Artizan Kültür Sanat Çalışması’nda 1-18 Kasım tarihleri arasındaki kültür-sanat gelişmelerini konu aldık, bu tartışmalardan yola çıkarak hazırladığımız yazımızda öncelikle kültür sanat alanından bir takım genel başlıklara değineceğiz, ardından öne çıkan bazı gelişmelere yer vereceğiz.
İfade Özgürlüğü- Hak İhlalleri ve Mücadeleler
Geçtiğimiz dönem kültür sanat alanında ifade özgürlüğüne yönelik engellemeler, hak ihlalleri ve buna karşı gelişen hukuk mücadeleleri yine önemli gündemlerden biri oldu.
Sanatçılara açılan “Cumhurbaşkanlığına hakaret” davalarına yenileri eklendi, devam eden davaların bir kısmı beraatle sonuçlandı. 80 yaşındaki sinema sanatçısı Nilüfer Aydan’ın “fetö propagandası yaptığı” iddiasıyla “cumhurbaşkanlığına hakaret”ten hapsi istenirken, tiyatrocu Turgay Yıldız ve Tiyatro Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mustafa Demirkanlı aynı suçlamayla yargılandıkları davadan beraat ettiler.
Ödenmeyen ücretleri ve tazminat hakları için haftalardır mücadele eden Somalı ve Ermenekli maden işçileri, kendilerine verilen sözler tutulmayınca yeniden Ankara’ya doğru yürüyüş kararı almışlardı. Madencilerin sosyal medyada başlattığı “madenciyle yürüyorum” kampanyasına sanatçılardan da destek geldi. “Yıllardır size uygulanan zulme karşı mücadelenizi yürekten destekliyorum” diyen Genco Erkal’ın yanı sıra Sumru Yavrucuk, Levent Üzümcü, Leman Sam, Pelin Batu, Ahmet Ümit, Yeşim Salkım, Murat Uyurkulak, Hüsnü Arkan, Erdal Güney, Orhan Alkaya, Taner Rumeli, Onur Saylak, Barış Atay, İbrahim Karaca, Mehtap Meral, Selim Kalıç, Mazlum Çimen madencilerin eylemlerini desteklediklerini açıkladılar.
2015 ve 2019 yıllarında pek çok çalışanın gerekçe gösterilmeden işten atıldığı Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda oyuncular ve emekçiler yeni bir hak gaspı ile karşı karşıyalar. Bu hukuksuz uygulamadan CHP’li Bakırköy Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu sorumlu tutuluyor. Yönetim, 20 aydır toplu iş sözleşmesi imzalamayarak belediye emekçilerini mağdur ediyor; DİSK Genel-İş’in de destek verdiği protesto eylemlerine katıldıkları için iki belediye işçisinin işine son verildi; 2015 yılı ile kıyaslandığında bu yıl çalışanların sayısında 450 kişilik azalma var, ancak belediye bütçesinde iki katı aşkın bir artış olduğu söyleniyor. Geçmişte kadroların ihtiyacın ötesinde eleman alımıyla hantal hale gelmesi gibi bir durum olduğunu varsaydığımızda bile bu işten çıkarmaların neden şeffaf bir şekilde gerçekleşmediği Bakırköy Belediyesi yönetimine yöneltilmesi gereken bir soru.
Geçtiğimiz haftalarda Ekonomi Bakanı Berat Albayrak’ın istifasının -ya da görevden alınmasının- ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ekonomide reform paketinin geleceğini müjdeledi. Bunu Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün “yargıda reform hazırlığı var” açıklaması takip etti. Tüm bu gelişmelerde ABD seçimlerinin Donald Trump karşısında Joe Biden’ın galibiyetiyle sonuçlanması ve AB yetkililerinin bu yeni dönemde Türkiye’ye karşı daha talepkar olacaklarını açıklamalarının etkili olduğunu söylemek mümkün. Bu siyasi atmosfer kültür-sanat alanına ve Türkiye’deki demokratikleşme çabalarına istikrarlı bir şekilde desteğini sunan ve tam da bu sebeple hukuksuz bir şekilde 1100’ü aşkın gündür cezaevinde olan Osman Kavala’nın tutukluluğuyla ilgili yorumlara da yansıdı. Hükümet yanlısı bazı gazetecilerden Ahmet Altan ve Osman Kavala hakkında tutukluluklarının sona erdirilebileceğini ima eden yazılar geldi. Bahsi geçen hukuk reformu kapsamında yakında gerçekleşebilecek olası bir salıverilme ihtimaline karşılık kamuoyunu hazırlama taktiği gibi de okunabilecek bu yorumların ardından bu tür bir gelişmenin yaşanıp yaşanmayacağını önümüzdeki günler gösterecek. Bu süreçte ayrıca Ukrayna PEN Başkanı Andrey Kurkov da aylardır Silivri Cezaevi’nde tutulan Osman Kavala’yı desteklemek amacıyla bir mektup kaleme almıştı.
Bir yandan yargı reformu konuşulurken diğer yandan Kürt kimliğine dönük baskıcı uygulamalar da devam etti: Hakkari Valiliği, “muhtemel toplumsal olaylar”ı gerekçe göstererek Hakkari’de 15 gün boyunca eylem ve etkinlik yapılmasını yasakladı; Kürtçe tiyatro oyunu “Bêrû” bu kez de Urfa’da yasaklandı.
Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) tiyatro topluluğu Teatra Jiyana Nû (Yeni Yaşam Tiyatrosu), Dario Fo’nun ‘Bêrû’ (Yüzsüz) adıyla sahneledikleri Klaksonlar, Borazanlar, Bırtlar oyununu, 14 Kasım’da Şanlıurfa Barosu Tahir Elçi Konferans Salonu’nda sahneleyeceklerdi. Urfa Valiliği, baro konferans salonunda sahnelenecek olan Kürtçe tiyatro oyunu ‘Bêrû’yu süresiz bir şekilde yasakladığını duyurdu. Aynı oyun Ekim ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin davetiyle İstanbul Şehir Tiyatroları programına dahil edilmiş, ancak “güvenlik gerekçesiyle” oyuna saatler kala Gazi Osmanpaşa Kaymakamlığı tarafından engellenmişti. Oyunun yönetmeni Nazmi Karaman bu kez de havaalanında Urfa’ya gitmeye bir saat kala kendilerine haber geldiğini, oyunun hukuksuz saldırılar ve ithamlarla yasaklandığını ifade etti. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Urfa Milletvekili Ayşe Sürücü, kararı Kürtçe’ye tahammülsüzlük olarak yorumladı. Urfa Barosu da benzer bir yorumda bulunarak, “Yasaklanan oyun değil bir dildir” açıklamasında bulundu ve konuyu yargıya taşıyacaklarını duyurdu.
Pandemi ve Kültür Sanat
Ağustos ayında kapalı mekanlarda kurallara uyulduğu sürece virüsün yayılma hızının çok düşük olduğunu belirten çalışmaların aksine son dönemde yapılan modellemelerde, maskenin yanısıra hava akımı gibi faktörlerin de titizlikle düzenlenmesi gerektiği görülüyordu. Sayılardaki artışla birlikte bu dönemde Avrupa’da pek çok ülkede gösterimler yasaklanmış, AB ve Amerika’da müzeler kapanmıştı.
Türkiye’de ise vaka sayılarındaki artışla birlikte Kasım ayı itibariyle kamusal alanlarda salgına dönük tedbirler geç de olsa alınmaya başlandı. Geç gelen bu tedbirlerin pandeminin başladığı ilk döneme benzer şekilde kültür-sanat alanında yoğunlaştığını, ticari alanların ya da müslümanlara ait ibadethaneler gibi kamusal alanların benzer şekilde gereğince düzenlenmediğini de belirtelim. Adım adım kısıtlama getirilen kültür-sanat sektöründe çalışan ve ekonomik anlamda en kırılgan konumda olan sanatçılar ve sahne emekçileri ihtiyaç duydukları devlet desteğini yine alamadılar.
Tedbirlerin aşamalı olarak alındığı bu dönemde yerel yönetimler, valilikler ve bakanlık çeşitli kısıtlama kararları açıkladılar. 3 Kasım’da İstanbul Valisi Ali Yerlikaya kültür-sanat mekanlarının saat 22.00’de kapanacağını duyurdu. Yine bu tarihlerde Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy, Kovid-19 ile mücadele kapsamında tiyatro ve sinema salonları için “Sertifikasyon Programı” uygulanacağını bildirdi. 5 Kasım’da İstanbul Şehir Tiyatroları – salonların 22.00’de kapanması şartına uymak amacıyla- oyunların başlangıç saatinin 19.30’a alındığını açıkladı. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi önce 14 Kasım’da, yaşanan vaka artışı nedeniyle bazı müzelerin geçici süreyle ziyarete kapatıldığını, ardından 16 Kasım’da ay sonuna kadar sahnelenecek tüm tiyatro etkinliklerinin iptal edildiğini açıkladı. Aynı gün İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSMEK, belediyeye ait spor salonları, kültür merkezleri ve tiyatro salonlarını kapatacağını duyurdu.
17 Kasım günü ise Cumhurbaşkanlığı ülke genelinde alınan yeni tedbir kararlarını açıkladı. Bu kararlardan kültür-sanat alanında kısıtlama getiren uygulama haftasonları saat 10.00- 20.00 saatleri dışında uygulanacak sokağa çıkma yasağıydı. Bu kısıtlama ile birlikte haftasonu gösterimlerinin de matinelerle sınırlandırılacağı anlamına geliyordu. Sinemalar ise yıl sonuna kadar kapalı kalacaktı.
Halihazırdaki vaka artış tablosuna bakıldığında halk sağlığı açısından gerekli – ve hatta yetersiz bulunabilecek- olan bu tedbirlerle birlikte yine sanatçılara dönük bir destek programının olmadığını ve bunun gittikçe derinleşen bir gelir adaletsizliği yarattığını belirtelim. Peki tedbir kararlarının açıklandığı 17 Kasım tarihine gelinceye kadar sahne sanatları alanında genel manzara nasıldı? Bu dönemde kültür-sanat haberlerinde açılan tiyatro sahneleri, yeni sezonda açıklanan programlar ve yeni oyun duyuruları dikkat çekiyordu. Kültür-sanat alanını “canlandırmaya” yönelik duyuruların yanı sıra pandeminin yarattığı koşullarla birlikte uzun süredir gelir elde edemeyen tiyatrolardan perdelerini kapattıklarını ya da iflasın eşiğinde olduklarını açıklayanlar da oldu. Ancak vaka sayılarındaki artışa rağmen kültür-sanat alanındaki durumu halk sağlığı açısından değerlendiren yazı ve yorumlara pek rastlanmıyordu.
Bu dönemde kültür-sanat alanında oluşan mağduriyetlere dikkati çeken karşı çıkışlar, eylemler de medyada yer buldu. 17 Kasım’daki yeni tedbir kararları öncesinde, tepki oluşturan uygulama, mekanlardaki 22.00 üst limiti ve müzik yasağıydı. Çalışma saatleri nedeniyle bu kısıtlamadan en fazla etkilenen müzisyenler olmuştu, dolayısıyla bu dönem yapılan eylemler ağırlıkla müzisyenlerin katıldığı eylemlerdi. İzmir ve Ankara sokaklarındaki sessizlik eylemleri en dikkat çekici olanlardı, bir müddet sonra bu eylemler İstanbul’a da yansıdı. Eylemlerin Datça, Hatay, Kocaeli, Marmaris, Mersin ve Adana’da da devam edeceği duyuruldu. Eylemciler 22.00 yasağının bilimsel bir dayanağı olmadığını, bu nedenle kaldırılması gerektiğini, alınacak mantıklı önlemlere karşı olmadıklarını belirtiyorlardı. Yasakların kültür-sanat alanı üzerinde baskı kurma aracı olarak kullanıldığının altını çiziyorlardı. Öne çıkan olgulardan biri de ekonomik sıkıntının yol açtığı müzisyen intiharlarıydı. Eylemlerin müzik sektörünün geneline yayılan bir karakter edindiğini söylemek güç. Daha çok çeşitli politik çevrelerden çoğunlukla genç müzisyenlerin yer aldığı 1 hafta- 10 güne yayılan eylemler gerçekleşti. Müzisyenler dışında uygulanan saat kısıtlamalarına itiraz edenler arasında İstanbul’dan Moda Sahnesi, Bova Sahne ve Beyoğlu Sineması gibi işletmeler de bulunuyordu.
Bu dönem öne çıkan bir takım dayanışma girişimleri de oldu: Ekim ayında Kumbaracı50 sahnesi için organize edilen “Duvarda izin olsun” kampanyasının Kasım ayı boyunca “#hiçbirsahnekapanmasın” başlığıyla devam edeceği ve elde edilen gelirin bu kez başka sahnelerle kira desteği olarak paylaşılacağı duyruldu. Tatavla Sahne, sezon boyunca kapılarını sahnesi olmayan tiyatro ekiplerine açacağını açıkladı.
Bu dönemde kültür-sanat alanında öne çıkan temalardan biri de dijital alana adaptasyon oldu. Bunu küresel çapta ve tüm alanlarda kendini hissettiren ve hızla ilerleyen dijital dönüşümden bağımsız düşünmek olası değil. Avrupa Birliği Dijital Eylem Planı’yla önümüzdeki dönemde Avrupa’nın dijital dönüşümüne hatırı sayılır miktarda bir maddi kaynak aktarılacağı anlaşılıyor. Kültür kurumlarının açıkladığı sanatçı destek fonlarında da dijital üretim öne çıkıyor. Türkiye’de de dijital alana yatırım yapan kültür merkezleri oldu. Pandemi sürecinde hibrit etkinlik modelini hayata geçiren Zorlu PSM, “online sahne” konsepti ile salondan canlı yayınlar, konser kayıtları ve ünlü isimlerin olduğu özel konserlerle etkinliklerini izleyicilerinin evine taşıyacağını duyurdu. İş Sanat “Dijital Merhaba” başlığıyla İş Sanat’ın yeni sezonunu çevrim içi olarak açtı. Kayıtların tamamı kurumun sosyal medya hesapları üzerinden ücretsiz izlenebilecek.
Sahne üzerinde dijital denemelere bir örnek olarak Tiyatro Kooperatifi’nin içinde yer aldığı “5G:XR Brighton&İstanbul” Projesi gösterilebilir. İngiltere’den Brighton Üniversitesi ile Brunel Üniversitesi ve İstanbul’dan Bahçeşehir Üniversitesi ile Bilgi Üniversitesi iş birliğiyle gerçekleşen “5G:XR Brighton & İstanbul” başlıklı araştırma projesinde yer alan Tiyatro Kooperatifi, bu projeyle ortaklarından Kadıköy Theatron ve Yolcu Tiyatro’nun konuyla ilgili çalışmalarını sunacağını açıkladı.
Ve festivaller…
Pandemi koşullarında gerçekleşecek olan İKSV İstanbul Tiyatro Festivali bu yıl hibrit bir model ile gerçekleştirilecek. Festival, geçtiğimiz yıllarda dünyadan farklı toplulukları, sanatçıları ağırlarken bu sene salgına yönelik alınan önlemler kapsamında gelen yurtdışı kısıtlamaları nedeniyle planlanan gösterimlerden bazılarını gerçekleştiremedi. Ağırlıklı olarak yerli yapımların bulunduğu festivalin çevrimiçi gösterimleri bir süre daha gösterimde.
Kültür-sanat etkinliklerini yüzyüze gerçekleştirme konusunda ısrar edenler de yok değildi. 33. Tokyo Uluslararası Film Festivali, pandemi döneminin seyircilerin fiziksel katılımıyla gerçekleştirilen büyük sinema etkinliği oldu. Kırmızı halıda mesafeyi belirleyen şeffaf plastik panolar, üst üste takılan maskeler ve siperlikler eşliğinde gerçekleşen festivalde 31 Ekim- 9 Kasım tarihleri arasında 138 film gösterilirken kapasiteleri yüzde 50 azaltılan sinema salonlarını 40 bin 500 izleyici ziyaret etti.
Tokyo’daki festival gibi istisnaları bir kenara bırakacak olursak genel itibariyle bu dönemde festivaller hibrit ya da tamamen çevrimiçi olarak planlandı. Türkiye’de İKSV’nin düzenlediği İstanbul Tiyatro Festvali’nin yanısıra İzmir Tiyatro Festivali’nde de 76 oyunun tamamı İzmir Büyük Şehir Belediyesinin dijital platformu “İzmir Tube” üzerinden yayınlanacak. Pera müzesinde gerçekleşecek Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 20 dk’lık filmlere yer verecek. Richard Sennett’in “The Fall of Public Man” ( Kamusal İnsanın Çöküşü) kitabından yola çıkan Selanik Film Festivali pandemi nedeniyle sanatı ve kültürü kapalı ortamda, evde izlemek zorunda kalan Selanik halkını dış mekanlara yönlendirdi, çevrimiçi gösterimlerin yanı sıra pek çok açık alan etkinliklerine yer verdi. Dünyanın en önemli belgesel festivali olan IDFA oldukça sınırlı sayıda halka açık gösterim yapmayı planlarken, özellikle çevrimiçi etkinliklere yoğunlaştı.
Kültür Sanat Politikaları
Kasım ayında kültür-sanat alanında önemli gelişmeler yaşandı: İktidarın açıkladığı destek paketleri ve sanatçıların yaşanan gelişmelere verdikleri tepkiler öne çıkıyordu.
2020 yılı itibariyle biriken özel kopyalama harcının akıbetine dair meclise bir soru önergesi verildi. Pandemi koşullarında kültür-sanat alanına destek fonu olarak kullanılmayan harcın nerede harcandığı sorusuna bakanlık harcın bir kısmının korsanla mücadele için gelecek dönemde kullanılmak üzere ayrıldığını ve bir kısmının ise bakanlığın belli birimlerine aktarıldığı açıklamasını yaptı. Fakat hangi kültürel-sanatsal projelerin desteklendiğine dair bir açıklama yapılmadı.
Geçtiğimiz aylarda Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Devlet Tiyatroları’nın bazı makamlarına çeşitli atamalar yapılmıştı. Bu gelişmenin ardından Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne Kültür Bakanlığı tarafından söz konusu genel müdürlüğün “tüzel kişiliğe haiz” yetkilerinin elinden alındığı bilgisi geldi. Yetkisizleştirme yönünde alınan bu hamle Devlet Tiyatroları sanatçıları tarafından tepkiyle karşılandı.
Kültür-sanat alanına dair uygulanan politikalar bağlamında yaşanan önemli bir gelişme de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatı üzerine kurulan “Yeni Sanat Vakfı” oldu. Vakfın yönetim kurulunda Cumhurbaşkanı Sözcüsü, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı ve bir grup iş insanı bulunmakta. Vakfın amacı şu şekilde belirtilmiş: “Kadim medeniyetimizin yapı taşları ve değerleriyle beslenen evrensel bir kültür-sanat anlayışından güç alarak, eğitim ve üretim odaklı yaklaşımı ile Türkiye’nin kültür-sanat ekonomisine katkı sağlamak ve vakıf senedinde yazılı diğer amaçları gerçekleştirmek”.
TBMM’de görüşmeleri devam eden “Kıdem Tazminatı” yasa tasarısı önerisine ilişkin olarak Oyuncular Sendikası bir açıklamada bulundu. Sendika, önerinin kabul edilmesiyle sosyal güvencenin kalmayacağını, kayıt dışı çalıştırmanın meşru kılınacağını ve emeklilik haklarının gasp edileceğine dair yaptığı açıklamada güvenli istihdam taleplerini dile getirdi.
9 Kasım tarihinde RTÜK yayın lisansı almadan internet ortamında yayın hizmeti yaptığı tespit edilen web sitelerinin adreslerini paylaşarak, lisans başvurusunda bulunmayan veya başvuru yapmadığı halde yayın hizmetlerini sonlandırmayan kuruluşlar hakkında erişimin engellenmesi talebinde ve suç duyurusunda bulunulacağını duyurmuştu. Bu duyurunun ardından bir süre sonra Deezer adlı müzik uygulamasının yaptığı lisans başvurusunu örnek göstererek, diğer kuruluşların başvuru yapmamaları halinde haklarında gerekli işlemlerin yapılacağını bildirdi.
Öne Çıkanlar
Bu dönemde dünyada ve Türkiye’de kültür sanat alanında öne çıkan bazı konulara yer verdik.
Grammy Ödüllerinde Yeni Kategori İsimleri
Geçtiğimiz aylarda özellikle sinema ödüllerinde çeşitliliği ve kapsayıcılığı arttırmak için ödül ve kategori isimlerinde yapılan yeniden düzenlemelere bir yenisi daha eklendi. Dünya çapında önemli bir prestije sahip olan Grammy müzik ödüllerinde, “Best World Music” olarak adlandırılan ödül kategorisi “Best Global Music” olarak değiştirildi.
Oscar Ödülleri ve Türkiye’nin adaylığı
Türkiye’nin “en iyi uluslararası film” kategorisindeki Oscar adayı, Mehmet Ada Öztekin’in yönetmenliğini yaptığı ’7. Koğuştaki Mucize’ filmi oldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü sinema alanındaki meslek örgütü temsilcilerinden oluşan 16 kişilik seçici kurulla birlikte Sinema Güç Birliği’ne başvuran 23 filmi değerlendirdiklerini ve 7. Koğuştaki Mucize filmini seçtiklerini açıkladı.
- Koğuştaki Mucize, 2013 tarihli Güney Kore yapımı “Miracle in Cell No. 7”nin bir uyarlaması.
Bu açıklama üzerine sinemacılardan birtakım tepkiler geldi. Temel eleştiri, merkezi yönetim tarafından pek çok alanda milli değerler savunulurken Akademi ödülleri adaylığı söz konusu olduğunda bunun dikkate alınmayışıydı. Bu açıklamaların bir kısmı her ne kadar ironik bir ton taşısa da çoğunlukla milliyetçi çerçevenin dışına çıkılmadığını söylemek mümkün.
Ancak bu eleştirilerin yanı sıra temsiliyetin sanatsal seviye açısından düşük kaldığını belirtenler de var. Sanatsal seviye tartışmasına daha gelişkin bir yanıt İstanbul Okan Üniversitesi Sinema Bölüm Başkanı ve sinema eleştirmeni Murat Tırpan’dan geldi. Cumhuriyete verdiği röportajda Tırpan, aday olma potansiyeli yüksek yaratıcı filmlerin genellikle muhalefet etme potansiyelinin de olduğunun altını çizdi, bu sebeple en iyi film yerine en az muhalif ya da politikadan uzak filmlerin aday adayı olarak gösterildiğini ifade etti.
Öte yandan Tırpan, bazı filmlere ve yönetmenlere “Oscar aday adayımız” etiketinin yapıştırılmak istendiğini de vurguladı. Bu etiketin, filmlerin yeniden vizyona girmesini, yönetmenin bir sonraki filmi çekmesini kolaylaştırdığı belirtiliyor.
Kent Kültürü
Kent kültürüne dair dört başlık dikkat çekiyordu. İlki Kanal İstanbul projesine yönelik eleştirilerinden dolayı İstanbul Büyükşehir Belediye Başanı Ekrem İmamoğlu’na açılan soruşturmaydı. Konu ilk olarak İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in bir televizyon kanalında yaptığı açıklama ile gündeme geldi. Belediyenin basın sözcüsü Murat Ongun, İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından Ekrem İmamoğlu hakkında ‘Ya Kanal Ya İstanbul’ ve ‘Kanal İstanbul’a Kimin İhtiyacı Var’ afişleri ile ilgili olarak inceleme başlatıldığını teyid etti. İçişleri Bakanlığı da soruşturmayı doğrulamış, soruşturma nedeni olarak ise “Kanal İstanbul’un bir ‘devlet projesi’ olduğu” söylenmişti. İmamoğlu, konuya ilişkin yaptığı ilk açıklamada, “Kanal İstanbul benim için bir devlet projesi değil” ifadelerini kullanmıştı. “Devlet projesine karşı çıktığı” gerekçesiyle hakkında inceleme başlatılmasının ardından Ekrem İmamoğlu, Twitter hesabından Kanal İstanbul projesinin yaratacağı doğa tahribatına dikkat çeken çarpıcı bir animasyon film paylaştı.
Animasyon filmde Eylül adındaki bir genç kadın yatağında uyanıyor ve şehirde yürüyüşe çıkıyor, geleceğin distopik İstanbul’undayız, İstopya’da. Şehirde ağaç namına kalan sadece tek yapraklı bir ağaç, denizde balıklar yerine çöpler yüzüyor, yapılaşma ezici hale gelmiş… Eylül bu karanlık atmosferden bunalıp evine dönmeye karar veriyor, içerinin dışarıdan daha iyi olduğunu umarak. TV’yi açıyor ancak orada da tüm kanallarda hep aynı “penguen” belgeseliyle karşılaşıyor. Kısa filmin sonunda anlıyoruz ki bütün bu doğa tahribatı ve kentin yaşanmaz hale gelişi Kanal İstanbul’un kenti ikiye bölmesiyle başlamış. Eylül TV’den de sıkılıp uyumaya gidiyor ama içinde yaşadığı bu distopik şehir zihnini rahat bırakmıyor. Film “Eylül uyusun ama siz uyanın” sözüyle sona eriyor.
Kent kültürü konusunda bu dönemde öne çıkan bir diğer konu İBB’nin açtığı Kentsel Tasarım Yarışmasıydı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi başka meydanların yanı sıra, 2013 yılından bu yana ciddi değişikliklere uğrayan Taksim Meydanı için de bir tasarım yarışması açtı. Ancak pandeminin yoğun gündeminde ve kısa süre içinde belki de konuyu tam olarak idrak edemeden İstanbullular 3 seçenekle karşı karşıya kaldılar. Katılımcılık esas alınarak şehirde yaşayanların etkilendikleri oranda karar süreçlerinde yer alması şehrin demokratikleşmesi adına oldukça önemli. Ancak yürütülen sürece dair çeşitli eleştiriler de yok değil. Uzmanların konuya dair birtakım soru ve itirazları oldu: Bu düzenleme için sadece halk oylamasına başvurmak demokratik temsiliyeti ne ölçüde karşılıyor; yarışmanın şartnamesi toplumsal ve tarihsel öncelikleri korudu mu, bu şartları kim belirledi; seçenekler arasında itiraz hakkının da olması gerekmez miydi; konunun uzmanları neden sürecin dışında bırakıldı? Bunların yanı sıra mekanın kamusal işlevini kaybettiğini vurgulayan yorumlar da yapıldı. Ağaçlandırma doğası tahrip edilmiş bir şehirde çoğu zaman pozitif bir çözüm gibi gözükse de bu tercihle Taksim’in tarihsel sürecinin göz önüne alınmadığı belirtiliyor. Taksim meydanının bir buluşma mekanı olduğu -genel olarak meydanların işlevinin bu olduğu- ancak belediyenin öne çıkardığı tasarım önerilerinde meydanın kamusal işlevinin yok edildiği söyleniyor.
Üçüncü başlık yine belediyeler ve merkezi yönetim arasındaki bir çekişmeye örnek teşkil ediyor. Küçükçekmece’de bir park milliyetçi propagandanın zeminine dönüştü.
Küçükçekmece İstasyon Mahallesi’ndeki Atatürk Parkı’nda yapılan yenileme çalışmaları yakın zaman içinde tamamlanmıştı. Önce parkın bir bölümünde zeminde kullanılan yıldız görselinin, PKK bayrağını çağrıştırdığı gerekçesiyle bazı kesimlerin tepkisini çektiği basına yansıdı. Anadolu Ajansı’na (AA) konuşan Küçükçekmece Kaymakamı Turan Bedirhanoğlu, sembollerle ilgili vatandaşlardan yoğun şikayet aldıklarını ifade etti. Bunun üzerine Küçükçekmece Kaymakamlığı henüz yeni düzenlenmiş parkın zeminini “PKK bayrağını çağrıştırması” gerekçesi ile söktürdü. Ayrıca bu olay üzerine basında milliyetçi tonu belirgin bir hedef gösterme kampanyası da başladı; çıkan haberlerde Belediye Başkanı Kemal Çebi’nin siyasi yönelimi ve etnik kökeni sorgulanmaya başlandı. Olaylar üzerine Belediye başkan Yardımıcısı ve Park Bahçeler Müdürü görevden uzaklaştırıldı.
Küçükçekmece’de bu gelişmeler yaşanırken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İSMEK kurslarında geçen yıldan bu yana yer alan Kürtçe-Kurmanci derslerine A2 seviyesi de eklendi. Geçen yıl 15-25 kişilik olan Kürtçe sınıfları bu yıl pandemi nedeniyle 8 kişiyle sınırlı olacak.
“Yaşamayanlar” dizisi taciz davası
Geçtiğimiz dönemde kültür sanat alanında toplumsal cinsiyet bağlamında birtakım gelişmeler yaşandı. Yaşanan önemli gelişmelerden biri 2018 yılında dizi setinde yaşanan cinsel şiddet ve hakaret vakasıydı. Geçtiğimiz senelerde Blu Tv platformunda yayımlanan Yaşamayanlar adlı dizinin setinde Elit İşcan’a cinsel şiddet ve hakarette bulunması sebebiyle Efecan Şenolsun hakkında dava açılmıştı. O dönemde Efecan Şensolsun cinsel şiddet ve hakaret suçlamalarını kabul etmeyerek; “sarhoştum ve sadece omzuna dokundum” açıklamasında bulunmuştu. Davanın üzerinden 2 sene geçmesine rağmen mahkeme hala tanıkların ifadesini alma aşamasında. Kovid-19 önlemleri sebebi ile mahkemeye basın mensupları alınmamakta. Bu sebeple konuyla ilgili ancak mahkeme salonunun kapısından duyulduğu kadarıyla haberler yapılabiliyor. Bu haberlerde ise daha çok tanıkların Efecan Şenolsun hakkındaki olumlu ifadeleri yer alıyor. Bunun üzerine Elit İşcan, yapılan haberlerin gerçeği yansıtmadığını ve iddia edilenin aksine olaya tanıklık edenlerin de olduğunu söyleyen bir açıklama videosunu sosyal medya hesaplarında yayımladı.
“Bir Başkadır” dizisi
Netflix’in yerli yapımları arasında dikkat çeken Bir Başkadır adlı dizi yayına girdikten kısa bir süre sonra toplumun büyük bir kesimi tarafından izlendi. Dizi hakkında birçok yazı yazıldı ve sosyal medya kanallarında birtakım tartışmalar cereyan etti. 8 bölümden oluşan dizi Türkiye’den farklı kesimlerin karşılaşmalarına ve yaşamlarına odaklanıyor. Sürükleyici bir hikayeye sahip olan dizi estetik düzeyi bakımından birçok izleyici tarafından beğeniyle karşılandı. Ancak diğer yandan dramaturjisi, günümüz konjonktüründe nasıl bir yere oturduğu, bu çerçevede karakterlerin kurgulanışı ve senaryodaki kurgusal eksiklikler bağlamında da eleştirildi. Konuyla ilgili yazılanlardan ve yapımın kaba hatlarıyla analizinden yola çıkılarak özetle şöyle bir değerlendirmede bulunmak mümkün: Sanatsal seviye bakımından Türkiye dizi piyasasının üzerine çıkan, belli noktalarda özenli çalışmış bir prodüksiyon “Bir Başkadır”. Ele aldığı konu bakımından 2010’lu yıllarda gündeme gelmiş olsaydı cesur bir çıkış olarak değerlendirilebilecek olan yapımın, bugünün konjonktüründe geçersiz olan birtakım toplumsal savlara yaslanıyor olması, dizideki siyasi ve ekonomik arka plan eksikliği göze çarpan zayıf noktalar. Türkiye gerçekliği ile dizi dünyası özellikle belli noktalarda uyuşmuyor. Bu durum Peri ve Meryem karakterlerinin ilişkisinde daha çok açığa çıkıyor. Bu iki karakterin temsil ettiği kesimlerin birbirinden bu kadar habersiz yaşaması gerçekçiliği zedeliyor. Ayrıca belli toplumsal kesimleri temsil etme iddiasıyla tasarlanmış olduğu anaşılan karakterler büyük ölçüde bir takım genellemeler sunuyor, bu da dramaturjiyi daha da tartışmalı hale getiriyor. Sosyo-ekonomik çatışmanın eksikliği ile birlikte sistemik bir eleştiri oluşamıyor. Bunun yerine, toplumsal kesimlerin barışçıl tavrıyla çatışmaların ve problemlerin çözümlenebileceği varsayımı öne çıkıyor. Bu da gerçekçi bir çözümleme olmaktan uzak. Toplumsal cinsiyet bağlamında ele alındığında ise, dizinin çoğu yerde ataerkil bir çerçevenin dışına çıkamadığını söylemek mümkün.