Tamer Karadağlı’nın Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne atanması gündemi belirleyen gelişmelerden biriydi. Konunun kültür-sanat alanında ciddi bir gündem olarak öne çıkması üzerine meseleyi ayrıca ele almayı daha doğru bulduk. Bu yazı, gündem değerlendirmesi için hazırladığımız haber akışından hareketle oluşturulmuştur.
Öncelikle AKP’li yöneticilerin liberallerle flört ettikleri 2000’li yıllarda “Devletin tiyatrosu olmaz” söylemine sahip olduklarını hatırlamakta yarar var. Buna karşın, eskiden iktidar tarafından sorunlu ve içi boşalmış bir kurum olarak değerlendirilen Devlet Tiyatroları son yıllarda AKP kadrolarınca işlevli bir aparat olarak görülmeye başlandı. Bunun TRT dizilerinin bir propaganda aracı olarak kullanılmasıyla paralel olarak gerçekleştiğini söylemek yanlış olmaz. Diğer yandan, Devlet Tiyatrolarının mevcut haliyle ciddi dönüşüm geçirmesi gereken bir kurum olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu konuda alternatif proje önerilerini değerlendirmek isteyenler Muhsin Ertuğrul’un 1950’li yılların sonunda gündeme getirdiği Bölge Tiyatroları projesine bakabilirler (Sevilay Saral tarafından yazılmış doktora tezi bu konuda önemli tartışmalara yer vermektedir). Muhsin Ertuğrul her bölgenin devlet tarafından finanse edilen kendi tiyatrosu olması gerektiğini ve bu tiyatroların repertuarlarını ademi merkeziyetçi bir şekilde belirlemesi gerektiğini belirtmiştir. Bu proje dönemin iktidarı tarafından reddedilmiş ve Muhsin Ertuğrul 1958 yılında Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nden ayrılmak zorunda kalmıştır. 1963 yılında yine Bölge Tiyatroları yasa tasarısı tekrar tartışılırken Muhsin Ertuğrul bölge tiyatroları yönetiminin idealist genç tiyatrolara verilmesi gerektiğini vurgulamıştır ve tabi ki bu öneri de hayata geçmemiştir. O dönem yürütülen Bölge Tiyatroları tartışmalarına Asaf Çiyiltepe gibi politik tiyatronun öncüsü bir isim de dahil olarak ademi merkeziyetçiliğin ve yerel aydın inisiyatiflerinin önemine vurgu yapmıştır. Bu tartışmalar devlet eliyle sanatın nasıl destekleneceğine dair ve halkın sanata aktif katılımının nasıl sağlanacağına dair önemli noktalar barındırıyor. Günümüzde sanatın devletin ya da şirketlerin hegemonyasından bağımsız nasıl gelişebileceğine dair yürüyen tartışmalar ışığında geçmişteki önerilerin nasıl güncellenebileceği önemli bir başlık olarak duruyor. Ancak biz şu anda bundan çok uzak bir noktadayız. Tiyatromuzun tarihine yaptığımız bu kısa yolculuğun ardından günümüze döndüğümüzde Tamer Karadağlı gibi tiyatro dünyasından olmayan ve kadınları aşağılayan maço tavırlarıyla gündeme gelen bir dizi oyuncusunun DT Genel Müdürü olması yaşadığımız kültürel gerilemeye dair çarpıcı bir veri oluşturuyor. Tamer Karadağlı’nın ödül töreninde oyuncu Nihal Yalçın’ın sözünü kestiği kareler hafızalarda yerini koruyor.
Tamer Karadağlı seçimini DT’nin mevcut köhne yapısından ayrı değerlendirmekte fayda var. Bu atama birden fazla anlamı bünyesinde barındırıyor. 10 yıl önce Gezi Direnişine destek vermiş, hükümet aleyhinde protest açıklamalarda bulunmuş seküler kesimden bir sanatçının yandaş bir pozisyona geçip bu kurumun başına getirilmesi başlı başına seküler sanatçılara yönelik bir mesaj olarak okunabilir. Ayrıca Karadağlı’nın “Taş Fırın Erkeği” imajı ve maşist profili bu atamada önemli bir “olumlu” kriter olarak değerlendirilmiş gibi görünüyor. “Muhafazakâr ve milliyetçi” seyirci profilini tiyatroya çekmeyi amaçlayan bir girişim olarak değerlendirilebilir.
Başka bir bakış açısıyla Tamer Karadağlı’nın etkili bir isim olmayacağını değerlendirenler de mevcut. Sercan Meriç’in BirGün’de yayımlanan haber yazısına göre eski genel müdür Mustafa Kurt’un görevden alınmasının sebebi, MHP kökenli bir isim olsa bile görevi süresince denge politikası izlemeye gayret etmesi ve devlet tiyatrolarında AKP kadrolaşmasının önüne geçmesi. Tamer Karadağlı’nın genel müdürlüğe atanmasıyla Karadağlı’nın DT’nin görünen yüzü olacağı, ancak bu atamanın, genel müdür yardımcılarından İlahiyat Fakültesi mezunu İbrahim Aktürk’ün karar mekanizmalarında daha aktif olması için yapılan bir hamle olduğu söyleniyor.