3 Mart-20 Mart 2022 tarihleri arasındaki Kültür-Sanat haberleri üzerine tartışmalarımızdan yola çıkarak hazırladığımız bu yazıda, Ukrayna savaşının kültür-sanat alanına yansıyan olumsuz etkileri, sanata ve sanatçılara yönelik olarak Rusya ve Batı’nın gösterdiği tavır ve uygulamalar, Türkiye’de sanata karşı yapılan engellemeler, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla kadınların sanat alanında yaptıkları üretimler ve verdikleri toplumsal mesajlar ile tiyatro ve müzik dünyasından kısa gündemlere yer veriliyor.
Ukrayna Savaşı’nın Gölgesinde Sanat
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle başlayan savaşın küresel ölçekteki olumsuz etkileri devam ediyor. Dünya ekonomisi ve bölgesel ekonomilerin krize girmesi, doğanın ve canlıların yok edilmesi, yeni göç hareketlerinin başlaması gibi savaş başladığından bu yana yaşananlar, daha büyük sorunların habercisi gibi görünüyor. Savaşın kültür-sanat alanındaki yansımalarına bakıldığında, Rusya’nın kültürel mekânları bombalayarak bu mirası yok etmeye çalışması, Rusya ve Batı’nın Rus sanatı ve sanatçılarına yönelik baskıcı tavırları, engelleme ve yasaklama girişimleri ve savaşa karşı tepkilerin ırkçı boyutları dikkat çekiyor.
Batı’nın savaş karşıtı gerçek bir protesto göstermek yerine, sanatçılar ve sporculara yönelik yasaklamalarla savaşa karşı tepki gösteriyormuş gibi bir tutum takınması, sahte ve iki yüzlü bir tavır olarak açığa çıkıyor. Rusya’ya yönelik bir çok alanda gündeme gelen yaptırımların bir parçası olarak Batı, sanatı araçsallaştırarak bu kadar da olmaz dedirten uygulamalara ırkçı bir tavırla imza atıyor. Tüm insanlığın ortak kültürel mirası ve değeri olan Dostoyevski ve Çaykovski gibi edebiyatçı ve müzisyenlerin eserlerini eğitim müfredatından, konser programlarından çıkarmaya çalışıyor. Rus sanatçıları taraf olmaya zorlayarak Vladimir Putin’i açıkça kınamaları için baskıda bulunurken, birçok sanatçının görevlerine son veriliyor. Bu durum karşısında açıklama yapmayı tercih eden Rus sanatçılar var. Rus sanatçılar bu tür açıklamalar yapmadıkları takdirde Batı’da iş yapamaz duruma geliyorlar. Aksi durumda ise ailelerini tehlikeye atmaları ve Rusya’ya dönememe ihtimalinin ortaya çıkması söz konusu. Hem Rusya hem de Batı’dan gelen bu baskıcı uygulamalar, Rus sanatçıları arafta ve oldukça zor bir durumda bırakıyor, savaş karşıtı olmayan bir tavrın parçası yapılmaya çalışılarak tarafsızlık beyanı altında sanat engellenmeye çalışılıyor. Alexander Malofeev’in Kanada’da vereceği konserlerin organizatörler tarafından iptal edilmesi gibi, sanatçılar savaşı kınadıkları yönünde açıklama yapsalar bile iptaller gerçekleşebiliyor.
Bazı sanatçılar, savaşa tepki verdiklerini göstermek için Rusya’daki konserlerini iptal ediyor, müziklerine erişim izni vermiyorlar. Iggy Pop, 10 Temmuz’da Moskova’da vereceği konseri, şiddete karşı çıktığını ve Ukrayna’nın yanında olduğunu belirterek iptal etti. Rock grubu Pink Floyd, 1987’den sonra yayınladığı albümlerinin ve David Gilmour’a ait olan kayıtlarının Rusya’dan erişimini engelledi. Bu kararlar, savaş karşıtı bir tavır göstermeye çalışırken dinleyicilere bir nevi ceza verilmesi ve sanatçının kendi sanatını sansürlemesi gibi anlamlara da gelebiliyor. Savaş karşıtı ve barıştan yana tavrını sokaklarda gösteren Rus halkına destek vermek, dayanışmak ve konserlerde birlikte yüksek sesle “savaşa hayır” demek, kamuoyunda yaptırımı olabilecek politik bir tavır olarak tercih edilebilir, tartışılabilir.
Dünyanın farklı ülkelerindeki ve Rusya’daki sanatçıların savaş karşıtı tepkiler vermesi, Ukrayna’ya destek veren açıklamalar yapması önemli ancak, Ukrayna’yı kendilerine yakın gören Batı’nın aynı tavrı Suriye savaşında göstermediği de ortada.
Sanat aynı zamanda savaş, katliam ve göçlerin olduğu adaletsizliklerin yaşandığı tüm zor zamanlarda olduğu gibi, bu savaşta da direnişi ifade etmenin ve umudu beslemenin bir yolu ve aracı oluyor. Gezi Parkı direnişi sırasında Taksim Meydanı’nda piano çalan müzisyen Davide Martello, Polonya sınırında yine pianosunu çalarak Rus işgalinden kaçan Ukraynalılara moral verdi. İskoçyalı indie pop grubu Belle and Sebastian, “If They’re Shooting at You” isimli yeni çıkardıkları teklinin klibinde, bazı Ukraynalı fotoğrafçıların fotoğrafları eşliğinde savaş karşıtı bir klip yayınladı. Elde edilecek gelirin bölgedeki insani yardım için harcanacağı bilgisiyle, dinleyicilerini Ukrayna halkı ile dayanışmaya çağırdı.
Türkiye’deki Sanat Ürünlerine Yönelik Engelleme ve Yasaklar
Kendini var etmeye çalışan bir kadının, Bergen’in hikâyesi, üç kadın yazarın senaryosuyla üçüncü kez filme alındı. Daha önce çekilen filmlerin aksine bu filmde, Bergen’in hikâyesi kadın bakışıyla anlatılıyor. Türkiye yargı sisteminden ceza almayan Bergen’in katili olan kocası, ilişkilerini kullanarak filmin Adana’ın Kozan ilçesinde gösterilmesini engelledi. Bu durum, iktidar, yasalar ve bazı kirli ilişkilerin erkek şiddetini iş birliği içinde, tıpkı cinayetin işlendiği o dönemde olduğu gibi şimdi de nasıl koruduğunu gösterdi. Yıllar sonra Bergen’in mücadelesini anlatan, onun yaşadıkları üzerinden ve kadınların gözünden hakikati arayan bir film üzerinden, patriarkal mekanizmanın yine nasıl iş başında olduğunu gösterdi. Senaristlerden Sema Kaygusuz, Bergen’in arabeskle özdeşleştirilen, yoz, dejenere bir pavyon şarkıcısı, katiline aşık olan acıların kadını şeklinde bir algıyla var edilerek değersizleştirildiğini ve kadın cinayetinin meşrulaştırıldığını söylüyor. Bu sebeple filmde, kendini kurtarmaya çalışan Bergen’in mücadeleci tarafını ve kadına yönelik şiddetin yaygınlığını vurgulamak istediklerini belirtiyor. Bir çok açıdan son zamanlarda çekilen biyografik filmlerden farklı olduğu görülen Bergen filminin dramaturjisinin aksine, basında yine faile bir alan açıldığı ve Bergen’in kim olduğunun yine öne çıkarılmadığı görülüyor. Sema Kaygusuz’un söyleşide belirttiği gibi filmin, Bergen’in anısı ile dayanışma jestini ifade etmesi ve öldürülen kız kardeşlerin anısına ithaf edilmesi, filmin politik tavrı olarak açığa çıkıyor. Filmle eş zamanlı olarak Bergen’in anısına itafen bir saygı albümü hazırlandı. Albümün satışından elde edilecek gelir Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformuna aktarılacak.
Bu dönemde gündeme gelen yasaklamalardan bir diğeri de, Mem û Zîn oyununun Cizre kaymakamlığı tarafından gerekçe gösterilmeden yasaklanması oldu. Oyuncular sendikası yaptığı açıklamada, bu uygulamanın sansür olduğuna vurgu yaptı. Benzer bir sansür olayı Halk Tv’de yayınlanan bir program konusunda yaşandı. Şavşat Kaymakamlığı, programda Orhan Aydın’ın yer almasını gerekçe göstererek programı yasakladı.
Toplumsal Cinsiyet ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü
Ahmet Hakan, Pera Palas’ta Gece Yarısı adlı Netflix dizisinde yer alan Hazal Kaya’yı birebir “nefret” kelimesini kullanarak güya eleştirmesinin ardından hem Hazal Kaya hem de sosyal medyada birçok kişi tarafından ciddi eleştiriler aldı. Bunun üzerine bir yazı daha kaleme alan Ahmet Hakan’ın, daha da saldırganlaştığı ve son zamanlarda muhafazakâr kesim tarafından eleştirilen diğer kadın sanatçıları da eleştirisinin odağına eklediği görülüyor. Dizinin seküler Türkiye’yi ve Cumhuriyet’in kuruluşunu gündeme alan dramaturjisi Hakan’ın bu nefret söylemini geliştirmesinin sebebi gibi görünüyor. Sanatsal bir eleştiri kisvesi altında kadınlara yöneltilen nefret söyleminin arttığı bu günlerde yaşanan bu olay, nefretin yeniden üretildiği bir başka örnek olarak hafızalarda yer ediyor.
Son dönemde özellikle sosyal medyada ciddi eleştiri ve saldırılara maruz kalan Gülşen, Lolipop adlı yeni klibini yayınladı. Gülşen’in sahne kostümü ve verdiği pozlar yine muhafazakar kesim tarafından müstehcen bulunarak eleştirilirken, daha önce gündeme gelen tartışmaların üzerine bu klibi yayınlanmasını cesurca bulan ve dünya standartlarında bir üretim olduğunu düşünen olumlu tepkiler de dile getirildi.
Wow-Dünya Kadınlar Festivali İstanbul, #Birlikteyiz çağrısıyla duyurdukları etkinliklerini 19-20 Mart tarihlerinde, Müze Gazhane’de gerçekleştirdi. Çoğunlukla kadınların bir araya geldiği festivalde atölyeler, konserler ve sohbetler aracılığıyla kadın hikâyeleri anlatıldı ve kadınların sanatsal üretimleri seyirciyle buluştu.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle bazı kadın sanatçılar, günün temasına uygun olarak bazı besteler yayınladılar. Bunlardan biri, Ezgi Aktan’ın yaptığı ve bir klip eşliğinde yayınlanan ‘Yok, Olmaz!’ isimli şarkıydı. Klibinde kendin gibi ve doğal olma fikirleri üzerinden samimi bir atmosfer kuran Ezgi Aktan şarkısı üzerine düşüncelerini, “kendimiz olmak, içinde rol yapmamıza gerek olmayacak ilişkiler kurmak, dilediğimizce yaşamak dileğini taşıyan mini bir manifesto” şeklinde ifade etti. Ezgi Aktan şarkısını “İstanbul sözleşmesi yaşatır” yazan bir görüntüyle, politik bir tavırla bitiriyor. Diğer şarkı, Melis Karaduman ve Canay Doğan’ın kadın müzisyenlerle birlikte yaptıkları ‘Kadın’ isimli şarkıydı. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dikkat çeken Karaduman ve Doğan bu şarkılarıyla “kadınların yaşadığı cinsiyet temelli problemleri saydam şekilde ele almanın önemine inandıklarını ve hep birlikte daha yaşanılabilir bir hayat oluşturmak için kadın müzisyenlerle birlikte bir “yaşam çağrısı” yaptıklarını dile getirdiler. Kürtçe kadın şarkısı ise, Kürt müziğinin günümüz yorumcu ve bestecilerinden Rewşan ve Tara Mamedova’nın birlikte yaptıkları ve söyledikleri şarkıydı. Rewşan ve Tara Mamedova, Xuçê (Kız Kardeşim) isimli şarkılarını kadın dayanışmasına adadıklarını söylediler.
Tiyatro
Moda Sahnesi, yükselen elektrik faturalarını protesto ederek ödemeyi reddettiklerini kamuya duyurmuştu. Ardından beklenen gerçekleşti ve Moda Sahnesinin elektiriği kesildi. Özellikle sosyal medyada ciddi bir tepki çeken bu elektrik kesintisinin hemen ardından “faturanın ödendiği” söylenerek elektriğin tekrar verildiği bilgisi geldi. Henüz faturanın kim tarafından ödendiği ya da gerçekten ödenip ödenmediği bilinmiyor. Diğer bir yandan, meselenin bir aylık bir elektrik faturası olmadığı da ortada. Moda Sahnesi yönetmeni Kemal Aydoğan’ın dediği gibi özel bir tiyatronun bu kadar yüksek faturaları ödeyebilmesinin imkânı yok. Şimdiye kadar yapılan protestoların önümüzdeki aylarda nasıl devam edeceği ise merak konusu olmayı sürdürüyor.
Müzik
Aynur Doğan Mart ayının ilk haftasında bir Türkiye turnesi gerçekleştirdi. Aynur’un 10 yıl aradan sonra ilk kez Diyarbakır’da verdiği konser, yoğun ilgiyle karşılandı ve bu talep neticesinde konulan ikinci konserin biletleri oldukça kısa bir süre içerisinde tükendi. Kürt müziğinin ve tiyatrosunun hâlâ engellendiği bu dönemde alternatif kaynakların, üretken ve canlı bir kültürel ortamın yaratılması oldukça önemli bir yerde duruyor. Bu anlamda, Diyarbakır Ticaret Odası kültürel ortamın zenginleşmesine katkı sunmaya çalışan, bu yöndeki çalışmalarıyla öne çıkan çok az kurumdan biri. Özel bazı organizasyonlar da alternatif etkinlikler yapmaya çalışıyor. Bu çerçevede yapılan Kürt müziği alanındaki bazı konserler, Aynur Doğan’ın konserlerinde olduğu gibi büyük oranda seyircinin desteğiyle gerçekleştirilebiliyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanmasından bugüne, şehirdeki kültür-sanat alanının çoraklaştırılmaya çalışılması ve asimilasyon politikalarının bir uygulaması olarak aslen ana akım sanat etkinliklerin şehre taşınması dikkat çekiyor. Bu süreçte sanatın seyirciyle buluşması noktasında, Diyarbakır halkının tepkisi ve talebine karşılık vermeye çalışan sivil oluşumlara ve bu oluşumlara desteğe ihtiyaç olduğu görülüyor. Bölgede yapılan bazı etkinliklerde, konser verilen mekânlar ve bilet fiyatları üzerinden bazı tepkiler açığa çıkabiliyor. Alternatif sanat alanını kurmak, sahip çıkmak ve bu anlamda sorumluluğu paylaşmak, sorunun çözümü için önemli bir yerde duruyor.