Naz Vardar’ın “İstanbul’da Karnaval Kutlamaları: Apokries ve Baklahorani’nin Değişen Algısı ve Deneyimi” Yüksek Lisans Tezi Sunumu Notları

Kadıköy’ün geçmişten bugüne tarihini, sosyolojik ve kültürel yapısını, kültürel çoğulcu bir perspektifle tanımak, anlamak ve yorumlamak amacıyla başlattığımız “Kadıköy’ün Sesleri” alan araştırmamızın önemli temalarından biri de açık hava eğlenceleri… Kuşdili Çayırı, Papazın Çayırı, Haydarpaşa Çayırı, Uzunçayır gibi açık hava mekânlarıyla ünlenen, tarih boyunca İstanbul’un farklı bölgelerinden gelen insanların buluşma ve eğlencelerine ev sahipliği yapan Kadıköy’ü anlamak, bu mekânlarda icra edilen eğlence biçimlerini, şenlikleri ve çok çeşitli sanatsal gösterileri de tanımayı ve anlamayı gerektiriyor. Ahmet Rasim, Osman Cemal Kaygılı, Sermet Muhtar Alus, Adnan Giz gibi çok kıymetli yazarların geçmiş yıllardaki gözlemleri ve notları yanında, günümüzde yürütülen İstanbul çalışmalarının da Kadıköy kültürünü tanımada önemli bir yerde durduğunu düşünüyoruz. Bu amaçla katıldığımız sunumlardan biri olan, sevgili Naz Vardar’ın “İstanbul’da Karnaval Kutlamaları: Apokries ve Baklahorani’nin Değişen Algısı ve Deneyimi” isimli tez sunumu, konusu Tatavla’ya özgü Baklahorani karnavalı olsa da İstanbullu bir eğlence anlayışının izlerini sürmemiz açısından çok bilgilendirici oldu bizler için.

İlgili sunum, 12 Mart 2021tarihinde “zoom” üzerinden katılan bir dinleyici topluluğuna gerçekleştirildi. Sunumda, geç Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi İstanbul’unda değişmekte olan karnaval deneyimi ve algısı ele alınırken, nostaljik yaklaşımlar ve yeniden canlandırılma girişimleri sorunsallaştırılarak, Apokries ve Baklahorani, dönüşüme uğradığı sosyo-politik bağlam içinde anlatıldı. Vardar’ın, karnaval deneyimini içeriden bir bakış açısı benimseyerek, sözlü tarih görüşmeleri aracılığıyla gerçek öznelerin sesinden dinlemeyi amaçlamış bir araştırma yürütmesi sunumda dikkatimizi çeken unsurlardan biri oldu.

İstanbul’daki karnaval kutlamaları kimliklerin, fikirlerin ve hafızaların kamusal ifadesi için bir fırsat sağlamaktaydı. Fakat erken Cumhuriyet döneminde karnaval eğlencelerinin mekânsal bir genişleme elde etse de sosyo-politik gelişmeler sebebiyle kamusal alanda olumsuz bir algı yarattığını da biliyoruz. Bu algının 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan travmalarla birlikte daha da güçlendiğini ve sonuç olarak Apokries ve Baklahorani’nin kamusal alandan özel alana çekilerek, karnavalesk bir eğlenceden Rum cemaatinin anma amaçlı bir ritüeline dönüştüğünü görüyoruz.

 

 

Sunum Notları…

Vardar sunumuna, 1940’larda kaybolduğu gözlenen Karnaval-Apokries, Baklahorani-Apukurya geleneğini etimolojik ve tarihsel olarak inceleyerek başlıyor. Karnaval sözcüğü “karne vale” yani etten uzaklaşmak anlamına geliyor. Paskalya’dan önceki 40 günlük oruçtan 3 hafta evveli karnaval olarak kutlanıyor. Yani perhize (Lent) girmeden önceki son eğlence.

Bu gelenek, Pagan dönem, Antik Yunan ve Mezopotamya gelenekleri ile 19. yüzyıl Rönesans Katolikliğinin iç içe geçmiş bir hali olarak değerlendiriliyor. Karnavalın Kilise’yle çatışma içinde olsa da dini takvime bir eklemlenme çabası olduğu da görülüyor.

İstanbul’daki karnavalın daha çok Ortodokslukla ilişkili olduğu, Yunancada karnaval anlamına gelen Apokries’in Şubat veya Mart ayında kutlandığı ifade ediliyor. Ortodokslar üç hafta boyunca perhize hazırlık yapıyorlar, fakat karnaval Temiz Pazartesi’ye (Kathara Deftera) sarktığı için çelişkili bir yapı da arz ediyor.

Baklahorani ise Tatavla Panayırı’nın diğer adı. Temiz Pazartesi Panayırı adıyla da kutlanan Baklahorani, yalnızca Tatavla’ya özgü bir karnaval olması nedeniyle özel bir yerde duruyor.

Vardar sunumunda Baklahorani’yi de etimolojik olarak inceliyor:

Bakla+horani

“Bakla”nın bildiğimiz bakla sebzesi olduğunu, fava olarak perhiz döneminde tüketilmesinden dolayı anılıyor olabileceğini aktarıyor.

Horani içinse iki görüş mevcut. Biri “hudern”den (Farsçada yemek yemek) geldiği, diğeri ise “horos”tan (Yunancada dans) geldiği yönünde.

Teorik Çerçeve

Tez çalışmasında, Alessandro Falassi’nin festival tipolojileri değerlendirmesi inceleniyor. Falassi festivali, dini ve seküler olarak ayrılan; şehirli; saraydan farklı olarak halk tarafından halk için yapılan; normalin dışında davranma özgürlüğünü sağlayan kısıtlı bir zaman ve mekâna özgü; yemek yemek, kılık değiştirmek, maske takmak, kostüm giymek gibi özgürleştirici eylemlerin yapıldığı; dans, müzik, oyun, sataşma gibi eğlencelerin icra edildiği bir kavram olarak tanımlıyor.

Mikhail Bakhtin’in “karnavalesk” kavramından da yararlanılıyor: Kahkaha ve mizahın ön planda olduğu, sınırların bulanıklaştığı bir altüst olma hâli…

Kaynaklar

Naz Vardar, tez çalışmasında Gayrimüslim eğlencelerine dair kaynak bulmakta zorlandığını, bu eğlenceleri anlayabilmek için şehrin Rum tarihine de bakmak gerektiğini ifade ediyor.

Çalışma süresince İstanbul’daki Fransızca ve İngilizce gazeteleri; tarihi 1870’lere dayanan Rumca Neologos ve Tahidromos gazetelerini (Atatürk Kitaplığı’nda mevcut) ve özellikle İstos ve Aras yayınlarının anı kitaplarını incelemiş. Bu anı yazarları arasında Giovanni Scognamillo, Haris Spataris, Yorgos Zarifi, Said Duhani, Fredrich Schrader gibi isimler mevcut. Sözlü tarih görüşmelerini de Marianna Yerasimos, Sula Bazis, Akillas Milas ve Hüseyin Irmak’la yürütmüş.

Vardar’ın tezi 1850’lerden başlıyor. O dönemin Tatavla’sının özerk yapıda ve ağırlıklı olarak Rum Ortodoks nüfustan oluşan bir mahalle olduğu görülüyor. Bu dönemde bir taverna-meyhane kültüründen söz edilebiliyor. 20. yüzyıl başına doğru mahalleye Ermeniler ve başka Hıristiyan topluluklar da geliyor. Bölgenin coğrafi bakımdan kırlık bir alan olduğu ifade ediliyor. Sınıfsal bakımdan ise daha çok işçi ve orta sınıfın yaşadığı bir bölge burası.

Pera ve Galata ise şehrin Avrupalı mahalleleri. Birahaneler, barlar, mağazalar, Batılı eğlence merkezlerinin olduğu bu bölge daha çok orta üst ve zengin sınıfı ağırlıyor.

Bu iki bölge, farklılıklarına rağmen birbirinden izole değil. Karnavallar kaynaşmayı ve her iki bölgeden diğerine insan akışını sağlıyor. Ayrıca çevre semtlerden, vapurlarla Anadolu yakası ve Adalardan da bir akış mevcut. Ek bilgi olarak, Kartal ve Maltepe’deki Rumların daha çok Heybeliada karnavalına gittiği belirtiliyor.

Tüm bu insan akışı Tatavla’da son buluyor. İstiridyeciler, meyhaneler, parklar dikkat çeken eğlence unsurları… Tatavla’daki karnavala Gayrimüslimler dışında imamların, dervişlerin ve külhanbeylerinin de katıldığı görülüyor.

Genelevler de karnavala dahil oluyor. Zaman zaman kostümler/maskeler dolayısıyla hayat kadınları ile karnavala katılan diğer kadınlar ayırt edilemez hale geliyor. Bu da genel olarak kadınların daha serbest hareket etmesine, tek gecelik ilişkiler yaşamasına olanak veriyor, birtakım dedikodulara da yol açıyor tabii ki.

Maskaralar karnavalın dikkat çeken en önemli unsurlarından biri. Maske takarak kostüm giymek, maskara olmak anlamına geliyor. Bu gelenekte İtalyan etkilerinden söz edilebiliyor. İtalyan komedyasındaki Domino-siyah pelerinler burada da görülüyor. Ayrıca Batılı renkli maskeler yanında kırsal/yerel maske ve kostümler de kullanılıyor.

Bu görüntü zamanla devletin de dikkatini çekmeye başlıyor. 1901 tarihli bir resmî belgede bu kostümlerin Yunan millî kıyafeti olduğu belirtilerek Ermenilere bu konuda dikkat edilmesi uyarısında bulunuluyor.

Bu gibi toplumsal gerilimler, kadınların renkli ve açık kıyafetleri, cinsiyet değiştirme, festivale Müslümanların da katılması gibi etkenler festivali devlet nezdinde tehlikeli arz ediyor.

 

 

Performanslar-Oyunlar

Vardar’ın aktardığı kadarıyla, karnavallarda farklı oyunlar dikkat çekiyor.

Vapur Oyunu: Pera’da, başında sahte bir kaptanın olduğu kocaman bir vapur maketi kuruluyor. İnce tahta ve mukavvadan inşa edilen bu vapur maketine insanlar bilet alarak girip, içindeyken poz vererek fotoğraf çektiriyor. Vapur o dönem İstanbullular için önemli bir yeniliği ve teknolojik gelişmeyi temsil ediyor. Kentliliğe dair bu değişimin onlara yeni davranış setleri ve bir zaman çizelgesi getirdiğini de ekliyor Vardar.

Hamal Oyunu: Bu oyunda hamallarla dalga geçiliyor. Önceleri ağırlıklı olarak Bitlis ve civarından Ermenilerin üstlendiği bu iş, Osmanlı Bankası baskınından sonra Kürtlere veriliyor. Böylece şehirde göçmenlerin nüfusu artıyor. Bu da toplumsal gerginlikler için bir katarsis etkisi yaratıyor.

Karnaval benzeri eğlenceler konusunda erken Cumhuriyet döneminde bir genişleme yaşanıyorsa da ayrımcı söylemler artıyor. Karnavalın Ramazan’la aynı döneme denk gelmesi, Beyoğlu’nda Ramazan ve karnavalın yan yana kutlanması dikkat çekmeye başlıyor.

1940’larda bu tarz “anti” söylemler sertleşmeye; Yunan milliyetçileri, işgal, savaş gibi ifadeler ön plana çıkmaya başlıyor. Ötekileştirme, aykırılık ve suçla ilişkilendirme gibi yaklaşımlara Gayrimüslim maskaraların sarhoşluğu ve Müslümanlarla kavgaları da bir gerekçe olarak gösteriliyor.

1941’de karnavalın yasaklandığı söyleniyor ama böyle tepeden inme bir yasakla karşılaşmıyoruz. Gayrimüslim toplum, yaşadığı travmalar, yer isimlerinin değiştirilmesi (Tatavla-Kurtuluş) gibi ayrımcılıklar, Trakya olayları, Varlık Vergisi gibi uygulamalar nedeniyle güvenlik kaygıları taşıyor ve cemaat, eğlencelerini iç mekânlara çekiyor. Bundan böyle bu eğlenceler toplumsal ve performatif bir hatırlama etkinliğine dönüşüyor. Kimi zaman büyükannelerin dilinde masalsı ve bulanık anlatılar olarak yerini alıyor.

2000’lerin sonundan itibaren gerçekleşen Baklahorani’yi kamusal alanda yeniden canlandırma girişimleri ise ne yazık ki kısa süreli ve Türkiye’deki sosyo-politik iklim tarafından kısıtlanan deneyimler olmaktan ileri gidememiş durumda.