Dijital tiyatro, dijital performans, siber tiyatro… Covid-19’un tek pozitif katkısı bu kavramlarla son iki yıldır içli dışlı olmamız. Türkiye’de sınırlı sayıda yapılan dijital tiyatro denemelerinin ardından pandemiyle birlikte bu alanda artan hem teorik hem de pratik bir üretimden söz etmek yanlış olmayacaktır. Pandemi sonrası dönemde de bu kavramları araştırmaktan vazgeçmiş değiliz. Salonlar açılmış, festivaller fiziksel sahnelere, sokaklara, kültür merkezlerine dönmüşken hâlâ “Dijital tiyatro nasıl olabilir?” sorusu bizleri heyecanlandırıyor.
Türkiye’de ilk olarak 2020 yılında pandemi döneminde tanıştığımız etkileşimli bir performans olan Map to Utopia, Bonn Fringe Ensemble ve Platform Tiyatro’nun ortak yapımı. Rol yapma (role playing) deneyimi ile birlikte dijital unsurları da içeren bu performans 7 Ekim günü hibrit bir modelle Almanya’da uluslararası sahnede bir kez daha gerçekleştirildi. Map to Utopia için sanal ve fiziksel ortamın eş zamanlı olarak oyun alanına dönüştüğünü söylemek yanlış olmaz. Hikâye seyircilerin dahil olmasıyla birlikte hem internet ortamında hem de Almanya’da fiziksel olarak bir tiyatro salonunda bir araya gelmiş seyircilerin katılımı ile akıyor. Ben de bu gösterime sanal ortamda katılma fırsatını buldum. Bu yazıda bir dijital tiyatro örneği olan Map to Utopia’yı öykü, oyun teorisi ve seyirci konumu bağlamında değerlendireceğim.
Map to Utopia: Kim, Nerede, Ne Zaman, Neden, Nasıl?
Map to Utopia Ceren Ercan, Frank Heuel, Mark Levitas, Annika Ley, Fehime Seven’in bir araya gelerek konseptini geliştirdikleri uluslararası bir performans. Hikâye basit. Bir şehrin dört mahallesi var. Bu mahalleler dört renkle tanımlanıyor: Kırmızı, Mavi, Sarı, Yeşil. Her bir mahallede ise sakinler, bu sakinlerin başında mahalleleriyle ilgili bir sorun mevcut. Seyirciler hem çevrimiçi iletişim platformu Zoom aracılığıyla hem de bilgisayarlar ve ekranlarla dolu oyun alanından performansa katılabiliyorlar. Her iki alanda da bulunan seyirciler bahsettiğim dört mahallenin sakini konumundalar. Seyirciler akıllı telefonlarına indirdikleri “Map To Utopia” adlı uygulama sayesinde oyun yapımcıları tarafından kendilerine tanımlanan profille yani karakterle tanışıyor. Karakterin telefonunda bulunan bilgiler sayesinde onun adını, mesleğini, yaşını, evli olup olmadığını, hobilerini vs. öğreniyor. Karakterinin galerisinde dolanarak neleri anı olarak biriktirdiğini keşfediyor. Not ettiği anıları, programında olan işlerini okuyarak karakterin bir günün nasıl geçtiğine, onu derinden etkileyen olayların neler olduğuna dair verileri topluyor. Cep telefonunda bulunan bilgiler karakteriniz oluyor bir nevi.
Kendinizi tanıdıktan sonra mahallenizde çıkan sorunu çözmek için diğer sakinlerle belirli buluşmalar yapıyorsunuz. Tabii bu buluşmaların anlaşmaları en zor olan ikililer ve üçlüler arasında olduğunu belirtmem gerekir. Fakat buluşmalar sadece aynı mahalle sakinleri arasında kalmıyor. Diğer mahallelerde bulunan karakterler ile de bir araya gelip o bölgenin sorunlarını dinleyebiliyor, çözümleri beraber düşünebiliyorsunuz.
Bütün bunlar olurken eş zamanlı olarak size mahallelerin “ruhları” eşlik ediyor. Geçmişten de gelecekten de olan bu zamansız ve tanımsız ruhlar size mahallenizi tanıtıyor. Mahallenin tarihi, sınıfsal yapısı, yaş aralığı, dokusu, ritmi vs. bütün unsurlar ruhların anlattıklarıyla bize ulaşıyor. Dört ruhun da temel bir derdi var: Mahallelerinde yaşayan sakinler duvarları yıkıp birbirine ulaşabilecek mi? Birbirlerini duyabilecek ve anlayabilecekler mi? Ruhların yanı sıra bir de bütün oyunun moderasyonunu üstlenen ve bizi yönlendiren, yönlendirirken performansın üst cümlesini analojiler kurarak aktaran bir moderatör bulunuyor.
Özetle zamansız bir anda, sanal ve gerçek düzlemde buluşan seyircilerin karakterleri canlandırdığı, mahallelerindeki bir sorunu çözmek için yuvarlak bir masaya oturdukları veya dikdörtgen bir ekrana yerleştikleri bir oyun alanı Map to Utopia.
Batılı Anlamda Geleneksel Tiyatro Bağlamında Map To Utopia
Aristoteles “Poetika” adlı eserinde tragedyanın altı başat unsurunu sıralar: Olay örgüsü (plot), düşünce, karakter, sözel ifade, sahne düzeni, ezgi düzme. Ancak tragedya için bu altı unsur arasından en önemli olanı olay örgüsüdür. İnsanın taklit ederek öğrendiği ve bu öğrenmeden haz duyduğunu savunan Aristoteles, tragedyanın bir eylemin taklidi olduğunu savunur.[1] Bu eylemin bir başlangıç sebebi ve bu sebepten hareketle doğurduğu yan eylemler olmalıdır; bu yan eylemler ise olay örgüsünü sonuca götürmelidir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse Aristoteles’e göre bir tiyatro oyununda olayı başlatan bir neden ve bu nedenle bağlantılı bir sonuç olmalıdır.
Tiyatro tarihinin başından günümüze kadar gücünü koruyan bu yaklaşıma yirminci yüzyılda bir soru işareti konmuştur. Yirminci yüzyılda fiziksel/ikonik olanın, yani imgenin ön plana çıktığı, öykünün arka planda kaldığı post dramatik metinler gündeme gelmiştir. Batılı anlamda geleneksel tiyatrodaki temsil krizine bir yanıt oluşturmak post dramatik metinlerin asıl hedefidir: Gelenekselleşmiş yapıda tiyatro metni seyirciyi başka bir zamana ve zemine taşır; bu da seyircinin bugünü ve mekânı ile uyuşmama ihtimalini bünyesinde barındırır. Bu sorunu çözmek amacıyla dramatik yapıların bozulduğu, öykünün değil imgenin dert anlattığı bir yapı kurulur.[2]
Map to Utopia’yı bu iki yaklaşım bağlamında değerlendirme niyetindeyim. Yukarıda da bahsettiğim gibi Map to Utopia’da seyirci dört mahallenin ve karakterlerin hikâyelerine konuk ediliyor. Mahallelerde bulunan sorunlar ortaya çözülmesi gereken bir problem açığa çıkarıyor. Bu problemi ise oyun ekibinin geliştirdiğini tahmin ettiğim karakterleri taklit eden bizler, yani seyirciler çözüyoruz. Her bir karakterin ayrı bir hikâyesi var: Şehirle kurduğu ilişki, geçmişi, bugünü, yarını… Her birinin hikâyesi belli. Bu anlamda ortada çözülmesi gereken bir problem olduğunu ve bu problemi çözmek için karakterler olduğunu söylemek mümkün. Bu karakterler yukarıda da belirttiğim gibi belirli aralıklarla bir araya geliyor ve kendi hikâyelerine göre probleme yönelik çözüm üretiyor, tartışmalar yapıyor. Sorunun çözülüp çözülmeyeceği tamamen seyircinin elinde. Örneğin ben, sarı mahallenin bir sakiniydim. Oradan başka bir sakin ile bir araya geldim. Ancak bu sakin benim hayat tarzım ve isteklerimle tamamen çelişen bir sakindi. Mahallemizde bizi yakıcı bir şekilde etkileyen problemi çözmeye yönelik orta bir yol bulduk. Ancak bu bütün gruplarda bu şekilde ilerlemedi. Seyirciler küçük gruplar halinde problem üstüne tartıştıktan sonra bütün mahalle olarak bir araya geldiğinde anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Mahallenin ruhları sakinlerin argümanlarını birer birer dinledi. Ardından bir diyalog zemini kurulduğunu analojiler eşliğinde belirtip performansı sonlandırdılar. Mahalledeki problemin tam anlamıyla bir çözüme ulaştığını söylemem mümkün değil; ancak asıl hedefin bu olduğunu söylemek de doğru olmaz. Seyircilerin, farklı kişilerin bir araya geldiği, dijital ortamların devreye girdiği bir yapıda diyalog zeminin oluşması Map to Utopia’nın asıl hedefi olarak kurgulanmış.
Bu bağlamda değerlendirdiğimizde tam olarak belirli tiplerin temsil edildiği, bir hikâyenin kapanmadığı ancak bir durumun oluştuğu bir yapı karşımıza çıkıyor Map to Utopia’da. Dijital unsurların devreye girdiği ve Aristocu bir yaklaşımla ele alınmış yapılarla karşılaşmak mümkün mü sorusu ise yakıcı bir şekilde yankılanıyor.
Oyuncu Olarak Seyirci
Türkçede “oyun” kelimesi (game) iki temel anlam barındırmaktadır. TDK’nın Güncel Türkçe Sözlüğü’ne göre oyun; 1) Yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence 2) Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi anlamlarına gelir. Bu bağlamda “oyuncu” kelimesi de anlam bakımından kendi içinde çeşitlenmektedir: 1) Herhangi bir oyunda oynayan kimse 2) Sinema, perde veya bir gösteride rol alan sanatçı, aktör, aktris 3) Oyunu seven… Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse Türkçede bir eğlence aktivitesi olan oyun ve bir sahne sanatı olan oyun iç içe geçmiş anlamlar barındırır. Bu anlamda İngilizcedeki oyun (game) ve tiyatro oyunu (play) anlamının Türkçede iç içe geçmiş olması bize etkileşimli tiyatroda seyircinin konumunu anlamamızda kolaylık sağlar.
Bu tanımları cebimde tutarak Map to Utopia’nın ardından, ertesi gün gerçekleştirilen seminerler dizisine katıldım. Konsepti geliştiren grup arasında yer alan Fehime Seven’in gerçekleştirdiği “Where Do The Games and Theatre Encounter” (Oyun ve Tiyatro Hangi Noktada Kesişir) adlı sunum özellikle dikkatimi çekti. Oyun ve tiyatro gibi iki ayrı yapı olarak görünen aktivitelerin aslında ortak birçok unsur barındırdığını “game mechanic” (oyun mekaniği) mekanizması üzerinden inceliyor Seven. Oyun mekaniği oyuncunun belirli kurallar dahilinde kendi iradesiyle oyun dünyasında bulunan bir problemi çözmesi doğrultusunda kuruluyor. Belli başlı oyun türleri olabiliyor ki bu oyun türleri çocukluğumuzda oynadığımız oyunlardan ayrışmıyor: Bir şeyleri arayıp bulma, saklama; bir şeyleri toplama, harcama, kontrol etme; eşleştirme. Oyun mekaniğinin bir tiyatro oyununda keşfedilmesi hem oyuncular hem de seyirciler için önemlidir. Seven, seyircinin doğrudan “oyuncu” olarak yer aldığı tiyatro oyunlarında bütün bu dinamiklerle beraber izleyenin durağan bir konumdan aktif bir konuma geçtiğini belirtiyor. Önemli olan seyircinin/oyuncunun aldığı hamleler ile birlikte oyunun hikâyesini etkilemesi/değiştirmesi.
Seven’in çizdiği çerçeve ile birlikte Map to Utopia’ya baktığımızda tam olarak bu çerçevenin karşılandığını söylemek mümkün. Oyun içinde seyirci belirli kurallarla çevrilidir. Bu kurallar onlara karakterleri doğrultusunda gelir. Seyirci cep telefonları aracılığıyla tanıştıkları karakterlerinin özelliklerini göz önünde bulundurarak çözüm yolu aramalıdır. Bilgileri toparlamalı, elinde olanları kontrol etme ve yönlendirmelidir. Sorunun çözülüp çözülmeyeceği tamamen onun elindedir. Bu anlamda seyirci Türkçede birden fazla anlam barındıran “oyuncu”ya dönüşür Map to Utopia evreninde; hem herhangi bir oyunda oynayan kişi hem de sanatçı, hikâyeyi anlatan kişi. Bu anlamda seyirlik bir gösteriden/oyundan ziyade seyirciler arasında diyalogların kurulduğu bir performans Map to Utopia.
Homo Ludens adlı kitabında Johan Huizinga oyunun temelinde bir özgürlük ve eğlenme hissinin verdiğini belirtir. Map to Utopia belirli kurallar çerçevesinde seyirciye bir özgürlük alanı tanımakta. Ancak bir önceki bölümde de belirtildiği gibi mahallelerde bulunan soruna dair herhangi bir net bir çözüme ulaşılmaması oyunun sonlanmadığı hissini uyandırdı bende. Burada haklı bir soru ortaya çıkabilir: Oyun sonlanmak zorunda mıydı? Belki değildi. Ancak sonuçlanması belki de tercihlerimizin sonuçlarını ve etkilerini görmemiz için bir alan sağlardı.
Bütün bunların yanı sıra, dijital unsurların Map to Utopia içinde nasıl konumlandığını da belirtmek faydalı olacaktır. Zoom ve cep telefonumuza indirdiğimiz “Map to Utopia” uygulaması farklı mekânlarda bulunan seyircilerin buluşması için sınırlar ötesi bir buluşma alanı sağlıyor. Günümüz iletişim biçimlerinin bu sanal ortamlar üzerinden kurgulandığı göz önüne alındığında buraların buluşma noktası olarak kurgulanması, dijital sahneyi kurması çok önemli. Aynı zamanda Map to Utopia’nın amacı ve anlatısı ile de uygunluk içerisinde. Ancak bu iletişim araçlarının bir buluşma noktası olma dışında başka herhangi bir anlam ve amaçla kullanılıp kullanılamayacağı bir soru işareti olarak zihnimde belirdi. İnsanlar buluşma noktası ve iletişim kurma aracı olma dışında hangi amaçlarla bu sanal ortamlarda bulunuyor, bu ortamlara nasıl anlamlar yüklüyor? Bu gibi sorular belki de değişen iletişim modelimizin gözden geçirilmesi ve bireysel gözüken bu toplumsal mekânın dinamiklerini analiz etmemiz için yol gösterici olacaktır.
[1] Bkz.: “POETİKA: Şiir Sanatı Üzerine” https://www.mimesis-dergi.org/2007/10/poetika-siir-sanati-uzerine/
[2] Bkz.: “Dijital ve Tiyatro İlişkisi Üzerine – 2” https://www.art-izan.org/kultur-sanat/dijital-ve-tiyatro-iliskisi-uzerine-2/