24 Ocak – 13 Şubat 2022 tarihleri arasındaki Kültür-Sanat haberleri üzerine tartışmalarımızı bulacağınız bu yazıda, sanat alanına dönük sansür ve yasaklamaların yaşandığı bir pandemi ve ekonomik kriz ortamında sanatsal çalışmalar yapan kurumların etkilenme biçimleri ve aldıkları tavırlar konu edilirken, kültür-sanat mekânlarının boşaltılması gündemi de değerlendiriliyor. Ayrıca yazıda, sanatta dijitale yönelim konusuna da değinilmektedir.
Sanatçılara ve Sanat Eserlerine Yönelik Engelleme, Sansür ve Yasaklamalar
2022 yılının ilk ayını geride bıraktığımız şu günlerde, “Ocak 2022 Sanatta Hak İhlâlleri Raporu” Sanat Meclisi tarafından hazırlandı. Raporda, kültürel alanların/mekânların, sanatçı ve sanatseverlerin adeta elinden alınmak istendiği konusu, önemli bir vurgu noktası. Örneğin İzmir’de, Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) güvenlik kuvvetlerine devredilmek istenmesi üzerine İzmirli sanatçılar ve sanatseverler bu duruma karşı çıkarak bir basın açıklaması yaptılar. Daha sonra İzmir Mimarlar Odası’nın da bir basın toplantısı yaptığı aynı konuda, aralarında şehir plancılarının ve milletvekillerinin de olduğu çok sayıda kişi ve kurumun karşı duruş içeren haber ve yazıları, medya ve internet ortamında yer aldı; fakat bugüne dek söz konusu karardan geri dönüldüğüne dair somut bir sonuç alınamadı. Derhal tahliye kararı alınan bir diğer kültür-sanat mekânı, Bakırköylü Sanatçılar Derneği’nin (BASAD) yer aldığı tarihi konak… 19 yıldır bu binada faaliyette bulunan ve Üstün Asutay, Tarık Akan, Ayşen Gruda, Cem Karaca, Cihat Tamer, Ergun Köknar ve Erdoğan Sıcak gibi isimlerin öncülüğünde 1993’te kurulan BASAD’ın, Bakırköy Kaymakamlığı’nca yapılan tebligatla 2 Şubat 2022 saat 10’a kadar boşaltılması istendi. Tahliyenin gerçekleşmesi durumunda sertifikalı ve süreli eğitim programlarının yarıda kesilip bünyesindeki öğretmen ve personelin de işsiz kalacak olması da protesto edilirken, binanın yaşayan bir müze ve okul olma niteliğinin kaybolması halinde Bakırköy’ün tarihsel ve kültürel hafızası açısından da önemli bir kayıp olacağı dile getirildi. “Ocak 2022 Sanatta Hak İhlalleri” raporunda, sokak müzisyenlerinden tanınmış sanatçısına kadar herkesin baskı ve tehdit altında olduğu ve sanatın özgürce soluk alıp üretim yapabilmesi için kökten bir değişime ihtiyaç duyulduğu konusu da açıkça ifade edildi.
Sanatsal alanda son yıllarda yaşanan onlarca hak ihlalinin, saldırı, baskı ve hapis cezalarının ciddi bir biçimde irdelenmesi gereği açık. Sorunun çözümü sadece iktidarların değişimlerinde değil, aynı zamanda sanatın kendi alanını özgürleştirecek yeni modeller geliştirmesinde yatmakta. Bu da, sanatçıların kendi taleplerini net olarak belirleyip bunu kamuoyunun önüne koymasıyla ve bu talepler temelinde yaratıcı, katılımcı, caydırıcı mücadele teknikleri geliştirebilmesiyle gerçekleşebilecek.
Bağımsız tiyatrolardan oluşan ve bir süredir kamusal tiyatro başlıklı oturumlarını YouTube kanalı üzerinden kamuoyuyla paylaşan “Kamusal Tiyatro” platformunun 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’ne yönelik olarak tasarladıkları etkinlikler, kültür-sanat gündemli bu toplantıda yukarıda sözü edilen mücadele teknikleri bağlamında da değerlendirildi. Baskı ve yasaklara yönelik caydırıcı ya da geriletici mücadeleler bağlamında aslında bunun çok da kolay olamayacağı gerçeğiyle karşılaşmak mümkün. Kültür-sanat üretimlerinin niteliği, niceliği, üretimi ve özgürlüğü açısından ciddi sorunların yaşandığı günümüz koşullarında, bu sorunlara dönük örgütlü bir refleks üretebilmek zor. Bu tür durumlarda çoğu zaman baskı ve sansürün de ötesinde, “oto-sansür” dediğimiz engel de devreye girebilmekte. Ortak taleplerin ortaya konma süreçlerinde dahi “oto-sansür”, belirleyici bir rol oynayabiliyor.
Peki ne tür baskı ve yasaklar söz konusu? Örneğin bazı tiyatrolara, “örf ve adete uygun oyun yapmadıkları” gerekçe gösterilerek -ki aslında, “örf ve adet” kisvesi altında, yandaş bir tutum sergilemeyen tiyatroların politik tutumlarına yönelik bir yaptırım söz konusu- devlet destek fonu verilmemesi… Örneğin, 65 yaşın üstündeki oyuncuların sahneye çıkmasına yönelik yasaklamalar… Temel hak ve özgürlüklerin yanı sıra akla ve mantığa da aykırı olan bu tür uygulamaların tiyatro sanatını çölleştirecek uygulamalar olduğu aşikâr. Bir dönem Devlet Tiyatroları’nda genel müdürlük ve başrejisörlük yapan, yazar, çevirmen, yönetmen ve oyuncu Yücel Erten’e göre 65 yaş üstü oyunculara getirilen yasak, “Mevcut iktidarın uzun süredir sanat alanlarına ve kurumlarına savaş açmış gibi görünen davranışının bir başka fotoğrafı.” Ve yine Erten’e göre sanatçılarımız, bu tür konularda ortak akıl geliştirip topluca tepki göstermedikçe çözüm üretmek yerine, yine avlanmaya devam edecekler.
Diğer yandan ekonomik krizle boğuşan bağımsız tiyatrolar, “Bizimki artık bir ayakta kalma savaşı değil, hayatta kalma savaşı” diyor. Ülkede artan enflasyon ve derinden hissedilen ekonomik krizin faturasının bedelleri halkın yanı sıra sanat kurumlarına da çok ağır bir şekilde ödetiliyor. Örneğin ülke genelinde yaşanan elektrik faturası krizi birçok sanat kurumunun tepkisine sebep oldu. Kadıköy’de bulunan Moda Sahnesi, sosyal medya hesabından paylaşımda bulunarak 20 bin TL’lik elektrik faturasını ödememe kararı aldığını duyurdu. Pandemi sürecinde ve sonrasında Kültür Bakanlığının görmezden geldiği tiyatroların vergilerden muaf tutulması, kültür-sanat alanlarının ihtiyaç duyduğu desteklerin belirlenmesi, devletin anayasal görevi olan sanatı destekleme gerekliliği gibi talepler tekrar gündeme getirildi. Pandemi nedeniyle zor günler geçiren sanat kurumlarının kendilerini idame ettirememelerinin yanı sıra, sanata ve sanat eğitimine erişimin güçleştiği, sınıfsallaştığı ve bir lüks hâline dönüştüğü de bir gerçek.
7 Şubat tarihli Gazete Duvar’ın haberine göre CHP, 8 Ekim 2021’de İstanbul’da gerçekleştirdiği Kültür Sanat Çalıştayı’nın sonuç kitapçığını hazırladı. Kültür ve sanat dünyasının tüm alanlarından 127 kişinin katıldığı çalıştayda, “kültür hakkı”nın CHP iktidarında, anayasadaki temel haklar arasında yer alacağı konusu ortaya kondu. Kültür Bakanlığı’nın bünyesindeki tüm sanat kurumlarının mali ve idari özerk yapılarına kavuşması, kültür-sanat alanının her dalında çalışanların sosyal ve ekonomik güvenceye kavuşması gibi konularda kültür-sanat dünyasının farklı alanlarından tüm tarafların görüşlerine başvurulduğu böylesi bir çalıştayın gerçekleştirilmesi, bunun dokümanlaştırılması çok kıymetli ve muhakkak yapılması gereken bir iş. Çünkü bir alanda fikir geliştirip sağlıklı politikalar üretebilmek, ancak o alanın öznelerine de başvurmakla mümkün.
Diğer yandan, medyaya da yansıyan pratikteki bazı uygulamalar ise, kültür-sanat alanında bu tür katılıma açık, çoğulcu ve şeffaf işleri destekleyerek takip eden insanları bir anda endişeye sevk edebiliyor. Sözgelimi, önce 2021 yılı Kasım ayında tiyatro oyuncusu ve yönetmen Mehmet Ergen’in İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği’nden alınması, ardından müzisyen Cem Mansur’un CRR Genel Sanat Yönetmenliği görevinden alınması ve bu konularda halen net açıklamalar yapılamamış olması kafalarda bazı soru işaretleri oluşmasına neden olabilmekte.
Bunun yanı sıra, örneğin tiyatro alanında lisanslı oyun etiketiyle belediye salonlarına alınan tiyatrolar arasında, iktidar çevresine yakın bazı tiyatroların birden fazla oyunla yer alırken, bağımsız tiyatro yapan çok sayıda kuruma sınırlı sayıda yer verilmesi ya da hiç yer verilmemesi, acaba kültür-sanat alanında iletişim kurulan kitlenin katılımına ve katkısına açık, şeffaf ve sorgulanabilir bir yapılanmadan uzaklaşılıyor mu sorularını da akla getirebilmekte.
Yeni Üretimler, Yeni Gösteriler
Grup Gündoğarken’in plakla başlayan ve ardından kaset, CD, dijital platform ile devam eden müzikal yolculuğu, “ilk metaverse konserini veren grup” olmakla devam ediyor. Burhan ve Gökhan Şeşen kardeşler, metaverse serüvenlerini ve teknolojinin sanata olan etkisini anlattıkları söyleşide, “Ürkmedik desek yalan olur,” dediler.
Sahnede dijital konusu, yeni bir sanatsal estetik yaratma anlamında önemli açılımlar sağlayabilecek bir alan. Pandeminin ardından şimdi de ekonomik kriz nedeniyle tiyatro, konser, sinema gibi sanat faaliyetlerine erişim neredeyse imkânsız hale gelirken dijital sahnelere yönelim, maliyetleri düşürmek açısından da avantajlı. Peki bir konseri ya da tiyatroyu canlı gidip izlemekle, dijital platformda izlemek aynı şey mi? Dijital teknoloji, “temas”ın yerini alabilir mi? Hayatımızdan konserleri, tiyatroları, sergileri çıkarınca ne olur?” sorularına uzmanların verdiği yanıtlar da oldukça ilgi çekici. Örneğin, sanattan uzaklaştıkça gerçeklikle ilişki bozuluyor. Çoğu zaman gerçekliğin alternatifiymiş gibi, gerçeklikten çok hayallere aitmiş gibi görülen sanat faaliyetleri aslında tam tersine, gerçeklikle -en korunaklı biçimde- temas etmemizi sağlıyor. Diğer yandan gösteri sanatları alanında tüm dünyada dijitale bir yönelim olduğu da kaçınılmaz bir gerçek. Demokratik, katılımcı ve çoğulcu bir toplum idealine sahip tüm sanatçı ve sanatseverlerin dijital sahnelemenin bu yöndeki alt yapısını kurma çabalarına katkısı da bu anlamda önemli bir yerde durmakta.