10 Nisan – 23 Nisan Nisan Kültür Sanat Gündemi
Kültür-sanat gündemi değerlendirmesinde kullanılan haber akışına bu linkten ulaşabilirsiniz. 10-23 Nisan tarihleri arasında kültür-sanat gündeminde sanat ve sanatçılara yönelik uygulanan sansür ve baskılar, yerel seçimler ve TV-dizi sektörünün koşulları vardı. Bunlarla beraber bahsi geçen değerlendirmede dijital platformların sunduğu yeni kültür-sanat anlayışı kültürel ve ekonomik açılardan mercek altına alındı.
İstanbul Belediyesi Seçimleri ve İstanbul’un Kültür-Sanat Çehresi
31 Mart 2019 Türkiye Yerel Seçimlerinin ardından Kültigin Kağan Akbulut “Kültür-sanat dünyası yeni İBB’den neler bekliyor?” başlıklı yazısını yayımladı. Akbulut yazısında 1994 Yerel Seçimlerinin ardından İstanbul’da başlayan ve “muhafazakar belediyecilik” olarak tanımlanabilecek olan belediyecilik anlayışının, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesiyle beraber kırılmış olabileceğini dile getiriyor ve ardından yeni oluşturulması hedeflenen bu anlayışta kültür-sanat alanının hangi ölçüde ve nasıl ele alınabileceğine dair birtakım sorular ortaya atıyor.
Ekrem İmamoğlu’nun tanıtım sitesinde yer alan ve kültür-sanat alanında yapılacak düzenlemelerin açıklandığı bölüm incelendiğinde İmamoğlu’nun İstanbul’da özellikle gençlere yönelik, nitelikli bir kültür-sanat ortamı kurmayı hedeflediği söylenebilir: Beylikdüzü Belediyesi’nde yaptığı çalışmalardan geliştirerek oluşturduğu programa göre İmamoğlu İstanbul’da bulunan Şehir Tiyatrolarına ait salon sayısını iki katına çıkaracak. Bununla beraber İmamoğlu tiyatro sanatının her mahalleye taşınacağını söylüyor. İstanbul’u birinci sınıf bir festivaller şehrine dönüştürürken toplu taşıma araçlarını sanatla buluşturacağı vaadini veriyor. Bunların yanı sıra kütüphane sayılarını arttırmayı; ucuz, nitelikli eğitim kursları açmayı hedefliyor. İmamoğlu, gençlerin İBB bünyesinde gerçekleştirilen kültür-sanat etkinliklerinden %40 indirimle faydalanmaları için “Genç Kart” uygulaması başlatmayı amaçlıyor. 21 Nisan 2019’da gerçekleştirdiği Maltepe Mitinginde İstanbul’un şu an bir geçiş sürecinde olduğunu söyleyen İmamoğlu, şehirde üretimin ve yaratıcılığın altını çiziyor; önceliklerinin arasında insanların mutlu yaşayacağı bir şehir sözünde bulunuyor. İstanbul’u güvenilir ve çok renkli bir şehir haline getireceğini belirtiyor. “Şeffaf belediyecilik” anlayışı ile yönetileceği söylenen İstanbul’da halkın yönetime dahil olacağı ve yönetimi takip edebileceği katılım mekanizmalarının kurulacağını da vurguluyor İmamoğlu.
Akbulut, kaleme aldığı yazıda, İmamoğlu’nun sunduğu vaatlerin yanısıra belli başlı sorunları ve soruları dile getiriyor. Örneğin, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yaşanan ihraçların nasıl ele alınacağı; İBB bünyesinde gerçekleştirilecek sergilerin ve konserlerin vurgu noktasının ne olacağı; düzenlenecek atölyelerin ve açılacak kütüphanelerin ne ölçüde kapsayıcı olacağı birer tartışma noktası. Öte yandan Akbulut kültür-sanat alanında hedeflenen programın CHP yönetiminde olan belediyelerde yaşanan bürokratik tıkanmalara ve nepotizme mahal vermeden, bina inşa etme fetişizmine kapılmadan uygulanıp uygulanamayacağını sorguluyor. Bütün bunların ışığında, önümüzdeki süreçte büyükşehir belediyesinin kültür-sanat etkinlikleri, bu etkinliklerde beraber çalıştığı odaklar, mekanların demokratik bir biçimde kullanıma açılması, bu alanda verilen kararların şeffaf ve açık bir şekilde sunulması kültür-sanat çevrelerinin ajandalarında yer alacak gündemler olarak görülüyor.
Sanata Yönelik Baskı ve Sansürler
RTÜK, Foxlife’da yayınlanan “9-1-1” adlı Amerikan yapımı polisiye diziye, “yaşlı bir erkek çiftin uygunsuz görüntüleri”ni içerdiği için programı üç kez durdurma cezası verdi. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde seçimlerin ardından göreve gelen İbrahim Yılmazcan, Tarsus Şehir Tiyatrosu’nun oyununu iptal etti. Bu engellemenin ardından Tarsus Şehir Tiyatrosu oyuncuları, “Duvar” adlı oyunlarını bir kafede sergiledi. Adana’da ise üniversite öğrencileri ile kültürel ve sanatsal etkinlikler gerçekleştiren Serüven Kültür bir basın açıklaması düzenledi. Basın açıklamasına göre polis Serüven Kültür bünyesindeki faaliyetlere katılan kişileri aradı ve derneğin terör propagandası yaptığını söyledi. Dernek yetkilileri ise “Flütün sesinden, boyanın renginden rahatsız olanlara inat burada olacağız” açıklamasını yaptı. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) ise bu sene elli altıncısı düzenlenecek olan Antalya Film Festivali öncesinde bir açıklamada bulundu ve 2014 yılında başlayan sansür krizinin son bulmasını temenni ettiklerini dile getirdi. Önümüzdeki süreçte film festivalinin yeniden yerel eserleri ve sanatçıları kapsamasına yönelik taleplerini dile getiren dernek “Sansür, SİYAD’ın kırmızı çizgisidir ve SİYAD, özgür festivallerden yanadır.” diyerek yaşanan kısıtlamaya karşı tepkilerini belirtti.
İstanbul dışındaki illerde bu olaylar yaşanırken 23. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’ne aday isimlerin açıklandığı basın toplantısının ardından Haldun Dormen “Tiyatro sansürü yeniyor mu?” sorusuna “benim tiyatroda olmuyor ama korkulacak kadar bir sansür baskısı bence yok” yanıtını verdi. Yerel seçimlerin ardından verilmiş bu yanıtın ardından Barış Atay Twitter hesabından “Hoca haklı, rahat olabiliriz. Oyunlarımız yasaklanıyor, sahne bulamıyoruz, kara listeye alınıyoruz, ödenekli tiyatrolardan kovuluyoruz, tutuklanan arkadaşlarımız var ama en azından, henüz kurşuna dizilmedik!” açıklamasında bulundu. Haldun Dormen’in yaptığı bu açıklama ve açıklamanın yapıldığı organizasyon göz önüne alındığında sanatçıların, ülkenin seçimlerle beraber girdiği yeni sürece ayak uydurmaya çalıştıklarını söylenebilir.
Ülke çapında kültür-sanat alanında yaşanan baskı ve sansür uygulamaları üniversitelerin etkinliklerine de yansıyor. Her yıl Uluslararası Gençlik Topluluğu (UGT) tarafından düzenlenen ODTÜ Uluslararası Bahar Şenliği, üniversitenin teknik ve idari olanaklarının yetersizliği gerekçe gösterilerek üniversite rektörlüğü tarafından iptal edildi. Rektörlük, bu yıl otuz üçüncüsü düzenlenecek olan şenliğin Devrim Stadı yerine otopark alanında gerçekleşmesini önerdi, ancak UGT bunu kabul etmedi. Bunun üzerine ODTÜ rektörlüğü şenliğin talep edilen mekanda yapılamayacağını duyurdu. Şenliğin gerçekleşmeyeceği sosyal medyada büyük yankı uyandırdı ve #ŞenliğineSahipÇık hashtagi ile iptal kararına karşı tepkiler dile getirildi. Aralarında Genco Erkal, Kadıköy Emek Tiyatrosu, Haluk Levent, Sıla, Kardeş Türküler, Moğollar, Bajar, Aylin Aslım gibi birçok ismin ve grubun yer aldığı sanatçılar şenliğin gerçekleşmesi için etkinliklere herhangi bir bütçe talep etmeden katılabileceklerini açıkladı. Sanatçıların yanı sıra Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen ODTÜ’lü öğrencilere çağrıda bulunarak şenliği Uğur Mumcu Parkı’nda belediye ile beraber gerçekleştirebileceklerini duyurdu. Gelen tepkiler üzerine ODTÜ rektörü Verşan Kök bir açıklama yaptı ve UGT ile aslında anlaştıklarını ancak daha sonra öğrencilerin “HDPli, LGBT, marksist, aşırı sol” gruplarla görüştüklerini, bu nedenle anlaşmayı bozduklarını söyledi, ancak UGTli öğrenciler herhangi bir grupla görüşmediklerini dile getirerek rektörün açıklamasını yalanladılar. 16 Nisan’da rektörlük önünde gerçekleştirilen eylemin ardından rektörlük şenliğin geleneksel formatında ve Devrim Stadı’nda gerçekleşeceğini açıkladı. ODTÜ örneği önümüzdeki süreçte bu tür iptallerin ve sansürlerin yaşanmayacağı anlamına gelmiyor; ancak seçim sonuçlarının yarattığı ılımlı ortamda alınan bu iptal kararı ve ardından rektörlüğün attığı geri adım, OHAL dönemi uygulamalarının ülkenin içinde bulunduğu yeni dönemde sürdürülebilir olmadığını gösterir nitelikte.
TV Sektöründe Güncel Gelişmeler ve Dijital Platformlar
TV ekranlarından 2 sezondur devam eden ve son yıllarda komedi türünde çekilen nadir dizilerden biri olan Jet Sosyete’nin senaristi Gülse Birsel’in dizinin TV macerasının sona erdiğine dair açıklaması gündeme geldi. Jet Sosyete son dönemde TV’ye veda eden ilk dizi değil elbette. Ekonomik kriz ortamında dizilerin reklam gelirlerine bağlı olarak devam etmesinin zorlaştığı, pekçok dizinin içeriğinden ya da kadrosundan bağımsız olarak ekran macerasının kısa sürdüğünü gözlemlemek mümkün. Öte yandan Jet Sosyete gibi seyircinin ilgisini çeken dizilerin de reklam gelirlerini yakalayabilmek için 120 dakikanın altına inmesi mümkün olmuyor. Dizi piyasasında çalışan senaristler, kamera önü ve kamera arkası ekipleri bunun ortaya çıkan ürünün kalitesini düşüren bir faktör olduğunu, hatta sağlıksız ve verimsiz çalışma koşulları yarattığını uzun süredir gündeme getiriyor. (Sektörden bu konuda ilk karşı çıkış 2010 yılında ‘Yerli Dizi Yersiz Uzun’ eylemi ile gündeme gelmişti.) Bunun yanı sıra RTÜK’ün TV dizileri üzerindeki sansür ve baskı mekanizmasını genişlettiği, yapımcıların ‘problem yaratabilecek’ içerikleri ortadan kaldırmak için oto-sansür uyguladığı da aşikar. Tüm bu gelişmeler ışığında TV için dizi üretirken hem maddi hem manevi açıdan kazanç sağlamanın zora girdiği düşünüldüğünde dijital platformların bir alternatif olarak gündeme gelip gelmediği tartışma konusu haline geliyor. Netflix gibi dünyada pek çok ülkede içerik üreten bir şirketin Türkiye’ye de girmesi; BluTV, puhutv gibi yerli platformların son yıllarda popülerleşen içerikler üretmesi bu soruyu akıllara getiriyor. Bu dijital platformlar TV dizilerinden farklı olarak sadece reklam gelirlerine bağlı bir ekonomik model geliştirmedikleri için daha kısa süreli, dünyada da yaygınlaştığı hali ile ‘mini-seri’ formatında dizi üretiyor. Bu yapımlar da RTÜK ve TV kanalı yönetiminin sansüründen azade, reklamsız bir içerik sunduğu için gün geçtikçe daha çok kullanıcı tarafından takip ediliyor. Dolayısıyla dijital platformların hem sektör çalışanları için daha özgür ve adil çalışma koşulları yaratan hem de seyirci için bağımsız bir içerek üreten yapılar olduğunu söylemek mümkün. Öte yandan dijital platformların Türkiye’de giderek daha da tektipleşen TV kanallarına tamamen bir alternatif olduğunu söylemek için henüz erken. Evrensel’in bu konu üzerine yayınladığı dosya bağlamında konuşan Ece Vitrinel’in de belirttiği gibi dijital platformlar yoğunluklu olarak büyük şehirlerdeki, beyaz yakalı, orta sınıf kitleye hitap ediyor ve henüz TV kanalları gibi her eve girmiyor. Ayrıca RTÜK yetkilerini internet yayıncılığı kapsamında genişletecek yasa tasarısının henüz yürürlüğe girmese de kabul edilmiş olması dijital platformların sansür karşısında nasıl bir tavır geliştireceğini bize önümüzdeki dönemde gösterecek. Son olarak ürünlerine bakıldığında daha az çalışma saatleri ve insani bir set ortamı kurduğu düşünülen dijital platformlardan en büyüğü olan ve 190 ülkede yayın yapan Netflix’in Türkiye için çektiği Atiye dizisinde bir çalışanın set kazasında hayatını kaybetmesi ve bunun sektördeki örgütler tarafından gündeme getirilmesi söz konusuydu. Netflix gibi bir platformun Amerika ya da Avrupa’daki çalışma standartlarını Türkiye bağlamında gerçekleştirmemesi dikkat çekerken, TV dizilerindeki insani olmayan çalışma koşullarını devam mı ettirdiği sorusunu da akla getirdi.