Engellenen Festivaller, Kendilerini Tablolara Yapıştıran İklim Aktivistleri
22 Temmuz – 9 Ağustos arasındaki kültür-sanat haberlerini tartıştığımız bu yazıda, sanatın çok farklı alanlarındaki engelleme ve yasakların sayısındaki artışın yanı sıra festivallerin sayısı ve çeşitliliğindeki artış, iklim aktivistlerinin kendilerini resimlere yapıştırdıkları eylemler ve Yerebatan Sarnıcı’nın ziyarete ve kültürel etkinliklere açılması değerlendiriliyor.
22 Temmuz – 9 Ağustos arasındaki kültür-sanat haberlerini taradığımızda özellikle dikkati çeken nokta, 20 gün içinde ne kadar farklı alanda ne kadar çok sansür, engelleme ve yasaklama haberinin önümüze çıktığı oldu. Sansür ve yasaklar, yıllardır kültür alanındaki haber taramalarının değişmez başlığı durumunda. Bu nedenle sansür haberleri bizi şaşırtmıyor ancak 20 gündeki engellemeler art arda sıralandığında yasaklama ve engellemelerin çok yoğun bir şekilde kültürel alanın her bölgesinde karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Son haftalarda kitap toplatmalardan, haber erişim engellemelerine, bir giyim markasının “seçilmiş aile” temalı reklamının engellenmesinden, Mardin’de bir Kürt müzisyenin konserine salon verilmemesine, Munzur Festivali’ndeki 2 konser ve yürüyüşün yasaklanmasından, Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü’nün film gösterimlerinin engellenmesine kadar çok sayıda yasaklama haberi vardı. Yapılan bu yasaklama ve sansürlerde bir diğer göze çarpan nokta ise gerekçelerin gerçeklikten uzak veya net olarak ifade edilmemesi durumu. Kozlu Müzik Festivali, 22.00 sonrasında alkol satış yasağı ve 24.00 sonrası konser yasağı kararnamelerine uyulmayacağı gerekçesi ile iptal edildi, Şile Kaymakamlığı Gülşen’in konserini engelledi. Son olarak 2014 yılından bu yana Balıkesir’de gerçekleşen Zeytinli Rock Festivali’nin de “kamu güvenliğinin tehdidi” gerekçesiyle iptal edilmesiyle ülkedeki birçok sanatçı ve belediye bu konuyu gündemine alarak sansüre dair eleştirilerde bulundu. Bu haberlerin tümüne haber akışından ulaşabilirsiniz.
Disney+, ayağının tozu ile Türkiye ve Ortadoğu’da bazı film ve dizileri yayınlamama kararı aldı. LGBTİQ+ karakterler içeren Love, Victor adlı dizinin Disney+ Türkiye kataloğuna alınmadığı ortaya çıktı. Yine eşcinsel içeriği olduğu gerekçesiyle “Lightyear” animasyon filmi ve “Baymax!” animasyon dizisinin, Orta Doğu’daki Disney+ platformundan çıkarılması dikkat çeken haberler idi. Ücretli ve “bağımsız” platformlarda Türkiye’de ve Ortadoğu’da izlenemeyen çok fazla içerik var ve bu sayı sürekli artıyor. Para ödeyerek üye olduğumuz “bağımsız” platformlar bile dünyanın farklı yerlerinde farklı devlet yönetimlerinin “hassasiyet”leri nedeniyle rahatlıkla sansürlenebilir hale geliyor. Böylece Batı’nın ve Ortadoğu’nun izleyebildiği içerikler ayrışıyor. “Hassasiyet”ler üreten, yani muhafazakarlaşan kesimler giderek genişliyor, insanlığın yüzyıllarca süren mücadeleleriyle elde edilen kazanımlarını silmek üzere hızlı hamleler yapıyor.
Öte yandan, yine 20 gün içinde Türkiye’nin farklı bölgelerinde ne kadar çok festivalin yapıldığı da ümit verici bir gelişme olarak dikkat çekici idi. Yıllardır sayıları artan ve son dakika yasaklarına rağmen Türkiye’nin her yerine yayılan müzik festivallerinin yanı sıra edebiyat ve film festivalleri, Türkiye’nin ilk arkeoloji festivali “Arkeofest”, Evrensel Bilimkurgu ve Fantastik Film Festivali” gibi yeni temalı festivaller, Temmuz sonu ve Ağustos başının öne çıkan haberleri arasında yerini aldı.
İyi Partili Eceabat Belediyesi’nin düzenlediği “Ece Ayhan Öykü ve Şiir Yarışması”na katılım koşulları arasında “milli ve manevi değerlere uygunluk” bir kriter olarak yer aldı. Başta Kültür Bakanlığı olmak üzere sanat üretimlerini değerlendiren birçok kurum milli ve manevi değerlere uygun olma kriterini ön koşul olarak koyuyor. Kültürel ve sanatsal üretimi muhafazakâr kalıpların içine sokarak, eleştiriden, yaratıcılıktan uzak bir alana taşımaya çalışan bu anlayış hem sansürü hem de oto sansürü aynı anda çağırıyor.
İklim aktivistlerinin kendilerini tablolara yapıştırması dünya basınında epey yer buldu. Just Stop Oil (Petrolü Durdurun) adlı çevre hareketi aktivistleri, İngiltere Kraliyet Akademisi’ndeki Leonardo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği”, Ulusal Galeri’de yer alan John Constable’ın “Hay Wain”ı, Manchester Sanat Galerisi’ndeki JMV Turner’ın “Thomson’ın Aeolian Arp”ı, Courtauld Galerisi’nde bulunan Vincent van Gogh’un “Çiçek Açan Şeftali Ağaçları” adlı tablolarına kendilerini yapıştırdılar.
Eylemlerini sanat eserlerine zarar vermeyecek şekilde tasarlayan eylemciler, tüm dünyayı şu soru üzerine düşünmeye davet etti. “İnsanlar doğadan esin alan sanat yapıtlarını korumak için gösterdiği özeni doğaya gösteriyor mu?” Eylemler, doğayı ve canlıların yaşamını koruyamadığımız bir dünyada bu sanat eserlerinin de bir anlamı kalmayacağına dikkat çekiyor ve acil olarak petrol çıkarımının ve kullanımının durdurulmasını talep ediyordu. Farklı performans biçimleriyle iklimi gündeme alan bu eylemliliklerin, görünür olmayı başarmakla birlikte bazı noktalarda hâlâ tekil kaldığı ve asıl probleme odaklanmadığı belirtilebilir.
Yerebatan Sarnıcı, uzun bir restorasyonun ardından ziyarete açıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Yerebatan Sarnıcı’nı turistik ziyaretlerin yanı sıra kültürel etkinlikler için de kullanılan bir kültür merkezi olarak değerlendirmeye başladı. Uzun süredir Türkiye’de iktidarın, kültür varlıkların restorasyonunu, tarihi ve kültürel bağlamından uzaklaşarak gerçekleştirdiğine, hatta birçok mekânın alışveriş ve turistik kullanım hedefiyle restore edildiğine tanık olduk. Bu açıdan bakıldığında Yerebatan Sarnıcı’nın sanat eserlerinin de sergilendiği ve kültürel aktivitelere ev sahipliği yapan bir mekân olarak değerlendirilmesi güzel bir gelişme olarak kaydedilebilir.
Kültür-Sanat Komisyonu’nun ele aldığı son başlık, Z kuşağının müzik dinleme alışkanlıkları üzerine yapılan söyleşilere yer veren “Z Kuşağı Alışkanlığı: Müziği Dinlemiyor, Tüketiyorlar” başlıklı yazı idi. Genç kuşağın popüler kültürünün rap ve hip hop olduğunu, gençlerin aynı zamanda kendi söz ve müziğini yazan yaşıtlarını yoğun bir şekilde dinlediklerini belirten yazı Burhan Şeşen, Çağrı Sinci ve Murat Beşer ile yapılan söyleşilere yer veriyor. Burhan Şeşen genç kuşakta değişen dinleme alışkanlıklarını ekonomik sorunlar ve gelecek kaygısına bağlıyor ve hip hop’un sokağın sesi olarak gençlerin isyankâr tavrına aracı olduğunu söylüyor.
Murat Beşer, albüm dinleme alışkanlığının kaybolduğunun altını çizerek, en sevilen şarkının dinlenip geri kalanların es geçildiğini vurguluyor ve genç kuşağın müzik dinlemekten çok müzik tükettiği yorumunu yapıyor. Çağrı Sinci ise, genellikle dijital platformları kullanan genç müzisyenlerin Unkapanı’nın sınırlamalarından kurtulmasını olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyor.
Toplantıda son dönem rap müzik örneklerine bakıldığında edebi ve eleştirel sözlerin yanında çok sayıda niteliksiz şarkı sözü örneğine rastlandığı vurgulandı. Rhythm and Poem’in (Ritm ve şiirin) kısaltması olan rap müziğin Türkiye’deki güncel örneklerinde şiir tarafının zayıfladığı göze çarpıyor. Öte yandan rap, ana akım haline geldiğinde az sayıda iyi üretimin yanında çok sayıda zayıf örneğin ortaya çıkması şaşırtıcı olmuyor. Türkiye’deki rap üretimlerin çoğunun batılı formlara dayanması da dikkat çekici. Anadolu ve Mezopotamya müzikal kültürüne dayanan rap örnekleri halen geliştirilmesi gereken bir alan olarak önümüzde duruyor.