Bu yazıda Artizan Kültür-Sanat Çalışma Komisyonu’nun 9 Temmuz – 28 Ağustos arasındaki kültür-sanat haberlerini değerlendirdiği toplantının notlarını okuyacaksınız. Bu dönemde öne çıkan haberler; salgın döneminde sürdürülen kültür-sanat faaliyetleri, yürürlüğe giren yeni Sosyal Medya Yasası, farklı mecralarda tezahür eden kültür-sanat mirasına, tarihi dokuya yönelen saldırılar/tahribat, İstanbul Sözleşmesi ve şiddet bağlamının kültür-sanat alanına yansımaları idi.
Sanat ve Salgın
Temmuz – Ağustos dönemi gündemleri arasında, yine ağırlıklı olarak COVID-19 küresel salgını, toplumsal tabanda sürecin nasıl yönetildiği ve bunun kültür-sanat faaliyetlerine yansıması vardı. 2020 yılının Mart ayından itibaren süren salgın koşullarında yapılan kültür-sanat faaliyetleri, bu iki ay boyunca farklı biçimlerde gerçekleşmeye devam etti. Daha önceki değerlendirmelerde belirtildiği üzere; bu durumun, kültür-sanat etkinliklerinin ekonomi politiği bağlamında birtakım çelişkileri ortaya çıkardığı söylenebilir. Devlet, yerel yönetimler, kamu kuruluşları vb. kurumlar, farklı sanatçılara düzenli ve bütünlüklü bir maddi destek altyapısı sunmamakta. Sanatçılar da bu şartlar altında kamusal etkinlikler düzenleyerek gelir elde etmeye çalışmakta. Ve elbette bu durum, kamu sağlığını tehdit edecek bir kültür-sanat ortamına yol açmakta.
Kamu sağlığını koruma gerekçesiyle birçok Avrupa ülkesinde kapalı mekânlar faaliyete açılmıyorken açık hava etkinlikleri de kısıtlı koşullar içinde yapılıyor. Türkiye’de ise Temmuz – Ağustos döneminde açık hava etkinlikleri yoğunluk kazandı. Açık hava etkinliklerinde bile sosyal mesafe ve sağlık tedbirlerine gösterilen özen konusu bir soru işaretiyken birçok kapalı mekânda etkinlikler gerçekleştirildi.
Önceki değerlendirmelerde, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sanatçılara destek konusunda elle tutulur bir adım atmadığı ifade edilmişti. Bununla birlikte, yerel yönetimlerin ve özel sektörün de kültür-sanat faaliyetlerini destekleme konusunda nasıl bir model işleteceği hâlâ netlik kazanmış değil. Türkiye’de ve dünyada kültür-sanat faaliyetleri etrafında oluşan ekonomik durum sanatın tüm disiplinleri açısından kötüye giderken bu soruna yönelik ciddi ve kalıcı çözümlere olan ihtiyacın daha da arttığı söylenebilir.
Tüm bu olumsuzlukların yanında, Eylül ayında açık havada gerçekleştirilen, önümüzdeki günlerde İKSV Youtube kanalı üzerinden dijital platformda seyirci ile buluşacak olan 27. İstanbul Caz Festivali, moral verici bir örnek olarak gösterilebilir. Salgın koşullarına rağmen büyük çaplı bir festivalin gerçekleştirilmesi, böylece birçok kişi için bir istihdam alanı açılması, 27. İstanbul Caz Festivali’nin temel vurgularından biri olan “dayanışmanın örgütlenmesi” noktasını öne çıkardı.
Münferit çabaları bir kenara bırakırsak, devlet nezdinde uzun erimli bir destek modelinin kurulmadığını, bu büyük resme bakarak kültür-sanat faaliyet alanının ciddi bir krizle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada, salgın sürecini “akışına bırakarak” topyekün bir “aşıyı bekleme” hali yerine, devletin ve kişilerin/kuruluşların uzun vadeli yapısal çözümler ortaya koyması gerekiyor.
Sosyal Medya Yasası
29 Temmuz’da yürürlüğe giren yeni Sosyal Medya Yasası ile birlikte, Türkiye’de günlük erişimi 1 milyonu geçen Facebook, Instagram, Twitter vb. sosyal ağ sağlayıcılarına yeni yükümlülükler getirildi. Bu yükümlülüklerle, sosyal ağ sağlayıcılarının Türkiye’de temsilcilik bulundurmaları zorunlu hale getirildi. Twitter, Facebook gibi sunucular, daha önce anonim paylaşım yapan kullanıcılarının gizlilik haklarını korurken, bu yasa ile birlikte -olası bir şikayet durumunda- bu kullanıcıların hesap bilgilerini paylaşmak zorunda olacaklar. Yeni yasa aynı zamanda kullanıcıların faaliyetlerini ciddi ölçüde kısıtlayan düzenlemeleri de içeriyor. Bu düzenlemelerin sadece sosyal medya platformlarını değil; haber sitelerini, kişisel blogları, paylaşım mecralarını da kapsadığını belirtmek gerekiyor. Son olarak yasa, şikayet edilen, ‘istenmeyen’ içeriklerin söz konusu platformlardan kalıcı olarak kaldırılmasının önünü açıyor.
Sosyal medya birçok sanatçının kamusal açılım alanı olsa da hâlihazırda hukuki-siyasi düzlemde güvenli bir alan teşkil etmiyor. Yeni yasa yoluyla bu platformlardan herhangi bir içeriğin doğrudan kaldırılması meşrulaştırıldığında ise sosyal ağ sağlayıcıları, sanatçılar açısından daha da problemli bir konuma gelmiş olacak.
Bu tartışma, özellikle pandemi dönemi ile birlikte sosyal ağ sağlayıcıları kültür-sanat içeriklerinin kamusallaştırıldığı merkezi bir mecraya evrildiği için ayrıca önem taşıyor. Aynı zamanda bu alanların, toplumsal hareketliliğin inşasına olanak sağlayan mecralar olduğunu da not etmek gerekiyor. Bunları söylerken bir not düşmek de gerekiyor; sosyal medyanın tek ‘özgürlük alanı’ olarak tahayyül edilmemesi ve kamusal söylem üretiminin salt bu alana sıkıştırılmaması, ‘özgürlük alanı’ kavramını derinleştirmek ve tartışmak adına önemli.
Kültür-Sanat Alanlarına/Mirasına Saldırı ve Tahribat
Pandeminin gündelik hayatı ve kültür sanat etkinliklerinin akışını kısıtlamasıyla beraber ortaya çıkan, bu alana yönelik politikaların noksanlığı konusu daha önceki değerlendirme yazılarında ele alınmıştı. Bu değerlendirmelere, 24 Temmuz’da, Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde Ayasofya Camii’nin ibadete açılmasının ardından, kültür mirasına yönelik saldırıların yolunun açıldığı da eklenebilir.1
Ağustos ayında, Beykoz’da bulunan, Doğu Roma döneminden kalma Yoros Kalesi’ne bazı ziyaretçiler tarafından zarar verildiği, duvarlarına sprey ve boyalarla yazılar yazıldığı ve kaleye çöpler atıldığına dair bir haber gündeme geldi. Benzer bir yağmalama olayı, Sümele Manastırı’nda gerçekleşti: 2015 yılında bir yıllık bir restorasyon süreci için kapatılan, ancak dört yıl gecikme ile 2020 yılının Temmuz ayında ziyarete açılan Sümele Manastırı’ndaki bazı fresklerin tahrip edildiği ortaya çıktı. Önemli bir turizm merkezi ve binlerce kişinin ziyaret ettiği bir hac yeri olan manastır, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde bulunuyor. Aynı dönemde, 6. yüzyılda Aziz Theodoros tarafından kilise olarak inşa edilen Kariye Müzesi Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile camiye çevrildi. Bu karara yönelik farklı yaklaşımların olduğu söylenebilir: Müzenin camiye çevrilmesi sosyal medyada “Kariye aslına döndü” paylaşımları ile kutlanırken bu, eski Kültür ve Turizm Bakanları Ertuğrul Günay ve Bahattin Yüce gibi isimlerden ve birçok sosyal medya kullanıcısından da tepki topladı. Yine Ağustos ayı içerisinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen 1500 yıllık Galata Kulesi duvarlarının inşaat makineleri ile yıkıldığı görüntüler sosyal medyada tepki çekti. Görüntülerin gündeme gelmesinin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi suç duyurusunda bulundu; Bakanlık ise bu görüntülerden rahatsız olduklarını belirterek inceleme başlattıklarını bildirdi. CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve TMMOB bu yapılanın “IŞİD’in tarihi eserlere yaptığından farkı olmadığını” belirtti. İnşaat makineleriyle yıkılan duvarın ertesi gün örüldüğü görüntülendi. 22 Ağustos 2020 tarihinde ise Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) binası, Beyoğlu Belediyesine verilmek üzere boşaltıldı. 2019 yılında yasal olmayan bir şekilde Vakıflar Müdürlüğü tarafından ihalelerle üç kez satışa çıkarılan bina, MKM tarafından iki kez alınmıştı, ancak ihaleler geçerli sayılmamıştı.
Yukarıda özetlenen tahribatı, kültürel mirasın “İslamileştirilmesi” adına kültür turizminden vazgeçiş olarak yorumlamak mümkün. Bu uygulamaların özellikle pandemi sürecinde, toplumsal muhalefetin kısıtlı biçimde örgütlenebileceği bir dönemde gerçekleşmesi dikkat çekici bir nokta olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte, hem toplumsal hem de siyasi muhalefetin bu tahribata karşı nasıl bir tutum alacağı önemli bir tartışma konusu olarak bir kenara not edilebilir.
İstanbul Sözleşmesi ve Şiddet
2020 yılının yaz aylarında iktidarın ve bazı kesimlerin İstanbul Sözleşmesi’nin belirli maddelerine yönelik itirazlarının artmasıyla birlikte, Türkiye’nin birçok yerinde kadınlar tarafından ‘‘İstanbul Sözleşmesi uygulansın’’ talebiyle eylemler gerçekleştirildi. Sokak eylemlerinin ve basın açıklamalarının yanı sıra, sosyal medyada da çeşitli kampanyalar düzenlendi. Bunlardan biri, kadınların #istanbulsözleşmesiyaşatır ve #challengeaccepted sloganlarıyla birlikte siyah beyaz fotoğraf paylaşmalarıydı. Bu kampanyaya Juliette Binoche, Nicole Kidman, Eva Green, Demi Moore, Jessica Biel, Charlize Theron, Florence Pugh ve Jennifer Aniston gibi pek çok ünlü isim de destekte bulundu.
İstanbul Sözleşmesi’nin akıbeti hakkında tartışmalar sürerken 22 Ağustos günü Melek Mosso’nun konser sırasında sahneden indirilmesi gündeme geldi. Konser esnasında “Keklik Gibi” şarkısından önce kadına yönelik şiddete dikkat çeken ve “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” diyen Melek Mosso bir süre sonra konser alanına gelen polisler tarafından sahneden indirildi. Bu olay, 26 Ağustos günü Sabah gazetesi yazarı Ömer Karahan tarafından kaleme alındı. Karahan, Mosso’nun “ağır siyasi söylemler kurarak Grup Yorum üyelerine selam gönderdiğini”, “seyircilerin bu durumdan rahatsız olduğunu” ve bu nedenle konserin yarım kaldığını belirtti. Ardından Melek Mosso sosyal medya platformu aracılığıyla yaptığı açıklamada, seyircilerin rahatsız olmadıklarını, aksine alkışla kendisini desteklediklerini, ancak Karahan’ın yakın çevresinden kişilerin şikayeti üzerine polisin kendisini sahneden indirdiğini açıkladı. Mosso’nun bu açıklamasının ardından tepki toplayan Karahan bu kez de Mosso’nun konseri esnasında sosyal mesafe kurallarına uyulmadığı gerekçesiyle sahneden indirildiğini iddia etti.
İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının ve artan kadına yönelik şiddet olaylarının pandemi döneminde oldukça tepki topladığı söylenebilir. Yaz aylarında gerçekleşen eylemlerle iktidarın İstanbul Sözleşmesi’ne dair politikalarına karşı güçlenen bir muhalefetin olduğunu belirtmek de yanlış olmaz. Böyle bir dönemde, tek başına sahne alan bir kadın sanatçının “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sloganını dile getirmesinin ardından sahneden indirilmesi, iktidarın bu konuya dair yaklaşımına dair bir mesaj veriyor. Bu hamle, vatandaşların vereceği tepkiyi de ölçmeye yönelik bir deneme olarak okunabilir.
1 Ayasofya Camii’nin ibadete açılmasının yurtdışı kamuoyundan tepki topladığını belirmek lâzım. Açılışın ardından Rum Ortodoks Kilisesi, Yunanistan Kültür Bakanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığı gibi kuruluşlar açıklamalar yaparak Ayasofya’nın insanlığın mirası olduğunu belirttiler ve müzeyi ibadete açmanın uygarlığa karşı yapılmış bir provokasyon olduğu konusunda değerlendirmeler yaptılar.