Direniş, Boykot ve Sanatın Dönüşen Yüzü
İstanbul Saraçhane’de başlayan eylemler, boykot çağrıları, sanatçıların toplumsal olaylardaki rolleri, bağımsız sanatın karşılaştığı ekonomik ve politik zorluklar, sosyal medyanın dönüştürücü etkisi ve yeni protesto estetiklerinin ortaya çıkışı, bu dönemin ana başlıklarını oluşturdu. 19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla tetiklenen olaylar, kültür-sanat gündemini de derinden etkiledi.
19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının hukuksuz bir şekilde iptali ve yolsuzluk iddialarıyla kendisinin ve çalışma arkadaşlarının tutuklanması, Türkiye genelinde büyük bir tepkiye yol açtı. Özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerde yüz binlerce insan sokaklara döküldü. İktidarın 19 Mart darbesi olarak tanımlanan siyasi müdahale özellikle üniversite öğrencilerinin büyük tepkisine neden oldu ve CHP’nin çağrısıyla Saraçhane eylemleri başladı ve bu oluşan dinamik atmosfer seküler kesimlerde güçlü bir dayanışma ruhu yarattı. CHP’nin tek adaylı ön seçiminde İmamoğlu’nun 15 milyon oy alması, halkın iktidar karşısında hala biat etmediğini bir kez daha göstermiş oldu.
Üstelik “Seküler isyan olarak tanımlanabilecek Gezi’nin üzerinden 12 yıl geçmişti. Ülkede rejim değişmiş, 15 Temmuz’u yaşamıştık. Ana akım medyanın çeşitliliği tırpanlanmış, ekonomik kriz olağan hale gelmişti. İşte tüm bunlara rağmen halk, yaşanan adalet skandalını protesto etti ve etmeye devam ediyor.” Mimesis Editörden
Saraçhane eylemleri, Gezi Direnişi ile sıkça karşılaştırıldı. Gezi’nin lidersiz, kendiliğinden ve 7/24 alan tutma ruhuna karşın, Saraçhane, siyasi taleplerle şekillenmiş ve tek bir mekânda (belediye binası) toplanma odaklıydı. Eylemlerin estetik boyutu ise tartışma yarattı. Gezi’de sanatçılar atölyeler, konserler ve doğaçlama performanslarla alana katkı sunarken, Saraçhane’de bu tür etkinlikler sınırlı kaldı. Melike Demirağ, Moğollar ve Erdal Erzincan gibi isimlerin sahne aldığı 22 Mart’taki eylemde, kitle “Konsere değil, eyleme geldik!” sloganıyla CHP’nin müzikli programına tepki gösterildi. (Proleter Devrimci Duruş). Saraçhane’de seçilen müziklerde, 80’lerin özgün müzik sound’u baskındı. Bu müzikal seçimin genç kuşakların yabancısı olduğu bir sound olduğunu not etmek gerekiyor. Oluşan bu durumun kuşaklar arası kültürel kopukluk olduğu elbette tartışmalı bir mesele olabilir ancak eylem estetiğinin gençlerle buluşmadaki zorluklarını tespit etmek gerekli.
Sanatçıların toplumsal olaylardaki pozisyonları, Mart ayının kritik başlıklarından biriydi. Gezi’de sanatçılar alanda aktif rol alırken, Saraçhane’de bu katılım sınırlı kaldı. Menajer ve yapımcı Ayşe Barım, 2013 Gezi Parkı protestolarında “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüse yardım etme” suçlaması nedeniyle tutuklanmıştı. Kendisiyle ilişkili bazı oyuncular soruşturmaya tabi tutulmuş, sektörde menajerlere yönelik bir operasyon gerçekleştirilmişti. Gezi’nin 12 yıl aradan sonra absürt bir şekilde demoklesin kılıcına dönüşmesinin sanatçıların son eylemliliklere katılımına etki ettiğini söylemek abartılı olmaz.
Ekonomik zorluklar, Ramazan’ın etkisi ve politik baskılar, sanatçıların sahne açmakta çekingen davranmasına neden oldu. Bağımsız tiyatrolar, bilet satışlarındaki düşüşten ve belediye desteklerinin azalması konusunda endişeli.
Eylemlerin görsel sembolleri de dikkat çekti. Antalya’da Pikachu kostümüyle katılan bir eylemci, uluslararası medyanın da ilgisini çekti. Eylemci, “Ülkemizdeki gerginlik yüzünden bu fikri düşündüm,” derken (Cumhuriyet), Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum bu sembolü “profesyonel bir senaryo” olarak nitelendirdi; Cumhuriyet ). Fotoğrafçı Ümit Bektaş’ın kadrajına yansıyan “Saraçhane Semazeni” ise eylemlerin sanatsal imgelerinden biri oldu (Reddit, r/Turkey). Semazen’in dönmeden poz verdiği bu kare, sosyal medyanın eylem estetiğini yeniden şekillendirdiğini ve performanstan çok imaj üretimine odaklanan bir dönüşümü işaret ediyor.
Boykot Hareketleri: Dayanışma mı, Linç Kültürü mü?
Mart ayının en çok konuşulan konularından biri boykot çağrılarıydı. İktidara yakın medya kuruluşlarına yönelik başlayan boykot, kısa sürede pek çok markaya sıçradı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Saraçhane mitinginde “halk mahkemesi” kurarak özellikle yandaş ve iktidara bağımlı medyayı hedef göstermesi, tartışmaları alevlendirdi. Boykot listeleri yayılırken, ETS Tur ve İdefix gibi sitelerin kısa süreli erişim sorunları yaşadığı iddia edildi (Akdeniz Gerçek). Ancak boykotların sürdürülebilirliği ve hedef belirlemedeki ciddiyetin eleştirildiğini belirtmek gerekiyor. Örneğin, Ülker’in listeye alınması halk arasında “tartışmalı” bulundu. Net sınırlar çizilmezse, muhalefetin beklentilerine uymayan herkesi hedef alan bu hareketin linç kültürüne dönüşme riski taşıdığı uyarısını not etmek gerekiyor.
DBL Entertainment’ın sahibi Abdülkadir Özkan’ın boykotu alaya alan ve tepki çeken sosyal medya paylaşımı sonrası, Özkan’a ait organizasyon şirketinin düzenlediği konserlere boykot çağrısı yapıldı; tepkiler sosyal medyada çığ gibi büyüdü, Muse ve Ane Braun İstanbul konserini iptal etti ve sonunda şirket sahibi tüm projelerden çekildiğini açıkladı (Ekonomim, 27 Mart).
Kültür-sanat alanındaki boykotlar ise çelişkili tartışmalara yol açtı. Bağımsız tiyatrolar ve sanatçılar için boykot tartışmaları karmaşık bir tablo çizdi. Özellikle genel tüketim boykotları seyirci sayılarını düşürdü ve sahne sanatlarının da zarar görmesine neden oldu. Pandemi sürecini atlatan, ekonomik kriz altında ezilen sanat üreticilerinin genel tüketim boykotundan nasibini alması absürt bir durum oluşturdu. Sahne sanatlarına katılımın tüketim pratiği olduğu tartışmalı bir mesele olmakla beraber sanat alanının bir de böyle içeriden zarar görmesinin tam da biat kültürü peşinde koşan iktidarın arzu ettiği bir toplumsal durum olduğunu söylemek abartı olmasa gerek…
Saraçhane eylemlerinden bağımsız bir başka boykot çağrısı da LGBTİ+ topluluklarından geldi. İstanbul Film Festivali’nin “Nerdesin Aşkım?” queer film bölümünü kaldırması, bu çağrının temel nedeniydi. İKSV’nin kararı açıklamaya yönelik girişimleri ise tartışmaları yatıştırmadı. Festivalin önceki yıllarında da bu bölümün yer almadığı belirtilse de, bu sav kararın arkasındaki gerekçeleri açıklamakta yetersiz bulundu. İKSV’nin “her zaman ifade özgürlüğünün yanında oldukları” yönündeki açıklaması ise somut bir gerekçe sunmaması nedeniyle inandırıcı olmaktan uzak görüldü. LGBTİ+ topluluklarının açıklamasında, “Sansür, yalnızca filmleri programdan çıkarmakla değil, sessizlikle de işler. İstanbul Film Festivali’ni, sinemanın en temel gücü olan ifade özgürlüğüne sahip çıkmaya davet ediyoruz. Bu ayrımcılık ve sansür yalnızca LGBTİ+’lar için değildir. Sanat üretiminde yapılan sansür ve ayrımcılık, diğer hak ve özgürlükler için yürütülen mücadeleyi sekteye uğratır” denildi. (Başka Gazete). (Başka Gazete).
Sanatçıların Sessizliği ve Baskı Altındaki Rolü
Sanatçıların sessiz kalması ya da konuşması, her iki durumda da baskıya yol açtı. Aybüke Pusat boykot çağrısı yaptığı için TRT’deki Teşkilat adlı dizi kadrosundan çıkarıldı. Oyuncu Boran Kuzum ise ona destek verdi. O da daha sonra TRT’deki Bir Ruh Macerası adlı diziden çıkarıldı. Tepkilerin durmamasından olsa gerek iktidar boykot konusunda sadece işten çıkarmalarla yetinmedi. Boykot çağrısı yaptığı için Şakir Paşa dizisinde yer alan Cem Üzümoğlu da sonraki günlerde gözaltına alındı.
Edebiyatçılar, 190 imzalı bir bildiriyle İmamoğlu’nun tutuklanmasına tepki göstererek “Biz de sokaktayız!” dedi (Evrensel). Gençlerin gözaltına alınmasına karşı oyuncu, ses ve tiyatro sanatçıları da ses çıkardı (Cumhuriyet). Ancak bazı ünlü isimlerin sessizliği eleştirildi; Cumhuriyet’in haberine göre, birçok sanatçı Türkiye gündemine paylaşım yapmaktan kaçındı (Cumhuriyet).
Özgür Özel’in “Konuşan sanatçıların dizilerini birinci yapacağız” söylemi ise, yıllardır politik kimlikleri yüzünden iş kaybeden sanatçıların göz ardı edildiği eleştirisine yol açtı.
Sosyal Medyanın Yeni Protesto Dili
Sosyal medya, Mart 2025’te eylemlerin görünürlüğünü artıran ve söylemsel üretimi öne çıkaran bir mecra oldu. Gezi’de ana akım medyanın sansürüne karşı bir alternatif olan sosyal medya, bugün daha baskın bir rol oynuyor. Instagram, “Gündemi tutun, günlük şeyler paylaşmayın” baskısıyla boykot ve haber paylaşımlarının merkezi haline geldi. Pankartlar, sloganlar ve mizahi içerikler hızla yayılırken, fiziksel performatif eylemlerin yerini söylemsel bir estetik aldı. Bir içerik üreticisinin Ekrem İmamoğlu sürecini yapay zeka uygulamasını kullanarak Studio Ghibli üslubunda resmetmesi, bu yeni estetiğin örneklerinden biriydi (Onedio).
Ancak sosyal medyanın bu süreçte, kutuplaştırıcı ve toksik söylemlerin de zemini olduğunu belirtmek gerekiyor. Gezi sürecinde eylemlerdeki küfür kullanımı tartışma meselesi olmuş ve bu konuda eylemciler arasında bir çözüm üretme çabası olmuştu. Ancak bu son dönemde çok farklı bir kültür ile karşı karşıya olunduğunu not etmek gerekiyor. Hürriyet’tte yayınlanan bir incelemeye göre, incel kültürü ve toksik erkeklik, sosyal medyada genç erkekler arasında kadınlara yönelik nefreti normalleştiriyor. “Adolescence” dizisi, bu tehlikelere dikkat çeken bir yapım olarak öne çıktı (Hürriyet).
Kültürel Üretim: Eksiklikler ve Yeni Arayışlar
Saraçhane eylemlerinde yeni kültürel üretimlerin eksikliği dikkat çekti. Gezi Parkı protestolarında tarihe mal olacak bir direnişin müziği üretilemese de, tencere-tava ritimlerinden bir caz korosu’nun özgün uyarlamalarına, sokak tiyatrolarına, duvar yazılarının mizahi grafitilere dönüştüğü sokak sanatından, park içerisindeki piyano konserlerine, viral kampanyalara uzanan zengin yaratıcı üretimler ortaya çıkarken, Saraçhane eylemlerinde eski şarkılar öne çıktı. Gezi sürecinde de Yeni şarkı ya da uyarlamaların olmayışı, sanatçıların baskı altında olmasına ve yaratıcı alanın daralmasıyla ilgili olabilir. Bu konuda Z kuşağının TikTok kültürüne yakınlığı, anlık ve görsel içerik üretimine odaklanması, protesto estetiğini dönüştürdü minvalinde yorumlar da var.
Müzik dünyasında ise trajik bir kayıp yaşandı. Volkan Konak, 27 Mart’ta KKTC İskele’deki konserde fenalaşarak hayatını kaybetti. Volkan Konak’ın vefat ettiği konserinde sarf ettiği sözleri ise çarpıcı bir an olarak hafızalara kazındı: “Bazıları Volkan Abi sivri konuşma, içeri atarlar seni diyorlar. Ya bırak, sen bilmez misin devrimciler korkmaz”. (Birgün)
Ferhat Göçer, otelde ambulans ve CPR ekibi eksikliğini sorgularken (Cumhuriyet), kardiyolog Mehti Onaç, Konak’ın ölümünü stres ve yorgunluğun tetiklediği ritim bozukluğuna bağladı. (Onedio).
Tiyatroda ise Kürt sanatçı Ayşe Şan’ın hayatını anlatan “Ben Ayşe Şan” oyunu, İstanbul’da sahnelenerek direniş ve tutunma hikayesini izleyiciyle buluşturdu (Rudaw, 7 Mart). Ancak ekonomik zorluklar tiyatroyu vurdu; Devlet Tiyatroları sanatçıları, Devlet Tiyatrosu oyunlarına yapılan fahiş bilet zamlarına tepki gösterdi: “Hayat pahalılığıyla mücadele eden insanlara ‘evde oturun’ demekten başka bir şey değil.” (Mimesis Portal). Ne var ki bu zamla beraber Devlet tiyatrosu oyunlarının niteliği hakkında bir tartışma oluşmadı.
Tiyatro Gündemi ve 27 Mart Dünya Tiyatro Günü
27 Mart Dünya Tiyatro Günü, direniş ve dayanışma temasıyla kutlandı. Theodoros Terzopoulos’un uluslararası bildirisinde tiyatronun ekosistemle ilişkisi sorgulanırken, Süreyya Karacabey’in alternatif bildirisi, Türkiye’deki baskılara karşı tiyatronun direniş ruhunu vurguladı (Mimesis Portal).
Tiyatro Kooperatifi, özel tiyatroların ekonomik ve hukuki güçlenmesi için ortaklarıyla buluştu (Ajandakolik). Vecdi Sayar, Birgün’deki yazısında tiyatronun sahnelerden meydanlara taşan direnişini övdü (Birgün).
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda 50 öğretim elemanının görevine son verilmesi, müdür Şebnem Ünal’ın mobbing gerekçesiyle istifasına yol açtı (Mimesis Portal ).
Sergiler, Festivaller ve İptaller
Mart ayında bazı, kültür-sanat etkinlikleri iptal oldu. 44. İstanbul Film Festivali, Pera Müzesi’nin “Samih Rifat: Çok İş Var Yapacak” ve “Marcel Dzama: Ay Işığıyla Dans” sergilerinin açılışları ile İstanbul Modern’in “Ömer Uluç: Ufuk Çizgisinden Öteye” sergisinin basın toplantıları, 19 mart darbesi sonrasında eylem gündemi ve polis ablukası nedeniyle iptal edildi. (Ekonomim).
Yapay Zeka ve Sanat: Yeni Tartışmalar
Studio Ghibli’nin dağıtımcısı, Hayao Miyazaki’nin tarzını taklit eden ChatGPT görsellerine tepki gösterdi. Bu görseller sosyal medyada viral olsa da, telif hakları ve sanatçıların geçim kaynaklarına dair kaygıları artırdı. Beyaz Saray’ın bir göçmen fotoğrafını yapay zeka ile yeniden tasvir etmesi ise geniş eleştirilere yol açtı (Independent Türkçe).
Sonuç: Sanatın Direnişi ve Geleceği
Mart 2025, kültür-sanat dünyasının hem direnişle hem de belirsizliklerle dolu bir ay olduğunu gösterdi. Saraçhane eylemleri, Gezi’nin çoğulcu ruhundan farklı olarak daha stratejik ve siyasi taleplerle şekillendi. Boykotlar dayanışma yaratırken linç kültürü riskini de beraberinde getirdi. Sanatçılar, ekonomik ve politik baskılar arasında sessizlik ile konuşma arasında sıkıştı. Sosyal medya, yeni bir protesto estetiği doğururken, kültürel üretimde yaratıcı eksiklikleri hissedildi. Tiyatro, müzik ve görsel sanatlar, direnişin birer aracı olarak yeniden tanımlanmayı bekliyor.
Bağımsız sanatçıların ayakta kalması, belediye desteklerinin daralması ve sivil toplumun enerjisinin yön değiştirmesi, önümüzdeki dönemin zorlukları olacak. Öte yandan 19 Mart darbesi sonrası yaşananlar, sanatın yalnızca bir tüketim alanı değil, aynı zamanda bir eylem ve direniş alanı olduğunu bir kez daha hatırlattı.