Aralık 2020’de EDN (European Dancehouse Network) tarafından organize edilen “online” konferansın açılış konuşmasını Belçikalı koreograf Anne Teresa De Keersmaeker yaptı. “What’s Next in the Dance Ecosystem” (Dans Ekosisteminde Sırada Ne Var?) başlıklı açılış konuşmasının metnini De Keersmaeker ile Tessa Hall birlikte kaleme almış. Konuşmayı izlemek için bu linki tıklayabilirsiniz. Ayrıca konferansın tamamını izlemek için buradan ulaşabilirsiniz. Metnin Türkçeye çevirisini Melek Yılmaz yaptı.
Dans Ekosisteminde Sırada Ne Var?
Benim için, koreografinin başlangıç noktası her zaman beden ve vücuda gelmiş soyutlama fikri olmuştur. Bununla birlikte, koreografiyi insanlar arasındaki mekanın yazımıyla ilgili bir şey olarak da görüyorum.
İnsanlar arasındaki mekanın yazımı derken ne kastettiğimi açıklamak için “koreografi” sözcüğünün etimolojik anlamına bakabiliriz. “Koreografi” iki Yunanca kavramın birleşmesinden oluşur: koro ya da topluluk anlamlarına gelen chore ve yazmak anlamına gelen grafein. Bu anlamda, koreografinin etimolojisi bir çokluğun nasıl organize edileceği, bir grup insanın arasındaki zaman ve mekanın nasıl organize edileceği ile ilgili bir meseledir.
Bu demektir ki dans etmekte örtük bir politika vardır. İnanıyorum ki insanların hareketleri birlikte üstlenmesinde, yani insanların zamanda ve mekanda bir arada organize edilmesinde ısrarcı olmakla koreograflar politik potansiyeli olan eylemler sergilemiş oluyorlar.
Bu pandemi zamanlarında gördüklerimiz koreografinin özel bir türüdür. Bizler, bir hijyen prosedürleri koreografisini özenli bir biçimde icra eden yığınlarız. Bu koreografide bedenler arasındaki mesafeyi, dokunma yoksunluğunu, ayrılığı dayatan girme ve çıkma ritüellerini görüyoruz. Bu koreografi giydiğimiz kostümlere kadar belirlenmiş durumda: maskelerimiz. Bir dansçı, icrası sırasında sahnede mevzubahis olan riske kendini adaması gerektiğini bilir. Tıpkı bunun gibi, biz de bu koreografiyi dikkat ve ivedilikle üstlendik, çünkü buradaki rolümüzün önemli olduğunu biliyoruz. Yine de, kendimi şu soruyu sorarken buluyorum: Bu halihazırdaki, gündelik koreografide dansın yeri nedir? Dans nereye gitti?
Bu krizin içinde kendimizi bir anda bedene duyulan, başkalarının bedenlerine, hatta içinde yaşadığımız “evimiz” olan kendi bedenlerimize duyulan güvensizlikle karşı karşıya bulduk. Bedenlerimizin içinde neler olup bittiğini bilmiyoruz. Dolayısıyla doktorların, bilim insanlarının ve politikacıların bilgisine bel bağlamış durumdayız. Başkalarına olan yakınlığımızdan, dokunmaktan, bir topluluğun içinde olmaktan, aynı nefesi paylaşmaktan endişe duyuyoruz. Ne yazık ki tam da bunlar (yakınlık, temas, topluluk ve nefes) dansın DNA’sının olmazsa olmazları. Bu kriz yalnızca pratiğimizi değil, kim olduğumuzu da etkiliyor. Dans temelde bir deneyimi paylaşmaktır. Dans toplulukla ilgilidir.
Bir an için koreografinin etimolojisine geri dönelim. Antik bağlamda koro (chore)yalnızca sahnedeki olayların bir gözlemcisi değil, aynı zamanda (daha da önemlisi) başkahramanın başına gelen belaları üçüncü kişi gözünden, nesnel bir şekilde değerlendiren bir yorumcu veya gruptu. Koronun çok önemli bir işlevi vardı: Büyük kahramanların veya liderlerin yanılsamalarına rağmen işin içyüzünü görebilmeyi becerirdi.
Koronun sahip olduğu bu üçüncü kişi bakış açısından neler görebileceğimizi, hangi yanılsamaların içyüzünü görebileceğimizi düşünüyorum. Bu pandemiyle daha yakından ilgili olan, pandemiye sebep olan ve hala görmezden geldiğimiz meseleleri, başka bir deyişle, kendi bedenlerimize ve Dünya’ya nasıl davrandığımızı görebilecek miyiz? Belki de bu kitlesel pandemi koreografisi, şu anda çok önemli olmasına rağmen, odağımızı önümüzdeki uzun vadeli meselelerden uzaklaştırıyor. Ayrıca sanatçılar olarak başka nasıl yaklaşımlar görebileceğimizi de merak ediyorum. Sonuçta, dans etmek akla gelebilecek en sürdürülebilir aktivitelerden biri. Tükenmeyecek ve zorunlu bir kaynak kullanımı gerektirmiyor. Çünkü o sizin içinizde ve herkes dans edebilir.
“Temel” (essential) gündelik bir kelime haline geldi. Yemek ve havayı temel olarak görüyoruz, hangi mağazaların temel olduğuna karar veriyoruz. Ben dansın da temel olduğuna inanıyorum. “En az bir kez dans etmediğimiz her günü kayıp olarak saymalıyız.” diyen Friedrich Nietzsche’ydi. Ahlakın Soykütüğü Üzerine (On the Geneology of Morals) kitabında Nietzsche, yaşamın onaylanmasının duyularımızın ve zihinlerimizin muktedir olduğu yaratıcılığın ortaya çıkarılmasına yardımcı olan bedensel pratikler aracılığıyla gerçekleşmesi gerektiğini söyler. Dans bedensel bir pratiktir. Dans gibi pratiklerle meşgul olmakla, toplum içinde yarattığımız değerlerin ve dünyada yaptığımız hareketlerin hem Dünya hem de kendimiz için iyi olup olmadığını ayırt etmemiz için gereken duyusal farkındalığı kazanacağımızı söyler Nietzsche. İşte bu yüzden “Bir filozofun ruhunun iyi bir dansçı olmaktan daha fazla neyi dileyebileceğini bilmiyorum,” demiştir. Çünkü dans onun ideali, aynı zamanda güzel sanatı, nihayetinde bildiği tek dindarlık ve “dini görevi”dir.
Şu anda sorulması gereken önemli sorular şunlardır: Bu şartlar altında dans etmeye devam etmenin bir yolunu bulabilir miyiz? Ve bu zamanlarda dansın yardımcı olabilmesi için bir yol bulabilir miyiz? Dansın iyileştirici yanı hakkında düşünüyordum. En ünlüsü Epidaurus olan Asklepion tapınaklarında Yunan tıp tanrısı Asklepios’a ibadet edilirdi. Bu tapınaklarda uygulanan medikal pratiklerde, bu tedavi merkezleri ruhsal tedaviyi ve sağlıklı yaşam biçimi, beslenme, fitness, müzik ve tiyatroya odaklanan bir yaklaşımı bünyesinde barındırıyordu. Sağlık tıptan çok daha fazlasıdır; ne yediğimiz, bedenlerimize nasıl baktığımızdır. Yalnızca bedeni iyileştirmek değil, aynı zamanda bedenin içinde serpilip gelişebileceği sağlıklı bir çevre yaratmaktır.
Koreografi yapmaya başladığım ilk zamanlarda bir panzehir olarak sanatın iyileştirici gücü üzerine konuşan Meredith Monk’tan ilham almıştım. O, iyileştirmenin yalnızca dans etmede, şarkı söylemede -performansta- değil, aynı zamanda sanat yapmanın kendisinde olduğunu söyler. Bu iyileştirici güç bedenin içinde gerçekleşenlerin ve bedenin dışındaki şeylerin etkileşim sürecidir. Sonuç olarak, bedenin içsel ve dışsal alanı arasındaki etkileşim tamamen havayla -nefesle- ilgilidir.
2015 yılında, My Breathing is My Dancing (Nefes Alışım Dans Edişimdir) isimli bir oyun üzerine çalışıyordum. Bu, neyi kendi dansım olarak görebileceğim ve nereden hareket üretebileceğime dair yapılan bir araştırmanın parçasıydı. Nefes almamı, yürüyüşümü ve konuşmamı dans etmem olarak düşündüm. Nefes almak kelimenin tam anlamıyla ve simgesel olarak yaşam demektir. Şunu söyleyebilirim ki, eğer koreografi insanlar arasındaki mekânın yazımıyla ilgili ise, aynı zamanda o mekânın nefes sayesinde (ve nefes için) nasıl var olduğuyla da ilgilidir. Bu demektir ki koreografi mekânın nasıl nefes aldığı ile ilgilidir.
Bu günlerde dans etmenin dünyamızdaki yerini düşünmek önemlidir. Fakat yalnızca onu nasıl koruyacağımız ve tüm kısıtlamalara ve iptallere karşı onun nasıl devam etmesini sağlayacağımız anlamında düşünmemek gerekiyor. Aynı zamanda danstan, dansın nefesinden, kendi kendine yetebiliyor olmasından, ayrıca dansın toplumsal yapısından neler öğrenebileceğimiz anlamında düşünmek gerekiyor.
Bu, beni bugünü toparlamak istediğim noktaya getiriyor.
P.A.R.T.S.’ta şu anki okul döneminin açılışında öğrencilere şu soruyu sordum: Gelecek bize ne getirecek? Özellikle dünya ile dans aracılığıyla bağlantı kuran bizim gibiler için. Gerçekten inanıyorum ki en önemli şey destektir. Birbirimize yardım edelim, ilham verelim. Bu yeni durumun bizi nasıl yeni çözümlere ve yeni iletişim biçimlerine götürebileceğini bulalım. Bu, içinizdeki pusulaya bakmak ve kendinizi kontrol etmek -içinizde neler oluyor ve diğerleriyle ilişkiniz bağlamında size neler oluyor- için istekli olmaya bakar.
Şu anda karşı karşıya olduğumuz kurallar sanki sürekli kayan bir kumun üzerinde dans ediyormuşuz izlenimini yaratıyor. Dansa, performans sanatlarına ve tüm sanatlara önem veren bir topluluk olarak bu kayan kumla başa çıkma yollarını bularak birbirimize bilinçli bir şekilde yardımcı olmalıyız. Dansa ve içinde dans ettiğimiz dünyaya -saygı göstermenin ve paylaşmanın zarif yolları vasıtasıyla- özen göstermemiz hayatî önem taşıyor. Saygı göstererek, fakat aynı zamanda durağan ve edilgin hale gelmeden.
Ayrıca öğrencilere mizah duygusuna sahip olmanın önemli olduğunu da söyledim. Dansçı olduğumuzu, dolayısıyla esnek olduğumuzu unutmamalarını… Esnek ve dirençli. Vücutlarımızda ve zihinlerimizde esneğiz.