Bu yazıda, 15 Haziran– 5 Temmuz 2022 tarihleri arasında kültür-sanat alanında meydana gelen gelişmelerin yanı sıra seyirci ve sanatçılara dönük Türkiye üzerinden yapılan iki farklı araştırma raporu ve kültür-sanat alanına dönük baskı ve yasaklamalar konu ediliyor.
Türkiye’de Kültür-Sanat’ın Son Beş Yılı
Yakın zamanda Türkiye’deki kültür-sanat faaliyetlerindeki son durumu konu edinen iki farklı rapor yayımlandı. Bunlardan ilki, CHP genel başkan yardımcısı Gamze Akuş İlgezdi’nin 2016-2019-2020 ve 2021 yıllarındaki kültür- sanat faaliyetlerine katılan seyirci ve mekan sayılarını incelediği rapor. İkincisi ise Sevilla Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi Selda Dudu, Mimar Sinan Üniversitesi Müzikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Evrim Hikmet Öğüt ve Müzik Yazarı Özge Ç. Denizci’nin hazırladığı Türkiye’deki Müzik Emekçilerinin Çalışma Koşulları ve Gelir Durumları Üzerine Araştırma Raporu. Her iki raporda da Türkiye’de son yıllarda pandemi ve ekonomik krizin de etkisiyle iyice açığa çıkan seyirci sayılarında kritik bir düşüş ve sanatçıların çoğunun deneyimlediği derin yoksulluk dikkati çekiyor.
TÜİK verilerinden yararlanarak hazırladığı raporda İlgezdi, 2016’dan, 2021’e kadar geçen süreçte, sinema seyircisinin 4 kat, tiyatro seyircisinin 10 kat, opera ve bale seyircisinin ise 20 kat azaldığına dikkat çekti. Pandeminin de etkisiyle, Türkiye genelinde sinema salonu sayısının, 2020’ye göre yüzde 11 azaldığını, tiyatro izleyicisinin yüzde 84’ü kaybolurken, opera ve bale seyircisinin de bir önceki sezona göre yüzde 94,5 azaldığını tespit etti. Covid- 19 Pandemi sürecindeki müzisyenlerin durumuna odaklanan diğer raporda müzik emekçilerinin güvensiz koşullarda çalıştığı, çoğu müzisyenin kayıtdışı çalışmak zorunda kaldığı ve yasal haklardan mahrum olduğu, ve müzisyenlerin yalnızca %14’ünün gelirinden memnunken %86’sının gelirinden memnun olmadığı tespit edildi.
Bu iki çarpıcı raporun ortaya koyduğu tabloda öncelikle pandeminin kültür-sanat alanına vurduğu yıkıcı darbenin etkilerini görmek mümkün. Devlet desteklerinin yetersizliği birçok kültür-sanat emekçisini mesleğini bırakmaya ya da derin yoksulluğa mahkum ediyor. Kültür-sanat emekçilerini desteklemek bir devlet politikası olarak benimsenmezse, yakın zamanda bu darboğazdan çıkışın kolay olmadığı görülüyor. Diğer yandan yaşanılan ekonomik krizin her geçen gün derinleşmesi hem seyircileri hem de yaratıcıları oldukça zorluyor. Artan bilet fiyatları sebebiyle kültür-sanat seyircisi eskisine oranla çok daha az etkinliğe katılabiliyor. Sadece popüler isimlerin içerisinde yer aldığı, ana akım sayılabilecek etkinliklere bir ilginin oluşabildiği görülüyor. Bir yandan teknolojinin getirdiği yeni seyircilik pratikleri zaman zaman fiziksel bir etkinliğe katılmayı tercih edilmeyen bir hale getirdi. Bu durum, pandemi koşulları ve ekonomik kriz, daha deneysel çalışmalar yapan ya da yeni kurulan birçok grubun da seyircisiz kalmasına sebep oluşturuyor. Aynı gözlemi amatör alanda da görmek mümkün. Birçok üniversite tiyatrosu pandemi sürecinde faaliyetlerini durdurdu ve yeni yeni tekrar bir araya gelebiliyor. Eski yıllara oranla çok daha az sayıda amatör etkinliklerle karşılaşıldığı söylenebilir.
Sekülerleşme ve Sansür, Yasaklamalar
Kültür-sanat alanına dönük yasaklamaların ve sansürlerin oldukça arttığı bir dönemden geçiyoruz. Özellikle içinde kürtçe geçen, LGBTİ+ özneler ve konulara odaklanan ya da iktidara muhalif olan bütün üretimler ve kişilerin üzerinde güçlü bir baskı kuruluyor. Yeni seçim yılına doğru giderken kültür-sanata yapılan baskının kendini çok daha güçlü bir şekilde hissetireceği iyice ortaya çıkmış durumda. Bir yandan da yandaş medya içerisinde AKP hükümetinin aslında muhalif kesimleri desteklediği ve LGBTİ+lar ve ateistler gibi toplumca marjinal görülen grupların ilk defa AKP döneminde sağlanan haklarla örgütlenebildiği iddia ediliyor. Volkan Ertit “Sekülerleşme: Ak Parti Sayesinde mi, Ak Partiye Rağmen mi?” isimli yazısısında Nagihan Alçı’nın Türkiye’deki sekülerleşmenin AKP ile hızlandığını iddia ettiği argümana karşı çıkarak Türkiye’deki sekülerleşme tarihinin Osmanlı’dan itibaren devam ettiğini ve sekülerleşmeyi modernizmin bir sonucu olarak gördüğünü söylüyor. Toplumca marjinal olarak kodlanan grupların da özellikle dijital teknolojiler sayesinde birbirlerini eskiye göre daha kolay bulabildiklerini, resmi kurumların yasaklamalarına ve baskılarına rağmen farklı yollarla çalışmalarına devam ettiklerini ve eskiye nazaran toplumun daha geniş kesimlerince desteklediklerini söylüyor. Bu yazıyı kültür-sanat alanında yaşanan baskı ve sansürler ile birlikte düşündüğümüzde, dijital devrimin her alanda olduğu gibi sanat alanında da muhalif seslerin çoğalması ve sansür ve baskılara karşı çıkış örgütleyebilme açısından önemli bir alan olduğu değerlendirmesi öne çıkıyor. Yakın zamanda birçok kültür-sanat etkinliğinin yasaklanması ve sanatçıların baskı altına alınmasına dönük yaptırımların ters tepki ürettiğini gördük. Saldırı altında olan kültür-sanat alanlarının seküler alanlar veya kişiler olması ve seküler kesimin en azından sosyal medyadan bu baskıcı yaptırımlara karşı tepki üretmesi Türkiye’deki sekülerleşme ile ilgili önemli veriler oluşturuyor.