kimlikler içinden hareket etmeleri de geleneksel solda, burjuvalaşma yönünde bir tehdit olarak değerlendirilir. Sol hareket içinde, ‘devrimci kadın arkadaş’ ya da ‘bacı’ tanımlamaları da bu noktada devreye girer. Bacılık, erkek egemen ideoloji çerçevesinde geleneklerin ve feodal değerlerin köklü olduğu bir ülkede alabildiğine sahiplenilmiştir. Sözgelimi, Cem Karaca’nın 1978 yılında söylediği “Safinaz” adlı şarkıdaki bacılarımızdan biri olan Safinaz’ın kurtuluşu da ancak kapitalizmle mücadele sonucu gerçekleşebilir:

SAFİNAZ – Cem Karaca (Söz: Cem Karaca, Müzik: Cem Karaca, Fehiman Uğurdemir, Hami Barutçu, Salih Çele) -(1978): “… Safinaz on dördünde at gibi çalışıyor / Sendika yok, sigorta yok, iş güvenliği de yok / Safinaz hafta sonları sinemaya gidiyor / Bekliyor filmlerdeki o zengin bey çocuğunu /…/ Bazen şansın yaver gider biri çıkar evlenirsin / Bazen açarsın gözünü bir genelev işletirsin / Söylesenize Safinaz’lar, bütün bunlar kurtuluş mu …”

Türkiye’de 1960’lı yılların sonu ve özellikle de ’70’li yılların ikinci yarısı, binlerce kadının, işçi hareketine ve sosyalist hareketlere katıldığı, hatta kadın örgütleri kurduğu yıllardır. Bu yıllarda dönemin sol hareketi içinde yer alıp, giderek bu bilince sahip olan kadınlar; hareket içindeki konumlarını ve izlenen politikalarda kadın cinsine yönelik perspektifi sorgulamaya başlasa da, kadın özgürlüğüne dönük örgütlü bir kadın hareketi henüz ortaya çıkmamıştır. Bugünden bakıldığında, kadınlara dönük çalışmalar yapan ve eylemler örgütleyen bu kadın örgütleri, o dönemde kendilerine ‘feminist’ denmesinden ürkmüş, feminizmi komünist/sosyalist/devrimci olmanın önünde bir engel olarak görmüşlerdir. Feminizmin kadınlar arasında bir bilinç olarak yerleşmesi ve korkusuzca dile getirilmesi için ’80’li yılların gelmesi gerekecektir.

***

Biz, bir dönemin müzikal panoraması içinden kadın müzisyenleri ele alan giriş niteliğindeki bu çalışmamızda, şarkı sözlerinde kadınlara dair söylemleri ve kadın imgelerini genel bir bakış altında incelemeye çalıştık. Çalışmamızın sonunda, yazımızın sınırları içinde adını anabildiğimiz kadın müzisyenlerin, 2000’ler Türkiyesi’ndeki popüler müzik alanında güçlü kadın duruşuyla albümler hazırlayan bugünün kadın müzisyenlerini öncelediklerini söylemek hiç de yanlış olmaz!

Popüler müzik, daha özgür bir dünya tahayyülünün müzik aracılığıyla kitleler katında popülerleşmesi ve bir tahayyül olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşmesi yönünde ciddi bir potansiyele sahip. Müzikal alanda feminist bir bilinçle yürütülen çalışmalar da, erkek egemen bir dünyaya mahsus algıların kırılması yönünde müzisyen kadınların elinde önemli bir güç!

* Bu yazı ‘60’lardan 70’lere 45’lik Şarkılar’ kitabında yer almaktadır.