Bu yazıda geçtiğimiz iki haftanın önemli kültür-sanat olaylarına ve haberlerine dair değerlendirmelerimizi bulacaksınız. Son iki haftaya damgasını vuran gelişmeleri şu başlıklar altında inceledik: Kültürel hegemonya mücadelesinin yeni boyutları, dijital platformlarda yaşanan dönüşüm ve sağın yükselişi, sinema- televizyon, görsel sanatlar ve sahne sanatları alanlarındaki gelişmeler ve öne çıkan etkinlikler.
Değerlendirme yazılarımızda sürekli yer verdiğimiz yasaklar ve sansür konusu, ne yazık ki güncelliğini korumaya devam ediyor. Örneğin, yönetmen Kazım Öz, Zer filmi nedeniyle “örgüt propagandası” iddiasıyla yakın zamanda göz altına alındı. Bununla birlikte, bu iki haftalık dönemde kültür-sanat dünyasında yaşanan gelişmeler, iktidarın kültürel alandaki stratejilerinde yeni bir evreye girildiğini açığa çıkarıyor. Ayşe Barım’ın Gezi soruşturması kapsamında gözaltına alınması, baro yöneticilerinin tutuklanması ve gazetecilerin gözaltına yahut ev hapsine alınması, iktidarın siyasal, toplumsal ve kültürel alanlarda sistematik ve çok yönlü bir baskı stratejisi izlediğini gösteriyor.
Kültür-sanat gündeminin doğrudan parçası olmasa da, bahsetmeden geçemeyeceğiz: Bolu Kartalkaya’daki Grand Kartal Otel yangını toplumsal vicdanı derinden yaraladı. 78 kişinin hayatını kaybettiği, 51 kişinin yaralandığı bu facia, turizm sektöründeki denetim eksikliğini ve kurumsal sorumluluk sorununu gündeme getirdi. TBMM’de kurulan araştırma komisyonunun Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy ile Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ı dinleyecek olması, kültür ve turizm politikalarının yönetişimindeki yapısal sorunları da tartışmaya açıyor. Bu bağlamda, kültür ve turizmin tek bakanlık altında birleştirilmesinin yarattığı çelişkiler de sorgulanmayı hak ediyor.
I. Kültürel Hegemonya Mücadelesi ve Sanat: Ayşe Barım Davasında Tekelleşmeden Gezi Soruşturmasına
Tekelleşme Tartışmalarının Başlangıcı
Süreç, Eylül 2024’te Rekabet Kurumu’nun dizi ve sinema endüstrisinin önde gelen yapım şirketlerine (Med Yapım, Ay Yapım, MA Distribution) yaptığı baskınla başladı. Ardından X’te ‘@Ezellottteeee’ kullanıcısının paylaştığı, Fuat Uğur’un 7 Ocak tarihli yazısında ID İletişim’in kurucu ortağı Ayşe Barım’ın sektörde “tekel gibi hareket ettiği” iddia edildi. Fuat Uğur söz konusu yazısında isim vermeden ID İletişim’in kurucu ortağı Ayşe Barım’ın yanı sıra oyuncu Serenay Sarıkaya ile şarkıcı Mert Demir’i hedef alıyordu. Oyuncu Farah Zeynep Abdullah’ın bu paylaşımı alıntılamasının ardından tartışma sektör geneline yayıldı. Eş zamanlı olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da ID İletişim’den Ayşe Barım hakkında soruşturma başlatıldığını duyurdu. İfade vermeye giden Ayşe Barım’a yurt dışına çıkış yasağı konuldu. Oyuncular Halit Ergenç, Bergüzar Korel, Mehmet Günsur, Ceyda Düvenci, Nejat İşler, Rıza Kocaoğlu ve Nehir Erdoğan “tanık” sıfatıyla ifadeye çağrıldı. Serenay Sarıkaya’nın da “tanık” olarak ifadesine başvuruldu.
Rekabet Kurumu, sosyal medyadaki tekelleşme iddialarının ardından 21 cast ve menajerlik şirketine daha soruşturma açtı. Soruşturmanın “kartelleşme ve piyasadaki hakimiyetin kötüye kullanılması” gerekçesiyle başlatıldığı ifade edildi.
Sektörden gelen tepkiler de çeşitlilik gösterdi. Elçin Sangu menajerlik sistemindeki yapısal sorunlara dikkat çekerken, tiyatro sanatçısı Nedim Saban gibi isimler de soruşturma kapsamında ifade vererek sürece dahil oldular.
Tartışmaları tetikleyen 7 Ocak tarihli yazının da sahibi Fuat Uğur’un 1 Şubat tarihli yazısında belirttiğine göre, sektördeki tekelleşmeden TRT de nasibini almış: Son beş yılda tüm dizi ve filmlerde sadece 281 oyuncunun rol aldığı, belirli ajansların sektörde hakimiyet kurduğu ve özellikle TRT’de birkaç ajansın hakim olduğu ortaya çıktı. Bu yapıda oyuncuların seçimi, rollerin dağılımı ve ücretlendirme politikaları, kültürel üretimin kontrolü açısından önemli bir araç haline gelmiş durumda. İktidarın kültürel hegemonya mücadelesinde kullandığı araçlardan biri olarak da okunabilecek bu tekelleşme eğilimi, sektörde ciddi bir fırsat eşitsizliği yaratırken, içerik üretimini de doğrudan etkiliyor. Yapımcıların iyi hikaye yerine ünlü oyunculara yönelmesi, ajansların ‘paket oyuncu’ dayatmaları ve yüksek maliyetler, kültürel üretimin niteliğini ve çeşitliliğini tehdit eden unsurlar olarak öne çıkıyor.
Soruşturmanın Genişlemesi ve Gezi Bağlantısı
Ancak soruşturmanın beklenmedik bir şekilde Barım’ın “Gezi’nin planlayıcılarından” olduğu iddiasıyla gözaltına alınmasıyla devam etmesi, süreci başka bir boyuta taşıdı. Menajerlik ajansına bağlı oyuncuları Gezi eylemlerine “zorla” getirttiği iddia edildi. Soruşturmanın Gezi’ye sıçramasının ardından, oyuncular Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu’nun “bu konuda kendilerine dönük bir zorlama olmadığı” yolundaki ifadeleri kabul görmeyerek kendilerine “yalancı tanıklıktan” soruşturma başlatıldı. Öte yandan, Gezi aşamasıyla birlikte Barım’ın ajansına bağlı sanatçıların suya sabuna dokunmayan destek mesajları dikkat çekti:
Soruşturma tutanağında geçen “etki ajanlığı” ifadesi ciddi tartışmalara yol açtı. TBMM’de iki kez geri çekilen bu düzenleme, “kamu düzenini veya toplumsal barışı bozmak amacıyla, gerçek dışı, çarpıtılmış veya yanıltıcı bilgiyi alenen yayan, dağıtan veya aktaran” kişileri hedef alıyordu. Hukuk otoriteleri, bu kavramın muğlak ve keyfi yoruma açık olduğunu, ifade özgürlüğünü tehdit ettiğini vurguladı. Ayşe Barım’ın soruşturmasında bu kavram, hem Gezi protestolarındaki rolü hem de 2021’deki Muğla yangınları sırasında yapılan #HelpTurkey paylaşımı bağlamında kullanıldı.
Pek çok kişi “bu vesile ile tekelleşmeyi, sektördeki demokratikleşme ihtiyacını tartışacağız” diye umut ederken Barım, Gezi eylemlerinin planlayıcılarından olduğu iddiasıyla gözaltına alınınca, sektörün de muhalif çevrelerin de bu konuyu bu boyutuyla tartışacak “lüksü” kalmadı.
Bu gelişmeleri değerlendiren Doç. Dr. Göksel Aymaz’a göre, tekelleşme tartışmalarının Gezi soruşturmasına evrilmesi, iktidarın kültürel alandaki hegemonya mücadelesinde yeni bir aşamayı işaret ediyor. Son dönemde baro yöneticilerinin tutuklanması ve gazetecilerin ev hapsine alınması gibi gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde, iktidarın “kültürel iktidar” alanında çok yönlü bir strateji izlediği görülüyor. Bu süreç, tekelleşme iddialarından istenen sonucun alınamaması üzerine veya -belki de- en baştan planlandığı üzere, Gezi kozunun devreye sokulduğu ve kültür-sanat-medya alanlarındaki rant ve hegemonya mücadelesinin yeni bir evresine geçildiği şeklinde okunabilir mi?
Çoklu baskı stratejisi ve iktidarın hegemonya stratejileri
Evrensel gazetesinin webTV’sinde Doç. Dr. Göksel Aymaz, süreci Gramsci’nin kültürel hegemonya kavramı üzerinden analiz ediyor (Gramsci’ye göre, toplumsal hakimiyet sadece zor kullanarak değil, rıza alarak da kurulur ve bu hakimiyet toplumun değer yargıları üzerinden şekillenir. İktidar da bu nedenle eğitim, medya, sanat ve din kurumları üzerinde kontrol sağlamaya çalışıyor.
Türkiye’de kültürel alan tarihsel olarak seküler, sol demokrat kimliklerin baskın olduğu bir alan olageldi. İktidar, “muhafazakâr sanat” söylemiyle alternatif bir alan yaratmaya çalışırken, gündelik hayat pratiklerini de dönüştürmeye çalışıyor: Alkol tüketiminin marjinalleştirilmesi, medya içeriklerinin sansürlenmesi ve yaşam alanlarının yeniden düzenlenmesi bunun örnekleri. Kurumsal düzeyde ise Kültür Bakanlığı ve Sinema TV Genel Müdürlüğü üzerinden yapılan düzenlemeler göze çarpıyor.
Film Eleştirmeni Şenay Aydemir’e göre, iktidarın stratejisi çok yönlü işliyor. Bir yandan her alanı izole ederek “tek bir merkezden yönlendirilen geniş bir saldırı ağı” kuruluyor. Ayşe Barım gibi kamuoyunda “desteği zayıf” isimler seçilerek açılan gedikten saldırı genişletiliyor. Asıl hedef, popüler figürlerin çevre ve kadın hakları mücadelesindeki etkisini kırmak.
Kısa zaman önce, Devlet Bahçeli’nin Kürt milletvekillerinin elini sıkması ile başlayan süreçte eş zamanlı olarak Ayhan Bora Kaplan ve Sinan Ateş davalarının düştüğüne tanıklık ettik. Suriye’de Cihatçı çetelerin Esad rejimini devirmesiyle birlikte önceden birbiriyle rekabet içinde olan Cumhur ittifakı unsurlarının daha konsolide bir şekilde seküler ve sol kesime sistematik olarak baskıyı artırdığına tanık oluyoruz. Nitekim yandaş medyada Ayşe Barım’ın tutuklanması, oyunculara soruşturma açılması ve gazetecilerin gözaltına alınması haberleri birbiriyle ilişkilendirilerek veriliyor. Barım’ın tutuklanan gazetecilerle birlikte anılması, bir tür algı operasyonuna işaret ediyor. Aynı fotoğraf karesine alındığında, örneğin bir kişiye yüklenen “olumsuz” ifadeler, birbiriyle alakası olmasa bile, diğerlerine de yansıtılmış oluyor. Kültür-sanat ve basın emekçilerinin üzerindeki baskı giderek artıyor.
İktidarın kültür-sanat alanıyla derdi yeni bir durum değil. Aydemir’in belirttiği gibi, iktidarın “büyük sanatçı ve eserler” üretme beklentisi karşılanmayınca, strateji değişti. Önce, “ötekilerin” “dünya çapında eser üretemediği” söylemi geliştirildi; ardından Cumhuriyet dönemi sanatı yok sayıldı. Kamu destekli sanat alanı kırmızı çizgilerle belirlendi, kurumlar buna göre hizalandı. Ancak son gelişmelerle birlikte okunduğunda, yeni bir evreye girildiğini söylemek gerekir. Bize göre bu süreç, kültür-sanat alanında ikinci bir biat dönemine işaret ediyor gibi görünüyor.
Sinema Emekçileri Sendikası Sine-Sen Genel Başkanı Galip Görür, Gezi ve Etki Ajanlığı’nın bir “cadı avına” dönüşme riskine dikkat çekiyor. Ülkenin demokratik ikliminin bozulduğunu, giderek daha kötüye gittiğini belirten Görür’e göre “Kayyumlar, parti genel başkanın cezaevine alınması, gazetecilerin, sanatçıların, bilim insanlarının baskıda olduğu bir dönem içerisinde yaşıyoruz. Bu anti demokratik tutum; sanat sektörüne de açıktan ve gizli olarak sansür gibi yansıyordu. Şimdi daha direkt yapılıyor.” Yine Görür’e göre sanat alanındaki örgütsüzlük ve korku iklimi aşılmalı: “İşimden olurum, kara listeye alınırım korkusu var. Ama şimdi ‘zirvedeki insanları’ soruşturmaya çağırıyorlar. Bu, korkuya hükmetme çabası. Oyuncular ve sektör çalışanları örgütlenmeli, ortak mücadele üretmeliyiz.”
II. Dijital Platformlarda Hegemonya Mücadelesi ve Sağın Yükselişi
Sosyal medya platformlarında son dönemde yaşanan gelişmeler, dijital alandaki hegemonya mücadelesinin kritik bir evreye girdiğini gösteriyor. R.E.M’in solisti Michael Stipe, Meta platformlarını boykot çağrısı yaparak, Facebook ve Instagram’ın aşırı sağın güçlenmesine aktif olarak katkıda bulunduğunu vurguluyor. Özellikle Facebook’ta yayılan bilgilerin doğruluğunu denetleme uygulamalarının Mark Zuckerberg tarafından kaldırılması, bu platformların sağ hegemonyanın inşâsındaki rolünü güçlendiriyor.
X (eski adıyla Twitter) platformunun Elon Musk tarafından satın alınması ve Musk’ın Trump 2.0 yönetimiyle yakınlaşması da bu sürecin çarpıcı örneklerinden. Bu değişim, 21 Ocak 2025’te Trump’ın duyurduğu Stargate Projesi ile yeni bir boyut kazandı. OpenAI, SoftBank, Oracle ve MGX’in oluşturduğu bu yapay zekâ girişimi, 2029’a kadar 500 milyar dolarlık yatırım planlıyor. SoftBank CEO’su Masayoshi Son’un başkanlık edeceği projeyi Trump, “tarihteki en büyük yapay zeka altyapı projesi” olarak nitelendirdi.
Bu dönüşüm, bazı akademisyenlerce “teknofeodalizm” kavramıyla açıklanıyor. Yanis Varoufakis’e göre teknofeodalizm, dijital platformların ve teknoloji şirketlerinin klasik kapitalist pazar mekanizmalarının yerini alarak, feodal lordlar gibi kendi egemenlik alanlarını yarattığı yeni bir ekonomik düzeni ifade ediyor. Bu sistemde, veri yeni sermaye, kullanıcılar ise dijital serf konumunda. Amazon, Google, Meta gibi şirketler, sadece pazar payı için değil, kullanıcı verisi ve dijital altyapı üzerinde mutlak kontrol için mücadele ediyor.
Levent Erden, Gazete Oksijen’deki “Cülus” yazısında bu değişimi şöyle değerlendiriyor: “Beyin çürümesi gibi kavramları görüp ağzının suyu akanların, aslında bu platformların ‘sosyal’ ve ‘medya’ olmanın çok ötesinde bir işlevi ve ağırlığı olduğunu anlamasını gerektiriyor. Aşırılıkları her gün daha artan tutucu, dünyanın geri kalanını umursamayan bir başkan ve birkaç teknoloji şirketi yöneticisi ve ortalarda az görünen petrol ve silah endüstrisi ağaları. Dünya artık bu kadarcık yöneticinin elinde.”
Bu hegemonik yapıya karşı beklenmedik bir alternatif, Çin’den geliyor. DeepSeek adlı girişim, Liang Wenfeng’in vizyonuyla teknoloji dünyasındaki güç dengelerini sarsıyor. Barış Özcan’ın “Yapay Zekanın Sputnik Anı” videosunda detaylandırıldığı gibi, DeepSeek’in açık kaynak yaklaşımı ve düşük maliyetli modeli, yapay zekanın demokratikleşmesi yolunda önemli bir adım olarak görülüyor.
Bu süreçte içerik denetimi mekanizmalarının güçlendirilmesi, şeffaflık ve hesap verebilirliğin sağlanması, demokratik katılım kanallarının açık tutulması gibi düzenlemeler önem kazanıyor. Aynı zamanda veri güvenliği, mahremiyet, ifade özgürlüğü ve algoritmik şeffaflık gibi kullanıcı hakları da bu mücadelenin önemli başlıklarını oluşturuyor.
III. Sanat Dünyasından
Bu dönemde kültür-sanat dünyasında önemli gelişmeler yaşandı. Hollywood’un özgün yönetmenlerinden David Lynch’i 78 yaşında kaybettik. Türkiye sinemasında Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı’nın kamera arkası görüntüleri ve Bennu Yıldırımlar’ın etik tartışması gündeme damga vurdu. Ali Bagdu’nun dengbêjlik geleneğini belgeleyen çalışması Dengbêjên Me dikkat çekti. Değerli oyuncu ve seslendirme sanatçısı Sezai Altekin’i kaybettik. 2025 Oscar yarışında yapay zeka kullanımı tartışmaları öne çıkarken, Severance dizisi iş yaşamı eleştirisiyle dikkat çekti. Müzik alanında, İBB Kültür AŞ’nin Müzik TR100 projesi, Cumhuriyet’in müzikal mirasını kapsamlı bir koleksiyonda birleştirdi.
Komisyonda, geçtiğimiz iki haftanın sanat gündeminden aşağıdaki iki temayı özel olarak ele almayı uygun gördük:
Opera ve Balenin Anadolu yolculuğu
Devlet Opera ve Bale’nin Opera ve Bale Her Yerde projesi 15 bin seyirciye ulaşarak nicel bir başarı gösterdi. Tan Sağtürk’ün açıklamalarına göre 2025’te Afyonkarahisar, Karabük, Tekirdağ gibi illerin yanı sıra, Kültür Yolu Festivalleri kapsamında Nevşehir, Bursa, Manisa, Mardin, Kayseri ve Malatya’da etkinlikler planlanıyor. Ancak projenin “uzaktaki şehirlere sanat götürmek” yaklaşımı, yerel kültürel birikimi görmezden gelen, merkezden çevreye doğru tek yönlü bir kültür aktarımı mı imâ ediliyor, sorusunu akla getiriyor. Her ne kadar “çift yönlü etkileşim” ve “kültürel farklılıkların zenginliği” vurgulansa da, bu söylem özünde kültürü turistik bir deneyime indirgiyor. Diğer yandan, gidilen illerden birinde yaşanan bale kostümleri tartışması ve (uygunsuz bulunduğu için) dans gösterisinin programdan çıkarılması, devlet kurumlarındaki sansür/otosansürün boyutlarını bize göstermesi açısından dikkat çekici örnekler olarak karşımıza çıkıyor.
Ahmet Güneştekin’in Kayıp Alfabe Sergisi
Ahmet Güneştekin’in İBB Kültür desteğiyle açılan Kayıp Alfabe sergisi, fosil içeren taş oluşumlarından enstalasyonlara uzanan geniş bir yelpazede eserler sunuyor. Sergi, 2023’teki Diyarbakır Hafıza Odası deneyimi ışığında bazı tartışmaları akla getiriyor. Necati Sönmez’in o dönem yazdığı “Yüzleşme, Yüzsüzleşme” yazısında belirttiği gibi, ‘hafıza’ ve ‘yüzleşme’ kavramlarının içinin boşaltılması ve toplumsal acıların kültür endüstrisine malzeme edilmesi riski bizce halen güncelliğini koruyor. Bu bağlamda toplumsal travmaların sanatsal temsili, kültürel üretimin yerel bağlamı ve etik-politik çerçevesi tartışılmaya devam edilmesi gereken konular olarak durmakta.