20 Kasım – 24 Aralık tarih aralığında kültür ve sanat alanında özellikle de Kürtçe yayıncılığa yönelik baskı ve yasaklamalar, bu yasaklara karşı tepkiler ve alternatif pratiklerin yanında 2024 yılında en çok dinlenen şarkı sözlerinin ve müzik piyasasının tartışılması da gündemde yer aldı. Gündem değerlendirme yazısını hazırlarken yararlandığımız haber akışına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Toplumsal Baskı, Yasaklamalar ve Hak İhlalleri
Ortadoğu’da önemli gelişmeler yaşanırken Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları da hız kesmeden devam ediyor. Hükümetin milli çıkar uğruna yaptığını söylediği operasyonlara meclisteki partilerden Dem Parti dışında henüz bir itiraz oluşmadı. Öte yandan; Suriye’nin Rojava bölgesine yönelik saldırıların ardından aralarında aydın, yazar ve akademisyenlerin olduğu bir grup barış çağrısında bulundu. Barış çağrısının yanında insan hakları dernekleri, barolar, kadın dernekleri gibi bazı sivil toplum örgütleri tarafından saldırılar protesto edildi ve Demokratik Kurumlar Platformu öncülüğünde bir kampanya ve yürüyüş başlatıldı. Kürt sorununun demokratik bir zeminde eşit haklar ve özgürlükler temelinde çözülmesi gerektiğini düşünen kesimler tarafından yapılan bu protesto ve açıklamalar, ne yazık ki toplumun geniş kesimine yayılamıyor. Türkiye’deki iktidar, güçlü bir muhalefet oluşmadığı için iç ve dış siyasette planlarını uygulamayı sürdürüyor; Suriyeli Kürtlerin yeni kurulacak düzendeki statüleri konusunda kendi istekleri doğrultusunda bir sonucun gelişmesi için uğraşıyor; bunu yaparken iç siyasette de Kürtlere yönelik baskı ve dayatma politikalarına devam ediyor. Geçtiğimiz ay Diyarbakır, İstanbul, Mardin, Şırnak ve Ankara’nın da aralarında olduğu çok sayıda kentte ev baskınları yapıldı; 200’ü aşkın gazeteci, siyasetçi, hukukçu ve hak savunucusu gözaltına alındı. Baskı, yasaklamalar ve hak ihlallerinden özellikle Kürtler ve Kürt siyasetiyle ilişkilendirilen gazeteci ve sanatçıların payını aldığı açıkça görülüyor.
Kürt sorununun nasıl çözüleceği meselesi toplumun büyük bir kesiminin gündeminde değil. Gittikçe artan yoksulluk, vergi artışları, zamlar gibi toplumun ezici çoğunluğunun olumsuz etkilendiği sorunların kaynağıyla Kürt sorunu arasında bağlantı kurulmuyor. Oysa, toplumsal barışın tesis edilmemesinin en önemli sebeplerinden biri iktidarın savaş ve rant ekonomisi. Sınır dışı operasyonların milli hassasiyetler uğruna yapılıyor olduğu söylemi toplumda karşılık buluyor ve toplumu yönetmede hâlâ işe yarıyor.
İktidarın politikalarına karşı Kürtler, kadınlar ve işçilerin artan eylemleri dışında toplumun geniş kesimlerince sahiplenilen bir muhalefet gelişmiyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü İstanbul Valiliği tarafından yasaklandı, barikatlar kuruldu ve engellenmeye çalışıldı ancak yüzlerce göz altına rağmen eylem yapıldı. Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atanmasına karşı tepkiler devam etti. Aralarında yazar, sanatçı, eski dönem milletvekili, akademisyen, gazeteci, iş insanı, hekim, sivil toplum gönüllüsü bulunan bir grup kayyım atanan belediye başkanlarını ziyaret etti. Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi Mardin’de basın açıklaması düzenleyerek sansür, yasak, kayyıma karşı yan yana olma ve dayanışma çağrısında bulundu. Kayyıma karşı bir diğer tepki Dersim’de kadınların yürüyüşüyle gerçekleşti. Bu süreçte kayyım atanan ilk belediye Esenyurt Belediyesi’ydi. Atanmanın ardından belediyenin önünde başlatılan demokrasi nöbeti de hâlâ devam ediyor.
20 Kasım-24 Aralık tarihleri arasında en dikkat çekici gündem, Kürtçe ve Kürtçe yayıncılık üzerinde sistematik bir hal almaya başlayan baskı ve yasaklamalar oldu. Diyarbakır 8. Kitap Fuarı’nda 26’sı Kürtçe yayın yapan olmak üzere 216 yayınevi stant açtı. “Efrin Direniş Günlüğü” ve “Kadın Olmak” isimli kitaplarla birlikte 5 kitaba haklarında toplatma kararı bulunduğu iddia edilerek el konuldu, stant çalışanları gözaltına alındı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı bir soruşturma kapsamında 47 kitap, 12 dergi ve 6 gazete sayısı hakkında toplatma kararı verildi. Kararda, söz konusu kitap, dergi ve gazetelerde “örgüt propagandası yapıldığı”, “örgütün betimleyici bir şekilde anlatıldığı” ve “örgütü özendirici ve benimsetici tarzda anlatıldığı” iddia edildi. Fuarda yer alan Aram Yayınevi polis ve yargı taciziyle karşı karşıya kaldı. Kürt Yayıncılar Birliği, “Saldırılar Kürtçeye tahammülsüzlüğü gösteriyor.” diyerek polislerin kitaplara el koymasını protesto etti. Kürt Yayıncılar Birliği Başkanı ve Aram Yayınevi sahibi Hakkı Boltan ve Kürt PEN Eş Başkanı Ömer Fidan dilin korunması ve güçlendirilmesi adına daha büyük çabaların sarf edilmesi için çağrıda bulundu. Kürt Dil Platformu ise, “Tüm çalışmalarımızı Kürtçe yapalım.” açıklama yaptı. Başka bir yasak “Qral û Travis” adlı Kürtçe oyuna yönelikti. Ağrı’nın Patnos ilçesinde belediyenin Kültür Sanat Merkezi’nde oynanmak istenen oyun kaymakamlık kararıyla gerekçe bildirilmeden engellendi. Kürtçe’ye karşı uzun bir süredir asimilasyon politikası uygulanıyor olduğunu biliyoruz ancak son dönemde baskı ve yasakların gittikçe arttığına tanık oluyoruz. Yasaklamalara karşı gösterilecek en güçlü tepki Kürtçe tiyatrolar yapmak, Kürtçe şarkılar söylemek, Kürtçe yayıncılığa devam ederek dilin korunması ve yaşatılması için daha çok çalışmak olacaktır. Bununla beraber, “Kürtçe sadece Kürtlerin sorunudur” diye bakmamak ve anadilin bir insan hakkı olduğunu kabul ederek dile dönük yasaklara hep birlikte karşı durmak önemlidir.
Suriye’de kurulacak yeni rejimin rengi belki de en çok Türkiye’yi etkileyecek. Suriye’nin çok kültürlü ve inançlı yapısı demokratik bir yönetimle korunmadığı takdirde iç çatışma ortamı uzun süre devam edecek gibi görünüyor. Cihatçı grupların yöneteceği veya güçlü olacağı bir Suriye’nin Türkiye’deki benzer yapıları güçlendirdiği ve daha da güçlendireceğini tahmin etmek zor değil. Diyarbakır ve bölgede yaşayanlar 90’lı yıllarda Hizbullah’ın vahşetinin neler yapabileceğini çok iyi biliyorlar. Bu yasaklama gündemlerinin yanında hükümetin uyguladığı dış siyasetin ve Suriye’de yaşanan gelişmelerin Türkiye’deki iç politikaya ve gündelik yaşama yansımalarının olacağı sinyalini gösteren bir olaya daha tanık olduk. Hüda Par üyesi bir grup Diyarbakır Devlet Tiyatrosunda sahnelenen, Hırvatistanlı yazar Miro Gavran’ın kaleme aldığı “Karımın Kocası” oyununu “ahlak dışı” iddiasıyla hedef gösterdi, tiyatro önüne gelerek tekbir sesleriyle protesto gösterisi yaptı. Devlet Tiyatrosu, Hüda Par’ın isteği doğrultusunda davranarak oyunun ismini “Evlilik Komedisi” olarak değiştirdi, kendi oyuncularını bu tehditlerle ve şiddetle baş başa bıraktı. Hüda Par’ın Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde -başta kültür sanat etkinliklerine yönelik olmak üzere- yoğun bir şekilde örgütlediği gövde gösterilerinin kamuoyunda yeteri kadar gündem olmaması, yandaş kesim kadar seküler kesimin de bu saldırılara yeterli tepki üretmemesi oldukça düşündürücü. Hüda Par’ın yakın bir zamanda yine Diyarbakır’da bazı kafelere ve etkinliklere saldırmasıyla bölgede siyasi bir güç olarak var olmaya, alanını genişletmeye, bu şekilde gözdağı vermeye ve şehrin ruhuna, atmosferine hakim olmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Bu noktada, devletin ilgili kurumlarının ve muhalefetin sessizliği karşısında alternatif pratikler geliştirmeye çalışan sivil inisiyatiflere destek verilmesi önemli bir yerde duruyor.
Karşı Tepkiler, Alternatif Pratikler
Kültür ve sanat alanında yapılan baskı ve yasaklamalara karşı gelen tepkiler ve alternatif pratiklere baktığımızda mücadeleye devam eden bir dinamiğin olduğunu görmek umut verici. Bu ay Sus-ma, “İstanbul’da sansür ve otosansür” temalı bir sergi açılışı yaparken, Diyarbakır’da kurulan Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi’nde bir araya gelen sanatçılar “sansür, yasak ve kayyımın olduğu her yerdeyiz” diyerek Mardin Belediye Binası’nın önünde buluştu. Nusaybin ilçesinde 2015-2016 yılları arasında ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve sonrasında atanan kayyımlarla kültür ve sanat faaliyetlerinin ortadan kalktığı Mardin’de bugün kentteki bazı sanatçılar ve müzisyenler, kültür ve sanat alanındaki boşluğu doldurmak amacıyla Rengîn Kültür ve Sanat Derneği’ni (Komeleya Çand û Hunerê Ya Rengînê) kurdu. “Bu toprakların çocuklarını müziksiz burakmayacağız.” diyen Ma Music Akademisi ise İstanbul’da yeni bir şube açtı. Çocuklara kendi dillerinde Kürtçe müzik eğitimi verilmesi amaçlanan Ma Music’e olan ilginin büyüklüğü, duyulan ihtiyacı gözler önüne seriyor.
Öte yandan, bu seneki Ömer Faruk Kurhan Kültür ve Sanat Buluşmaları’nın bu yılki temasi “Alternatif Okullaşma” olarak belirlendi. Bu buluşmada kültür-sanat alanında egemen piyasanın himayesi altında kalmadan üretim yapmanın yolları tartışıldı, “Alternatif Okullaşma” deneyimleri aktarıldı, paneller ve kültürel çoğulcu perspektif ile hazırlanan atölye ve sunumlar yer aldı.
Bir Anlatı Dili Olarak Şarkı Sözleri Ne Söylüyor?
Müzik platformu Spotify; 2024 yılında Türkiye’de ve dünyada en çok dinlenen şarkıları, albümleri ve sanatçıları açıkladı. Dünya listesinde Taylor Swift güçlü bir figür olarak ön plana çıkıyor. Taylor Swift’in 18-30 yaşlarındaki genç kadınlardan oluşan hayran kitlesi ise bireysel hikayelerin anlatıldığı “güçlü” ve “âşık” kadın imgelerinin popülerleşmesini sağlıyor. Taylor Swift gibi isimlerin kendi hikayesini anlatması, sektördeki kadın-erkek eşitsizliğini dillendirmesi ve kadın sanatçılara destek vermesi gibi meselelerle bir kesim tarafından ana akım kültüre alternatif olarak görülürken, bir kesim tarafından da femvertising (feminizmi kullanarak reklam yapmak) ile kendilerini parlattığı iddiasıyla eleştiriliyor. “Feminist” olduğu iddia edilen şarkılarıyla tanınan Beyonce’nin P. Diddy davasında suçlu olduğuna dair iddiaların olması da bu duruma başka bir örnek teşkil ediyor.
Türkiye’de ise 2024 yılında en çok dinlenen şarkıcının Semicenk, en çok dinlenen şarkının da Batuflex, Narco ve Era7capone işbirliğiyle hazırlanan “Cıstak” olduğu duyuruldu. Bunun üzerine müzisyen Aydilge, şarkıda yer alan cinsiyetçi ifadeleri “kadın düşmanlığını müzikle normalleştiriliyor” diyerek eleştirdi. Aydilge’nin eleştirisi üzerine şarkının yapımcısı İbrahim Tilaver önce tepki gösterdi, daha sonra da “Kadının objeleştirildiği herhangi bir parçanın şirketimden çıkmasına izin vermeyeceğim.” diyerek özür diledi.
Cıstak’ın en çok dinlenen şarkı olmasının ardından, “Eksik Etek” gibi kadınları aşağılayan sözlere sahip Norm Ender’in Parla marşının MEB müfredatına gururla alınarak onore edileceği haberi geldi. MEB’in yaptığı açıklamada ise bu haberin asılsızlığı vurgulandı. Kadın cinayetlerinin giderek arttığı, kadınlara yönelik taciz ve tecavüz haberlerinin hemen her gün gündeme geldiği Türkiye’de, çoğunlukla gençler tarafından tüketilen sanatsal üretimlerin şiddet kültürünü sahiplenir nitelikte olması oldukça kaygı verici. Şiddet kültürü devlet politikalarıyla olduğu kadar kültürel yaşayış biçimleriyle de şekilleniyor. Bu sebeple; kültürel ve sanatsal üretimlerin dili, dramaturjisi ve etkilerini tartışmaya açmak gerekiyor. Farklılıklara saygı duyan, eşitlikçi ve özgürlükçü üretimler arttıkça ve desteklendikçe oluşan nefret söylemlerinin de sesinin daha cılız çıkmaya başlayacağına inanıyoruz.
Ana akım müzik piyasasındaki şarkı sözlerinin, cinsiyetçi şiddet pratiklerinin zemini olan ataerkil zihniyete hizmet ettiğini tartışırken rap sektöründe çalışan iki kişinin cinsel saldırı suçu işlediğine dair haberler ile karşı karşıya kaldık. Bu durum; sanatta üretilen saldırgan, cinsiyetçi dilin ve kültürün toplumsal hayata sirayet ettiğinin bir göstergesi olarak okunabilir. Müzikte popüler olan ve hayran kitlesi oluşturan; şiddet dilinin kadın bedeni, uyuşturucu, para, cinsellik ve iktidar üzerinden şarkı sözlerine yansıtılması iken; sosyal hayatın pratiğinde olan ise kadınları bedenleri üzerinden objeleştiren ve kadın bedeni üzerinde tahakküm kurma hakkını kendinde görebilen, tecavüzü ceza pratiği gibi “meşrulaştıran” bir kültürün yaşaması oluyor.