MİLLİYETÇİLİK, IRKÇILIK, POPÜLER KÜLTÜR

Bu değerlendirme yazısı için derlenen haber linklerine buradan ulaşılabilir.

Bozkurt işareti; 2 Temmuz’la sembolik ilişkisi:

2 Temmuz tarihi, bu topraklarda yaşayanlar için 1993 yılından bu yana Sivas Katliamının yıl dönümüdür; bir katliam tarihi olarak hafızalara kazınmıştır. Bu katliamla birlikte hafızalara kazınan bir de sembol vardır: BOZKURT İŞARETİ. Ateşe verilen Madımak Oteli’nin içerisinde şair, yazar, müzisyen, … otuz üç kişi hayatta kalma mücadelesi verirken; dışardaki güruhun “KAHROLSUN LAİKLİK!”, “MÜSLÜMAN TÜRKİYE!”, “YAŞASIN ŞERİAT!” sloganları atarak yaptığı bozkurt işareti…

MİLLİYETÇİLİK FUTBOL SAHALARINDA

Yine bir 2 Temmuz günü, tam da Sivas Katliamının 31. yılında, BOZKURT İŞARETİ Türkiye ve dünya gündemine oturdu.  Bu kez bir futbol karşılaşmasında. Milli futbolcu Merih Demiral, Avrupa Şampiyonası kapsamında Avusturya ile oynanan maçta attığı golün ardından bozkurt işareti yapıverdi.  Ardından tepkilerin gelmesi gecikmedi.

Gelen tepkilerden önce Demiral’ın bozkurt işaretiyle ilgili  açıklamasına bakılabilir:

“Bir gol sevinci vardı aklımda onu yaptım, Türklükle alakalı. Türk olduğum için çok gurur duyuyorum, o yüzden golden sonra onu iliklerime kadar hissetim. Öyle bir şey yapmak istedim, yaptığımdan dolayı çok da mutluyum. Bütün taraftarlarımız bizimle gurur duyuyor. Tribünde görmüştüm yapan taraftarlarımızı, onları gördükten sonra daha çok yapasım geldi, çok mutluyum.”

Tabii meraklıları hemen etnik köken araştırması yaptı; futbolcu Merih Demiral’ın babasının Laz, annesinin Boşnak olduğu sosyal medyada yazıldı  çizildi.

Peki Merih Demiral’ın futbol sahasında yaptığı bozkurt işaretine gelen tepkiler nasıldı?

İlk tepkiler Alman gazetecilerden geldi: Tobias Huch işareti Hitler’in selamına benzetip Demiral’ın UEFA tarafından men edilmesi gerektiğini, aynı zamanda Madımak Olayı’nın yıldönümü olduğunu, Bozkurtların otuz beş Alevi’yi katlettiğini dile getirirken, Alman gazetecilerin ortak görüşü, işaretin aşırı sağcı ve ırkçı olduğu yönündeydi.

Semra Pelek, ‘Berlin’de Bozkurt Selamı Verilirse Ne Olacak?’ başlıklı haberinde Mercator Vakfı’nın İstanbul’daki ofisinin başkanı Jannes Tessmann’ın yorumu hakkında şunları yazdı: “ ‘Bozkurt selamı Hitler selamının Türk versiyonu değil. Bu daha karmaşık bir durum’ diyor Tessmann örneğin ve şöyle devam ediyor: ‘Bir yandan, bu selamlama, solculara ve etnik ve dini azınlıklara karşı pek çok cinayet ve şiddet eyleminden sorumlu olan Türk aşırı sağcılarının sembolü. Bunların çoğu 1970’ler ve 1980 lerde işlendi.’”

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Feaser’dan gelen tepki ise: “Türk aşırı sağcıların işaretlerinin bizim stadyumlarımızda yeri yok. UEFA’nın olayı araştırmasını ve yaptırımları değerlendirmesini bekliyoruz.” şeklindeydi.

Ve ardından Demiral’ın UEFA tarafından iki maç ceza alması, Türkiye’de geniş bir tartışma yarattı:

“Dışişleri Bakanlığı bozkurt işaretini ‘tarihsel ve kültürel bir sembol’ olarak tanımladı, başta İlber Ortaylı olmak üzere Türkiye’nin önde gelen kanaat teknisyenleri ‘bozkurt’un Türk milletinin ortak sembolü olduğuna dair açıklamalar yaptı. Birkaç gün içerisinde bozkurt işaretinin siyasetler üstü ulusal bir simge olduğuna ilişkin geniş bir konsensüs oluştu. Hatta İYİ Parti hızını alamayıp bozkurt işaretinin ‘Türklerin ulusal sembolü’ olarak tanınması için bir yasa teklifi hazırladı. CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan da Merih Demiral’ın bozkurt selamını heykel olarak dikeceğini açıkladı.

Cumhurbaşkanı başdanışmanı Mehmet Uçum; Türkiye bu mücadeleden de başarıyla çıkacak bir güce sahiptir. Ama asıl dikkat çekici olan; içimizdeki “sömürge aydınlarının”, her türlü temsil alanında yer alan zihnini batıcılığa ve emperyalizmin ideolojik kodlarına teslim etmiş yavan ve sefil aktörlerin, batıcı asimilasyonun mankurtlaştırdığı sanatçıların, yazarların, medyacıların, siyasilerin kısaca tüm batıcıların bir kez daha Merih Demiral üzerinden kendi ülkelerine karşı aşağılık bir tavır içerisine girmesidir. Onlara bir kez daha soralım: …Yurtseverliğin en önemli esaslarından birinin de Türkiye’nin tarihine, kültürüne, yapıcı geleneğine, tüm değerlerine sahip çıkmak olduğunu görmüyor musunuz? Bugün Merih Demiral’a tereddütsüz, amasız, fakatsız sahip çıkmak yurtseverliğin/vatanseverliğin bir gereğidir.” diye bir açıklama yaptı X’te.

Tüm bu yaşananlara bakıldığında söylenecek ilk şey; bir futbol müsabakasında bozkurt işareti yapmanın başlı başına problem olduğudur. Fakat bir de aynı günlerde Türkiye’de bir pogromun eşiğinden dönülmüş, Kayseri’de küçük yaşta bir çocuğa cinsel istismar yapıldığı iddiası üzerine aynı gün kent genelinde ırkçı ve nefret söyleminde bulunan gruplar tarafından Suriyelilerin ev ve işyerlerine yönelik saldırıların gerçekleşmişken; İHD Raporu’nda da geçtiği üzere, ‘Türkiye’de geçmiş yıllarda yaşanan benzer olaylarda (Maraş, Madımak, Gazi katliamı, Romanlara ve Kürtlere yönelik saldırılar) olduğu gibi Kayseri’de Suriyelilere yönelik saldırılarda da linç, yakma, yıkma, yağma, korkutma, ırkçı ve nefret söyleminin yaygın olarak yaşandığı’ gözlemlenmişken ve aynı zamanda Madımak’ın yıldönümü iken tutup bozkurt işareti yapmanın en basit ifadeyle izansızlık olduğunu da belirtmek lâzım.

Yazar Ali Duran Topuz, şöyle yorumluyor bu izansızlığı: “Kurt başı” işareti, bütün Türkleri birleştiren bir ortak sembol falan değil, Türk olsun olmasın “kurt kanunu”na biat etmemiş olanları yok etmeye çağıran bir kanlı davetiyedir, bir yok edici eylemdir ve o eylemin tasdiklenmesidir. O nedenle hareketi çoğu zaman ya bir suç işlemeye yönelmişken görüyoruz ya suç işlerken görüyoruz ya da suçtan sonra, suçu kutlarken görüyoruz. Madımak Alevi pogromunun dava sürecinde işareti zevk ve şevkle yapanlar dişlerine bulaşmış kanın huşusu içindeydiler.”

Özgür Sevgi Boral – Foti Benlisoy da ortak yazılarında; “Merih Demiral’ın yaptığı bozkurt hareketi ve buna gelen ‘abartmayalım, ne de olsa bu hareket Türk milletinin ortak bir sembolüdür’ yorumlarını, faşizmin ana akımlaşması ve post-faşist çerçevenin tahkim edilmesinin bir parçası olarak görüyoruz.” diye yorum yapıyorlar.

Cihan Tuğal’ın Evrensel’deki ‘Irkçılık, Sembollerin Dili ve Masumiyet’  yazısı da “bozkurt” sembolünün Türkiye yakın tarihinde kendine hangi dönemlerde nasıl yer bulduğuna değiniyor ve hiç de masum olmadığının altını çiziyor: “… daha 1990’larda cinayet, mafya ve kıyımla özdeşleştirilen bir sembol, masum bir milli birlik ifadesi olarak okunmaya başlandı. Bu sembol bir milli maçta, bir gecede aklanmadı. Toplum bu aklanmaya çoktan hazır hale gelmişti. Kısacası, masumiyet görüntüsünün altında on yıllardır normalleştirilen tek tipleştirme ideolojisi ve politikalarının şiddeti yatıyor. Dolayısıyla tahlilin de bir sembol ya da bir futbolcudan ziyade, hâkim düzenin bütününü hedef alması elzem.”

MİLLİYETÇİLİK SAHNELERDE

Tam da futbolcu Melih Demiral’ın “bozkurt” işaretinin patladığı günlerde, Kültür Bakanlığı’nın Van’da organize ettiği Kültür Yolu Festivali’nde şarkıcı Bengü’nün sahnede “Ne mutlu Türküm diyene!” diye kitlelere seslenmesi ve ardından gelen protestolar kültür sanat gündeminin ortasına düşüverdi. Aynı sanatçı birkaç gün sonra Edirne’deki bir festivalde çiçek yağmuruna tutularak ve “Ne mutlu Türküm diyene!” sözleriyle karşılandı.

Nupel Haber, Bengü’nün Van konserinde yaşananları şöyle yazdı:  “Van’da bu yıl Kültür Bakanlığı tarafından birincisi düzenlenen Kültür Yolu Festivali’nde konser veren sanatçı Bengü ile seyirciler arasında konser sonunda gerginlik çıktı. Konserin sonlarına doğru sanatçı Bengü, ‘Böyle güzel bir festival düzenleyen Kültür ve Turizm Bakanlığımıza teşekkür ederim. Ne mutlu Türküm diyene!’ dedi. Bu sözler seyirciler tarafından tepkiyle karşılandı. Sanatçı Bengü’nün sahneyi terk etmesinin ardından seyirciler, organizasyon şirketi ile Bengü’yü protesto ederek sahneye pet şişe fırlattılar. Sahnenin bulunduğu platform pet şişeyle doldu.”

Entropi Haber ise, “Van konserinde protesto edilen Bengü’ye Edirne’de çiçekli karşılama” başlığıyla bir haber yaptı: “Van’da ‘Ne mutlu Türküm diyene’ dedi diye su şişesi yağmuruna tutulan Bengü’ye Edirne’de çiçekler atıldı: ‘Aydın insanların yaşadığı Edirne’den sevgilerimizi sunuyoruz. Ne mutlu Türküm diyene!’”

Türkiye’nin en doğusuyla en batısı arasında aynı dönemde aynı sanatçıya yapılan iki farklı muamele ve bu muamelenin “milliyetçi”lik üzerinden seyretmesi, yaşananların tesadüflerden ibaret olamayacağı; tam da “futbol ve bozkurt işareti”nin konuşulduğu günlerde, kurgulanmış bir dizi olaya maruz kaldığımız hissiyatını doğurdu. Milliyetçilik sadece futbol sahalarına inmemişti, aynı günlerde sahnelere de tırmandırılmaktaydı. Sahneye bir yerde pet şişeler yağıyordu, bir başka yerde çiçekler..

MİLLİYETÇİLİK ALO 178’DE

Gündemimizi futbol sahalarında yapılan bozkurt işareti, sahnelerden yükselen “Ne mutlu Türküm diyene!” nidaları meşgul ederken, Alo 178’e (RTÜK Çağrı Hattı) gelen bir şikayetle AÇIK Radyo’nun yayınlarının durdurulması haberi yine kültür-sanat dünyasının orta yerine düştü.

Ne olmuştu peki? Agos Gazetesi’nin haberine göre; RTÜK 22 Mayıstaki Üst Kurul toplantısında, Açık Radyo’da yayınlanan Açık Gazete’nin 24 Nisan tarihli programında yayına katılan konuğun “… Ermeni, yani Osmanlı topraklarında gerçekleşen tehcir ve katliamların, soykırım olarak adlandırılan katliamların 109. Yıldönümü, sene-i devriyesi. Bu yıl da yasaklandı biliyorsunuz Ermeni soykırım anması” ifadeleri nedeniyle, radyoya idari para cezası ve programa da beş gün yayın durdurma cezası vermişti. Gerekçe ‘toplumu kin ve düşmanlığa tahrik’ti.

Murat Sabuncu, T24’teki köşesinde; Bu ülkede hayatın renklerine, farklı seslerine kapalı bir yapı var. Bunun kalıcılaşması için çaba gösteriliyor. Otoriter pratiklerin rutin hale gelmesi, sıradan insanların bunu içselleştirmesi-normal karşılaması-ses çıkarmaması her geçen gün ekonomiden dış politikaya özgürlüklere daha büyük bir sıkıntıya yol açıyor. Hayatın seslerine ve renklerine kapanan kulaklar, kendisi gibi düşünmeyeni itibarsızlaştırmak-kriminalize etmek için atılan adımlar memlekete iyilik değil, büyük kötülük getirdi. Açık Radyo ve memleketin bir avuç nefes borusu da kapatılırsa hep beraber boğulacağız. Bu karar, lisans iptali geri alınsın. Konuşmak, tartışmak, farklı fikirleri duymak önemlidir.” diyordu.

Müzik yazarı Murat Meriç de Gazete Duvar’dan sesleniyordu: Susturulmak istenen sadece bir radyo değil, biziz. İnsanları ötekileştirmeyen, her türlü fikre ve düşünceye saygı duyan ve onların dillendirilmesi için her koşulda ve her cephede savaşanlarız. Farklı fikirlere ve bunların seslendirilmesine karşı olanlar önümüze engeller koysa da yolumuzdan sapmadan ilerliyoruz.”

Sonuç olarak; futbol sahalarından, sahnelerden, festival alanlarından, RTÜK’ten, aynı dönemde tekrar yükselen milliyetçi dozu artırılmış jestlere, nidalara, eylemlere bakılırsa, milliyetçiliği bir emniyet supabı olarak kullanan iktidar yine aynı aygıtı devreye sokmuş görünüyor. Türk-İslamcı ideolojik hat, belirli dönemlerde ve gerekli gördüğü ölçülerde, Türkçü veya İslamcı yaklaşımı öne çıkarmayı ustalıkla kullanmıştır. Türkiye’de önemli bir ekonomik kriz yaşanıyor ve toplumun bu noktada belirli simgeler etrafında toplanmasının sağlanması gerekiyor. İslamcı ideoloji en azından şimdilik, toplumun geniş bir kesimini manipüle edecek kadar etkili değil. Oysa Türkçü söylem ve semboller hem toplumun muhafazakâr kanadında hem de seküler orta sınıflar nezdinde bir birleşme ve bütünleşme potansiyeli taşıyor. Ortada devletin ve kurumlarının da içinde olduğu daha yaygın bir yönelim duruyor. Önümüzdeki süreçte, Türk-İslamcı müesses nizamın, Türkçülüğü daha geniş toplumsal kesimleri yönlendirmek ve kontrol etmek için kullanabileceğine dair önemli işaretler duruyor ve bu, kültür-sanat alanında, gündelik yaşamda farklı şekillerde, farklı kostümlerle sık sık karşımıza çıkacak gibi görünüyor.