21 Mart – 6 Nisan 2022 tarihleri arasında kültür-sanat alanında meydana gelen gelişmelerin değerlendirildiği bu yazıda Rusya-Ukrayna savaşının yansımaları, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde Türkiye’deki tiyatroların talepleri, gece 12’den sonra müzik yasağıyla ilgili gelişmeler ve Oscar ödül töreni yer alıyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı
24 Şubat’ta başlayan Rusya’nın Ukrayna işgali devam ediyor. Ukrayna ile dayanışma konusunda sanatçıların ön ayak olduğu etkinlikler var. Müzisyenler tarafından yardım konserleri düzenleniyor ve önemli miktarda yardım toplanıyor. Almanya’daki konserde 12 milyon avro, İngiltere’deki konserde 17 milyon dolar toplandı. Sean Penn, kurucusu olduğu yardım kuruluşu adına Polonya’nın Krakow şehrinde bir mülteci merkezi açarak Ukraynalı mültecilere yardım edecek. Performans sanatçısı Marina Abramoviç “Sanatçı Aramızda” performansını Ukrayna yararına bağış toplamak üzere sergileyecek.
Batı’nın Rus sanatçı ve sporculara getirdiği yasaklamalardan son yazımızda bahsetmiştik. Batı, Rusya ile sanat bağlarını koparmaya devam ediyor, öyle ki bu artık Rus halkına ve sanatına yönelen kültürel bir cadı avı haline gelmiş durumda. Son olarak müzayede evlerinde Rus sanatçıların eserlerinin satılmaması, Rusya sanat haftasının iptal edilmesi gibi olaylar gerçekleşti. Müzisyenler konserlerde veya albüm repertuvarlarında Rus besteci eseri olması durumunda dinleyicilerden tepki almaktan çekindiklerini söylüyor. Bir nevi kültürel bir soğuk savaş yaşanıyor. Bu yapılanların bir amacı, Ukrayna halkı ile dayanışıldığını göstermek. Fakat Rus sanatçıların varlık göstermesine izin vermemenin nasıl bir dayanışma yöntemi olduğu oldukça tartışmalı. Savaş bir gün sona erdiğinde kültür-sanat alanında yaşanan bu tahribatın nasıl giderileceği, küstürülen Rus sanatçılar ile ilişkilerin onarılıp onarılamayacağı bugün bir muamma.
Ukrayna halkı ile dayanışma konusunda sanatçılar öncü bir konumda yer alırken yine Ukrayna halkı ile dayanışma amacıyla “iptal kültürü”ne kurban edilenin Rus sanatçılar olması çelişkili bir durum ortaya koyuyor. Bu noktada sanatçıların nasıl bir pozisyon aldığını değerlendirmek zor; Rus sanatçılara uygulanan ayrımcılık daha ziyade kurumsal yapıların içinden bir refleks olarak gelişiyor. Bu “iptal” kararlarını alanlar belediye başkanları; rektör, festival seçici kurulu, müze gibi yerlerin yöneticileri, yani kültür kurumlarının yöneticileri. Batı devletleri, Rus devletine yaptırım uygularken bu yöneticiler de Rus devletiyle özdeşleştirdikleri Rus kültürünü mahkum ediyor görünüyorlar.
Rus sanatçılara karşı geliştirilen bu yaklaşımların bir diğer amacı da Rusya’yı itibarsızlaştırmaya çalışmak ve devlete savaş konusunda geri adım attırmak. İsrail devletinin kendini meşru kılmak ve zulümlerinin üzerini örtmek üzere sanat etkinliklerine desteğini ön plana çıkardığı biliniyor. Fakat aynısını Rusya yönetimi için söylemek zor; bildiğimiz kadarıyla Rusya’nın işgali sanat üzerinden haklılaştırmaya yönelik bir girişimi şu anda yok. Dolayısıyla yüzyıllar öncesinin dünya mirasını silmeye çalışmanın şu anki savaş karşıtı mücadeleye herhangi bir katkısı olmuyor.
Rus sanatçılara yönelen tavırla ilgili başka bir tartışma noktası da Rus kültürü ile Ukrayna kültürünün birbirinden ne kadar ayrılabileceği. Ukrayna kökenli olup Rusça yazan veya o toprakların müziğini yapan sanatçılar var. Günümüz tarih bilinci ulus-devlet üzerinden biçimlendiği için Rusya-Ukrayna arasında çok keskin ayrımlar olduğu varsayılıyor. Oysa mesela Gogol’ün Ukraynalı mı Rus mu olduğu halen tartışılıyor. Dolayısıyla Ukrayna ile dayanışmak adına Rus bir sanatçıya yaptırım uygularken işin ucunun yine Ukrayna’ya dokunmayacağından emin olmak zor.
Tüm bunlar olurken, Rusya’da savaşa karşı çıkan veya olan bitene “savaş” diyen sanatçıların durumu da giderek zorlaşıyor. Rusya’nın en büyük medya şirketlerinden biri tarafından yayınlanan listede yer alan Rus ve Ukraynalı sanatçıların radyo ve TV’ye çıkmasına izin verilmiyor. Spotify platformu Rusya’da dijital dağıtımı durdurmuş durumda. Podcast’lerde veya haber içeriklerinde savaş çığırtkanlığı yapılmasını engellemek için Rusya’daki ofis kapatılmış. Fakat bu eylemin tam tersi yönde de etkisi var: Rusya’da yapılacak savaş karşıtı üretimler de bu vesile ile Spotify’da yer bulamayacak. Savaş karşıtı seslerin çıkması zaten zorken dijital platformların kapatılması bir sorun daha yaratıyor.
27 Mart Dünya Tiyatro Günü
Son yıllarda 27 Mart Dünya Tiyatro Günü, içinde bulunduğumuz koşullarda tiyatroların meselelerinin dile getirildiği bir gün olarak görülmeye başlandı ve bu yönüyle farklı bir işlev kazandı. Bu seneki 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde Türkiye’de yayınlanan bildirilerde ve tiyatrocuların basına verdikleri söyleşilerde de tiyatro alanında yaşanan sorunlar ön plandaydı. Zaten geçtiğimiz iki senenin 27 Mart’ına pandeminin getirdiği sorunlar damgasını vurmuştu. Bu sene, daha pandemiden kaynaklanan ekonomik sorunlar giderilmeden ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumun yarattığı krizler de tabloya eklendi. Farklı kesimlerden tiyatrocuların 27 Mart’ta dile getirdiği sorunlar ve talepler şöyle sıralanabilir:
- Ticari mesken statüsünde olan tiyatro sahneleri yüksek miktarda fatura ve vergi ödüyor. Tiyatroların ticari statüsünün kaldırılması gerekiyor; vergi ve SGK indirimi yapılmalı.
- Devlet destekleri yalnızca ticarileşebilen (şirketleşebilen) tiyatrolara veriliyor, daha yerelde faaliyet gösteren amatör tiyatrolar, dernek tiyatroları vb. görmezden geliniyor. Ayrıca, verilen devlet yardımları yetersiz. Üstelik bu yardımlar belli koşullara bağlı olduğu için bu koşulları karşılayamayan tiyatrolar yardım alamıyor.
- Tiyatrolar seyirciye maddi yük oluşturmamak için bilet fiyatlarına yüksek oranda zam yapamıyor. Ama devlet, tiyatroların faturalarına yüksek oranda zam yapmakta beis görmüyor.
- Tiyatro alanında ciddi bir yasal boşluk mevcut; bu alandaki tek yasa Devlet Tiyatroları’nın kuruluş yasası. Yasal boşlukların giderilmesi gerekiyor.
- Belediyelere bağlı tiyatroların tartışmalar üstü bir yasaya tabi olması gerekiyor, böylece başkanların/partilerin iki dudağına bakan kararlardan kurtulunabilir; kayyum yönetimlerinin tiyatrolara verdiği zararlardan kurtulmak da ancak böyle mümkün olabilir.
- Tiyatroda oyunlara sansür uygulanmasına son verilmesi, Kürtçe oyunlar önündeki engellerin kaldırılması, kayyumların ellerindeki sahnelerde Kürtçe oyunlara izin verilmesi gerekiyor.
- Devlet Tiyatroları’na bağlı sahnelerin dahi kira bedelleri çok arttı, tiyatrolar oyun oynayacak salon bulamıyor, dolayısıyla salon sorunlarının giderilmesi isteniyor.
- Devletin bu ekonomik sorunlara tiyatrolar arasında bir ayrım gözetmeden çözüm üretmesi talep ediliyor.
Dillendirilen bunca soruna rağmen Kültür Bakanı’nın 27 Mart açıklaması bu sorunların hiçbirine, tiyatroların reel durumuna değinmeyen bir tiyatro övgüsü barındırıyordu.
Bu sorunları yalnızca dile getirmenin ötesine geçip aşma yönünde adımlar atabilmek için tiyatroların örgütlenmesi oldukça önemli. Örneğin, elektrik birim fiyatlarına gelen yüksek orandaki zammı ve tiyatro salonlarının ticari mesken statüsünde olmasını protesto etmek amacıyla Moda Sahnesi elektrik faturasını ödememe kampanyası yürütüyor. Bu kampanyaya katılan başka bir salon henüz yok. Elektrik faturası sorunu tek başına Moda Sahnesi’nin sorunu değil; bu sorun hem devleti hem de kültür-sanat alanında faaliyet gösterenleri doğrudan ilgilendiriyor. Bağımsız tiyatro sahnelerinin içinde bulunduğu durum, oyunlarını orada sergileyen pek çok grubu da bağlıyor. Bu sorun karşısında geliştirilecek örgütlü bir duruş, çözüm açısından olmazsa olmaz görünüyor.
Fakat görünen o ki, tiyatro dünyasının kozmopolitliği geniş ölçekli bir örgütlenmeyi zorlaştırıyor. Çok fazla tiyatro var ve bu tiyatroların talepleri birbirinden farklı. Salonu olan toplulukların derdiyle turne topluluklarının derdi tamamen aynı değil. Bu farklı grupları kapsayacak bir çatı örgütlenmesi kurulması konusunda zorluk yaşanıyor. Tiyatro Kooperatifi pandemi öncesinde kurulmuştu; pandemi öncesinde üye sayısı 34 iken pandemiyle 70’e çıkmış, fakat bir çatı örgütlenmesi niteliği taşıdığını söylemek zor. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi de tiyatroların pandemi döneminde yaşadığı sorunlar etrafında örgütlenme sağlayan bir oluşum olmuştu; son aylarda etkinliği azaldı. Tiyatro için gereken ciddi yapısal dönüşümü sağlayabilecek; kapsamlı ve kapsayıcı bir kültür-sanat politikası oluşturma ve hayata geçirme konusunda etkili olabilecek bir örgütlenmeye ihtiyaç olduğu görülüyor.
Devlet böyle bir kültür politikası oluşturmaktansa tiyatrolara ulufe gibi yardım dağıtmakla ve bir anlamda “sus payı” vermekle yetiniyor. Bakanlığın sunduğu projeler ve destekler kesinlikle kültür-sanat dünyasının yaralarına merhem olacak projeler değil, çünkü devletin ve dolayısıyla Kültür Bakanlığı’nın sanata yaklaşımı böyle bir vizyon barındırmıyor. Tiyatro dünyasında da üzerinde uzlaşılmış bir vizyon ve yapılanma modeli olduğu söylenemez. Nasıl bir yapılanma olabileceği tiyatro dünyasının ucu açık tartışma sorularından biri.
Kültür Bakanlığı’nın 27 Mart’a yönelik olarak hazırladığı, başvuran ve seçilen özel tiyatrolara sunduğu turne desteği iyi bir fikir olmakla birlikte her yıl yapılsa bile tiyatronun sorunlarını çözecek bir kapsamda ve kuvvette değil. 81 ile tiyatro götürülmesini hedefleyen bu girişim, tiyatroculara katkı sunmasının yanında tiyatronun Anadolu şehirlerine ulaşması açısından önemli. Fakat bu desteğin duyurusu iyi yapılmadı, hangi grubun neye göre seçildiğine dair şeffaf bir mekanizma yok. Daha önceki devlet yardımlarında dillendirilen sorunlar bu projede de mevcut. Devlet Tiyatroları sahnelerinin bulunmadığı Anadolu illerinde önemli bir altyapı boşluğu var ve Kültür Bakanlığı’nın bu altyapı eksikliklerini giderme yönünde çalışması gerekiyor. Ayrıca tiyatronun halkla buluşması için harcanan çaba kültür müdürlüklerinin kişisel inisiyatife kalmış gibi görünüyor.
Müzik Yasağı
Yaz aylarında COVID-19 pandemisine yönelik mücadelede bir önlem olarak öne sürülen, fakat pandemi ile ilgili neredeyse tüm kısıtlamalar kalktığı halde geri alınmayan 12’den sonra müziğin kapatılması yasağı ile ilgili yeni bir gelişme olmadı, yasak hala devam ediyor. Konu müzisyenler ve ilgili kuruluşlar tarafından iki yönüyle gündeme getiriliyor: Birinde müzisyenlerin ekonomik durumu, yani yoksullaşmış olmaları vurgulanıyor; diğerinde ise bu yasağın turizmi kötü etkileyecek olması vurgulanıyor. CHP’li vekiller konuyu meclise taşıdı. Haluk Levent, Kenan Doğulu gibi müzisyenler yasağın kaldırılması talebini dile getirdi. MÜYORBİR başkanı Burhan Şeşen müzik sektörünün çökme noktasına geldiğini belirtti. Müzik ve Sahne Sanatları Sendikası başkanı “yasak iptal edilmeli” dedi. MSG ve MESAM ortak bir açıklama yapıp Erdoğan ve ilgili bakanlara seslenerek “saatlerimizi geri verin” dedi.
Yasağın yaz aylarında açık alanlarda müzik yapılmasını engelleyeceği, gece 11’de başlayan konserlerin yapılmasına mani olacağı açık; bu nedenle yasak pek çok insanı bağlıyor. Bu durum turizmi, işletmeleri ve genel olarak müzik sektörünü olumsuz etkileyeceğinden işin ekonomik boyutu da elbette oldukça önemli. Fakat bununla aynı derecede hatta daha önemli olan nokta, bu yasağın bir yaşam tarzı dayatması olması. Bu dayatmanın politik yönüne değinen açıklama olmaması şaşırtıcı ve düşündürücü. Erdoğan’ın yasağı açıklarken kurduğu “Kusura bakmasınlar gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok” cümlesi üzerine başlayan “Kusura bakıyoruz” kampanyasını hatırlamak önemli.
Oscar ödülleri
Oscar ödül töreni bu sene oyuncu Will Smith’in tören sunucusu Chris Rock’a attığı tokatla gündeme geldi. Chris Rock, Smith’in eşi oyuncu Jada Pinkett Smith’in kazınmış saçlarını ima eden bir şaka yaptı ve bunun üzerine Will Smith sahneye çıkıp sunucuya küfrederek tokat attı. Pinkett Smith’in hastalığı nedeniyle saçlarını kazıtmak zorunda olduğu belirtildi. Tokat olayının ardından Will Smith en iyi erkek oyuncu ödülünü aldığı esnada bir özür konuşması yaptı. Academy konuyla ilgili inceleme başlattı, Will Smith’in kazandığı Oscar’ın elinden alınabileceği de söyleniyor. Bu olaydan sonra Smith’in yer aldığı bir Netflix projesinin yönetmeni projeden çekildi, sonra Netflix de projeyi durdurdu. Sony de başka bir projenin yapım sürecini yavaşlattı.
Olayın kurgu olduğunu iddia edenler oldu, Oscar törenlerinin son yıllarda oldukça düşen reytingini artırma çabası olarak da görüldü. Bu yılki tören Oscar tarihinde en az reyting alan ikinci törendi. Olay, Will Smith’in özür cümleleri arasında yer alan “Aşk insana neler yaptırıyor” ekseninde çokça tartışıldı. Cinayete kadar varan erkek şiddeti vakalarının gerekçeleri arasında “çok sevdiğimden yaptım” bahanesini duymaya alışık olduğumuzdan Smith’in eyleminin herhangi bir haklı yönü olmadığı bizim açımızdan çok açık. Ayrıca Smith’in bu eylemi Oscar ödüllerinde kadınların elde ettiği başarıları da gölgeledi. Jane Campion, Sian Heder, Ariana Debose gibi kadınların başarıları konuşulacağı yerde tüm platformlarda “tokat” meselesi tartışılır oldu.
Bu olayı tokat tartışmasından çıkarıp ofansif mizah ekseninde değerlendirmek önemli. Ofansif mizahın sınırları nerede çizilir, hastalık bağlantılı bir durum üzerinden ofansif mizah yapılabilir mi? Bu olayda şakanın ne kadar komik olduğu tartışılır, fakat şu haliyle yersiz bir ofansif mizah örneği olarak değerlendirilebilir. Ama hakaret olmadığı da açık. Her ne olursa olsun tokatla karşılık vermek haklı bir davranış değil. Meselenin etik yönüyle de ele alınması gerekiyor. Ofansif mizahta dramaturjik bir yaklaşımın olmaması bir eksiklik yaratıyor. Örneğin Deniz Göktaş’ın stand up’ında “Yemenli çocuğun şiiri” olarak söylediği “Yaş 7, yolun yarısı eder.” şakası da oldukça ofansif ama politik olarak ince düşünülmüş bir şaka.