26 Mayıs – 16 Haziran Kültür-Sanat Gündemi 

Bu yazıda 26 Mayıs – 16 Haziran 2020 tarihleri arasında basında yer alan haber ve söyleşilerden hareketle Kovid-19 salgınının kültür-sanat alanına etkileri, ağırlıkla da kültür sanatta “normalleşme”tartışmaları değerlendirilmektedir. 

Ülkemizde artık “yeni normale” geçişin yaşandığı bir dönemdeyiz; ekonominin çarklarının dönmesi gerektiğini başından beri hararetle savunan yöneticiler, kültür-sanat endüstrisini de 1 Temmuz itibariyle “normalleşmeye” çağırdı. Kepenkler pandemi ilanı ile kapanmıştı, “artık kepenklerinizi açabilirsiniz”, dendi- tabi “yeni normal”in kuralları dahilinde. Artık tiyatroların açılabileceği, her tür kültür sanat etkinliği için izinlerin verilmeye başlanacağı duyuruldu. Diğer yandan da sanatçılar bu koşullar altında “normalleşebilecek miyiz?” sorusunu sordu. Örneğin, ticarethane muamelesi gören tiyatrolar, kamusal bir hizmet verdikleri için kamusal bir kurum olarak değerlendirilip ona göre vergilendirilmeyi, desteklenmeyi beklerken, %60 dolulukla, zorlayıcı koşullarda, devlet tarafından verilmesi gereken desteği göremeyerek bu kez “yeni normal kaderleriyle” baş başa kalmaya itiraz etti. Kültür sanatın aslında her alanında bir kültür-sanat politikasızlığının ve destek görememenin getirdiği itiraz ve talepler yükseldi, yükseliyor.

Müzik

Müzik sektöründen tartışmalarla başlayacak olursak; konser etkinlikleri konusunda normalleşmeye doğru adımlar atıldığı iddia edildi.

İstanbul Açıkhava Gösteri Merkezi – Yenikapı’da arabalı konser organizasyonları yapılacağının haberleri çıktı. Sağlık Bakanlığı, Koronavirüs’le mücadele sürecinde açık alanlarda yapılacak konserlerde alınması gereken önlemleri belirledi. Ne var ki Sağlık Bakanlığı’nın, 1 Temmuz’dan itibaren izin verilecek olan konserler ve film gösterimleri için salonlarda ne tür önlemler alınması gerektiğine dair açıklamaları, ne salon işletmecileri, ne sanatçılar ne de seyirciler açısından yeterli ayrıntıları içermiyor. Kapasite sınırlamaları ve mesafeler net olarak ifade edilmemiş durumda. Hastalık kapılması durumunda sorumluluğun kimde olacağı ve sigortanın nasıl işleyeceği, salonların alacağı önlemlerin kimin tarafından denetleneceği belirsiz. Salona girildiğinde teknik ekip, sanatçı ekibi, yeme içme hizmeti verenlerin ve izleyicinin nelere dikkat edeceği muğlak durumda. Son kertede, tüm bu detayları içeren bir yönergeye ihtiyaç var; Sağlık Bakanlığı’nın hızla bir kitapçık şeklinde ayrıntılı bir yönerge yayınlaması gerekiyor. Sanatçıların, işletmecilerin örgütlü bir şekilde bu talebi gündeme getirmesi çok elzem görünüyor. Ayrıca konser salonlarında, çalışanların, teknik ekibin, sanatçıların sağlığı ile ilgili alınan önlemlerin kimin tarafından denetleneceğinin ve kimin onay vereceğinin de netleşmesi gerekiyor. Bir vaka çıkması durumunda bunun nasıl takip edileceği, sorumluluğun kimde olacağı, ne tür sigorta imkanları olacağı gibi çok yaşamsal konular hala netleştirilmemiş durumda.

Benzer durumlar tiyatro, film ve set, stüdyo çalışanları için de geçerli; Oyuncular Sendikası’nın bu yönde yaptığı çalışmalara daha evvelki değerlendirmelerde yer verilmişti, performans ve konser alanlarının, setlerin, ses stüdyolarının birlikte davranıp yeni karşılaşılan yeni normal içerisinde mevzuatın “derinlemesine” netleşmesi için taleplerde bulunması gerekiyor. 

Haziran ayı boyunca, Cumhurbaşkanlığı tarafından İstanbul Yeditepe Konserleri adıyla, seyircisiz konserler organize edilmeye başlandı; online olarak yayımlanan bu konserler dizisinde çok ünlü isimler yer aldı. Ayrıca programa totalde 30 milyon TL harcanmış olması büyük tepki çekti. Diğer yandan konserlere ilginin de oldukça düşük seyrettiği gözlemlendi. MV Barış Atay da, mecliste konserlere 30 milyon TL harcandığı haberlerinin doğru olup olmadığını, soru önergesi vererek gündeme getirdi. Müzik ve Sahne Sanatları Sendikası, pandemi ile mücadelede ciddi maddi kaynaklar gerekirken, bu konserlere bu kadar para harcanmasına tepki gösterdi. Çağatay Özdemir twitter hesabından bu tepkileri yalanlayarak İletişim Bakanlığı’nın konuyla ilgili açıklamasını paylaştı: açıklamada rakamların doğru olmadığı, bu paranın sadece sanatçılara gitmediği, ağırlıkla çalışan teknik ekibe ve emekçilere destek mahiyetinde verildiği belirtildi. Ancak bu organizasyon için tam olarak ne kadar harcandığına, bu paranın ne şekilde ve hangi mercilere dağıtıldığına dair net bir beyan yok. Bir istihdam yaratıldığı ve sahne emekçilerinin desteklendiği iddia ediliyor ama iddia edilen rakamlar çok büyük olduğu için bu konuda daha ayrıntılı bir açıklama yapılması gerekiyor. Kovid-19 ‘olağan dışı’ koşullarında oluşan destek ihtiyaçları, kültür-sanat sektörünün her köşesi açısından çok büyük. Ve aslında buraya dair dişe dokunur bir yanıt/politika/destek üretilemiyor. Dolayısıyla bu yüksek meblağa dair bir açıklama yapılması gerekiyor. Ayrıca, bu konserler için kurulan dijital salon madem her vatandaşın, dolayısıyla sanatçıların da ödediği vergilerle kuruldu, başka müzisyenlerin kullanımına da açılacak mı, açık olacak mı? Bu soruların sorulması gerekiyor. Kamu sağlığı açısından yazın kalabalık konserlerin yapılması hala mantıklı yahut makul görünmüyorken, seyirciye satılacak biletlerden para kazanmak çok mümkün değil. O nedenle açık havada konser çekimlerinin yapılıp seyirciye dijital olarak canlı konser yayınlayacak bir altyapıya  ihtiyaç var. Devletten elbette bu yönde destek talep edilmeli. Ayrıca sanatçılar farklı dayanışmalar örgütleyip bu altyapıyı oluşturabilir yahut yerel yönetimlerden bu tür altyapıların sanatçılar için oluşturulmasına dönük destek isteyebilirler.

Avrupa’da bir salon, kapasite sınırlaması ile yapılacak konserlerin ekonomik olarak mantıklı olmadığını göstermek üzere bir konser düzenledi ve konserin gerçekleşmesi için gereken bütçeyi sağlamadığının gösterildiği çarpıcı bir örnek oldu bu. Ödenekli olmayan kurumların, sınırlanan kapasitelerle etkinliklerini sürdürmesi ve çalışanlarının geçimini sağlaması olanaksız görünüyor. Bu nedenle sanatın devam edebilmesi için sanatçıların, sanat emekçilerinin, teknik ekiplerin ve salonların desteklenmesi gerekiyor. Normale dönüldüğü iddiası gerçeği yansıtmıyor. Salonlar, bu kısıtlamalarla belirlenen bilet satışlarından, mali döngüsünü sağlayamaz, masrafını çıkaramaz. Sanatçılar ve emekçiler bu şekilde para kazanmaya devam edemez. Hükümetin bandroller ve sanatçıların üretimlerinden aldığı vergilerden oluşturduğu fonları sanatçılara geri döndürmesi gerektiği konusunda bir baskı oluşturmak gerekiyor. Gelgelelim, örneğin müzisyenlerin meslek birlikleri bu konuda sesini yükseltebilecekken, bu dönemde somut ve müzisyenlere destek olacak bir politika ve strateji üretmiyor. Destek mahiyetinde, yerel yönetimlerden, dijital salon (konser çekiminin yapılabileceği dijital platform) kurması, online canlı konser altyapısını sunması, konser sırasında seyircinin canlı katılımını (telefon, online mesajlar üzerinden) sağlayacak bir altyapı kurması, konser bileti satışı yapmanın alt yapısını oluşturmasını istemek mantıklı olabilir. Müzisyenlerin bir dayanışma platformu üzerinden örgütlenerek bu konserlerin organizasyonunu üstlenmeleri mümkün olabilir. Yerel yönetimler belli altyapılar sağlayabilir ve belli sivil toplum örgütlerinden, şirketlerden sponsorluklar edinilebilir. Yine her zaman olduğu gibi, dayanışmaya ihtiyacımız var. Kovid-19 döneminde de “bir olmazsak, bir bir gideriz”.

Özetle, devletin müzik sektörüne dönük bir destek programı açıklamadığı bir panoramada, öncelikle bundan sonraki açık hava ve kapalı alanlardaki etkinliklere dönük devletin yönergeler oluşturulması gerekiyor – elbette sivil toplum ve sendikaların da görüşünü alarak. Seyirci kısıtlamaları ile para kazanmak mümkün görünmüyor; sanatın ayakta kalabilmesi için devlet desteğinin sürmesi gerekiyor, ayrıca yerel yönetimlerden ve ticari kişiliklerden sanatçıların birlikte davranarak destek, altyapı, sponsorluk derlemesi gerekiyor. 

Tiyatroların Normalleşmesi Gündemi

Devlet Tiyatroları Eylül ayında oyunlarına başlayacağını duyurdu. 1 Temmuz’da tiyatro salonlarının açılabileceği bilgisi geldi, ayrıca ödenekli tiyatroların erken açılabileceği bilgisi de basında yer aldı, yazın festivallerle dolu geçeceği açıklandı. Bunlara karşılık Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi, KATİB (Karadeniz Tiyatrolar Birliği) ve ASSİTEJ Türkiye (Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Örgütü) açıklamalar yaptı. Bu kurumlar salgın devam ettiği sürece kamu sağlığı açısından oyunların başlamasının uygun olmadığını belirtti. Ayrıca devletin sanatı ve sanatçıyı maddi anlamda desteklemediği, müşkül durumda bıraktığı böylesi bir dönemde, “normalleşiniz” söyleminin devletin “kayıtsızlığını” maskeleyeceğini, “yeni normal”in gereklilikleri altında oynanacak oyunlardan edinilecek gelirin, kurumların maddi döngüsünü sağlayamayacağı belirtildi. 

Cumhuriyet’in Sera Kadıgil ile söyleşisi, Yeni Yaşam’ın Nevzat Süs ile söyleşisi, İlayda Öncü’nün Agos’ta yayınlanan yazısı, Emre Koyuncuoğlu’nun Thomas Ostermeier ile görüntülü sohbeti konunun pek çok veçhesini ve farklı yaklaşımları ortaya koyuyor.

Kemal Aydoğan

Gizem Aksu’nun Kemal Aydoğan ile Mimesis için yaptığı “Kamusal ve Toplumsalın İnşasında Tiyatronun Yeri” başlıklı söyleşi ise konuyu oldukça etraflıca ve boyutluca ele alıyor. Tiyatromuz Yaşasın inisiyatifi içinde de kurucu sorumluluk alan Kemal Aydoğan, bu söyleşide pandemi sürecinde sahneleri açmanın ekonomik olarak sürdürülebilir olmadığını vurguluyor ve devletin sahneleri açarak tiyatrocuları bir savaş alanına sürdüğünü dile getiriyor. Bu dönemde bu kısıtlamalarla tiyatro yapmaya devam etmek mümkünmüş gibi davranarak, bu politikanın yanlışlığını maskelemenin doğru olmadığını söylüyor ve “artık-değer” üretmemeyi öneriyor. Söyleşiyi yapan Gizem Aksu ise tiyatro yapmamanın, tiyatrocuların temel işlevi olan kamusal etki oluşturmamak anlamına geleceğini söyleyerek ne yapmak gerektiğini soruyor. Kemal Aydoğan, devletin sahneleri açmaya başlayacağını söylediği bir noktada, sanki tiyatrolar bu koşullarda para kazanabilirmiş gibi davranmayı yanlış buluyor. Devlet, tiyatrolara destek vermemek için, artık sahnelerin açıldığı söyleminin ardına sığınıyor. Sahneleri açmak bu söylemin ikiyüzlülüğünü gizlemeye yol açacak. Ancak tiyatrocuların devlet üzerinde somut olarak nasıl baskı oluşturacağı, Tiyatrolar Yasası gibi bir çalışmanın nasıl mümkün olacağı tartışmasında henüz başlangıç aşamasındayız. Bu konuda kamuoyunu ve devleti adım atmaya zorlayacak somut öneriler geliştirmek mücadele ve sabır gerektiriyor. Bu süreçte Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi, Tiyatro Kooperatifi  gibi farklı yapılar örgütlü bir çalışma yürütüyor. Bu yapılanmaların birlikte hareket etmesi faydalı olacaktır. Ayrıca bunun ötesinde, bu süreç tiyatroculara bir meslek birliğine dönük ihtiyaçlarını belki de hiçbir dönem hissettirmediği kadar hissettiriyor. Varolan yapılardan örneğin Tiyatro Kooperatifi alternatif bir “ticari” örgütlüğü ifade etse de bünyesindeki 50’yi aşkın toplulukla, kendi bünyesindeki tiyatroların mali çıkarları adına bir çalışma yapacaktır. Halbuki Türkiye tiyatrosu irili ufaklı yüzlerce topluluğu barındırıyor ve her topluluğun Kooperatife üye olması mümkün yahut rasyonel/gerekli değil. Dolayısıyla Kooperatifin bir meslek birliği gibi davranması mantıklı da değil. Tüm tiyatroların daha geniş ve hukuki bir bağlamda temsil edilebileceği bir meslek birliği yapısının geliştirilmesi çok elzem. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi tarzı yapıların, bir tiyatro yasası inşa etmenin yanı sıra, bu tarz tüzel bir kişilik tesis etmek açısından da daha doğru bir adres olduklarını söyleyebiliriz.

Dayanışma örgütlemek anlamında belirli farklı adımlar da var: örneğin Kovid-19 pandemisi nedeniyle sanatsal çalışmaları duran ve büyük maddi kayıplara uğrayan Ankara’daki tiyatro yapımcıları, ekonomik sorunlarına birlikte çözüm bulabilmek için AnTiYap Platformu’nu kurdu. İzmir Büyükşehir Belediyesi Sofita uygulamasını başlattı

Kültür ve Turizm Bakanlığının özel tiyatroların projelerine 2020-2021 sanat sezonunda yapacağı yardımlar için başvuruların 1 Temmuz’da başlayacağı, ayrıca özel tiyatroların güncel ihtiyaçlarına göre yenilenen, çeşitli teşvik ve indirimlerin önünü açan Kültür Girişimi Belgesi edinme sürecinin ‘Kültür Yatırımlarının ve Girişimlerinin Belgelendirilmesine ve Niteliklerine İlişkin Yönetmelik’te yapılan değişikliklerle kolaylaştırıldığı duyuruldu. 1 Temmuz’dan itibaren yapılacağı söylenen teşvik konularının ne kadar yeterli olabileceğini Ezgi Ülkü değerlendirdi. Ülkü’nün değerlendirmesine göre, teşvik olarak adlandırılan paket, çok ciddi yardımları içeriyor gibi görünüyor ama buradaki talep ve yaptırımlar o kadar büyük masrafları gerektiriyor ki, uygulanması oldukça zor. Şu an tacir statüsünde olan tiyatro işletmelerinin mekanları ‘kültürel işletme’ olarak değiştirilebilir ve bu suretle bazı imkanlardan yararlanmaları mümkün olabilir. Nitekim, kültür girişimi olarak kabul edildiğinde, mekanlara taşınmaz tahsisi yapılıyor, vergilerde indirim yapılıyor, su bedelleri ödenmiyor vs. Fakat Ezgi Ülkü, Türkiye’deki tiyatro mekanlarının kültürel işletmenin gereklerini yerine getirebilecek binaları ve alt yapıları olmadığını gösteriyor. Ayrıca bağımsız tiyatroların tüm bunların ötesinde aciliyetle nakdi yardımlar almaya ihtiyaçları var ve -Kültür Bakanlığı Fonu konusunda getirilecek değişiklikler de dahil olmak üzere- böyle bir ihtiyacı karşılayacak güçte destekler verilmeyecek gibi görünüyor.

Tüm bu tabloyu değerlendirdiğimizde, geçici, sorunları maskeleyici yahut günü kurtaracak çözümler yerine köklü çözümler geliştirmemizin gerektiği, bizi koruyacak bir tiyatro yasasına ve bir meslek birliğine sahip olmamız gerektiği çok açık. 

Yeni Dijital Tiyatro Üretimleri

Haziran ayı içerisinde çeşitli sanatçılar dijital üretimler yapmaya devam ettiler. Bu bölümde ön plana çıkaracağımız üretimler, seyirciyi de işin içine katan üretimler.

Onur Karaoğlu’nun karantina günlerinde gerçekleştirdiği yeni üretimi Altyazıları Yüksek Sesle Oku isimli 13 bölümlük video diyalog serisi, A Corner in the World tarafından günlük olarak yayınlanmaya başlandı

Map to Utopia

Oyuncu ve yönetmen Mark Levitas ile yazar, dramaturg Ceren Ercan’ın kurdukları Platform Tiyatro tarafından gerçekleştirilecek olan dijital tiyatro oyunu Map to Utopia, 30-31 Mayıs tarihlerinde izleyici ile buluştu. Bu tür üretimler bir ölçüde seyirciyi de işin içine katan ya da bir şekilde interaksiyon içeren farklı formlar öneriyor. Bu tür denemeleri takip etmek bilhassa önerdikleri form, buluş açısından önemli; muhtemelen bu tür denemeler, birbirine fikir vererek ilerleyecek, olgun örneklerini de ortaya çıkaracaktır.

‘Dümbüllü’nün Kavuğu Kime Verilecek?’ Tartışması

Son olarak, “Dümbüllü’nün kavuğu bir kadına verilsin” başlığı ile açılan kampanya özellikle sosyal medyada epey tartışma yarattı. Tartışmanın ortaya çıkardığı en önemli boyut, kavuğun kime verileceği ötesinde, tartışmalardaki toplumsal cinsiyete bağlı önyargıların, hiyerarşi algısının gösterdikleri oldu.

Kavuk, change.org kampanyasının çıkışı itibariyle savunduğu gibi, temaşa sanatına ciddi emeği geçmiş kadınlara elbette geçebilir. Hatta sembolik olarak bile olsa, erkekten erkeğe devredilen bir düzen olan bu kısır döngüyü kırmak için kavuk bir kadına verilebilir ve bundan sonra bu tür konularda toplumsal cinsiyete dayalı bir ayrımcılık yapılmaz. Ayrıca kavuğun geleneksel olarak “usta çırak ilişkisiyle” bir sonraki kişiye geçtiğini hatırlamakta fayda var. Fakat, belki de o usta çırak ilişkisi/geleneği zayıfladığı için, tartışmanın ‘kavuğun’ hangi adap ve usul üzerinden aktarılacağı, alan kişide ne kadar kalacağı gibi noktalara gelemediğini belirtmek gerekiyor.