15 Eylül – 14 Ekim 2021 tarihleri arasında kültür-sanat alanında meydana gelen gelişmeleri sansür ve baskılar, yeni sahneler ve festivaller ve toplumsal cinsiyet başlıkları altında değerlendirdik. Bu dönemin haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.

Baskı ve Sansür

Cumhurbaşkanı Erdoğan sosyal medyayı bir “bela” olarak tanımlayıp sosyal medyanın toplumun önemli bir tahrik unsuru olduğunu belirtti. Aynı konuşmasında öğrenci kulüpleriyle ilgili bir vurgu olması ise Erdoğan’dan sık sık duyulan bir konu olmadığı için ilgi çekici olarak nitelenebilir. Erdoğan konuşmasında öğrenci kulüplerine katılımı teşvik ederken sosyal medyadan uzak durmayı öğütledi. Sosyal medyayla ilgili bu eleştirilere, platformların kamuoyunda yankı uyandırmak için etkili olması ve bir söylemi çok hızlı bir şekilde yaygınlaştırabilmesi sebep gösterilebilir. Bir yandan Erdoğan “sosyal medya ile işim olmaz” dese de iletişim başkanlığının kurulması ve kendisinin basketbol oynadığı videonun paylaşılmasıyla hesabının aktif olarak kullanıldığı da görülebilir.

Afganistan Milli Müzik Enstitüsü Taliban tarafından işgâl edildi ve sınıfları koğuş olarak kullanıldı. Afganistan’dan gelen bir Taliban heyeti davet üzerine Türkiye’ye gelip Dışişleri Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görüşmelerde bulundu. Saat 12’den sonra müzik yasağının hâlâ geçerli olduğu Türkiye’deki devlet yetkilileri, Taliban yetkililerine kadınların ve kız çocuklarının eğitimi ve iş hayatına katılması yönünde tavsiyelerde bulundu. Bu görüşme özellikle kadınlar ve kadın örgütleri tarafından eleştirildi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi bünyesinde gerçekleştirilen Dünya Belediyeler Birliği Kültür Zirvesi’ne “Dervish in Progress” gösterisiyle katılan dünyaca ünlü dansçı Ziya Azazi AKP ve MHP’li isimler tarafından “çıplak semazen” olarak hedef gösterilmesiyle gündeme geldi. Bahçeli tarafından da “Batsın sizin modernliğiniz” tepkisiyle karşılaşan İzmir Büyükşehir Belediyesi ise sosyal medyada yaptığı açıklamada dinî değerlerle oluşturulmaya çalışılan algıyı ön plana almış görünüyor. Azazi’nin ise yaptığı açıklamada bunun aksine apolitik olduğuna dair ifadeler yer alırken genel olarak dansını açıkladığı söylenebilir.

Boğaziçi Üniversitesi Gündemi

Boğaziçi Üniversitesi’nde geçtiğimiz dönemde sinema, televizyon ve müzik alanında bazı derslerin kapatılması, Can Candan’ın görevine son verilmesi; kapatılan ve gözden çıkarılan alanın kültür-sanat olması yönüyle sosyal medyada dikkat çekti. Can Candan ise açık dersi için geldiği kampüse atanmış rektör Naci İnci’nin talimatıyla alınmadı.

Ayrıca BÜ kampüsünde ders saatleri tartışmaları da dikkat çekiyor. Birçok öğrencinin aldığı kitle dersleri dahil olmak üzere bazı ders saatlerinin fakülte ve bölümlere danışılmadan akşam saatlerine kaydırılmasıyla öğrencilerin sosyal yaşam, kültürel ve sanatsal faaliyetler ile kulüp etkinliklerine katılımının olumsuz bir şekilde etkileneceği öngörülebilir.

“Beyoğlu’nu Geri Alıyoruz” tartışması

Birkaç haftadır sosyal medyada yürütülen “Beyoğlu’nu Geri Alıyoruz” tartışmasını dikkatli bir şekilde ele almak gerekiyor. Beyoğlu’nun “eski atmosferinden” epey uzaklaştığı ve betonlaşmanın pençesine düştüğü aşikâr ancak bu konudaki söylemlerin ırkçı bir noktadan göçmen ve mülteci karşıtlığıyla kesişim noktalarının ayırdına varmak gerekiyor. Sosyal medyadaki tartışmalarda da sık sık hatırlatılan ve işaret edilmesi gereken bir diğer nokta da Beyoğlu’nun Rum ve Ermeni nüfusun elinden sökülüp alınmış bir yer olduğu gerçeği. Beyoğlu’nun eski hâlinden uzaklaşması eleştirilirken “eski hâllerden” birinin de bu olduğu atlanabiliyor. Konuyla ilgili bu yazı incelenebilir.

Beyoğlu, bellek mekânı ve hafıza kaybı konularında ise Arafta Bir Beyoğlu çalışması incelenebilir.

Toplumsal Cinsiyet

Sosyal medyadaki linç kültüründen payını alan Tuba Torun’un stadyumların şehir dışına taşınması tartışmasını açması ve karşılaştığı sert tepkiler bir kez daha özellikle futbol camiasının cinsiyetçi dili ne kadar kolay benimseyebildiği gerçeğini gözler önüne serdi. Fenerbahçe’nin yaptığı açıklama ise taraftarı sakinleştirmekten uzak bir noktada işlevlendi. Eşitlik İçin Kadın Platformu bu konuda yaptığı açıklamada “Cinsiyetçi dil, kadınlara karşı şiddeti meşrulaştırıyor. Sadece yöneldiği kadınlara -ve bazen erkeklere- değil, tüm sporculara, spor kulüplerine, spor müsabakalarına, herkese zarar veriyor.” dedi. Futbolun bu cinsiyetçi topa ne kadar rahat girebildiği konusunda bir diğer örnek de Beşiktaş taraftar grubu Çarşı’dan verilebilir. Taraftar grubu, Serdar Ortaç’ın eleştirilerine kendisinin dansöz kıyafeti giydirilmiş montajıyla karşılık vermişti.

Toplumsal cinsiyet alanındaki diğer gelişmelerden birisi ise tacizden dava edilen oyuncu Arda Aydın’ın dava sonucunda 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılması oldu. İBB Şehir Tiyatroları konuyla ilgili olarak İstanbul Sözleşmesi vurgusuyla biten bir açıklama yaptı. Açıklamada sürecin yakından takip edildiğine vurgu yapılırken faille ilişiğin kesildiği de belirtiliyor. Özellikle Elit İşcan davasından sonra bu karar önemli bir noktada duruyor.

Tamer Karadağlı-Nihal Yalçın Tartışması

Altın Portakal’da yer alan bu tartışmaya girerken ortaya çıkan birkaç soru var: en iyi kadın oyuncu ödülünü neden Tamer Karadağlı veriyor? Jüri üyeleri ve ödül verme sorumluluğu kimler tarafından belirleniyor? Bu tartışmaya başlarken bu sorulara yanıt aramanın kritik olduğu belli oluyor.

Nihal Yalçın’ın ödül kabul konuşmasını sabırsız jestlerle dinlerken lafını keserek ödülünü takdim eden Tamer Karadağlı’ya verdiği tepki ve Karadağlı’nın savunması sosyal medyada uzun uzadıya tartışıldı. Tamer Karadağlı, tepkilerin ardından yaptığı açıklamalarda konuyu bir şekilde HDP’ye ve Selahattin Demirtaş’a getirebildi. Devlet Bahçeli’den Pınar Altuğ’a uzanan bir skalada aldığı destekle milliyetçi duruşunu açıklamış olsa da aslında konunun ödül alan bir kadının arkasında duramamaya sebep olan motivasyonlar basitliğinde ele alınması gerektiği aşikâr. Bir diğer yandan biraz uzaktan bakacak olursak verilen iki tepkinin de PR çalışması olarak işlevlendiği de söylenebilir. Ödül töreninde vurgu alması gereken İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili konuşmalar olması gerekirken bunun böyle olamadığı görülüyor.

Sahne Destekleri

Bu sene destek alamayan sahneler listesinde Moda Sahnesi de yer aldı. Yıllardır Kültür Bakanlığı’ndan destek alamayan ve Bakanlık ile mahkemelik olan BGST Tiyatro, bu sene de yardım alacak özel tiyatrolar arasında yer almadı. Sosyal medyada yapılan açıklamada “Pek çok davada mahkeme BGST Tiyatro’yu haklı bulsa da Bakanlık hukuku hiçe sayarak aynı gerekçelerle yardım vermeyi reddediyor.” ifadeleri yer aldı. Desteklerin rekor miktarda olduğu söylense bile enflasyona bakınca yeterli bir miktar olmadığı görülüyor. Tiyatrolara destek süreci şeffaf işletilmiyor; kimin ne kadar destek aldığı bilinmiyor. Alamayanın neden, hangi kriterler yüzünden almadığı da açıklanmıyor. 

Burada dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta da “Bütün topluluklara destek verelim” söylemi. Bu, yeni bir politikayı işaret ediyor. Karşımızda geniş kesimlerin rızasını alıp meşruiyet kazanmaya çalışan bir yapı var. Kriterler nedir, liyakat kriteri işletilecek mi, bunlar gündeme alınmıyor;  sanatsal-mesleki tartışmaların önü kapatılıyor.

Aşı Sonrası Etkinlikler (konserler, tiyatrolar, vb.)

Yaz mevsimine girilmesiyle beraber kültür-sanat gündemi de değişti: Artık yüz yüze konserler, oyunlar, gösteriler -şartlar elverdiğince- mümkün hâle geldi. Farklı tema ve başlıklarla memleketin farklı yerlerinde etkinlikler, festivaller, açık hava şenlikleri yapıldı.

Müzik alanında bu tür açılımlar sağlanmış olabilir fakat tiyatro alanında -bazı girişimler olsa da- beklenilen ölçüde kapsayıcı bir süreç yaşanmadığını söylemek gerekiyor. Tiyatrocuların beklentisi, yazın daha verimli, aktif geçirilmesi yönündeydi fakat bu beklenti gerçekleşemedi.

Önemli bir soru şu: Belediyeler bu sokak festivallerinde, açık hava etkinliklerinde ajandayı oluştururken kültürel çeşitliliğe imkân tanıdılar mı? Türkiye’deki farklı dillerin, farklı kimliklerin, inançların temsilcilerinin ürünlerine bu sahnelerde yer verdiler mi? Etkinlikler planlanırken kültürel çoğulcu bakış var mıydı? CHP iki yıldır kültür çalıştayları organize ediyor. Mümkün olduğunca bu çalıştaylarda yer almak ve bu temaları gündeme getirmek gerekiyor. İnsanların gündeminde birçok şey var ama çokkültürlülük yok. En azından çalıştay sonuçlarını, raporlarını takip etmek, oralarda yer almak ve gündemlerimizi taşımak önemli bir yerde duruyor.

Etkinliklerin kapalı mekânlara alınmasıyla birlikte bizi neler bekliyor?

Önümüzdeki döneme dair bir belirsizlik; salon-seyirci kapasitesinin ne olacağına dair tartışmaların/verilen kararların netleşmemiş olması. Eylül sonunda Kültür Bakanlığı’ndan tiyatrolara, “tam kapasiteyle çalışabilirsiniz.” diyen bir yazı gelmişti. Birkaç hafta sonra, “Bilim Kurulu’nun son açıklaması bekleniyor.” diye bir yazı geldi. Resmî bir duyuru olmadığı söyleniyor ama çevrenize yayabilirsiniz, deniyor. Hangi kapasiteyle salonları açmak gerektiğini kimse bilmiyor. Şu an tam bir kaos yaşanıyor. Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları yarı kapasiteli oynuyor; onlar zaten ödeneklerini alıyorlar. Özel tiyatrolar ise kaderleriyle baş başa bırakılmış durumda. Aslında ideal olan tabii ki tiyatroların yarı kapasiteli bilet satması, devletin boş koltukların parasını asgari de olsa ödemesi ve tiyatrolara destek olması.

Konserler açısından da durum net değil. Ekim sonuna kadar açık havalarda etkinlikler yapılacak gibi planlanıyor. Yağışlarla birlikte kapalı salonlarda konserler olabilecek mi, tam kapanma riski var mı, bilinmediği için büyük kapalı salonlar beklemede. Ayakta seyirci alan bazı konser mekânlarında ise kapalı olmasına rağmen seyircinin maskesiz, dip dibe olduğu, pandeminin başında gündemde olan kontrollerin yapılmadığı gözlemleniyor. Bu anlayışla devam edilirse Kasım ayından itibaren bu kontrolsüzlük/denetimsizlik öne sürülerek kapalı konser mekânlarında konser yapılması tamamen yasaklanabilir. Mekânların bu önlemleri alması gerekirdi/gerekir. Böyle yaparak önümüzdeki dönem tüm kapalı salon konser olasılıkları riske atılmış oluyor.