(The English version is available from this link.)

2022 Ağustos ayında Fransa’nın La Drome bölgesinde yer alan Luc en Diois köyüne, her yıl düzenlenen AS Nomadic College’a ilk kez katılmak üzere İstanbul’dan yola çıktım. O sene NC’de, Türkiye’de Barış Mıhçı tarafından yürütülen Axis Syllabus çalışmalarına katılan ekipten yedi kişiydik. Atölyeler boyunca Axis Syllabus Araştırma Ağı’nda yer alan ve Nomadic College’da atölyeler veren Frey Faust, Francesca Pedulla, Barış Mıhçı, Jerome D’Orso, Manuela Martella ve Anne Cecile Chantune ile söyleşiler gerçekleştirdik. Türkiye’de AS çalışmalarına katılan arkadaşlarımla birlikte bu söyleşileri yayına hazırladık. Francesca Pedulla ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

 

 

Ağustos ’22- Luc en Diois

 

Banu Açıkdeniz: Sevgili Francesca, Axis Syllabus arşivi ile yolunuzun nasıl ve nerede kesiştiğini merak ediyorum. Ama öncelikle akademideki deneyiminizden bahsederek başlayabilir miyiz?

Francesca Pedulla: Akademik yolumun biraz eziyetli olduğunu söyleyebilirim. Lisede Classics[1] okudum: Antik Yunanca ve Latince. Bu eğitim beni üniversiteye yönlendirdi, çünkü sadece bu tür bir eğitimle bir şeyler yapmak mümkün değildi. Üniversitede iki yıl mimarlık okudum. Mimarlık konusundaki tutkum hala devam ediyor ve mimarlarla çalışmaktan gerçekten keyif alıyorum; çünkü onların dünyayı görme biçimlerini seviyorum. Ancak mimarlık disiplininin tam olarak bana göre olmadığını erkenden fark ettiğim için de şanslıyım.

O zamanlar da [üniversitedeyken] dans ediyordum ama dans benim için daha çok bir hobi gibiydi. Dansın benim için bir yaşam biçimi olabileceği aklımın ucundan geçmemişti. Ailem sanatçı bir aile değildi, dans çocukluk dünyamın bir parçası olmadı ama tiyatroyla çok ilgiliydim. Bu yüzden mimarlığı seçtim; tiyatro sahneleri tasarlayabilmek, yaratabilmek için.

Sonrasında ise aslında daha çok “düşünce”yle ilgilendiğimi fark ettim; kavramlarla, felsefeyle, yaratıcı metinlerle…  Böylece tiyatro ve performans tarihi ve tiyatro edebiyatı üzerine okumaya başladım. Ve sonuç olarak bu alandan mezun oldum.

Bu arada, bu ikinci döngünün başlarında eş zamanlı olarak Afrika dansları üzerine çalışıyordum. Anoreksiyayla mücadele ettiğim çok zorlu bir anda benim için çok büyük pozitif bir değişim oldu bu. Sanırım diğer şeylerin yanı sıra özellikle dansa yakınlaşmam beni çok değiştirdi. Çok iyileştiriciydi. Bedenimin bir gücü olduğunu yeniden hissettim. Sanırım beni Afrika kültürünü incelemeye ve daha derine inmeye iten şeylerden biri de bu kültürün bedenle yakında ilgileniyor olmasıydı. Beden hem bir kanal hem de bir madde olarak algılanıyordu. Çünkü tüm törenler ve geçiş ayinleri, bedenin (maddi) manipülasyonu ve kullanımı yoluyla ‘Kutsal’ (Devine) olanın ifadesiyle inşa edilir;  şarkılarla, sözlerle, ritimle… Değişim yaratmak için, metamorfoz için. Bunun benim için, kişisel gelişimim ve şifalanma yolum için çok önemli bir unsur olduğunu düşünüyorum.

Bu alanda çalışmaya başladığımda harika insanlarla tanışma fırsatım oldu,  özellikle de Koffi Kôkô ile. Beninli bir koreograf, pedagog ve dansçı olan Koffi Kôkô Paris’te yaşıyordu. Paris gerçekten de Afrika dansının yeni dalgasının merkeziydi. Onunla orada çalışmaya başladım. Dans etmeye Koffi sayesinde karar verdim.

Çalışmaları çok ilginçti çünkü Afrika’dan bir grup genç koreografla birlikte kendi kültürünün maneviyatını – Vodoun[2] kültürünü – Avrupa dans alanına taşımayı başaran ilk kişiydi. Bu, yeni sanat dalgasını folklorik bir kafese hapsetmeme yönündeki ilk çabaydı. Böylece FEIDA’yı, Fédération Internationale de la Danse Africaine’i kurdular. Kendi bilgilerini kullanarak sanat yapma haklarını talep ediyorlardı.

 

 

Üniversiteyi bitirdim ve bu okula kaydoldum. Fransa/Bourdeux’da iki yıllık bir oyunculuk okuluydu. Birçok farklı Afrika dansı ve dans stili öğreniyorduk. Bunlar farklı etnik grupların farklı dans tarzlarıydı. Ayrıca biyomekanik, anatomi ve müzik eğitimi de alıyorduk. Bu yıllarda Benin’e gitmeye başladım. Okul, sahada bir bağlam içinde çalışmaya odaklanan bu tür geziler düzenliyordu. Benin beni gerçekten etkiledi. Aşık oldum.

Sonra her yıl Benin’e gitmeye başladım. Ve Paris’te doktora yapmaya karar verdim.  Konum “Batı Afrika’da Dansının Çağdaş[3] Durumu” idi. Yani “Çağdaş Afrika Dansı” üzerine değil, Afrika’da neler olduğu üzerine çalışıyordum. O dönemde özellikle Fransa’da olup bitenlerle çok ilgiliydi. Fransa, şimdi “Çağdaş Afrika Dansı” denilen şeyi geliştiriyordu. Yeni bir dans tarzı yaratmak için Fransız koreografları Afrika’ya gönderiyorlardı.  Fransa’daki koreografi merkezlerine – Ulusal Koreografi Merkezi (CCN)[4]– benzer bir şeyi Batı Afrika’da da kurmaya çalışıyorlardı.

Paris’te neredeyse bir yıl kaldım. Ve sonra tiksindim. Profesörümle gerçekten anlaşamıyordum, sürekli diğer tarafta olmaktan çok yorulmuştum: yapmak yerine, çalışmak. Bu yüzden çok ani bir şekilde [doktorayı] bıraktım. Kimseye bir şey söylemeden bir gece treniyle İtalya’ya döndüm(gülüyor).

İtalya’da, tanınmış bir İtalyan koreograf olan Giovanni Di Cicco’nun topluluğunda çalışmaya başladım. Bir noktada, sadece başkalarının projelerinde çalışmak yerine kendi eserlerimi yaratmaya karar verdim. ‘Geleneği nasıl koruyacağımıza ama aynı zamanda onu nasıl geliştirmeye devam edeceğimize dair bazı fikirlerim var’ dedim. Yani sadece öğrendiğim geleneksel dansları korumanın bir yolunu aramıyordum. Ve bu yaklaşım o zamanlar Paris’te pek de hoş karşılanmıyordu.

2001 yazında Viyana’da Frey Faust’dan ilk atölyemi aldım. Bilirsiniz, bazen hayat böyledir… O yıl ImPulsTanz Festivali için oradaydım.

Batı Afrika’da seyahat ederken ve okurken adımları deşifre etmek için bir şeye ihtiyacım vardı. Tabii ki bu sadece adımlarla ya da sadece bir dans [formuyla] ilgili değildi.

 

 

Dans derslerine katılırken veya farklı çağdaş dans öğretmenleriyle çalışırken fiziksel olarak hareket analizi üzerine çalışıyordum, ancak sunulan araçlar çok etkilendiğim bu dansları daha iyi anlamama yardımcı olmuyordu. Bir sanatçı olarak araştırmaya ve bu dansları kullanmaya devam etme isteğim güçlüydü ama bu benim için yeterli değildi. İşte bu, Axis Syllabus ile çalışmalarım arasındaki bağlantıydı ve AS üzerine çalışmaya başlamamın nedeni de buydu.

Bu dönemde tek başıma Benin’e  gidip gelmeye başlamıştım ve orada Eric Acakpo ile tanıştım. (Aslında kendisi de burada Nomadic College’da olacaktı ama ne yazık ki bu yıl vize alamadı). Ailesi Benin’de çok önemli bir yere sahip, çünkü yıllardır Vodoun kültürünü uyguluyor ve aktarıyorlar. Bu aileyi özel kılan bir diğer şey ise zihinsel açıklıkları. Özellikle Eric’in babası farklı alanlardan birçok araştırmacıyı tapınağına ve evine davet etmiş ve onlarla canlı tartışmalarda bulunmuş. Yani onun zihniyeti gerçekten çok [özel].

[Bu ailede] bir kız evlat gibi karşılandım ve bu deneyim benim için çok önemliydi. Orada antropolog bir arkadaşımla birlikteydim, birlikte araştırma yapıyorduk. Benim araştırmam daha çok dans üzerineydi ama onunkiyle aşağı yukarı benzer bir motivasyonla, benzer bir arayıştı; ait olmadığımız bir kültüre nasıl gireceğimizi bulmaya çalışıyorduk.

Bu çok yoğun bir eğitimdi. 2-3 yıl boyunca 3-4 ay Benin’de Eric’in ailesinin evinde kaldım, bazen arkadaşımla bazen de tek başıma. Oradaki tek beyaz insanlar bizdik. Yerel halk oldukça misafirperver olsa da uyum sağlamakta zorlandığımız pek çok an oldu, pek çok kez yanlış anlaşılmalar yaşandı. Bu sırada, birçok töreni izleme şansımız oldu. Yani orada gerçekten de bir ziyaretçi gibi değildim. Daha sonra, 2003 yılında Vodoun’a inisiye olmaya karar verdim. Bu da başka bir büyük adımdı. O dünyanın içine giriyorsunuz, yani artık onu dışarıdan görmüyorsunuz. Bu da çok zor bir deneyimdi. Çünkü kendimi bu mistisizme bırakırken kesinlikle kancamı kaybetmek istemiyordum. Bu yüzden kendi zihniyetim (gerçekliğe bakış açım) ile [bu yol] arasında gidip gelmek zor bir işti ve hala da öyle.  Her zaman bir benzerlik bulunamayabiliyor. Her halükarda, bu benim için çok önemli bir deneyim olmaya devam ediyor.

Çalışmalarım iki ana yönde ilerlemeye başladı. Biri  Axis Syllabus tarafından desteklenen daha “teknik” diyebileceğimiz bir çalışmaydı ki bu elbette tamamen teknik değildi. Diğeri ise Vodoun kültürünü incelemekti: orada olmak, orada kalmak, hatta orada yaşamak. Bu iki dünya birbirinden çok uzak görünse de, benim için aslında öyle değiller. Çünkü Axis Syllabus’un temel amacı insan bedenini “yeniden konumlandırmak”, onu diğer bedenlerle, çevreyle ve her şeyle ilişkili olarak görmektir. Buna “doğa” da diyebiliriz. Tüm bu fraktallara baktığımızda, evrim süreci ve Vodoun felsefesi, aslında hemen hemen aynıdır: insanlar tüm çevreyle ve tüm unsurlarla sürekli bir ilişki içindedir. Onlara “tanrılar” diyebiliriz, “enerji” diyebiliriz ya da bir çevrenin varlığından bahsedebiliriz. Dolayısıyla benim için bu iki alan arasında kesinlikle bir sürtüşme [veya çelişki] yoktu. Başlangıçta, Eric ile birlikte  sadece Beninliler için küçük atölyeler düzenliyorduk. Onlara Axis Syllabus arşivinden bazı araçlar vermeye çalışıyordum ve bu araçları geleneksel dansları analiz etmek için kullanıyordum.

 

 

Başlangıçta bu çok bencilce bir ilgiydi. Öğrenmek istiyordum. Bakarak çok şey öğrendim. Saatlerce bakarak… Ama yine de bir boşluk vardı. Belki yeterince olgun değildim ya da yeterli araçlara, formasyona ve deneyime sahip değildim. Fakat geleneğin dönüşümüne izin vermek gerektiğini düşünüyordum. Toplum dönüşüyor ve her şey değişiyor. Ve değiş tokuş eskisinden çok daha hızlı gerçekleşiyor. Dolayısıyla uyum sağlama ihtiyacı var ve bu bir tür baskıya dönüşüyor. Ve tabii ki sanat da benzer şekilde bir dönüşüm geçiriyor. Ama nasıl? Batılı dans dünyasından gelen etkilerin geleneksel dansların temel prensiplerine uymadığını gözlemliyordum. Frey’in çözmeye çalıştığı problem buydu: teknik ve estetik arasındaki fark. Bu hala oldukça kaotik bir mesele. Teknik, mekanikle, bir şeyleri yapma biçimiyle ilgili olmalıdır; bir şeyleri yapmanın belirli bir “yolu” ile ilgili değil.

Demek istediğim şuydu: “Tekniğe, bir şeyin nasıl yapıldığına, kasların çalışma şekline, eklemlerin davranış biçimlerine bakarsak o zaman belirli bir dansın veya belirli bir adımın kalbini okumamıza ve daha iyi anlamamıza hizmet eden bilgiye sahip oluruz”. Bir kez kalbe sahip olduğunuzda, o zaman henüz var olmayan varyasyonları da yaratabilirsiniz. Aslında gelenekte de böyle olur. Çünkü orada olan da adımların aynı şekilde tekrarlanması değildir. Bu evrimleşmek ama aynı zamanda yola devam etmektir. Yani kökleri korursanız evrimleşmeye devam ederken geleneği korumayı da sürdürebilirsiniz. Kökleri kaybetmek -belki bu kötü bir şey olmayabilir- ama bir şeyleri kaybettiğimiz anlamına gelir.

Eric’in ailesi aracılığıyla Vodoun’a kabul edilen ilk beyaz kişi bendim. Onlar için benimle başa çıkmak çok zordu ve benim için de onlarla başa çıkmak. Kendilerine sormaları gereken pek çok soru vardı ve bunlar aynı zamanda benim de kendime sormam gereken sorulardı. Kendi dünyalarına girebilmem için bana nasıl yardımcı olacaklarını bulmaya çalışıyorlardı. Ama aynı zamanda tüm korkularımla, direncimle, şüphelerimle ve onlara çok yabancı gelen sorularımla başa çıkmanın yollarını bulmaları gerekiyordu. Sonunda bunu birlikte başardık. Ben, ailesi -özellikle de ağabeyi ve Eric- birlikte bu tercüme, iç içe geçme ve yüzleşme sürecinin üstesinden geldik.

Birlikte yaşamak ne anlama geliyordu? İyi niyetli olmamıza rağmen, her iki tarafta da yüzleşmeler yaşıyorduk, sahip olduğumuzu bile bilmediğimiz birçok önyargıyla birlikte.

Birçok tartışma ve çözümlemeden sonra Eric ve ben iyi bir çözüm bulduk ve bu kutuyu başkalarına da açmaya karar verdik. Böylece dışarıdaki insanları davet ettiğimiz bir proje oluşturduk. Aynı zamanda Avrupa’da çalışmaya devam ediyordum ve bu konuyla da yakından ilgilendiğim için bir dans topluluğu kurdum. Bu Benin’e gelen ve Beninli toplulukla tanışan ilk İtalyan topluluğuydu. Sonra ilk projemiz olan Malentendus et d’autres choses – “Yanlış anlamalar ve diğer şeyler”i yaptık; bu projede, biraraya geldiğimizde ve birlikte kaldığımızda başımıza neler geldiğine baktık ve bunları performansımız için birer malzeme olarak kullandık.

Akademiye olan ilgim hiç bitmediğinden bu alanda da daha fazla çalışmaya başladım. Özellikle kültürle ilgili algımı değiştiren bir filozof vardı; Anthony Kwame Appiah. Kendisi yarı Ganalı yarı İngiliz bir filozof. Onunla bir konferansta karşılaştığımda “yazdığı her şeyi okumalıyım” dedim. Çok karmaşık dinamikleri çok basit bir şekilde anlatmayı başarıyordu. İlk kitaplarından biri Kozmopolitanizm: Yabancıların Dünyasında Etik[5]’di. Bu kitaptan yola çıkarak bir proje oluşturduk. Eric ile tam olarak aradığımız şeyi analiz ediyordu. Birlikte yaşamak ne anlama geliyor? Peki ya farklı değerler? Değerler hiyerarşisinin farklı olduğu aldatmacasıyla nasıl başa çıkılır? Farklı bakış açılarıyla nasıl başa çıkılır?

Bu kitapta çok güzel bir örnek var. Bir köy varmış, suyu kötü durumdaymış ve bu yüzden insanlar ishalden ölüyormuş. Batılı doktorlar gelmiş ve suyu dezenfekte etmek istemişler. Suyu içmeden önce kaynatmayı öneriyorlarmış. Ancak köydeki insanlardan çok büyük bir dirençle karşılaşmışlar, ta ki onlarla açıkça konuşana dek. Ve birlikte başka bir çözüm bulmuşlar. İnsanlara suyun içinde kötü ruhlar olduğunu, bu yüzden suyu kaynatarak buharlaştırmaları gerektiğini söylemişler. Çok ilginç, değil mi?

Ama dürüst olmak gerekirse, kim gerçekten bir virüsü gözleriyle gördü? Çok az insan. Virüs kötü bir ruh olarak da tanımlanabilir. Benim için Eric ile yaptığım çalışmanın temelinde bu var. Başkalarının bakış açılarına inanmak zorunda değiliz ama kendi bakış açımızı korumak için onları olumsuzlamamız da gerekmiyor. Diğer perspektifi yadsımak, diyalog için alan bırakmamak anlamına geliyor. Diyalog başlı başına evrensel bir değerdir. Diyaloğa girebiliyorsak; o zaman karar verdiğimizde bir şeyler için birlikte mücadele de edebiliriz.

Bir başka projemiz daha vardı, 4-5 yıl üzerinde çalıştığımız, ‘Dialogues Inévitables – Kaçınılmaz Diyaloglar’. Bu kez 17 kişilik büyük bir toplulukla çalışıyorduk. Bazı üyeler Benin’den, bazıları Senegal, Kanada ve Fransa’dandı. Bu fikir üzerine çalışmaya başladık. Aslında özünde aynı fikirdi: birlikte yaşamaktan kaynaklanan dinamikleri gözlemlemek, dans ve müziği bakış açılarımızı detaylandırmak ve aktarmak için bir araç olarak kullanmak.

Daha sonra, “diyalog” kavramı üzerine araştırırken, o zamanlar Batı Afrika’da oldukça yeni bir şey olan “tüketimciliğe” odaklanmaya karar verdik ve ‘Para Tanrısı’nın hikayesini anlatan bir eser hazırladık. Bence harika bir projeydi. Çoğunlukla Benin’de çalıştık ama aynı zamanda Brüksel’de, Berlin’de ve İtalya’da da. Aynı konu üzerine ya da bu konuyla ilişkili konular üzerine çalışan başka insanlar da vardı; böylece birlikte projeler oluşturduk. Çok heyecan vericiydi. Brüksel’de, Afrikalıların daha önce hiç görmediği, Brüksel’in banliyösünde 50’li yıllarda inşa edilen çok fakir bir mahalle olan cite de culture‘de (kültür sitesi) çalışıyorduk. Proje süresince birlikte yaşadık ve çalıştık. Kurduğumuz bağ derin ve güçlüydü. Daha sonra araştırmamızı beslemeleri için başka sanatçı ve araştırmacıları da davet ettik. Bu proje 2 yıl sürdü ve ardından “Traces”(İzler) girişimini başlattık.

 

 

Banu:  Bir süredir Batı Afrika’da sürdürdüğünüz “Traces” projesinden de biraz bahseder misiniz?

Francesca: Traces, Eric ile birlikte tasarladığımız bir proje. The Inevitable Dialogues‘un (Kaçınılmaz Diyaloglar) devamı niteliğinde.  Traces’ın alt başlığı interweaving wisdom (bilgeliği örmek ya da içiçe geçmiş bilgelik). Fikir, hareket halindeki bedenin bilgisine dayanıyor. Bu tür bir bilgiyi pek çok farklı şekilde elde edebilirsiniz. Bilimsel, teorik ya da pratik olabilir… Benim için önemli olan, hareket halindeki beden, dans, dans ve müzik arasındaki ilişki ve bedenle ve beden içinde yaşamanın performatif yolu hakkında bilgi toplamanın birçok yolu olduğunu kabul etmek. Traces’da yapmaya çalıştığımız şey, tüm bu yönleri farklı şekillerde iç içe geçirmek.

Katılan sanatçıların çoğu  -Benin ve Togo başta olmak üzere- Afrika’dan geliyor  ama çoğunlukla farklı arkaplanlara sahipler. Aralarında geleneksel dansçılar, çağdaş dansçılar ve breaker’lar var. Bazılarının yerel gelenekler hakkında hiçbir şey bilgisi olmayabiliyor. Yurtdışından da birtakım dans sanatçılarını davet ediyoruz. Biraz burası gibi [Nomadic College]. Pek çok şey paylaştığımız doğru ama aynı zamanda pek çok farklılığımız da var. Birçok farklılığı örüyoruz. Vurgulamak istediğim nokta aynı olmadığımızı kabul etmemiz gerektiği. Hayata aynı şekilde bakmadığımız ve onu aynı şekilde yaşamadığımız… İşte “Traces” bu. Traces’da eğitimler veriyoruz, geleneksel danslar aracılığıyla Axis Syllabus©’u[6] öğretiyoruz.

Axis Syllabus yurtdışından gelen insanlar için bir giriş noktası, her şeyi yeniden gözden geçirmenin bir yolu oluyor. Aynı zamanda birçok Vodoun törenini ziyaret ediyoruz ve bu törenlere bir icracı olarak bakmaya çalışıyoruz. Çünkü [bu törenlerde] çok yüksek bir performatif potansiyel var. Buradaki fikir, kadim pratiklerin mevcut pratikleri nasıl besleyebileceğini anlamak. Bu çabayı göstermeye çalışıyoruz.

Banu: Akademiye tekrar döndüğünüzden bahsetmiştiniz, bu hangi bölümdü?

Francesca: Paris 8 mi? Dans bölümüydü. Ama benim konum Afrika ile ilgili olduğu için antropoloji ve etnografya üzerine de birçok çalışmamız vardı.

Banu: Bağımsız bir araştırmacısınız. Dersler veriyorsunuz, makaleler yayımlıyorsunuz… Daha çok nerelerde konuşmalar yapıyorsunuz, genellikle İtalya’da mı?

Francesca: Evet, bağımsız bir araştırmacıyım. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Brezilya’da ve İtalya’da konuşmalar yaptım. Ayrıca birçok farklı etkinliğin küratörlüğünü yapıyorum. Örneğin Bologna’daki Scie Festival‘de akademiyi bırakmış bir antropolog olan Nuvola Vandini ile birlikte çalışıyorum.

Beni etkileyen şey, The Axis Syllabus’un teori ve pratiği dürüst bir şekilde harmanlamayı hedeflemesiydi. Akademide eksik olan şey şuydu; örneğin her hafta Cunningham derslerine katılmak zorundaydım. İlgi çekici olmadığından değil, ama araştırmam için yararlı değildi.  Bu akademinin kendisine karşı olduğum anlamına gelmiyor. Sadece artık bana göre olmadığını fark ettim, sahada olmam ve ilgili olduğunu düşündüğüm şeylere odaklanmak için özgür olmam gerekiyordu.

Banu: Belki konuşmamızı bitirmeden önce, Nomadic College’deki derslerinizde birlikte çalıştığımız konular ve derslerin odak noktası olan ve oldukça ilginç bulduğum poliritimik beden üzerine biraz konuşabiliriz.

Francesca: Lorenzo Gasperoni [müzisyen] ve ben yıllardır birlikte çalışıyoruz. Tanışmamızın üzerinden 25 yıldan fazla zaman geçti. Lorenzo aynı zamanda bağımsız bir araştırmacı. O da konservatuardan, akademiden geliyor. Dünya müziğine odaklanarak seçtiği konuyu çalışmak ve uygulamak için akademide kalmaya karar vermiş. Bir noktada Afrika merkezli müzikten etkilenmeye başlamış. Yani ayrı ayrı ikimiz de pek çok şey yaptık ama bir yandan da ortak bir payda aramaya, diğer insanlara aktarabileceğimiz, bu çalışmaların altında yatan temel birtakım ilkeleri bulmaya ihtiyaç duyduk. O zaman birşeyler kendi kendine gelişebilir ya da [bu ilkeler] belirli bir geleneksel dans, müzik veya başka bir kültürel unsurun daha derin analizi için bir giriş noktasına dönüşebilir, değil mi? Herkesin kullanımına açık bir şey. Poliritm birçok geleneksel dansın temelinde yer alır. Derslerde de söylediğim gibi, bir yandan müziği algılamanın oldukça entelektüel ve matematiksel biçimleri var; bir yandan da müziğin karmaşıklığı, insan dinamiklerini tanımlamak ya da düzenlemek için bir dil gibi de ele alınabilir. Ve bence bu çok güzel. Bence müzik gerçekten hayatın karmaşıklığını ifade ediyor. Dolayısıyla hem çok karmaşık hem de içine girmesi çok kolay.

Banu: İçinde çelişkiler barındırıyor, değil mi?

Francesca: Evet, pek çok çelişki var ama bunlar da bizim bir parçamız. Bu yüzden eğitim verirken kültürümüzün bize sağladığı bu “teknik” -diyelim- bilgileri de vermeye çalışıyoruz. Bunların gerçekten çok faydalı olduğunu düşünüyorum, çünkü bize bir analiz yolu sunuyor. Ancak daha anlaşılmaz ve büyülü olan bir başka yön daha var; insanoğlunun tüm bunları yaratma kapasitesi. Bu, insanlık durumuna içkin olan bir şey.

Dolayısıyla poliritmik bedenle ilişki kurduğumuzda; eklemler, kaslar vs. arasındaki iç ilişkilerin karmaşıklığının yanı sıra çok çok yavaş olan kraniyal-sakral ritim gibi diğer olgularla da bağlantı kurabiliriz. Sonra dolaşım ritmimiz, nefes alma ve sindirim döngülerimiz var… Tüm bu ritimler aynı anda çalınıyor. İlginç olan şey, bunun müzikte de aynı olmasıdır; her ritmin bir varoluş nedeni vardır. Birbirlerinden bağımsız olabilirler ve aynı zamanda yan yana geldiklerinde bir sihir yaratırlar. Bağımlılık içinde bir bağımsızlık.

Lorenzo ile birlikte öğrettiğimiz şey, dar bir odağa sahip olmak yerine aynı anda tüm bu ritimlerin farkında olma becerisidir; buna mevcudiyet diyebiliriz, değil mi? Nomadic College’ın ilk haftasında verdiğim ders daha çok teorik bir temel üzerineydi. İlk atölye bu teorik temel için bir tür hazırlıktı ve aynı zamanda daha açıktı, özellikle Afrika merkezli kültürle ilgili değildi.

Ama mevcudiyet (presence) nedir? Mevcudiyet kendimizi akort etme biçimidir. Çevreyle ilişki içinde olmanın bir yoludur ve özellikle de içeride olup bitenlerle, sürekli değişen bir girdapla ilişki içinde kalabilmektir. Aynı zamanda dışarıdakileri de bir referans olarak tutmayı sürdürmektir. Yani bu bir ilişki kurma meselesidir. Ve benim için “trans” halinin temel gücüdür. Vodoun’da trans hali, bedende ikamet eden bir tanrısallığın ifadelerinden biridir. Bana göre trans hali, aynı anda pek çok şeyi algılama ve buna göre davranma kapasitesi.  Lorenzo’yla derslerde vermeye çalıştığımız şey bu. Benim için çok ilginç olan, Afrika merkezli dans çalışmalarına derinlemesine girdiğinizde bu danslara içkin olan pek çok biyomekanik ilkeyi fark etmek. Bu Frey ile de üzerine çokça konuştuğumuz bir şey,  bu gerçek bir çalışma alanı ve başka şeyler için de paha biçilmez olan bir şey. Tabii ki sadece bir “form” haline dönüşürse, tüm bunları kaybedebiliriz. Bu yüzden formdan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorum. Bunu sevmediğimden değil, ama benim için yüzeysel bir katman gibi.

Şimdi İtalya’da yaşıyorum. Daha önce İtalya’da uzun süre yaşamamıştım. Ama şimdi orada yaşamak için geri döndüm. Barış ve Frey ile birlikte güneye inmeye karar verdik. Aslında ailem Güneyli ama ben Kuzey’de büyüdüm. Şu anda yaşadığımız bu bölge Pizzica, Tarantella gibi çok güçlü bir dans geleneğinin olduğu bir bölge.

Banu: Bu dans esnasında da bir tür trans gerçekleşiyor değil mi?

Francesca: Evet bir tür trans. Bu konuda inanılmaz şanslıyım çünkü bana araziyi satan kadının kocası aslında nesillerdir Pizzica çalıyor ve çok incelikli bir şekilde çalışıyorlar. Onları pizzica çalmaya davet etmeye başladım, yani ortak bir ilgimiz olduğunu hissettim. Ve böylece bu dans üzerine çalışmaya başladım. Yine basit bir adımın ne kadar karmaşık olabildiği gerçeği ile karşılaştım. Otuz yıldır ritim üzerine çalışıyor olsam bile, bunu çözmek ve hissedebilmek benim için hala çok zor. Ve onlar için çok kolay; “İşte böyle, bir-iki-üç, bir-iki-üç, kolay, değil mi?” diyorlar. Sonra da “Hayır, hayır, fikir bu değil!” diyorlar. Hiç de kolay olmadığını biliyorum. Bu kadar sofistike olması inanılmaz. Gelenek çok enteresan bir olgu, bir yandan bir basitliği var çünkü paylaşılabilir olması gerekiyor; ama aynı zamanda çok karmaşık. Çünkü bence bu aynı zamanda kimin “içeride” kimin “dışarıda” olduğunu teyit etmenin de bir yolu.

Banu: Anlıyorum. Topluluk içindeki ve dışındaki insanlar…

Francesca: Evet, çünkü sık sık “ Toplumsal dans, geleneksel dans, bunlar çok kapsayıcı…” diyoruz ama eğer kodu bilmiyorsanız kendinizi dünyanın en yalnız insanı da hissedebilirsiniz. Bu benim son zamanlarda üzerine düşündüğüm bir şey.

Banu: Evet çok doğru… Çok teşekkür ederim Francesca, seninle konuşmak harikaydı.

Francesca: Rica ederim!

[1] Classics  (klasikler) veya klasik çalışmalar, klasik antik çağın incelenmesidir. Batı dünyasında, klasikler geleneksel olarak Klasik Yunan ve Roma edebiyatı ve ilgili orijinal dilleri Antik Yunanca ve Latince olan çalışmaları ifade eder. Classics ayrıca yan konular olarak Greko-Romen felsefesi, tarih, arkeoloji, antropoloji, sanat, mitoloji ve toplumu da içerir.

[2] Vodoun: Vodún veya vodúnsínsen, Benin, Togo, Gana ve Nijerya’daki Aja, Ewe ve Fon halkları tarafından benimsenen geleneksel bir Afrika dinidir.

[3] İngilizcedeki contemporary (çağdaş) kelimesi tercih edilmiş. Çağdaş dans ve Çağdaş Afrika dansı gibi isimlendirme ile mesafelenmeyi ima ediyor.

[4] https://www.culture.gouv.fr/en/Thematic/Dance/Dance-in-France/National-Choreographic-Centres

[5] Cosmopolitanism: Ethics in a World of Strangers (ıssues of Our Time), Kwame Anthony Appiah, 2007.

[6] Axis Syllabus, Frey Faust tarafından yazılan 6. edisyonu hazırlık aşamasında olan hareket eden beden üzerine bir müfredat önerisi https://www.axissyllabusforum.org/literature .