#axissyllabus #kemikyolu #elveayakanatomisi
Barış Mıhçı’nın oluşumuna yıllardır katkıda bulunduğu Axis Syllabus[1] arşivini aktardığı atölyelerden biri daha geçtiğimiz Kasım ayında Çatıdans’da gerçekleşti. “Kemik Yolu” atölyesinde kemiklerin birbirleri ile nasıl bir ilişki içinde yanyana geldiklerine baktık, şekillerini inceleyerek ima edebilecekleri hareket yollarını keşfetmeye çalıştık.
Beden aşağıdan yukarıya ya da yukardan aşağıya organize edilmiş anatomik bir yapıya mı sahiptir? Sırasıyla kafa, göğüs kafesi, kalça, bacaklar ve ayaklar… Barış Mıhçı dikatimizi bedendeki bu üst-alt ilişkisi ile ilgili yaygın algıya yönlendirdi ve şu soruyu ortaya attı: neden üst-alt şeklinde organize edildiği varsayılan birleşim noktalarında adeta bir salgın şeklinde bedensel problemlerle karşılaşıyoruz? Örneğin, diz, kalça, bilek sakatlanmaları, omurgadaki problemler… Eller de ana destekler olarak kullanılıyor olsaydı acaba dizler gibi dirseklerde ve el bileklerinde de benzer problemlerle karşılaşır mıydık?
Kalça bacak bağlantısı, bedendeki bu üst-alt birleşim imgesinin gerçekliğine göz atmak için iyi bir başlangıç noktası olabilir.
Femur başı ile asetabulum (kalça soketi) ağırlıkla sajital düzlemde[2] buluşurlar (sağ asetabulum saat 3 yönüne, soldaki ise saat 9 yönüne bakacak şekilde), ancak buluşma yüzeyi sağ tarafta saat yönünün tersi ve sol tarafta saat yönüne doğru vertikal eksende dönerek frontal düzleme meyleder. Aynı zamanda bu buluşma yüzeyleri transversal eksende sağda saat yönü solda ise saat yönü tersine dönerek hafifçe aşağıya bakacak şekilde konumlanmıştır. Bu iki diyagonal yüzeye iki düz çubuk yerleştirseydik, devamlı abdüksiyon halinde ilerlemeye çabalayan bir beden tasarımı ortaya çıkardı. Halbuki femur başı ve boynu bu yüzeyi onaylarken, femur bir açı ile bedenin orta çizgisine (midline) doğru meyleder. Bu sayede bacaklar görece zahmetsizce sajital düzlemde ilerlememizi sağlar.
Çalıştırıcı kalça ve bacakların buluşma yüzeyleri ile ilgili bir soru daha yöneltti: kalça hangi koşulda gerçekten bacağın “üstünde” konumlanabilir? Bu örneğin beden simetrik bipedal duruştan çıkıp tek bir alt destek üzerinde konumlandığında mümkün olabiliyordu. İptal olan destek tarafındaki kalça yukarı doğru çıkarken, aynı zamanda kalçanın bu bölümü arkaya yönelecek şekilde bir miktar rotasyon yapar. Böylece kalça destek bacağın üzerine arkadan ve üstten yerleşmiş olur. Yani, kalça hem frontal düzlem üzerinde saat yönü ya da tersinde bir dönüş gerçekleştirirken (desteğin hangi taraf olduğuna bağlı olarak) bir yandan da vertikal düzlemde küçük bir rotasyon daha yapmıştır.
Peki sakatlıklar açısından iskeletin en zorlayıcı bölümlerinden biri olan omurgaya bakarsak karşımıza ne(ler) çıkar? Bedene önden ya da yandan bakıldığında omurlar birbiri üzerine dizilmiş gibi görünürler, bu da bize aşağıdan yukarıya ya da tersi şekilde organize olmuş, vertikal eksen boyunca sıralanmış parçalardan oluşan bir yapı izlenimi verir.
Halbuki omurgaya sırt tarafından bakacak olursak faset eklemlerinin (facet joint) “kabaca” 3 farklı düzleme yerleştiği görülür. Servikal (boyun) omurlarda eklem yüzeyleri ağırlıkla horizontal düzelemde olmakla beraber belli bir açıyla frontal düzleme doğru meyleder, birleşim noktalarının baktığı yön bedenin arkasıdır. Toraks (göğüs kafesi) bölgesindeki eklem yüzeyleri ağırlıkla frontal düzlemdedirler ancak sajital düzleme doğru bir eğilim içindedirler, yüzeylerin birleşimi ağırlıkla yukarı ama hala bir miktar arkaya bakmaktadır. Lumbardaki (bel) eklem yüzeyleri ise ağırlıkla sajital düzlemde yer alırlar, bir yandan da frontal düzleme yaklaşmışlardır; bu kez eklem yüzeyleri bedenin önüne doğru bakmaktadır. Bu üç eklem yüzey tipi ağırlıkla bir yüzeyi onaylarken, ikinci yüzey özelliği bir sonraki omurga parçasındaki faset eklemlerinin asli düzlemini belirler. Yani, servikal eklemler horizontal ve bir miktar frontal iken, toraks eklemleri frontal ve bir miktar sajitaldir, lumbar eklemleri ise sajital ve bir miktar frontaldir.
Atölyenin 2. günü bedendeki eklem yüzeyleri ile ilgili bu bilgileri detaylandırmak ve test etmek üzere gruplara ayrıldık. Elimize kol, bacak, omurga model parçalarını alarak eklemlerin bulunduğu yerlerde kemik yüzeylerinin ne şekilde, hangi düzlemlerde yapılandıklarını inceledik. Vardığımız temel sonuç hiçbir eklem buluşmasının sadece tek bir düzlem üzerinde gerçekleşmediğiydi, hep bir sapma (deviation) söz konusuydu. Genelde birden fazla düzlem vardı, ancak yapı bunlardan birine doğru meğilli (biased) oluyordu.
***
Bir süredir ellerin ve kolların anatomik detaylarına bakmak istiyordum. O yüzden ikinci gün modelin bir parçasını elimize alıp gruplar halinde kemik şekillerini analiz etmemiz istendiğinde elim hemen bir kol parçasına gitti. Oluşturduğumuz üç kişilik grupla incelemeye başladık.
Bu çalışma notunun geri kalanında çalışma esnasında karşılaştıklarımıza değil, o gün ortaya çıkan ve beni düşündürmeye devam eden bir soruya odaklanacağım: Ayak ve el başparmaklarımız nasıl bir süreç sonunda bugünkü halini aldı?
Atölye çıkışı bu konu üzerine ne tür veriler olduğunu merak ettim ve karıştırmaya başladım. Öncelikle bugünkü insan elinin temel anatomik özelliklerine göz attım. Elin parmakları arasından sadece biri yani baş parmak 3 parçadan oluşurken diğer dört parmağın[3] metacarpal kemikleri avuç dediğimiz yapının içinde yer alıyor ve bu parçayla birlikte toplam 4’er alt bölümden oluşuyorlar. Başparmağın bu farklı durumu ona bağımsızlık veriyor. Bu bağımsızığı sağlayan başlıca unsur baş parmaktaki “bazal eklem” (basal joint, saddle-shaped carpometacarpal joint) yapısı. Bazal eklem bileğe en yakın eklem, başparmağın geniş hareket kabiliyeti onun sayesinde mümkün olabiliyor. Bu noktada karşıma ikinci bir terim çıktı: “opposable”.
Başparmağın diğer parmakların karşısında konumlanmasını sağlayan, yani onu “opposable” kılan şey yine bu bazal eklem. İnsanların nesneleri kavrayabilme becerisini mümkün kılan da başparmağın bu “karşıya geçebilme” kabiliyeti. El işleri ve nesne manipülasyonu bu sayede gerçekleşebiliyor. Bunun insanları diğer hayvan türlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri olduğu söyleniyor. Aslında “opposable” başparmak, primatları da diğer türlerden ayıran bir özellik. Ancak insanlarda bunun “hiper” düzeyde olduğu ifade ediliyor[4].
Son zamanlarda el üzerine çizimler[5] yaparken 8 adet karpal[6] kemik (bilek kemikleri) olduğunu fark etmiştim (ayakta ise 7 adet tarsal kemik vardı). Bunların ligamentler yardımıyla sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğunu ve büyük ölçüde yerlerinin sabit olduğunu öğrendim. El üç ana bölüme ayrılıyordu carpus, metacarpus ve phalange (parmaklar). Metakarpal bölüm ayaktan aşina olduğumuz metatarsala[7] karşılık gelen kısımdı.
Ayağa aynı ilgiyle ve sorularla bakmaya başladığımda önce şunu fark ettim, ayak başparmağı da el başparmağı gibi diğer dört parmaktan bir kemik eksik yapılanmıştı. Neden? Elde başparmağın “opposable” oluşu bu farklılığı anlaşılır kılıyordu, ama ayakta bunun sebebi ne olabilirdi? Kafamda nedense şöyle bir kurgu vardı: “eldeki başparmak sonradan ‘opposable’ hale gelmişti, ayakta ise böyle bir ihtiyaç olmamıştı”. Halbuki durum biraz farklıydı. Ayak, insanların bipedal (iki ayaklı) evreye geçmesiyle birlikte şekil değiştirmiş ve ayakta da görece “opposable” olan başparmak diğer parmakların yanında sıralanmış ve karşıya geçme özelliğini yitirmişti. Bunun yanısıra ayakta durmayı sağlayacak bir topuk yapısı gelişmişti. Bu ikinci bilgi gayet açıkken ilki zorlayıcı geliyordu. Karşıma ayak yapısının evrimi ile ilgili bir takım makaleler çıktı. Bu yazılarda primatların ve insanların ayak yapılarını karşılaştıran görseller durumu biraz daha anlaşılır kılıyordu.
Ayaklar kavrama becerisine sahip beden parçalarıydı, ta ki bizler iki ayağımızın üzerine çıkana kadar. Yani el ve ayaklar benzer[8] yapılardan farklı yapılara evrilmişlerdi. Sanki ezbere bildiğimiz bu bilgi, nedense yabancı geldi. Demek ki üzerine pek düşünülmemiş. Bu noktada karşıma bir iddia daha çıktı. Bazı makalelerde hallux valgus’un (bunion) bir tür evrimi geriye sarma eğilimi olduğu iddia ediliyordu. Görseller gerçekten çarpıcıydı.
Hallux valgus’un, ayaktaki bunion çıkıntısı, baş parmağın “opposable” hale geri dönme çabası olabileceği iddia ediliyordu. Yani bir tersine evrim örneği olduğu söyleniyordu. Peki o halde neden yoğunlukla kadınlarda görülüyordu? Ayrıca evrimden geri dönüş fikri- “devolution”- her ne kadar günümüzde insanlığın insanaltı seviyeye doğru ilerleyen durumunu açıklamak için kullanışlı olsa da fiziki göstergeler açısından bu yönde takip edilebilir bir veri bütünlüğü var mıydı? Bunlardan şüphe duyarak atölyenin ana fikri ile bitirelim bu notu.
Ortaokul yıllarından itibaren ayakkabı tercihlerimle ve bilmediğim başka sebeplerden “ameliyatlık” hale getirmeyi başardığım hallux valgus’um sanırım temelde kemik yüzeylerinin birbirine denk gelmeyecek şekilde birarada tutulmaya çalışılmasından kaynaklanıyor. Bunu bedenin yapısını yoksayan insan yapımı uygulamalar – ayağa uygun tasarlanmayan ya da spesifik olarak o ayağa uygun olmayan dar vb. ayakkabıların kullanımı gibi- sonucu oluşan bir epidemi olarak nitelendirebilir miyiz? Tıpkı bel, boyun fıtığı, diz sorunları ve kalça problemleri gibi… Neden olmasın?
***
Ek soru: Primatların elleri ve ayakları kullanma biçimlerindeki farklılık (ellerde – ön ayak – parmakları bükerek dış yüzeyini ayaklarda – arka ayak – ise iç yüzeyini kullanma) bugünkü insan el ve ayak anatomisine yansımış olabilir mi?
Ruben Östlund’un Kare filminde Terry Notary’nin “Maymun Performansı”nı hatırlayalım:https://www.youtube.com/watch?v=C2MuGzmZU30 (The Square, 2017)
Kaynaklar:
https://www.researchgate.net/publication/306035622_Evolution_of_the_Early_Hominin_Hand
[1] https://www.theaxissyllabus.com.tr/
[2] Kardinal düzlemler (horizontal, sajital ve frontal) ve hareket eksenleri (vertikal, transversal ve sajital) için Resim 4’e ve aşağıdaki linke göz atabilirsiniz: https://www.bbc.co.uk/bitesize/guides/zxkr82p/revision/2.
[3] başparmağı diğerler dört parmaktan ayırarak digits and thumb olarak da adlandırıyorlar.
[4]Brian G. Richmond, Neil T. Roach, Kelly R. Ostrofsky, “Evolution of the Early Hominin Hand”, The Evolution of the Primate Hand, Springer Link, 2016.
[5] bkz Resim 1
[6] Carpus ve carpal terimleri Yunanca καρπός (karpos), yani bilek kelimesinden geliyor.
[7] Tarsal kemikler, insan ayak bileğini oluşturan kemiklere verilen addır. Tarsus ismi de kimine göre nehir tanrısı Cydnos’un, oğlunun isminden esinlenip kurduğu Parthenia kentinden, kimine göre ise Pegasus’un Kilikya ovasında yolunu şaşırıp ayağını sakatlamış olmasından hareketle Latince ayak tabanı anlamına gelen ‘Tarsos’tan gelmektedir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Tarsus
[8] el ve ayakların primatlardaki farklı kullanımı bu benzerliğin de mutlak olmayabileceğini düşündürüyor. bkz. yazı sonundaki ek soru.