Artizan Kültür Sanat Komisyonu’nun 24 Aralık 2024 ve 14 Ocak 2025 tarihleri arasındaki kültür ve sanat haberlerine dair değerlendirmelerini bulacağınız bu yazıda, öncelikle farklı sanat disiplinleri açısından geçtiğimiz yılı değerlendiren haberleri yorumladık. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın organize ettiği Kültür Yolu Festivallerini ve 31 Mart 2024 seçimleri sonrasında sayıları katlanan CHP belediyelerinin kültür ve sanat alanındaki performanslarını yazının ilk bölümünde bulabilirsiniz. 2024 yılına baktığımızda oldukça fazla tartışılan “etki ajanlığı” kavramı ve bu çerçevede hazırlanan yasa tasarısı ile “beyin çürümesi (brain rot)” kavramı hem sanat üreticileri hem de sanat izleyicileri açısından önümüzdeki on yılı etkileyecek gibi görünüyor. Ferdi Tayfur’un ölümü ve TRT’nin dijital platformu “tabii” de yayınlanan Gassal dizisi ve dizinin agresif tanıtım stratejisi ile çok sayıda ünlü oyuncunun menajeri Ayşe Barım’a soruşturma açılması, ardından bu soruşturmanın 21 casting ve menajerlik ajansını kapsayacak şekilde genişletilmesi son haftaların öne çıkan gündemleri olarak karşımıza çıkıyor. Aşağıdaki yazı Artizan Kültür Sanat Komisyonu’nun bu gündemlere dair değerlendirmelerini içeriyor. Gündem değerlendirme yazısını hazırlarken yararlandığımız haber akışına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Kültür Yolu Festivalleri ve CHP Belediyelerinin Kültür Politikaları
Birkaç yıl önce bizzat Erdoğan’ın kültür ve sanat alanında başarılı olmadıklarına dair verdiği özeleştirinin ardından, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Yolu Festivali’ni gündeme getirmiş, Galataport’un açılışıyla aynı dönemde Beyoğlu Kültür Yolu Festivali adını verdikleri, farklı sanat disiplinlerini içeren bir program hazırlamıştı. Hem bu içerik hem de Galataport’un inşasına paralel olarak yürütülen Beyoğlu’ndaki restorasyon çalışmaları eleştirilerin hedefi olmuştu. Beyoğlu’nun kültürel ve toplumsal tarihini yok sayarak yapılan bu restorasyon anlayışı, toplumsal ve tarihsel hafızasının mihenk taşı olan çok sayıda bina ve hanın alışveriş merkezi ya da cafe olarak restore edilmesi sonucunu getirmiş; bu binaların sanatsal ve kültürel değerlerinden koparılarak turistik tüketimi hedefleyen mekanlara dönüştürülmesine yol açmıştı.
Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı bu eleştirilere kulak tıkamış ve Kültür Yolu Festivallerinin sayısını arttırmış ve farklı şehirlere taşımıştı. İktidar, 2024 yılında toplam 16 şehirde gerçekleştirilen Kültür Yolu Festivallerinden ve festivallere gösterilen ilgiden oldukça memnun görünüyor. Beyoğlu Kültür Yolu Festivali’ne yaklaşım aynı şekilde diğer illere de taşındı ve gidilen ilin kültürel gereksinimleri ve yerel üretimleri dikkate alınmadan program içerikleri hazırlandı. Bu içerikler çeşitli kesimler tarafından eleştirilse de, Kültür Yolu Festivalleri, hükümetin kültür-sanat alanında kendini başarılı gördüğü ve özgüven sağladığı etkinlikler oldu. 2025 yılında festivalin 20 ilde yapılacağı açıklandı.
2024 yerel seçimlerinde CHP’nin büyük şehirlerde ve Anadolu’nun birçok ilçesinde seçimleri önde bitirmesi, kültür-sanat alanında bir atılımın gerçekleşmesi ya da en azından Anadolu’da kültür etkinlikleri için alan açılması beklentisi yarattı. Ancak, bu konuda beklenen sonuç alınamadı. Birkaç istisna dışında CHP belediyelerinin çoğu tasarruf tedbirlerini, hükümetten gerekli kaynak sağlanmamasını, SGK ödemelerinin getirdiği sorunları gerekçele göstererek düzenli kültür-sanat etkinliklerine ya da sanatçı destek programlarına yer vermedi; yereldeki sanatçılarla ilişkiye geçmedi. Bunun genelde bir hayal kırıklığı yarattığının altını çizmek gerekiyor. Bu noktada CHP’nin genel bir kültür-sanat politikasının olmadığını, CHP genelinde Kültür Daire Başkanlığı’na getirilen kişilerin kültür-sanat politikaları ile desteklenmediğini ve bu alanın daire başkanlarının kişisel inisiyatiflerine terk edildiğini de tespit edebiliyoruz. Belediye salonlarını kullanmak isteyenlerin bürokratik aşamalarla boğuştuğu da sanat camiası içinde sık sık dile getiriliyor.
Anıl Özcan’ın Beyoğlu’nun yerel kültür yapılarından temsilcilerle yaptığı söyleşide dile getirilenler, CHP belediyelerinin çoğunun kültür sanat yaklaşımına dair de ipuçları taşıyor.
Bu söyleşide katılımcılar belediyelerin altyapı imkanları sunmak yerine gösterim alanlarına yönelik bir vizyon geliştirdiğini, tarihi binaların restorasyonu konusunda önemli adımlar atıldığını ama restorasyonlarda yerel sanatçıları destekleme olanaklarının araştırılmadığını, mekânların kültürel tarihi yeterince gözetilmeden restore edildiğini, sanatçıların bir araya geleceği buluşma mekânları açılmadığını dile getiriyor. 2024’ü değerlendiren bir yazısında Vecdi Sayar “Festivallerin programlarında kentin sanat algısını, beğenisini geliştirmeye yönelik etkinliklerin azınlıkta olmasını, bütçelerin büyük kısmı popüler şarkıcılara gitmesini eleştiriyor.”
Yine de Borçka, Fındıklı, Hopa, Şişli’de bazı iyi örnekler de görüyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin şehrin farklı köşelerine sanat etkinlikleri taşımak konusunda çaba harcadığına tanık oluyoruz. Belediyelere yönelik eleştiriler çok haklı olsa da, sanat örgütlenmeleri ya da çeşitli inisiyatiflerin öneriler, projeler ve programlar geliştirmeleri gerektiğini de vurgulamak gerekiyor. Bu tür işbirliklerinin olumlu sonuçlar verebildiğinin ve bu örneklerin diğer belediyeler için de olumlu bir model oluşturabileceğinin altını çizebiliriz. Bu noktada sanat örgütlenmeleri özellikle önemli bir noktada duruyor.
Ferdi Tayfur’un Ölümü ve Arabesk Tartışmaları
Ferdi Tayfur’un 2 Ocak’taki ölümünün ardından şarkıları Spotify’da en çok dinlenen şarkılar arasına girdi ve bir hafta içinde İçim Yanar ve Bana Sor şarkıları birkaç milyonu bulan tıklamalar aldı.
Ferdi Tayfur’un ölümünün ardından, kutuplaşmış kesimlerin birbiri hakkında yorum yaptıkları bir arena tekrar açıldı.
70’li ve 80’li yıllar boyunca uzun tartışmalara vesile olan arabesk, Ferdi Tayfur’un ölümünü ardından benzer bir çerçeve ile bu kez ağırlıkla sosyal medyada tartışıldı. Halk müziğini “araplaştırmak”tan, ezilen sınıfların öfkesini ve direncini soğurmaya kadar birçok eleştiri tekrar gündeme gelirken, bu eleştirileri yapanlar da Erdoğan’ın 2018’de sık sık kullandığı “kültürel elitler” sözleriyle yaftalandı. Arabeskin neden bu kadar kabul gördüğü üzerine yapılan tartışmalar tekrar gündeme geldi ve toplumsal sınıflar ve kültürel eleştiriler karşılıklı suçlamalar üzerinden alevlendi. Türkiye toplumu pek çok konuyu uzun süredir kutuplaşarak tartışıyor ama bu kez yeni bir durum ortaya çıktı. Ferdi Tayfur’un ardından “sanatsal açıdan berbattı” diyen Tele1 program sunucusu Musa Özuğurlu’nun bu eleştirisi üzerine RTÜK, Tele1’e soruşturma açtı. Bir program sunucusunun, bir sanatçının müziğini beğenmediğini ifade etmesi nedeniyle bir televizyon kanalına soruşturma açılması da Türkiye tarihine yeni bir “ilk” olarak geçmiş oldu. MHP ve Bahçeli, Tayfur’u eleştirenleri hedef aldı.
Ferdi Tayfur medyada Necla Nazır’a uyguladığı şiddet ve yüksek meblağları bulan mirası üzerinden gündem oldu. Artizan Kültür Sanat Komisyonu konuyu daha farklı bir noktadan ele aldı. Arabesk 70li ve 80li yıllarda çok geniş bir dinleyici kitlesine ulaştı. Sonraki yıllarda yavaş yavaş sönümlendiği düşünüldü. Oysa arabesk müzik olarak adlandırılan müzik türü 90’lardan bugüne kadar vokal kullanımları, enstrüman kullanımları, ezgilerin yorumlanma biçimleri ve şarkı sözü içerikleri ile Türkiye’de pop’tan rap’e kadar farklı janr’lara sızdı ve kuşaklar boyunca pek çok müzik türü içinde kendini var etmeyi başardı. Ferdi Tayfur’un ölümünün ardından cenazesine katılan, meydanlarda onun şarkılarını çalan genç kuşakların kalabalığını ve Spotify’daki milyonları bulan dinleme sayılarını bununla açıklamak mümkün olabilir.
Gassal ve Ayşe Barım’a Açılan Soruşturma ile Gündeme Gelen Dizi Sektörü Tartışmaları
Gassal dizisi, sokaklarda devasa şekilde göze çarpan reklam kampanyası ve “Ölünce Beni Kim Yıkayacak” sloganı ile tartışmalar yarattı, TRT’nin dijital platformu tabii’nin kamu kaynaklarını bu boyutta reklamlara harcaması eleştiri konusu oldu. Dizi yayınlandıktan sonra bu kez karakterin derinlemesine analizi, konusu, senaryosu ve izleyicide oluşturduğu etki açısından farklı değerlendirmelere vesile oldu. Örneğin Zehra Çelenk dizinin senaryosuyla, izleyiciyi etkilemeyi başardığı ve absürt mizah ile dramı iyi bir şekilde dengeleyerek kaliteli bir yapım olduğunu ifade ederken, Ezgi Sivrikaya diziyi güçlü bir çıkış noktasına sahip olsa da, eksik senaryo, yüzeysel karakterler ve yapay diyaloglar nedeniyle beklenen etkiyi yaratamayan bir yapım olarak değerlendirdi.
Dizi sosyal medyada muhafazakâr ve seküler kesimler arasında bir kutuplaşmaya vesile olurken bir yandan da şiddet faili Ahmet Kural’ı ekranlara döndürmesi ve bu dizinin başrolü ile geniş kitleler nezdinde şiddet faili olduğunun unutturulması nedeniyle eleştirildi.
Gassal’ın son derece yaygın ve göze sokulan reklam kampanyasının arkasında TRT’nin dijital platformu tabii’nin, Netflix benzeri yurt dışı menşeli platformlara bir rakip olarak kendini var etme çabası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Televizyon izleyicisinin giderek yaşlandığı ve dizi, haber ve belgesel izleme alışkanlığının hızla dijital platformlara kaydığı bu dönemde, televizyonların en kritik gelir kaynağı olan reklamların anlamını yitirmeye başladığını tahmin etmek zor değil. Reklam gelirleri küçülürken yurtdışı pazarlarda gelirini arttırabilen dizi sektörü de dijital platformlara kaymaya devam ediyor.
Tam buradan bakınca, Ayşe Barım’a dizi sektöründe bir tekelleşmeye yol açtığı suçlamasıyla açılan soruşturmanın ardından 21 casting ve menajerlik ajansına aynı anda başlatılan incelemeler, bir yanıyla sektörde oluşan büyük kârları devletin kendine yontma çabası olarak okunabilir. Öte yandan bir kültür savaşının adını da koyabiliriz.
Yurt dışı menşeli platformlardaki içerikler iktidardaki yapının yaygınlaştırmaya çalıştığı değerlerle çelişebiliyor. İktidar Netflix ve diğer dijital platformlarda yer alan LGBTI+ içerikleri engellemeye, kendi aile ve toplumsal ilişkiler değerleri ile çatışan dizileri itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Öte yandan, özellikle genç neslin kültürel değerlerinin oluşmasında kritik bir etkisi olan dizi sektörünü ele geçirerek özellikle genç neslin kendi istediği yaklaşımla yoğrulması için yoğun bir çaba harcıyor.
Ayşe Barım tartışmasını tüm bu kültür ve kazanç savaşlarının kavşağına oturtmak daha doğru olacaktır. Ayse Barım, tabii platformunda yayınlanacak dizilere kendi portföyünde isimleri vermediği iddiaları ile de “suçlandı”. Buradan Barım’ın TRT tarafından oluşturulmaya çalışılan güç odağı ile iş birliği yapmadığını tahmin edebiliyoruz. Tayfun Atay’ın bu konuyu tartıştığı söyleşisini en derli toplu değerlendirme olarak dikkatinize sunuyoruz.
Ancak göz ardı edemeyeceğimiz başka bir gerçek de var. Barım’ın sektörde bir tekel haline geldiği ve kendi ajansına bağlı olan ve olmayan oyuncuların kariyerleri üzerinde orantısız bir gücü olduğu pek çok tanık tarafından dile getirildi. TRT ve devletin dijital platformlar ve dizi sektörü üzerine yaptığı operasyonun, tartışmanın bu boyutunu hasır altına itmemesi gerekiyor.
Tekelleşme tartışmaları ortaya atıldığında farklı kadın oyuncuların olaylara dair yaptıkları açıklamalarda bir kesim kadın dayanışmasını vurgularken bir kesim de sektördeki yolsuzluk ve zorluklara dair farkındalığa ihtiyaç olduğunu vurguladı. Ancak tüm bu süreçte hukuki bağlamın dışında durumu karmaşık hale getiren bir başka gelişme de, dizi sektöründe yer alan kadınların itibarsızlaştırılması oldu. Örneğin, Serenay Sarıkaya’nın aşk hayatı medyada sürekli ön plana çıkarıldı, bu süreçte kadınların özel yaşamlarının ve kişiliklerinin nasıl manipüle edildiğinin yeni bir örneğini gördük.
Dizi yapımcılarının iş yapma biçimleri ve haksız kazanç elde ettikleri iddiaları hukuka taşındı, bu konu önümüzdeki aylarda takip edeceğimiz gündemlerden biri olacak. Bu sürecin dizi sektörünün çok yönlü ve çok boyutlu sorunlarının kamuoyunda tartışılmaya başlanmasını umuyoruz.
Son olarak, iktidarın 2025 yılını “aile yılı” olarak adlandırılması toplumsal değerlerle sanatın kesiştiği alanda yeni tartışmaları beraberinde getiriyor. Aileye yapılan vurgunun medya ve sanat dünyasındaki gelişmelerle nasıl ilişkilendirileceği, önümüzdeki dönemdeki toplumsal ve kültürel dinamikleri de etkileyecektir.
Farklı Sanat Disiplinleri 2024’ü Nasıl Değerlendirdi?
Her yılın sonunda olduğu gibi Aralık ayının son haftasındaki kültür-sanat haberlerinde, biten yılın değerlendirmesi yer alıyor. Tüm sanat dallarının ortak sorunu olarak, ekonomik krizi, artan prodüksiyon maliyetlerini, izleyicinin düşen alım gücünü, sansür ve baskıları görüyoruz.
Tiyatrocular, ulaşım ve konaklama maliyetleri nedeniyle turne yapmanın çok zorlaştığını, yıl içinde birçok oyunun engellendiğini, devlet ve yerel yönetimlerden destek alınmamasını, sansürü ve bu baskı ortamında sık sık karşılaşılan otosansürü eleştiriyor; reji ve tasarım açısından risksiz oyunların tercih edildiğini dile getiriyor. Birçok sanatçı bir yapımcı ile çalışmadan oyunlarını çıkarıyor. Öte yandan son yıllarda ilgi çeken dans, müzik ve tiyatroyu bir araya getiren büyük prodüksiyonların da kâr etmekte zorlandığı ve ancak sponsorluklarla ayakta kalabildiği sanat camiasında içinde konuşulan bir konu.
Üretim açısından bakıldığında, aslında birçok yeni oyunun ve gösterinin sahneye konduğunu ancak prova maliyetlerdeki artışın ve ekonomik sorunların hazırlık süreçlerini kısalttığını, oyunların daha acele sahneye konduğunu söylemek mümkün. Bu durumun nitelikli sanat üretimini de etkilediğinin altını çizebiliriz.
Belediyelerin ücretsiz oyunlarına ilginin arttığını gözlemleyebiliyoruz. Önceki yıllarda daha fazla oyuna gidebilen tiyatro izleyicisinin, 2024’te ücretsiz oyunları daha sıkı takip ettiği sonucuna varmak mümkün olabilir.
Yayıncılar, enflasyon ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar nedeniyle kağıt fiyatlarının çok yükseldiğini ve kitap maliyetlerinin çok yükseldiğini, yayınevlerinin yayın planlarını durdurmak durumunda kaldığını, 2024’te çok sayıda kitabın sansürlendiğini ve sosyal medyada organize edilen linç kampanyaları ile karşı karşıya kalındığını belirtiyor.
Sinema alanında yine çok sayıda özgürlük ihlali yaşandı. Sinemaya gitme alışkanlığının azaldığı, Türkiye’de sinemaya izleyici çeken Cem Yılmaz, Ata Demirer gibi isimlerin de platformlara yöneldiği, televizyonların artık film üretiminden vazgeçip dizilere yöneldiği, dünyada belgesel sinemacılığın özellikle platformlar üzerinden daha yaygın izlendiği görülürken, Türkiye’de belgesel sinemacılığın riskli görülmesi nedeniyle dünyadaki eğilimleri takip edemediği belirtiliyor. Kadın filmlerinde bir artış göze çarpıyor ama onun dışında içe kapalı ve karamsar senaryoların öne çıktığı dile getiriliyor.
2024 yılında kadın hikâyelerinin arttığı vurgulanırken bir yandan da bu hikâyelerin anlatılışı ve dramaturjileri tartışma konusu oluyor. Örneğin, “Bahar” dizisinde kadınların yaşadıkları öne çıkarılırken, geniş kitlelere hitap etme çabası ve stratejisi derinlikli ve özgün anlatıların önüne geçiyor ve aynı temalar sık sık tekrar ediyor.
Müzik endüstrisi açısından artan konser prodüksiyonu ve müzik üretim maliyetleri dile getirilen sorunların başını çekiyor. Ulaşım, teknik sistemlerin kiralarının yüksekliği, konaklama maliyetleri nedeniyle sadece turne yapmak değil, aynı şehirde yaşayan müzisyenler için de konser yapmak son derece zorlayıcı oluyor. Bu nedenle yeni ve alternatif grupların seyirci ile buluşma olanakları çok azalmış durumda. Anadolu’daki performans mekanları da ağırlıkla iki-üç kişilik grupların konserlerini ya da DJ partilerini tercih etmeye başladı. “Cıstak”’ın Türkiye’de yılın en çok dinlenen şarkısı olması üzerine Aydilge bir video ile, popüler müzik ürünlerindeki cinsiyetçi eğilime ve bununla mücadele edilmesi gerektiğine vurgu yaptı. Bu video sosyal medyada yankı buldu.
Yapay zeka uygulamalarının müzik üretiminde giderek daha fazla kullanılmasının getirdiği olası sorunlar da 2024’te müzik sektörünün tartıştığı önemli konulardan biriydi. Öte yandan Açık Radyo’nun karasal yayın lisansının iptal edilmesi vesilesiyle alternatif medyanın kültür endüstrisi açısından ne kadar önemli olduğunun da altı çizildi.
Etki Ajanlığı Yasası: Gürcistan, Rusya, Ukrayna’dan Sonra Türkiye’nin de Kabusu Olacak mı?
2025 yılında kültür-sanat alanını değerlendirirken, 2024 yılında hayalet kılıç olarak başımızın üzerinde sallananan “etki ajanlığı” yasasını takip etmemiz gerekecek. Mayıs 2024’te 9. Yargı Paketi Taslağı’nda casusluk suçlarında kapsamın genişletildiği görüldü ve bu maddenin oldukça muğlak olan kapsamı kamu oyunda “etki ajanlığı” kavramıyla tartışılmaya başlandı.
Yasa geri çekilse de Ekim ayında tekrar gündeme geldi. 14 Kasım’da ise tekrar geri çekildi.. “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararlar aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir.” şeklinde ifade edilen yasanın muğlaklığı ve kimleri kapsayabileceğine dair belirsizliği nedeniyle STKlardan gazetecilere, yazarlara hatta yurt dışıyla iş yapan şirketlere kadar çok farklı kesimleri hedefleyebileceği dile getiriliyor. Rusya ve Ukrayna’daki benzerlerinden yola çıkılarak hazırlanan bu tasarının 2025 yılında da bir risk olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Brain Rot (Beyin Çürümesi)
Oxford Sözlüğü, ‘Brain-rot’ (beyin çürümesi) sözcüğünü 2024 yılının kelimesi seçti.
İlk kez 1854 yılında Henry David Thoreau’nun ‘Walden’ adlı otobiyografik kitabında geçen ‘brain-rot’ (beyin çürümesi) terimi, yeni yerler, gelenekler, fikirler keşfetmeyen ve daralan zihinleri tanımlıyor ve toplumun karmaşık fikirlerini değersizleştirme eğilimini eleştiriyordu.
İnternette, telefonda saatlerce birçok içeriğe baktıktan sonra hiçbir şey hatırlayamama olarak da tanımlanan brain-rot, Z ve Alfa kuşağının kendi bilişsel kapasiteleriyle bir ölçüde dalga geçtikleri bir terim olarak da kullanılıyor.
Ancak terimin yılın kelimesi olarak seçilmesi, önümüzdeki yıllarda sanat izleyicisi profilinin ve buna bağlı olarak sanat üretimlerinin değişme ihtimalini bize gösteriyor.