Kültür-Sanat Komisyonu’nun 14 Haziran – 25 Haziran 2021 tarihleri arasında kültür-sanat alanındaki gelişmeleri değerlendirdiği bu çalışmada, bu alandaki hak ihlalleri, müzik ve tiyatro bağlamında ele alındı. Normalleşme adımlarıyla birlikte yaşanan gelişmeler, yasaklar ve bunlara yönelik sanatçıların ve iktidarın yaklaşımları öncelikli olarak değerlendirildi. Haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.
Kültür-Sanat Alanındaki Hak İhlalleri
Haziran ayı içerisinde, kültür-sanat alanında yaşanan hak ihlalleri öne çıkan başlıklardan biriydi. Bu başlık altında belirtilebilecek ilk gündem Teatra Jiyana Nû (Yeni Yaşam Tiyatrosu) tarafından sahnelenen Bêrû: Klakson Borîzan û Birt (Yüzsüz: Klakson, Borazanlar ve Bırtlar) adlı oyun hakkında. Hatırlanacağı üzere, Nobel ödüllü yazar Dario Fo’nun bu oyunu, 13 Ekim 2020 tarihinde, İBB Şehir Tiyatroları’nın “Tiyatrolara Destek Projesi” kapsamında Gaziosmanpaşa Sahnesi’nde sergilenecekti. Ancak Gaziosmanpaşa Kaymakamlığı oyunu “kamu güvenliği” gerekçesiyle yasaklamıştı. Şehir Tiyatroları’nın tarihinde gösterime alınan ilk Kürtçe oyun olabilecek Berû’nun yasaklanmasına karşın sanat çevreleri bazı açıklamalarda bulunmuştu. Bu sürecin ardından Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) yürütmenin durdurulması talebiyle bir dava açtı. 31 Mayıs 2021 tarihinde görülen dava İstanbul 10. İdare Mahkemesi tarafından reddedildi. Teatra Jiyana Nû tiyatro grubunun Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) ile bağlantılı olduğu, MKM’nin ise “terör örgütü PKK ile iltisaklı” olduğu öne sürüldü.
Bu gelişmeye ek olarak Bitlis, Van ve Hakkari illerinde eylem ve etkinlikler Haziran ayının sonuna kadar yasaklandı. Van’da bu yasağın 2016 yılından beri devam etmekte olduğunu belirtmekte fayda var. Kürt illerinde ve özellikle kürt tiyatrosunda yaşanan baskı ve yasaklamalar uzun süredir çalışma komisyonun takip ettiği gündemlerden biriydi. Bu gündemin, yukarıda belirtilen gelişmelerle birlikte önümüzdeki süreçte de ele alınacak başlıklar arasında bulunacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu ve buna benzer yasaklara karşı nasıl önlemler alınacağı ve gruplarla nasıl bir dayanışma kurulacağı gündemde olmalıdır. Örneğin, sistematik şekilde yasaklanan oyunlar, gösteriler ve etkinlikler için dijital sahne bir alternatif olabilir mi?
Benzer gelişmelerin müzik alanında da karşılık bulduğu belirtilebilir. Özellikle pandemi ile birlikte geçim sıkıntısı çeken ve hatta çıkış yolu bulamayıp hayatına son veren müzisyenlerin sayısı günden güne artmakta. Bununla beraber, üretimlerine devam ederken iktidarın sadece ekonomik değil, toplumsal ve politik baskısına maruz kalan müzisyenlerden de bahsetmek mümkün. Örneğin, Covid-19 salgınının Türkiye’de görülmeye başlamasıyla birlikte alınan tedbirler sonucu işsiz kalan müzisyenlerden biri Anıl Bayraktar. İşsiz kalan Bayraktar, önce kafelerde garsonluk yapmaya başlamış, ancak yeme-içme mekanlarının da kapatılmasıyla bu işini de kaybetmiş. Bu noktadan sonra da müzik üzerine çalışmaya devam eden ve ilk şarkısını Boğaziçi Üniversitesi eylemlerine destek vermek için yapan Bayraktar, Kadıköy’de üniversitelilerin bir araya geldiği eylemlerden birine katılıp gözaltına alındı ve yurtdışına çıkış yasağı şartıyla serbest bırakıldı. Haziran ayında ise Anıl Bayraktar, ilk teklisi “Hikâyem Çok”u çıkardı. Bayraktar’ın Medyascope.tv’e verdiği söyleşide, özellikle Boğaziçi Üniversitesi eylemlerini vurguluyor olması dikkat çekici bir nokta olarak değerlendirilebilir: Üniversiteli gençler ve muhalif kesim arasında popüler olan bir gündemden albüm tanıtımında bahsetmek, yine aynı kesimin dikkatini çekmek için belirtilen bir nokta olarak da okunabilir.
Fakat müzisyenlerin bugün uğradığı bu tür baskıları, sanatçılara yönelik yeni bir korku dalgası yayma çabası ya da yeni bir bezdirme politikası olarak da değerlendirmek mümkün. Bunlarla birlikte 21 Haziran 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı Covid-19 kısıtlamalarındaki düzenlemeler, müzisyenleri ve müzik sektörünü doğrudan etkileyecek düzenlemeleri de barındırıyor.
Normalleşme Adımları ve Müzik Yasağı
21 Haziran 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklamayla sokağa çıkma kısıtlamaları tümüyle kaldırdı. Ancak Cumhurbaşkanı açıklamasına şu cümleleri de ekledi: “Müzikle ilgili sınırlamayı da 24.00’e çekiyoruz. Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok.” Bunun ardından müzisyenler, başta sosyal medyada olmak üzere birçok mecrada tepkilerini dile getirdi ve #KusuraBakıyoruz hashtag’i ile yasakları protesto etti. Rap şarkıcısı Ağaçkakan ise açıklamanın ardından yasağı protesto etmek amacıyla dinleyicilerini sosyal medya üzerinden Kadıköy Mehmet Ayvalıtaş Parkı’na çağırdı ve kısa bir konser verdi. Bu konserde Ağaçkakan ve altı dinleyicisi gözaltına alındı.
Bu yasaklamaların belirli bir kesime yönelik olduğunu, Cumhurbaşkanlığı İletişim Bakanı Fahrettin Altun’un yaptığı açıklama ile değerlendirmek mümkün. Altun, müzik yasağını protesto edenlerin “ideolojik çarpıtma” yaptığını iddia ederek, “özlem duydukları eski Türkiye alışkanlarını terk edemeyenlerin, sahte bir yaşam tarzı tartışmasıyla suni bir gündem oluşturarak toplumu kutuplaştırmaya ve buradan siyasi rant devşirmeye girişmeleri, bir acziyet örneği olarak kayıtlara geçmiştir” dedi. Bütün bu gelişmeler, özellikle eğlence yasakları, içki yasakları, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı gibi yasaklama ve baskılar, seçmen kitlesi giderek daralan iktidarın kendi kitlesini yeniden genişletme manevraları olarak da yorumlanabilir. Kendi kemik tabanını konsolide etmek ve kaybettiği seçmenleri yeniden kazanmaya dönük bir hamle olarak da değerlendirilebilir.
Müzisyenlerin uğradığı bu baskılar ve müzik yasağı tartışmaları, 2016 yılında Diyanet İşleri Başkanlığının açıklamalarını da akla getirmekte. “Müziğin dindeki yeri nedir? Hangi müzik çeşidi helaldir?” sorusuna Diyanet İşleri Başkanlığı “…dinimizin temel inanç, amel ve ahlak ilkelerine aykırı olmayan, haramların işlenmesine sebep olmayan müzik türlerini dinlemekte dinen bir sakınca yoktur. Ancak cinsel arzuları tahrik eden ifade ve tasvirleri içeren, haramları güzel gösteren müzikleri yapmak ve dinlemek günahtır” yanıtını vermişti.
Mevcut iktidar, son dönemlerde tiyatro, müzik gibi kültür-sanat bölgelerini alkol, fuhuş gibi unsurlarla özdeşleştirmek konusunda adımlar atsa da, tam tersi bir açıdan iktidara yönelik olarak da benzer “suçlamalar” gündeme gelmekte. Örneğin, Sedat Peker Binali Yıldırım ve oğlu üzerinden iktidarın kokain ticareti ile bağlantıları olduğunu iddia etti. Buna ek olarak, Korkmaz Karaca üzerinden şantaj amaçlı kullanıldığı iddia edilen seks kasetleri ve bir “fuhuş” mevzuu da iktidara yönelik saklı kalmış gündemler arasında.
Muhalefette Baskı ve Sansür
Baskı ve sansür bağlamında konuşurken sadece iktidarın değil, muhalefetin de tutumuna bakmak gerekir. Bu konuda gazeteci yazar Mine Söğüt’ün 25 Haziran tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki “Her şey ‘gerçekten ‘çok güzel olsun diye” başlıklı yazısında naklettiği olay oldukça ilgi çekici. İBB Kültür AŞ’nin öncülüğünde hazırlanan “İstanbul Öyküleri” derlemesine, yine belediye bünyesindeki yayınevinin editöründen gelen istek üzerine Mine Söğüt’ün verdiği ve Taksim Camii’ni konu alan öyküsü, siyasal İslamcıların tepkisini çekmemek adına reddedildi. Mine Söğüt’ten başka bir öykü rica edildi. Söğüt ise, başka bir öykü vermeyi reddetti. Bunu, “otosansür, sansürden çok daha tehlikelidir.” diyerek açıklayan Söğüt, “eğer demokrasinin, adaletin, çağdaşlığın, bilimin, aklın ve özgürlüğün bu ülkede, bu dünyada var olmasını, yaşamasını istiyorsak farklı bir politik değer yaratmalıyız ve muhtemel eleştiri ya da saldırılar karşısında dimdik durup, yayınlarımızda her türlü fikre, bakış açısına, ideolojiye ve ifade özgürlüğüne alan tanımakla sorumlu olduğumuzu göğsümüzü gere gere söylemeliyiz” dedi.
Bu konunun dünyada da tartışılan bir mevzuu olduğunu not etmekte fayda var. Noam Chomsky, Trump döneminde “gerici enternasyonel” adını verdiği ve ABD’nin başını çektiğini vurguladığı bir kesimle gerçekten uzlaşılabilir mi sorusunu ortaya atmıştı. Karşımıza iki seçenek çıkmaktaydı: “Bu gericiliği faş ederek başka bir hak ihlaline de düşmeden gericilikle mücadele mi edilecek, yoksa gericilikle uzlaşılacak mı?” Benzer bir durumun Türkiye için de geçerli olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Bugün muhalif güçler siyasal İslamla veya bugünün Türk-İslam faşizmi boyutundaki uygulamalarıyla uzlaşacak mı? Yoksa demokratik yollardan ilkeli bir biçimde doğrudan karşısına mı dikilecek?
Tiyatro Alanındaki Gelişmeler
Haziran ayı içerisinde tiyatro alanında yaşanan önemli gelişmelerden biri Levent Üzümcü’nün Kadıköy Khalkedon Meydanı’nda gerçekleştirdiği protesto oldu. İktidarın sanata ve sanatçıya karşı tavrını Anayasa’nın 64. maddesini hatırlatarak eleştiren Üzümcü Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” şiirinin bir bölümünü okudu. Levent Üzümcü’nün ardından Şevket Çoruh da Anayasa’nın 64. maddesini okuduğu bir video yayınladı.
Üzümcü’nün bu performansı, bir protestoyu sosyal medyanın ötesine taşıması bağlamında önemli bir hamle olarak değerlendirilebilir. Devlet yardımlarının minimumda tutulduğu pandemi döneminde sanatçıların en büyük sorusu: “nasıl geçineceğim” oldu. Üzümcü’nün bu şiiri seçmesinin bu bağlamda tutarlı ve anlamlı bir noktada durduğu belirtilebilir. Fakat bu çıkışın büyüyerek devam etmediği, bir iki örnekle sınırlı kalmış olduğunu söylemek mümkün. Bu noktada destek mekanizmalarının neden kurulmadığı sorgulanmalı. Bununla beraber sadece maddi destek mekanizmaları değil, sanatçıların bu tür eylemlerde birbirlerini nasıl destekleyebilecekleri de tartışmaya değer bir gündem olarak karşımızda duruyor.