2022 yılının Mayıs ve Haziran ayında kültür sanat alanında meydana gelen gelişmelerin ele alındığı bu yazıda Türk – İslam faşizminin rol oynadığı konser ve festival yasaklamaları, sanatçıların hedef göstermeleri ve kültür-sanat alanında yaşanan cinsiyetçilik başlıkları yer alıyor.
Sanat alanında yaşanan yasaklar
Mayıs ve Haziran aylarına konser ve festival yasakları damga vurdu. Aynur Doğan, Metin Kemal Kahraman, Mem Ararat gibi kürt müzisyenlerin konserlerinin iptal edildiği haberi peş peşe geldi. Kürt müzisyenlerin konserlerinin yanı sıra Melek Mosso’nun da konseri iptal edildi. Mosso’nun konserinin iptal edilmesi seküler kesime yönelik bir saldırı olarak yorumlanabilir. Tarikatlar, radikal dinci partiler, milliyetçi dernekler aracılığı ile oluşturulan mahalle baskısı ve milli ve manevi hassasiyetler bahane gösterilerek yasaklanan bu konserlerin yanısıra Yunanistan krizi gibi dönemsel pragmatik politik gerilimler yüzünden Trabzonspor’un şampiyonluk kutlamalarında sahne alacak Yunan şarkıcı Matthaios Tsahouridis de sahneye çıkarılmadı. Niyazi Koyuncu ve Apolas Lermi’nin konserlerinin de yasaklandığı bu dönemde bu tavır sol karakterli Karadenizli müzisyenlere gözdağı olarak değerlendirildi. Diğer yandan Apolas Lermi’nin konserinin yasaklanma sebeplerinden birinin kendisinin Pontuslu Rum kimliğini sahiplenmesi olduğu değerlendirilebilir. Müzik alanında yoğunlaşan bu yasakların yanı sıra Amed Şehir Tiyatrosu’nun Mersin’de oynayacağı Tartuffe adlı Kürtçe oyunu “kamu düzeni ve güvenliğini bozacağı nedeniyle” gösterime 20 saat kala iptal edildi.
Kürt ve seküler müzisyenlere ve Kürt tiyatrosuna yönelik baskılar ülke içi dinamikler ile birlikte birkaç farklı noktadan değerlendirilebilir. Öncelikle yaklaşan seçimin bu yasaklamalarda etkisi olduğu açık. Bu uygulamalar AKP – MHP koalisyonun seçmenine verdiği bir mesaj olarak değerlendirilebilir. Özellikle milli kimliğe saldırı olarak yorumlanabilecek bu konserlerin iptal edilmesi ve yasaklanması söz konusu partilerin milli ve dini değerlere sahip çıktığını göstermek için alınan hamleler olarak okunabilir. Aynı zamanda bu uygulamaların cinsiyetçi bir yaklaşım barındırdığını belirtmek de mümkün. Ahlaki değerlere sahip çıkmak için yasaklandığı söylenen konser ve festivaller özellikle kadın sanatçıları hedef alıyor. Bir bakıma seküler kesimin buluşma noktası olarak değerlendirilebilecek bu kültür-sanat faaliyetlerinin yasaklanıyor olması buluşma alanlarının kısıtlanması anlamına da geliyor. Bu noktada meslek örgütleri bir kez daha önem kazanıyor. Bu tür yasaklamalar karşısında hukuki olarak neler yapılabileceği sanatçılar ve sanat çevreleri tarafından ciddiyetle ele alınmalı.
Muhafazakar basından hedef göstermeler…
Milat gazetesi 2006 yılında kurulan Tarlabaşı Toplum Merkezi’ni hedef gösterdi. Halen kapatılma davası süren merkez için gazete şu ifadeleri kullandı: “…sapkınlıklarıyla bilinen Beraberce Derneği, KAOS GL gibi LGBTİ+ dernekler de ortak çalışıyor, programlar düzenliyor. Sosyal medyadaki LGBTi+ hesaplar tarafından da desteklenen merkez, çocuklarla birlikte çıkardığı ‘Parlayan Çocuklar’ adlı dergide LGBTi+ ve PKK propagandası yapıyor, erkek çocuklarını etek giymeye, prenses olmaya teşvik ediyor…”
İBB’nin desteklediği Doğaçlama Dans Festivali de çeşitli ayrımcı gazeteler tarafından hedef gösterildi. Festivalde tayt giyildiği, sokakta cüretkar davranışlarda bulunulduğu gibi gerekçelerle festivalin halkın hassasiyetlerine dokunduğu ileri sürüldü. Aynı zamanda festivalin estetik açıdan Türkiye toplumuna uzak içerikler barındırması sebebiyle bu topraklara yabancı olduğu belirtildi.
Karalanan dernek ve etkinliklerin tıpkı konser ve festival yasaklamaları gibi milli ve ahlaki değerler şemsiyesi altına sığınılarak hedef gösterildiği belirtilebilir.
Kültür-Sanat Alanında Cinsiyetçilik
İktidar ve iktidar yanlısı basının gündeminde kadınlara ve LGBTİ+ odaklara yönlendirilen baskılar Mayıs ve Haziran ayında ön plandaydı. Onur Ayı kapsamında Haziran ayında gerçekleştirilen LGBTİ+ gösteri ve yürüyüşleri sistematik yasaklandı ve bu etkinlikler yandaş basın tarafından hedef gösterildi. Hatta Yeni Akit gazetesi, İyi Parti’nin milliyetçi çizgideki gazetesi Yeniçağ’ı bile escinsellere destek verdiği için manşet yaptı.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı’nın Gezi göstericileri için kullandığı “sürtük” ifadesi kadınlar tarafından büyük tepki topladı. Ayşe Baykal gibi muhafazakar kesimde yer alan kadınlar da bu ifadeden rahatsız olduklarını belirttiler. Bu bağlamda bu ifadeye gelen tepkilerin geniş çaplı olduğunu söyleyebiliriz.
Netflix Türkiye, Alice Oseman imzalı Kalp Çarpıntısı serisinin dizi uyarlamasına “muzır” ibaresi ekledi. Dizinin sayfasında, “Bu dizi, T.C. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Muzır Neşriyat Kurulunca küçükler için uygun olmadığı karara bağlanan ‘Kalp Çarpıntısı’ kitabından uyarlanmıştır” ifadeleri yer alıyor.
Türkiye basınında öne çıkan bu gelişmelerin yanı sıra dünya basınının son dönemde yakından takip ettiği Johnny Depp – Amber Heard davası sonuçlandı ve Depp açtığı “karalama” davasını kazandı. Bu dava #MeToo hareketi ve sosyal medyanın davanın seyrine etkisi bağlamında değerlendirilebilir. Aynı zamanda bu davanın film ve dizi sektörüne ciddi bir ekonomik kazanç getireceğini de belirtmek mümkün çünkü BluTV davanın belgeselini yayınlayacağını duyurdu.
Bu olayın tümüyle bir dönüm noktası haline getirilmeye çalışıldığı ortada. Olayı, “kadının beyanı esastır” söyleminin altının boşaltıldığı bir prodüksiyon olarak yorumlamak mümkün. Depp ve Heard davasında iki tarafın çirkin eylemleri bulunuyor olsa da davadaki tavırların, jestlerin ve söylemlerin birer performans olarak kurgulandığı aşikar: Sosyal medyada Depp sempatik bir figür olarak gözükürken Heard sürekli ağlayan, kendini acındıran fakat sempati toplayamayan figür olarak lanse ediliyor. Geçtiğimiz aylarda Will Smith’in Oscar Töreni’nde eşi Jada Pinkett Smith hakkında şaka yapan Chris Rock’a attığı tokat ile, karısını koruyan ve ofansif mizaha karşı şiddet kullanan bir erkek figürünün ön plana çıkarıldığı da tartışılmıştı. Bu olayların kurgu olup olmadığı bilinmiyor fakat medyanın buna ilgisi ve sürekli servis etmesi birtakım zehirli erkekliklerin görünür kılındığını ya da ifade özgürlüğünün şiddetle önlenebileceğini gösteriyor.
Beyoğlu Kültür Yolu Festivali
Beyoğlu Kültür Yolu Festivali’nin ikincisi, aralarında yeni Atatürk Kültür Merkezi, Taksim Camii, Grand Pera AVM, Narmanlı Han ve Paket Postanesi’nin de bulunduğu birçok ticari ve kamusal mekânda yer alan “müzikten edebiyata yüzlerce etkinlik”ten oluşuyor. Bu festivalin bir kez daha düzenleniyor, bireysel ve kurumsal katılımcı sayısının ise giderek artıyor oluşu tepki ile karşılandı. Kültür Yolu’nun ilk edisyonuna yöneltilen eleştirilerin ciddiye alınmamış olması kültür-sanat alanının “yeni” Beyoğlu’nun artwashing’le meşrulaştırılmasına aracı olmayı büyük ölçüde kabul ettiğini gösteriyor.