Pandeminin 1. Yılı Tamamlanırken Kültür Sanat Alanında Neler Tartışılıyor?
10-25 Şubat 2021 tarih aralığındaki kültür sanat haberlerini taradığımızda pandemi sonrasında sanatçıların durumu üzerine oldukça farklı temalarda haberler görüyoruz. Bu yazıda bu tarihler arasından öne çıkan haberleri ve Art-izan Kültür-Sanat Çalışma Grubu’nun bu dönem haberleri üzerine yaptığı tartışmanın notlarını bulacaksınız.
Pandemi sonrasında getirilen kapasite kısıtlamaları nedeniyle Haziran 2020’den itibaren konser, oyun ve festivaller seyirci kapasitesinin yarısını salona alarak gerçekleştirildi. Bu etkinliklerin çoğu maddi olarak masraflarını çıkaramadı, sanatçı ve organizasyonlara para kazandıramadı. İKSV’nin geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği etkinliklerden 10 milyon TL zarar ettiği haberi pandemi sonrasında kültür-sanat etkinliklerinin mâli tablosuna dair bir fikir veriyor. Aynı gazete haberi, Eczacıbaşı’nın 35 milyon TL ek kaynak aktararak İKSV’yi destekleyeceğini açıkladığını belirtiyor. Sanat etkinliklerinin devlet ya da özel sektör destekleri olmadan kısıtlı seyirci kapasitesiyle maddi olarak sürdürülemez olduğunu bir kez daha görüyoruz. Türkiye’de sanat ve kültür etkinlikleri, toplumsal faydası göz ardı edilerek herhangi bir ticari faaliyet gibi vergilendiriliyor. Üstüne bir de pandemi nedeniyle gelen kapasite sınırlamaları, sanatçıların ve kültür endüstrisinin büyük bir bölümünü gelir elde edemez duruma getirdi. Pandemi sonrasında çeşitli kültür-sanat aktörleri tarafından sık sık dile getirilse de hükümet, kültür sektörünü ayakta tutacak destekleri vermediği gibi tacir sıfatını ve dolayısıyla vergi oranlarını değiştirmedi. Eczacıbaşı ise özel sektör desteğinin ender örneklerinden biri. Türkiye’de özel sektörün kültür-sanat kurumlarına desteklerinin oldukça az olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Kenter Tiyatrosu, İBB meclisi içindeki iktidar bloğu üyelerinin karşı çıkmalarına rağmen, Şehir Tiyatroları’na devredildi. Ekrem İmamoğlu tiyatroyu ziyaret etti ve Yıldız ve Müşfik Kenter kardeşlerin adının bu şekilde yaşatılacağını dile getirdi. İstanbul’da yoğun kar yağışının olduğu günlerdeki bu ziyaret iktidara yakın medyada, İmamoğlu’nun karda İstanbul’un sorunları ile ilgilenmeyip tiyatroyu ziyaret ettiği şeklinde yansıtıldı.
İzmir Belediyesi, ‘Biz Varız’ kampanyası ile İzmirli sanatçılara hem maddi hem ayni destek verdiklerini, ayrıca altyapı sağladıklarını açıkladı. Haberde yardımların 7.5 milyon TL’yi aştığı belirtiliyor. Yine geçtiğimiz haftalarda Milyon Yapım, ‘Her Ev Bir Sahne Her Bilet Bir Umut’ kampanyası yaparak 28 Şubat’a kadar 24 saat yayın yapacağını ve bilet gelirinin tüm katılımcılara eşit dağıtılacağını duyurdu. Sanatçıların evlerinden verdikleri konserlerle katıldıkları bu etkinlik çerçevesinde Buray, Flört, Manga, Moğollar ve Gazapizm’in de aralarında olduğu 240 müzisyen konser verdi.
Ancak, yerel yönetimler ve Milyon Yapım’ın kampanyası gibi özel girişimler maalesef ki, sanatçıların yaşadığı sorunlara yeterli yanıt üretemiyor. İzmir’de son bir ayda ikinci müzisyen intiharı haberi, pandemi sonrasında başlayan müzisyen intiharlarının önlenemediği gerçeğiyle bir kez daha yüzleştirdi bizleri. Pandeminin başlarında dijital platformlara içerik üreten sanatçıların bağış toplamalarını sağlayacak “katıl” benzeri uygulamaları mümkün kılan yasal düzenlemeler yapıldığı haberleri basında yer almıştı. Toplantımızda bu uygulamaların belediye ve özel sektör desteklerinin dışında bir bağış mekanizması kurup kuramadığını takip etmek gerektiği dile getirildi.
Sanatçıların gelir elde etme olanakları konuşulurken bir katılımcı Kültür Bakanlığı’nın tiyatrolara sağladığı düşük meblağlı desteklerin bir sus payı işlevi gördüğünü ve pandeminin başında bakanlık ile sürekli müzakereler yapan tiyatro camiasının bu çabalarının zayıfladığını dile getirdi.
“Pandemide Devletler İnsanları Salt Biyolojik Bir Varlık Olarak Ele Aldı”
İzolasyonların ardından kültürel ve sanatsal etkinliklerin çok azalmasının ya da sadece çevrimiçi alanda gerçekleştirilebilmesinin toplumsal sonuçlarına dair Birgün Gazetesi’nin haberi, bizi bu meseleyi daha derin bir kavrayışla ele almaya davet ediyor. Işıl Çalışkan’ın yaptığı söyleşide Bülent Usta, “Dijital teknoloji üzerinden, kişiler arası etkileşimden uzak ve izole bir biçimde yaşantıladığımız sanatın arzulanan etkiyi yaratamayacağı açık. Bu durumun, engellenmenin psikolojik etkileri sonradan ortaya çıkacak muhtemelen… Pandemide devletlerin insanları salt bir biyolojik varlık olarak ele alması, en büyük yanlışlardan biri oldu.” derken, Nil Mutluer, “…Bu dış dünya ile beslenen sanatçıların üretim ve sanatsal beslenme biçimini de epeyce değiştirdi. Üstelik Türkiye’de hükümetin son 10 yıldır bağımsız sanat kuruluşlarına karşı giderek artan baskısı, bir de Covid kısıtlamaları ile birleşince, hem eleştirel sanat çalışmaları hem de sanatın toplumla ilişkisi yeni biçimler aldı. …. Özellikle mekânsal ilişkiler toplumun sanatla ilişkisini etkileyecek. Ve elbette Covid’in yarattığı kaygı, kayıp, yas hisleri de sanatın içeriğini ve hatta toplumun sanatta kendisini görebilme ilişkisini de biçimlendirecek.” diyor.
Pandemi tüm sanat dallarını dijital alanda üretim yapmaya ya da ürünlerini dijital alan üzerinden seyirci ile buluşturmak için formüller üretmeye zorladı. Sanatatak’taki bir yazı güzel sanatlar eğitimine dair bir eleştiri getirirken, Türkiye’deki güzel sanatlar eğitimini, dijital alandaki yeni yaklaşımları yakalamanın önündeki bir engel olarak değerlendiriyor: “Resim bölümleri resimden ziyade adeta el işi ve genellikle enstalasyon işlerin üretildiği bölümler haline geldi. Oysaki dijital alanda resim sanatı, teknik ve anlatımıyla son sürat devam etmekteyken Türkiye’de resim sanatında yeniliklere ayak uydurulamadığı için bir tıkanma söz konusu ve belli noktalardan ileri gidilemiyor.” Oğuzhan Sivri bu yazısını “İçerisinde bulunduğumuz salgın dönemiyle beraber yeni başlangıçlara ve sonu yaklaşmakta olan sistemlere şahit oluyoruz, dijitalleşmenin etkisini daha fazla arttırdığını görüyoruz. Eğitim faaliyetleri de hızla değişirken güzel sanatlar bu değişimin neresinde? Türkiye’de güzel sanatlar 21. yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verebiliyor mu? Bunu ciddi şekilde tartışmak gerekiyor.” diyerek bitiriyor.
Toplantı katılımcılarından biri, Kamusal Tiyatro grubunun bir toplantısında tezini sunan Zeynep Uğur’un 2012 Gezi süreci ve sonrasındaki toplumsal atmosferi baz alarak özel tiyatroları incelediğini aktardı. 2010’dan sonra kurulan çok sayıda bağımsız küçük sahneyi perdesiz tiyatrolar olarak ele alan bu tez, bağımsız küçük sahneleri tiyatrolar eliyle oluşturulan kamusal alan olarak değerlendiriyor. Bu dönemde, 50-100 kişi kapasiteli salonlarda oyunlarını sergileyen çok sayıda tiyatro grubu, bağımsızlıklarını maddi olarak devletten değil bilet satışlarından beslenmelerine borçluydu. Zeynep Uğur, sunumunda bu küçük sahnelerin, Devlet ya da Şehir Tiyatrolarından farklı olarak devletin maddi kısıtlamalarla ödenekli tiyatroları kontrol altına alma hamlesinden kaçabildiklerini ve Gezi olayları sonrasında gündeme dair eleştirel bir söylem üretebildiğini dile getirmiş. Kendisinin kamusal tiyatro alanını mekânla ilişkilendirerek anlatması bugün yaptığımız dijital tiyatro tartışmaları için de bir kapı aralıyor. Toplantımızda pandemi sonrasında dijital alana taşınan tiyatronun bu yeni mekanının yeni bir kamusal alan olarak değerlendirilebileceği konuşuldu. Öte yandan dijital sahneyi bağımsız bir kamusal alan olarak değerlendirmek ciddi bir çaba gerektiriyor.
Tiyatronun dijital sahnede söz üretmeye çalışırken bir tiyatro oyunu çıkarmanın yanı sıra görüntü alanıyla birlikte çalışması gerektiği, bu çalışmalara deneysel bir alan olarak bakılmasının elzem olduğu da tartışıldı. Yine son 15 günün haberleri arasında yer alan Ömer Faruk Kurhan’ın açtığı dijital tiyatro sahnesi tartışmasının ilerletilmesinin iyi olacağı konuşuldu. Bu yazıda vurgulandığı üzere Boğaziçi Üniversitesi direnişi sırasında üretilen sanatsal videolar, dijital alan üzerinden yayılırken dijital tiyatro tanımını da genişletiyor.
Tiyatro Medresesi ve İfşa Süreci
Tarama yapılan dönemde öne çıkan bir başka konu Tiyatro Medresesi’nin kurucu ve eğitimcilerinden biri olan Celal Mordeniz’i ifşa eden haberler idi. İlk ifşa paylaşımın ardından başkalarının da tacize uğradığını açıklamasıyla, Türkiye’de önemli bir tiyatro eğitim kurumu olarak görülen Tiyatro Medresesi’nin bir tavır alması ve bir özeleştiri yaparak Susma Bitsin’den gelen onarıcı adalet talebine yanıt vermesi ve atacağı adımları kamuoyu ile paylaşması bekleniyordu. Bu yazının yazıldığı döneme kadar böyle bir açıklama gelmedi. Oyuncu yetiştirme iddiasında olan bir kurumun taciz gibi ciddi bir eylemle insanları tiyatroculuktan vazgeçmesine yol açan ve hayat boyu kalacak izler bırakan faaliyetlerinin ciddiyetle tartışılması ve başka vakaların oluşmasının önlenmesi, konunun unutulmaması gerekiyor. Öncelikle bu konuda çok az haber yapıldığını belirtebiliriz. Gazete Müstahak, Tiyatro Dergisi, Mimesis Portal ve Art-izan sitesinde belli yazılar ve haberler var. İfşa süreci tiyatro eğitimciliği etiğini gündeme taşıdı. Bu arada tacize uğrayan kadınlarla bir dayanışma ilişkisinin geliştirildiği gözlemlenebiliyor.
Toplantımızda bu konu ele alınırken iki noktaya dikkat çekildi. İfşa süreci incelikli bir şekilde götürüldü ancak Tiyatro Medresesi ve Celal Mordeniz’i bir açıklama yapmaya yani bir tavır almaya davet ederek oluşturulan baskı gevşiyor ve ağırlıkla eğitmen etiği çerçevesinde tartışmalar yürüyor. Oysa sosyal medya ifşalarıyla başlamış bu süreçte kamuoyuna açılım kanallarını değerlendirmek, hassasiyetle oluşturulan kamuoyu üzerinden söz ve talep üretmeye devam etmek gerekiyor. Akademi, kurslar ve tiyatro ortamlarında tacizi bir yöntem olarak kullanan erkeklere dair paylaşımlar yapılıyor. Her birinde “Uykuların Kaçsın!” mesajını sürekli vermek ve takipte olmak, bunu fiilen de gerçekleştirerek paneller yapmak ve söz üretmek önemli. Konudan haberdar olanların taraf olduklarını ve onarıcı adalet beklediklerini gündemde tutmak gelecek vakaların engellenmesi için kritik önem taşıyor.
Tiyatro Medresesi’nin çalışma kültürü ve etiğini eleştiren ve Medrese’nin çalışmalarında “tiyatro turizmi” yaklaşımının öne çıktığını dile getiren “Sahte Hoca ve Uykuların Kaçsın!” yazısı da tartışmayı başka bir açıdan derinleştiriyor.
Yunus Emre Yılı ve Erdoğan’ın “Dünya Dili Türkçe” Kampanyası
Kültür-Sanat komisyonunun başından beri takip ettiği iktidar bloğu basınında yer alan kültür-sanat haberlerine baktığımızda “Bizim Yunus” Yılı Açılış Töreni’nde konuşan Erdoğan’ın yaptığı konuşmada Yunus Emre’ye istinaden “Dünya Dili Türkçe” adıyla seferberlik ilan ettiklerini haberleştiren yazı öne çıkıyor. Erdoğan bu konuşmasında dilde çoraklaşma sürecinin yaşandığını ve yabancı dile verilen önemin Türkçe’yi geride bıraktığını iddia ediyor. Toplantıda bu konu ele alınırken Yunus Emre’nin Ortodoks İslam’ın içine yerleştirilmeye çalışıldığına dikkat çekildi. Ayrıca, bu konuşmanın 21 Şubat Anadil Haftası’na denk getirilmesinin tesadüf olmayabileceği söylendi. Anadil Haftası Anadolu ve çevresindeki farklı dillerin varlığını kutluyor ve yaşatılması için farkındalık oluşturmaya çalışıyor.
Gazeteci-yazar Yusuf Kaplan, kurucusu olduğu Medeniyet Tasavvuru Okulu ile ilgili kendisiyle yapılan söyleşide , “İbn Haldun, Mimar Sinan ve Mevlânâları yetiştirecek tohumlar ekmek amacındayız. Benim kafamdaki model, Nizamiye modeli. Türkiye’deki üniversiteler sektöre, sanayiye çalışıyor. Kapitalizmin kölelerine dönüşüyor.” diyor. Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum atanmasının ve Galatasaray Üniversitesi’ndeki yabancı öğretim üyelerine Türkçe bilme zorunluluğu getirilmesinin üniversitelerdeki eğitimi kalitesizleştireceği ortadayken tam bu haftalarda yapılan bu söyleşi, iktidar bloğunun Türk-İslam sentezi değerleri üzerinden yetiştirmeye çalıştığı genç nesil için hedeflerini özetler nitelikte.
CHP belediyelerinin sanatçılarla dayanışma haberleri ile gündem olduğu son dönemde AKP belediyelerinin kültür-sanat etkinlikleri çok fazla yansımamış basına. Bir haberde Esenler Belediyesi’nin “Şahadet Bir Çağrıdır” programında Şubat ayında şehit olan İskilipli Atıf Hoca, Hasan El-Benna ve Malcom X’in hayatının konuşulduğu dile getiriliyor. Bu tür etkinlikler Türk-İslam değerlerini aktarmak için yapılan sohbetler olarak değerlendirilebilir.
Avrupa’da Canlı Performanslara Geri Dönüş için Yol Haritaları
Avrupa’da canlı konser sektörü üzerine yazan IQ Magazine ve bazı ekonomi dergilerini taradığımızda şu sonuçların çıktığını söyleyebiliriz:
Aşı çalışmaları tüm dünyada tamamlanmadan, en azından ciddi bir yol kat etmeden büyük organizasyonların yapılması çok olası görünmüyor. Bunun yanında mutasyon da bir sorun teşkil ediyor. Genel beklenti büyük festivallerin 2022’nin öncesinde organize edilemeyeceği yönünde. İngiltere 2021 için bir yol haritası açıkladı. Bu yol haritasına göre Nisan’da açık alanlarda bazı etkinlikler başlasa da ancak Mayıs ayı sonunda kapalı ortamlarda etkinlik yapılabilecek. Kalabalık seyircileri hedefleyen organizasyon firmaları ile yapılan söyleşilerde devletlerin bu yol haritalarıyla birlikte destek de açıklamaları gerektiği söyleniyor. Fransa festivallere 30 milyon Euro değerinde bir destek paketi daha açıkladı, öte yandan 5000 kişiyi aşan festivallere 2021 yılında izin vermeyeceklerini duyurdu. Bu kapasite sınırlamasına dönük tepkiler oluştu. Bu açıklamalara bakıldığında 2021 yılında kültür-sanat etkinliklerinin ekonomik olarak kendini döndürmeye başlaması olası görünmüyor.
IQ Magazine’de yayınlanan bir yazı, Avrupa’da seyirci anketlerine yer veriyor. Canlı etkinliklere geri dönülmesi talebi giderek artsa da yazı, organizatörlerin seyircilerin gelir seviyesindeki düşüşü dikkate alması gerektiği uyarısını yapıyor. Kovid sonrası dünyada çok sayıda etkinlik olacağını, ancak seyircilerin satın alma alışkanlıklarını ve harcamalarını değiştireceğini belirten makale, bilet fiyatlarının düşük tutulmasının sektör için riski azaltacağını savunuyor.
Türkiye’de ise kültür-sanat etkinliklerine dönük bir yol haritası ya da ciddi bir destek açıklanmadı.
Dijital Sahne ile İlgili Gelişmeler ve Canlı Yayınlar
Zorlu PSM, İş Sanat gibi salonu olan kurumlar, salonlarında seyircisiz gerçekleştirilen oyun ve konserleri dijital kanallarla seyirciye aktarıyorlar. Moda Sahnesi “Sahneden Naklen” yayınlarıyla yine seyircisiz salonda gerçekleştirilen performansları canlı olarak seyircisiyle buluşturan bir kanal oluşturuyor. Toplantıda bir başka yöntem olarak National Theatre örneği verildi. National Theatre, pandeminin ilk döneminde bir süre oyun kayıtlarını ücretsiz izlemeye açarak çok sayıda takipçi topladı. Sonra bütün kayıtlarını “at home” adını verdikleri bir siteye taşıyarak ücretli erişim sağlamaya başladı. Toplantıda bu yöntemin de alternatif bir gelir kaynağı olarak değerlendirilebileceği konuşuldu. National Theatre’ın canlı yayınla başka şehir ve ülkelerdeki seyirciye ulaşmaya çok önce başladığına ve Türkiye’de bu gelişmelerin geriden takip edildiğine dikkat çekildi. Bu tür gecikmelerin bir nedeni Türkiye’de internet altyapısının çok zayıf olması elbette. İnternetten kültür-sanat etkinliklerine bilet alma alışkanlığı da oldukça geç yaygınlaştı.
Pandeminin başlarında daha fazla dijital tiyatro oyunu denemeleri görüyorduk. Şu an Türkiye’de yaratıcı yeni denemelerin sayısının az olduğunu söylemek mümkün. Aşılamanın başlamasıyla kısıtlamaların ve izolasyonun sonunun yaklaştığı beklentisi oluştu. Dijital alan bildiğimizden çok farklı bir çalışma ve donanım gerektiriyor. Öğrenmek, araştırmak ve denemek gerekiyor. Dijital tiyatro ile ilgili denemelerin azlığını buna bağlamak mümkün.
Dijital kanallarda ve platformlarda tiyatro ve konser kayıtlarının pek çok örneği bulunsa da canlı yayınların, izleyicinin ilgisini çektiğini gözlemliyoruz. Pandemi kısıtlamaları sona erdikten sonra seyircili etkinliklerin bir kısmı aynı anda dijital kanallardan canlı yayınlanacak gibi görünüyor.
İnternet kanalı ile gerçekleşen performanslar ve seyirci ilişkisinde canlılık ve iletişimi geliştirecek teknolojik araştırmalar son dönemin önde gelen gündemleri arasında. Bir katılımcı, “5G:XR Brighton & Istanbul” başlıklı araştırma projesinin sunum etkinliğinde; Kadıköy Theatron, Yolcu Tiyatro ve Galata Perform başta olmak üzere Türkiye ve İngiltere’den farklı ekiplerin ve katılımcıların Dijital tiyatro ve VR teknolojisi üzerine deneyimlerini dinlediğini aktardı. Bu etkinlikte, VR teknolojisinin gösteri sanatları alanında kullanılmasının canlılık hissini arttıracağı, mekânsal sınırları genişleterek fiziksel imkânsızlıkları ortadan kaldırabileceği yönünde bir görüşün hâkim olduğunu belirtti.
Sansür ve Engellemelerin Yeni Örnekleri
Anadolu Kültür’ün kapatılması için yapılan şirket kapatma davası dikkat çeken haberlerden biri idi. Osman Kavala’nın bir delil olmaksızın cezaevinde tutulmasının yanı sıra artık hukuğun dışında Ticaret Bakanlığı eliyle de cezalandırılması, kültür kurumlarının daha zor dönemeçlere geldiğini gösteriyor.
Google, Kürtçe reklam başvurusuna reklam politikasını ihlal ettiği ve desteklenmeyen dil olduğu gerekçesiyle onay vermedi. Bunların elle tutulur gerekçeler olmadığı ve politik kararlar olduğu ortada.
Geçtiğimiz haftalarda Filmmor’dan ayrılan kadın+’lar tarafından yapılan iki açıklamanın ardından Filmmor kapanma kararı aldığını söyleyen bir açıklama yaptı. Filmmor açıklamasında “Çünkü feminist hukuk ve kooperatif dâhilinde herhangi bir gündem, itiraz, talep, mekanizma söz konusu olmaksızın sanal ortamda örgütlenen bu “kavga” bizim kavgamız değil. Bu nefret ikliminin parçası olmamak için Filmmor’u kapatma kararı aldık.” dedi. Bu tartışmanın oldukça zorlayıcı ve yıpratıcı bir hal aldığı, sosyal medya üzerinden yürütülen tartışmaların adil ve sonuç alıcı ortamlar sağlamadığı hepimizin malumu. Yine de, kültür kurumlarının var olma mücadelesi verdikleri bu dönemde yıllarca birçok kadının emek verdiği bir alanın boşaltılmasını tartışmak yerinde olacaktır.