Bu yazıda 15 Mayıs – 25 Mayıs 2020 tarihleri arasında basında yer alan haber ve söyleşilerden hareketle Kovid-19 salgınının kültür-sanat alanına etkileri değerlendirilmektedir. Müzik ve sinema alanlarına kısmen değinmekle birlikte ağırlıklı olarak tiyatro alanındaki dijital üretimler ve hak arayışları gündem teşkil etmiştir. 

Dijital Üretimler 

Tiyatro

Kovid-19 salgını yaklaşık üç aydır yaşama biçimini dönüştürdüğü kadar sanat yapma biçimini de değiştirmeye başladı. Tiyatro alanında ilk dönemde daha çok tiyatro oyunlarının elde olan iyi kayıtlarının seyircilerle dijital alanda paylaşımı yoluna giden sanatçılar, dijital ortamda yeni üretimlere de girişmeye başladılar. Değerlendirmenin bu bölümünde dijital tiyatro üretimlerinden bazıları ele alınacak. 

BAM İstanbul, Instagram aracılığıyla “Evde” başlığı altında, yedi kısa oyun yayınladı. Murat Mahmutyazıcıoğlu ve Emre Yüksel’in yazdığı, genel olarak izolasyon, korona, karantina deneyimleri üzerine olan bu oyunlar Murat Mahmutyazıcıoğlu tarafından canlı kaydedilmiş oyun okuması olarak tanımlanıyor. Farklı oyuncular tarafından okunan bu yedi oyun, sosyal izolasyonun neden olduğu ve birçok insan tarafından yaşanan kaygıların paylaşılmasını ve dönemin içinde yaşanan deneyimlerin bir tür günlüğünü tutmayı hedefliyor. Döneme dair kişisel birer not olarak tanımlanabilecek bu oyunlar, aynı zamanda hikaye anlatıcılığını farklı bir arayüzde sürdürmeye dair bir arayışın ürünü.  

BGST Tiyatro, “Her güne Bir Vaka” başlığı altında YouTube üzerinden, yedi videodan oluşan bir seri yayınladı. Sevilay Saral’ın yazdığı, Aysel Yıldırım’ın rejisini yaptığı projenin video kurgusu İlker Yasin Keskin tarafından yapılmış. Dijital tiyatro/görüntü tiyatrosu formunda sunulan bu yedi monolog farklı tiyatro çevrelerinden oyuncuları biraraya getiren bir “buluşma” konseptine sahip. Değişik toplumsal kesimlerden yedi kadının kendi deneyimini anlattığı bu monologlar farklı görsel efektlerin denendiği bir video kurgusu aracılığı ile seyirciyle buluşuyor. “Her Güne Bir Vaka”, insanların salgın koşullarındaki yaşam hikayelerinin istatistiki birer veri olmanın çok ötesinde bir anlam taşıdığına vurgu yapıyor.

B Planı, Sami Berat Marçalı’nın senaryosunu yazıp yönettiği videolardan oluşan “YediYediYediYedi” isimli bir seriyi Youtube üzerinden yayınlamaya başladı. Marçalı’nın mini seri hikayeler olarak tanımladığı yayının dört videoya tamamlanması hedefleniyor. Kısa film estetiğine yakın bir anlayış içinde kurgulanan hikayeler Marçalı’nın ifadesi ile “Karantinada olduğumuzu kabul etmiyor, ama karantinanın gerçekliğini, yaşattıklarını, hissettirdiklerini sonuna kadar benimsiyor.” 

Tiyatro BeReZe, repertuvardaki oyunlarından yola çıkarak YouTube üzerinden “Pandemic Macbeth ve “Canlı Kitap – Korudaki Komşular” adlı iki video paylaştı. “Pandemic Macbeth”, Elif Temuçin ve Erkan Uyanıksoy’un “Macbeth / İki Kişilik Kabus” adlı oyunlarından uyarlanmış. Video, Tiyatro Bereze’nin ilişki içinde olduğu Bremer Shakespeare Company’nin “Daily Shakespeare” projesi için hazırlanmış. “Canlı Kitap – Korudaki Komşular” ise Ayla Çınaroğlu’nun yazdığı “Korudaki Komşular” adlı çocuk kitabının canlandırılarak okunması üzerine kurulu bir video. İzolasyon koşullarını yaratıcı bir üretim için avantaja çeviren bu proje evlerinde kalmak durumunda olan çocuklar için nitelikli bir seyirlik/anlatı olarak değer taşıyor. 

TwoTwo Production ise beş ayrı yazarın birbirini tamamlayarak aynı hikayeyi devam ettirdiği bir proje olan “Tepinme”yi Instagram üzerinden paylaşıma açtı. Kerem Pilavcı’nın dijital monolog olarak tanımladığı, beş ayrı bölümden oluşan seri oyuncu Neslihan Yeldan tarafından yorumlanıyor. Bu proje de “Her Güne Bir Vaka”daki gibi bir buluşma konseptine sahip. Fakat bu kez buluşma’yı oyuncular değil beş ayrı yazar gerçekleştiriyor. Salgın koşullarında yazarlar arasında bir dayanışma etkinliği olan bu üretimin ardından Pilavcı, ortaçağ Japon edebiyatındaki renga adı verilen özgün bir şiir formu ile karşılaştığını aktarıyor. “Tepinme”de gerçekleşen anlayışa benzer biçimde renga formunda da farklı şairlerin birbirini tamamlayarak oluşturdukları kolektif şiirlerin varlığından bahsediyor. Hikayenin beş ayrı yazım sürecinde değişim geçirerek tamamlandığı bu form, araştırılmaya ve geliştirilmeye değer bir çalışma anlayışı sunmakta.   

Ortaya çıkan eserler Kovid-19 döneminde tiyatronun dijital alana taşınması ile ilgili bir takım tartışma noktaları oluşturuyor. İlk olarak biçimin nasıl tanımlandığı ile ilgili bir tartışmanın sürdüğünü belirtelim. Dijital tiyatro, dijital drama, görüntü tiyatrosu, dijital monolog, canlı kaydedilmiş hikayeler gibi farklı isimlendirmeler mevcut. Biçimin tanımlanmasında öncelikli olarak seyirciyle buluşma aracı olan dijital medya belirleyici oluyor. Ancak tanımlamayı yaparken dijital medyadan ziyade eserin içeriğini merkeze alan bir eğilim de var. Bugüne kadar dram sanatının tanımlanmasına kullanılan evrensel kriterlerin (oyuncu-seyirci ilişkisi, öykü/olay örgüsü, anlatı, temsil unsurları vb.) bu yeni dijital mecrada nasıl bir evrim geçirdiğini ve ortaya nasıl formlar çıktığını inceleyen çalışmalara ihtiyaç var.

Projelere yaklaşım konusunda sanatçılar arasında bakış farklılıkları olduğu görülüyor.  Pandemi sürecinde kişisel bir günlük oluşturma amacıyla üretenler olduğu gibi eserlerini daha politik ve toplumsal bir çerçeve içinde yorumlayan sanatçılar da var. Ayrıca kısmen koşullar, kısmen de tercihler nedeniyle üretimlerin bir kısmında prova sürecine oldukça kısa zaman ayrıldığı dikkat çekiyor. Bu da ortaya çıkan sanatsal ürünlerin niteliğini belirleyen bir faktöre dönüşebiliyor.

Bu noktada ürünlerin nitelikleri ve izlenme oranları üzerine bir tartışma yapmak da önemli görünüyor. Salgının ilk günlerinde üretilen her türlü içerik bir tür ayakta kalma ve dayanışma jesti içerdiği için niteliğine bakılmaksızın insanlar arasında paylaşılıyordu. Fakat ilerleyen günlerde dijital alanda sunulan dizi ve sinema gibi içerikler daha çok tercih edilmeye başladı. Projelerin sosyal izolasyon koşullarında üretilmesi, izlenmeleri için yeterli olmayabiliyor. Buna rağmen tiyatro salonlarındaki salgın öncesi seyirci sayılarını baz alacak olursak yeni dijital üretimlerin hatırı sayılır bir kesime ulaştığını söylemek mümkün. Yine de bu sayıların daha da artarak dijital mecralardaki diğer türlerle rekabet edecek seviyeye gelebilmesi için önümüzde uzun bir yolun olduğu da bir gerçek. Dolayısıyla tiyatro alanından dijital ortama yönelik üretilen içeriklerin estetik seviyesini yükseltecek çözümler üretilmesi ve bu içeriklerin geniş kesimler tarafından izlenmesini sağlayacak tanıtım stratejilerinin geliştirilmesi önem arzediyor. Kamera önü oyunculuğunun tiyatrocular tarafından öğrenilmesi, yeni dijital formun talep ettiği vokal performans zenginliğini oyunculuk icrasında sergileyebilmek, metin yazımını da dijital mecranın niteliklerine göre uyarlayabilmek, video kurgu ve dijital efektler anlamında bilgi, beceri ve altyapının geliştirilmesi gibi üstesinden gelinmesi gereken birçok unsur var. 

Estetik kriterlerin yanısıra üretimlerin içinde bulunduğumuz dönemi ne kadar analiz edebildiği, hangi etik tercihler üzerinden dramaturji yapıldığı ve mevcut iktidar ilişkilerine yönelik nasıl bir tavır ürettikleri de önem kazanıyor. Sanatçılar yaşanılan döneme not düşmek, salgın ve izolasyondan kaynaklanan kaygıları paylaşmak gibi önemli amaçları dillendiriyorlar. İnsanların (farklı sınıfsal ve toplumsal arkaplanlar göz önüne alınarak) hangi koşullarda bu dönemi atlattığını ya da atlatamadığını konu edinen dramatik eserlerin azlığı düşünüldüğünde bu çabalar daha da önem kazanıyor. Kovid-19 salgınını rakamlar üzerinden takip ettiğimiz bu günlerde farklı toplumsal kesimlerden insanların yaşam öykülerini gündeme getiren üretimlerin (“Her Güne Bir Vaka” serisi bu anlamda önemli bir çalışma) çeşitlenmesi ve çoğalmasına ihtiyaç var. 

Yapılabilecek bir diğer tartışma ise üretimlerin paylaşıldığı mecraların içerikle kurduğu ilişki üzerine olabilir. Yukarıda sayılan örneklerde Instagram ve YouTube ana paylaşım mecraları olarak öne çıkıyorlar. YouTube’da paylaşılan bir içeriğin sonuna kadar izlenebilmesi için belli bir uzunluğu geçmemesi ve dinamik bir anlatıma sahip olması gerekiyor. Instagram gibi daha çok anlık sosyalleşme amacıyla kullanılan bir araç söz konusu olduğunda ise yapılan paylaşımların izlenme süresi daha da kısalıyor. Bu durum paylaşılan içeriği oluşturan sanatçının estetik tercihlerini de ister istemez belirliyor. Dijital alanda yapılan üretimler sinema ve dizi seçenekleri ile kıyaslanarak izlendiği için bu bahsedilen konuların incelikle değerlendirilerek üretimlerin buna göre şekillenmesi kaçınılmaz olacak.

Klasik anlamda tiyatronun sinema ya da dizi türünde sanatsal yapıtlar karşısında avantajı, seyirciyle oyuncuyu aynı mekanda biraraya getirme özelliği olmuştur. Canlı icra edilen bir sanat olarak tiyatroda yaratım anının burada ve şimdi gerçekleşiyor olması sanatçı ile seyircinin üretken bir paylaşım ilişkisi içine girmesini sağlar. Peki tiyatro dijital alana taşınırken bu özelliğinden ödün mü verecek? Bu ilişkinin benzerini dijital alanda yeniden üretmenin bir yolu şimdilik canlı yayın olanaklarını sağlamaktan geçiyor. Şu anda Türkiye’de bu şekilde canlı yayın olanaklarına sahip olan dijital tiyatro stüdyolarından bahsedemiyoruz. Fakat Kovid-19 salgını koşullarında uzun bir süre seyirci karşısına rahatça çıkılamayacağı düşünüldüğünde canlı dijital tiyatro imkanlarının ciddiyetle tartışılması ve ele alınması gerekiyor.

Müzik 

Bu dönemde müzik alanındaki dijital üretimlere de bu yazı kapsamında kısaca değinilecek. Müzik söz konusu olduğunda Instagram’dan yapılan yayınların yayın kalitesi bir problem olarak ortaya çıkıyor. Geniş bant yayını yapan, yani müziğin farklı özelliklerinin nitelikli bir şekilde dinlenebildiği çok az paylaşım alanından söz edilebiliyor. Bu nedenle müzisyenler daha çok video klip oluşturmaya ya da solo performanslara yönelmiş durumda. Ya da ağırlıklı olarak sohbet edilen, şarkıların salt vokal performansının yer aldığı canlı yayın videoları görülebiliyor.

Farklı bir dijital deneyim örneği olarak ABD ve Avrupa’da gerçekleştirilen araba konserlerinden bahsedilebilir. (Bu yazının yazıldığı dönemde Türkiye’de de bu tür konserlerin yapılacağının haberleri gündeme geldi).

Bu tür konserler geniş ses sistemi kurulmadan arabalardaki radyolardan dinleniyor. Dolayısıyla her araba kendi ses sistemi olanaklarına göre farklı birer konser deneyimi sunuyor. Seyircinin konsere katılımı pencereden yapılan el-kol jestleri ile ya da araba kornalarının çalınması, ışıkların yakılması yoluyla gerçekleşiyor. Bu tür yeni katılım biçimlerinin alışık olduğumuzun dışında bir konser deneyimine yol açtığı görülüyor.

Salgının neden olduğu sosyal izolasyonun çelişkili bir şekilde sanatsal buluşmaları kolaylaştırdığına da tanık oluyoruz. Farklı ülkelerden müzisyenler ortak projelerde bir araya gelebiliyor ve böylece ülkeler arasında kültürel geçişliliğin mümkün olabildiği sanatsal buluşmalar daha kolay sağlanabiliyor.

Tiyatro Alanındaki Destek Talepleri ve Kampanyalar

Kültür Bakanlığı şimdiye kadar özel tiyatroları kayıt altına alma yolunda bazı adımlar attı ve yakın zamanda bunun bir devamı olarak nitelendirebileceğimiz dijital arşiv çalışması için bir başvuru açtı. Dijital Tiyatro Kütüphanesi girişiminin amacı ve uygulaması ile ilgili bir belirsizlik olduğu gözleniyor.

Örneğin başvuru koşullarının duyurulduğu sitede yer alan sık sorulan sorular bölümünde “Dijital tiyatro kütüphanesi için gönderilen oyunlara bir bedel ödenecek mi?” sorusuna şu yanıt veriliyor: “Dijital tiyatro kütüphanesine oyun kaydı gönderilmesi gönüllülük esasına tâbi olup gönderilen oyun kayıtları için bir bedel ödenmesi söz konusu değildir. Bununla birlikte, kültürel-sanat projesi olarak Bakanlığımıza destek başvurusunda bulunulması mümkündür.” Bakanlığa yapılacak olan bu destek başvurusunun olumlu sonuçlanması için gereken kriterlerin ne olduğu belirtilmiyor. Bir e-mail adresi vermekle yetinilmiş durumda. Ayrıca yayınlanan haberde tiyatroların tek tek başvurusu yerine çatı kurumlar altında toplanarak başvuru yapmaları teşvik ediliyor. Ancak her yıl özel tiyatrolara yönelik destekleri şeffaf dağıtmayan Bakanlığın bu uygulamayla yine suistimale açık bir durum oluşturabileceği ihtimali de akla geliyor. Halihazırda başvuranlar arasında önceden usülsüzce çok sayıda oyunla başvuru yapıp destek alan oluşumların da olması dikkat çekiyor.

Ayrıca devletin tiyatroları kayıt altına alma hamlesi bir yandan yurt dışındaki örneklerde gördüğümüz gibi devletin sistemli desteği için bir ön koşul olarak görünse de Türkiye’de bu uygulamanın fişleme için kullanılması, yeni kara listeler yaratılması da mümkün. Bu sebeple uygulamaya – dijital arşiv dahil- kuşkuyla yaklaşmak gerekiyor. 

Devlet tiyatrolara yönelik olarak şu ana kadar dişe dokunur herhangi bir destekte bulunmadı. Henüz resmî kaynaklardan doğrulanmamış olsa bile, 1 Temmuz itibariyle tiyatroların açılacağı ve benzeri kültürel faaliyetlerde “normalleşmeye” gidileceğine dair haberler basında yer almaya başladı. (Bu yazının hazırlandığı dönemde bu konuda resmî bir açıklama da yapıldı). Yeni Akit gibi kaynaklara bakıldığında da kültür-sanat alanını yeniden eski gücüne kavuşturacak tıkır tıkır işleyen bir süreç varmış gibi bir tablo sunuluyor. Bu gelişmeler üzerine Tiyatromuz Yaşasın inisiyatifinde yer alan topluluklar, bu koşullar altında 1 Temmuz’da yasak kalksa da tiyatroları açmayacaklarını duyurdular. Bunu hem toplum sağlığını riske atacak bir adım olarak görüyorlar hem de bu düzenin tiyatroları ekonomik olarak sürdürülebilir bir noktaya taşımayacağını ifade ediyorlar.

Devlet tüm sektörlere kısa çalışma ödeneği sözü verdi. 1 Haziran’da uygulanmaya başlayan normalleşme adımları ile birlikte tiyatrolar için 1 Temmuz tarihinden itibaren mekan yasağının kaldırılması, devletin kısa çalışma ödeneğini ödemekten kurtulması ve üzerindeki bu sorumluluğu sektörlere devretmesi anlamına da geliyor. Bu arada kısa çalışma ödeneğinin kişilerin hakkı olan işsizlik maaşlarından yapılan kesintiyle oluşturulduğunu da ekleyelim, yani ödenen meblağ kişinin hakkı olan bir birikimden düşüyor, ayrı bir kaynaktan değil. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da son sözü Erdoğan söyleyecek.  

Bu dönemde bir yandan yeni dayanışma kampanyaları da düzenleniyor. “Dayanışmanın 100’ü Şiir” geçtiğimiz günlerde gündeme geldi. Tiyatro kooperatifi, Oyuncular Sendikası gibi örgütlenmelerin de içinde yer aldığı bu dayanışma etkinliğinde temel amaç devletin vermediği desteğin tiyatrocular kanalıyla -seyircilerin de desteği ile- oluşturulması ve ihtiyaç sahibi tiyatro sanatçıları/emekçileri ile paylaşılması. Kampanyadan faydalanmak isteyen sanatçılar kişisel başvurularını yaptılar. Başvuran kişilerden belli sayıda sanatçı seçilerek toplanan bağışlar (başvuran kişiye aylık 250 TL’lik destek) bu sanatçılara verilecek. Pandeminin uzun süre devam edeceği düşünüldüğünde bu tür dayanışma kampanyalarının çeşitlenmesi ve çoğalmasına ihtiyaç var. Örneğin içinde bulunduğumuz dönemde pek çok tiyatro salonu kapanmanın eşiğine gelmiş durumda. “Dayanışmanın 100’ü Şiir” etkinliğinde olduğu gibi başvuru ve değerlendirme üzerine yapılacak kısmi bir kişisel yardım yerine kapanan tiyatro salonlarının zararlarına destek olunmasına odaklanmak da tercih edilebilir. Toplanan bağışlarla devletin karşılamadığı somut bir eksik giderildiğinde kamuoyuna belirgin bir mesajın iletillmesi mümkün olacaktır. 

Sinema ve Dizi Sektörü

Oyuncular Sendikası’nın da girişimi ile bu dönemde dizi ve sinema setlerinde uygulanmak üzere bir kılavuz hazırlandı. Kılavuzda setteki teknik ekibin günde  11 saat, sanatçıların ise günde 8 saat’i geçmeyecek şekilde çalıştırılabileceği ifade ediliyor. Ancak ikinci bir dalganın beklendiği, koronavirüs salgınının ortadan kalkmadığı bu koşullarda hızlıca 11 saat gibi uzun bir çalışma temposuna geri dönmenin ne derece insani olduğu gibi bir soru ortada duruyor. “Setler neden açılıyor, bu durum sektör içinde yeni vakalarla sonuçlanmayacak mı” sorularının ise hiç gündeme gelmeyişinin düşündürücü olduğunu da ayrıca belirtmekte fayda var.