Bu yazıda 12-28 Eylül 2020 tarihleri arasında basında yer alan haber ve söyleşilerden yola çıkılarak yaz dönemi biterken yeniden yükselişe geçen yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgınının kültür-sanat alanına yansımaları ele alınmaktadır. İçerik oluşturulurken Kültür-Sanat Gündemi Çalışma Komisyonu’nun söz konusu dönemdeki kültür-sanat haberlerini değerlendirdiği toplantı temel alınmıştır. İlgili haber akışına buradan ulaşılabilir.
Hatırlayacak olursak Covid-19 salgınıyla mücadele için alınan tedbirlerin gevşetilmesi kararı, geçtiğimiz Mayıs ayında alışveriş merkezlerinin açılmasıyla başlamıştı. Kuaförlerin, otellerin, restoranların yeniden faaliyete başlamasıyla aşama aşama gelişen bu süreç, Temmuz ayına girerken kültür-sanat sektöründeki ‘’normalleşme’’ adımlarının önünün açılmasıyla devam etti. Salgın tehlikesi henüz tam olarak geçmemişken atılan bu adımların, halkın ihtiyaçlarını gözeterek ama tabii ki sağlık sistemini zora sokmadan, bazı ek tedbirler eşliğinde sürdürülmesi gerekiyordu.
Bu dönemde, kültür-sanat sektöründe sosyal mesafe ve hijyeni temel alan bazı yeni kurallar eşliğinde -yaza özgü sıcak iklim koşullarının da etkisiyle- açık alan gösterileri, arabalı konserler, küçük performanslar ve/veya düşük yoğunluklu festival etkinlikleri öne çıktı.
Bu süreç biraz da ‘’deneyip görelim’’ mantığıyla belli bir tempoda ilerlerken, yaz sonuna doğru ülkenin her yerinden koronavirüsle ilgili pek de iç açıcı olmayan haberler gelmeye/artmaya başladı. Bir türlü tam sönümlendirilemeyen virüsün birinci dalga yayılımı yeni bir tepe noktasına doğru ilerlemekte, vak’a sayısı hızla artmaktaydı. Tedbirler gevşetilirken yaşanan aksaklık, özensizlik ve dikkatsizlikler, sağlıklı bir şekilde yönetilemeyen bir sürece işaret ediyordu. Yeni tedbirler ve açıklamalar gündeme gelmeye başladı.
Kültür-sanat sektörünü doğrudan etkileyen ilk açıklamalardan biri, İstanbul Valiliği tarafından yapılan ve 14 Eylül 2020 tarihinden itibaren açık alanlarda yapılacak konser, gösteri, festival gibi etkinliklere izin verilmeyeceği kararının duyurulduğu açıklama oldu. Bu karar, sektörün yoğun tepkilerini de beraberinde getirdi.
Tepkilerin çıkış noktası, söz konusu kısıtlamaların sektörde sadece konserleri kapsaması ve bu kararlar alınırken temel geçim kaynağı konserler olan binlerce müzik emekçisi için kapsamlı ve tatmin edici bir destek programının öngörülmemesiydi.
Bu dönem tepki çeken bir başka girişim de aynı hafta içinde Kültür Bakanlığı’ndan geldi. Bu yıl destek olunacak özel tiyatroların listesi açıklandığında, tiyatro alanında faaliyet göstermeyen ya da henüz iki ay önce kurulmuş olan şirketlere destek verilirken, pandemi yüzünden borçlu olan nitelikli tiyatro topluluklarının kapsam dışında bırakıldığı görüldü. Dağıtılan yardım oranlarındaki adaletsizlik de bir başka dikkat çekici nokta olarak karşımıza çıktı. Liste açıklanır açıklanmaz, bu listede yer alan kurumların neye ve hangi kriterlere göre seçildiği; liste dışında kalanların neden dışarıda bırakıldığı gibi sorular hızla gündemler arasındaki yerini almaya başladı.
Konserlerin yasaklanması ama tam olarak gerekçelerin dillendirilememesi; kültür bakanlığının destek listesinin açıklanması ama bu listenin kriterler açısından birçok soru işaretini beraberinde getirmesi; kültür-sanat sektörü çalışanlarının vergi borçları ya da Sgk borçlarına yönelik kolaylaştırıcı uygulamaların devreye alınmaması; geçmişten gelen telif yasalarındaki eksiklerin giderilmemesi… gibi sorunlar giderek birikmekte. Tabii geçim sorunu yaşayan ve temel ihtiyaçlarını giderecek maddi bir gelirden uzak kalan sanatçıların sanatlarına odaklanması, yeni üretimler yapması, günlük rutin alıştırmalarını düzenli olarak sürdürmesi de kolay olmuyor. Şimdiden birçok sanat emekçisinin kendince bir çözüm geliştirmeye çalışarak farklı mesleklere yönelmeyi denediğini görmekteyiz. Bu süreç böyle devam ederse, kültür-sanat sektörünün hem niteliksel hem de niceliksel olarak büyük bir darbe alacağını / almakta olduğunu görmek çok da zor olmasa gerek.
Sorumluluk sahibi, insan sağlığını ön planda tutan merkezi otoritelerin pandemi koşullarına uygun, ‘’yeni’’ yaşam kurallarını oluşturup bunların uygulanmasını düzenli olarak takip etmesi; bu yeni koşullardan negatif etkilenen kesimlere adaletli, şeffaf ve planlı bir şekilde destek olması en büyük temennimiz; ama henüz bu konuda tatmin edici gelişmeler göremedik. Aksine, pandemi döneminde bile adalet ve şeffaflık duygularını incitebilecek yaklaşımlarla karşılaşabiliyoruz.
Böyle bir ortamda sessiz kalmak ya da sadece uzaktan serzenişlerde bulunmak gerçekten çok büyük ve tehlikeli bir lüks. Sistematik bir dayanışma ağı kurmak ve aynı zamanda talepleri derli toplu bir şekilde ilgili resmî kurumlara iletip sonuçların da takipçisi olmak adına meslek birlikleri, sendikalar, dernekler, belediyeler, bireysel inisiyatifler… etrafında şekillenen büyük bir koordinasyon ağının kurulması ve sektör içi temasın artırılması çok önemli bir yerde duruyor.