29 Nisan-15 Mayıs 2021 döneminde kültür-sanat alanındaki gelişmeleri pandemi koşullarında sanat, baskı-sansür-hak ihlalleri, ekoloji ve sanat, dijital ve sanat başlıkları altında değerlendirdik. İlgili haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.

 

Pandemi Koşullarında Sanat

 

Kültür-sanat gündem tartışmasını yaptığımız bu tarih aralığı Türkiye’de tam kapanma tedbirlerinin alındığı döneme denk geldi ve tam kapanma birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Zira İçişleri Bakanlığı’nın yayımladığı genelgede çok sayıda iş kolu kapsam dışı bırakıldı ve bu gerçek anlamda tam kapanma manasına gelmiyordu. Bu süreçte kültür-sanat alanı için nefes almayı sağlayacak herhangi bir destek, hibe paketi açıklanmadı. Pandemiden önce var olan ve pandemi ile birlikte belirginleşen sektörel sorunlar bu dönemde daha da derinleşti. IMF tarafından yayımlanan rapor da Türkiye’nin vatandaşlarına en az yardım yapan 2 ülkeden birisi olduğunu ortaya koydu.

 

Pandeminin de etkisiyle ekonomik olarak ayakta durmakta zorlanan özel tiyatrolar bir bir kapanmaya başladı. Kadıköy Theatron da pandemi nedeniyle sahnesini kapatmak zorunda kaldığını duyurdu. Tam kapanma sürecinde kültür-sanat kurumlarının akıbeti düşünülmezken; iktidara yakınlığıyla bilinen inşaat şirketlerinden Kolin İnşaat’a 36 kez, Cengiz İnşaat’a 30 kez, Makyol İnşaat’a 24 kez, Limak İnşaat’a 19 kez, Kalyon İnşaat’a 19 kez olmak üzere toplam 128 kez yapılan vergi indirimi tiyatrolara bir kez bile yapılmadı. Süreç bu şekilde devam ederken Kültür ve Turizm Bakanı hükümetin kültür-sanatla ilgili değil turizmle ilgili hedeflerini açıkladı.

 

Özel tiyatroların desteklenmesiyle ilgili yönetmelik değişikliği tiyatrocular arasında birçok tartışmaya neden oldu. Pandemi sürecinde yüzlerce özel tiyatronun hayatta kalma mücadelesine bir yanıt verilmezken, bu tiyatroların desteklerden faydalanması da zorlaştırıldı. Yeni yönetmeliği değerlendiren Bağımsız Tiyatrolar Birliği Başkanı Kımız Bozkır, yeni düzenlemeyle şirketleşmeyen tiyatroların destek alma imkanının tamamen ortadan kalktığını söyledi. “Şirketleşme”yi odağına alan bu anlayışla Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca; kayıtsız çalışma konusunda ve amatör tiyatro faaliyeti yürüten gruplarla ilgili herhangi bir adım atılmadı. Şirket vasfı olmayan tiyatro toplulukları göz ardı edildi. Özel tiyatrolara destek yönetmeliğinde yapılan değişiklikler sonrasında gelen eleştiriler üzerine Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi, değişikliğin, Kültür Bakanlığı’nın tiyatrocular ile görüşüp ortak akıl geliştirilerek gerçekleştiğini savundu. Tiyatrocular arasındaki bu fikir ayrılığının tiyatroların geleceğine dair bütüncül bir yaklaşımın önüne geçtiği, tiyatroların sürdürülebilirliği için gerekli ve örgütlü bir tavrın oluşmasını engellediği söylenebilir.

 

Bu dönemde müzik alanında da durum çok farklı değil. İktidar, yerel yönetimler ve meslek birliklerini müzisyenlerin hak kayıplarıyla ilgili yeterince çözüm üretmedi.  Kültür ve Turizm Bakanlığı “Müzik Susmasın” diyerek başlattığı destek kapsamında müzisyenlere Mayıs ayında da 1000’er lira dağıtılacağını duyurdu. Yapılan bu desteğin pandemi boyunca olduğu gibi tam kapanma döneminde de müzisyenlerin yaşadığı sektörel ve ekonomik sorunları çözemediği açık bir gerçek. Öte yandan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu tarafından duyurulan ve başvuruları 28 Mart 2021’de başlayan İstanbul Bir Sahne projesine başvurular 4 Nisan 2021’de sona ermişti. Bu tarihten bugüne dek, müzisyenlerin İstanbul’un farklı yerlerinde müziklerini icra etmelerini ve karşılığında ekonomik gelir elde etmelerini hedefleyen bu projenin hayata geçirilmesiyle ilgili herhangi bir gelişme yaşanmadı. Müzik Yorumcuları Meslek Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Burhan Şeşen’in kaleme aldığı yazı müzisyenlerin sorunlarının tespiti konusunda yeterli olsa da sorunların nasıl çözüleceği konusunda birçok eksik barındırıyor.

 

 

Bütün bu gelişmeler yaşanırken müzisyenler kendi aralarında dayanışma örgütleyerek çıkış yolları aradılar. Kayıt dışı çalışma sorununun önüne geçmek, müzik sektörü içerisinde çalışan tüm gruplara yönelik veri toplamak için Merve Eryürük tarafından Müzik Platformu kuruldu. The Planner Co’nun sosyal girişimi “Evimiz Sahneniz”, salgında işsiz kalan müzisyenlerin karantinada evinden çıkamayan müzikseverlere Zoom üzerinden konser vermesine imkân sağladı. Planlamasını The Planner Co’nun üstlendiği bu oluşum kar amacı gütmüyor, müzikseverden gelen para doğrudan müzisyene gidiyor. Peyk Grubu üyelerinden İrfan Alış’ın destekleriyle kurulan Olta Dayanışma projesi 7. albümünü yayımladı. Olta Dayanışma, yalnızca maddi bir dayanışma yerine müzisyenlerin üretmelerini de teşvik eden bir noktada durmasıyla önemli bir proje. Örneğin beste yapan bir müzisyen bunu icra edecek bir orkestraya, bir enstrümancı enstrümanını icra edecek bir alana, tüm altyapıları kaydedilmiş bir şarkı için bir vokale, ses mühendisine vs. ulaşabiliyor. Böylece proje, hem müzisyenler arasındaki dayanışmayı güçlendiriyor hem de yeni ilişkiler kurulmasını sağlıyor. Sosyal medyada ise Yıldız Tilbe bir akım başlattığını duyurarak Tarkan’ın “Kış Güneşi” şarkısını seslendirdi ve Tarkan’a akıma katılması için çağrıda bulundu. Tarkan ise bu çağrıyı reddetti. Akımın hangi amaçla başlatıldığı, müzisyenlerle bir dayanışma amacı içerip içermediği ise bilinmiyor. Sonrasında Tarkan’a yönelik eleştirilerle birlikte tartışmanın veçhesi değişti. Milliyet gazetesi yazarı Ali Eyüboğlu, “Tarkan ve Sezen Aksu’nun da aralarında bulunduğu MSG (Musiki Eseri Sahipleri Grubu Meslek Birliği) üyesi bazı sanatçılar, 2020 yılında paylarına düşen telif gelirlerini almayıp, pandemi sürecinde işsiz kalan müzisyenlere dağıtılmasını istedi. Bu sanatçıların MSG’den bir isteği vardı, o da bu operasyonun gizli tutulması.” şeklinde bir açıklama yaptı. Böylece piyasa içerisinde önemli konumlarda bulunan ve ekonomik gelirleri hayli yüksek olan sanatçıların dayanışmadan azade, üstenci sayılabilecek bir yaklaşımla müzisyenlere yardım ettikleri ortaya çıktı. Yardım jestleri tekil olarak bazı müzisyenlerin hayatlarına dokunmuş olsa da yapılan yardımların sadaka/zekat benzeri bir anlayışla gizli tutulması meselenin politik tarafının göz ardı edilmesine neden oluyor. Piyasadaki konumları itibarıyla kamuoyunu sorunların çözümü noktasında harekete geçirme gücüne sahip bu aktörler, var olan sistemde önemli değişiklikler yaratabilecek, gelir adaletsizliği, telif hakları, kayıtsız çalışma gibi temel sorunların çözülmesine katkı sunabilecek bir aksiyon almadılar.

 

Bu süreçte ülke genelinde her alanda ihmal edilen pandemi önlemleri kültür-sanat alanında da belirgin olarak gözlemlendi. İletişim Başkanlığı tarafından hazırlatılan ve 15 Temmuz darbe girişimini konu alan filmin setinde alınan önlemlerin yetersizliği sebebiyle oyuncular virüse yakalandı. Film seti için bir ajans tarafından Ankara’dan Kayseri’ye götürülen oyunculardan biri içinde bulundukları durumu şu cümlelerle anlattı: “Covid testi sonuçlarımız saatler sonra çıktı ve biz covid testi sonrasında 800 kişi izdiham gibi bir aradaydık. Biz şu anda 8 arkadaş Kayseri Melikgazi Yurt Müdürlüğü KYK’da karantina altındayız. Ajans tarafından hiçbir şekilde yardım yapılmadı. Kendileri bize yardım yapıldığını söylüyor ama bize hiçbir şekilde yardım yapılmadı.” İhmaller bu şekilde sürerken Türkiye’de kültür-sanat alanında çalışma yapan gruplardan da aşı ile ilgili talepler yükseliyor. Devlet Opera ve Balesi bünyesinde çalışan orkestra sanatçıları covid-19 aşısı olmadan ve uygun koşullar sağlanmadan provaya çağrıldı. Bunun üzerine orkestra üyeleri aşı taleplerini yinelediler. Oyuncu Farah Zeynep Abdullah, dizi setlerinde çalışan emekçilerin aşılanması için Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya çağrıda bulunarak, “Daha önce Oyuncular Sendikası 2 kez aşı için başvurmasına rağmen hiç bir cevap alınamadı, set emekçilerinin sağlığı için lütfen bir adım atılsın” şeklinde bir paylaşım yaptı.

 

Baskı, Sansür ve Hak İhlalleri

 

Sanatta ifade özgürlüğü ihlâllerini 89 ülkeden örneklerle inceleyen Freemuse Sanatsal Özgürlüğün Durumu 2021 (The State of Artistic Freedom 2021) raporu yayımlandı. Rapor, çok sayıda sanatçının süreçte işini kaybettiğini ve finansal açıdan oldukça belirsiz bir sürece itilen sanatçıların ve kültür emekçilerinin durumunun iç açıcı olmadığını vurguluyor. Raporun Türkiye bölümünde, hak ihlâllerine dair üç önemli bulgu şu şekilde belirtiliyor: “Hükümet yetkilileri Türkiye’de sanatsal ifade özgürlüğünün uygulanmasındaki en büyük engel olmaya devam etti. Yetkililer, Freemuse Un 2020 yılında gerçekleştiğini tespit ettiği tüm ihlâllerin yüzde 90’ının sorumlusuydu. Özellikle Kürt sanatçılar ve kültür merkezleri, devlet otoritelerini tarafından hedef gösterilerek savunmasızlaştırıldı. Belgelenen hak ihlâllerinin yarısından fazlasında, sınırları belirsiz olarak çizilmiş terörle mücadele kanununun ve Cumhurbaşkanına yönelik suç sayılan hakaretlerin temel alındığı görüldü.”

 

Kamuoyunda Sosyal Medya Yasası olarak bilinen 7253 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra sosyal ağ sağlayıcılara belirli yükümlülükler getirildi. Kanun teklifinde kişilik haklarının ve özel hayatın gizliliğinin korunması amacıyla, devletlerle birlikte sosyal ağ platformlarının da yasa dışı içerikle mücadelede sorumluluk üstlenmesi ihtiyacı gerekçe olarak gösterildi. RTÜK tarafından ihtarname gönderilen Spotify ise lisans başvurusunda bulundu. Uluslararası müzik platformu Spotify’ın başvurusunu değerlendiren RTÜK, aldığı kararla kuruluşa lisans verdi. Spotify RTÜK’ten aldığı isteğe bağlı yayıncılık lisansıyla 10 yıl süreyle Türkiye’de faaliyetlerini sürdürebilecek. Ayrıca Spotify Türkiye’de Mart 2021’de biri yayın diğeri pazarlama alanında faaliyet yürütecek olan iki farklı şirket kurduğunu açıklamıştı. Bu sürecin ardından RTÜK başkanı yaptığı açıklamada “Spotify artık 6112 sayılı kanunda açıkça belirtilen yayıncılık ilkelerine uymak zorunda. Bunun dışında yayın yaparlarsa RTÜK olarak gerekeni yaparız. Bu tarz platformların lisans almasındaki en büyük yararlardan biri de hukuki ve mali sorumluluk altına girmeleridir. Türkiye’ye vergi ödeyecekler. Lisans sahibi olmadan önce vergi ödemesinden kaçıyorlardı, şimdi bunun da önüne geçilmiş oldu. Gerekli durumlarda yasal muhatap bulunduracaklar. Ülkemizde temsilcilik açmaları yine son derece önemli bir nokta.” dedi. Bu açıklama sosyal medya kullanıcıları tarafından Spotify’da yayımlanan içeriklere olası bir müdahale olarak algılandı. RTÜK başkanının bir gözdağı olarak değerlendirilebilecek açıklamasının söz ve müzik üreticileri üzerinde bir baskı yaratıp yaratmayacağını, Spotify’ın bu konuda içerik üreticilerine yönelik hamle alıp almayacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz.

İktidar tarafından oluşturulan bu baskı ortamı bir yana Spotify’ın içerik üreticileri için nasıl bir sistem öngördüğü de büyük bir soru işareti. Bu konuda Özge Denizci’nin yazısını inceleyebilirsiniz. Pandemiyle birlikte gittikçe derinleşen adaletsizlikler sürecinde müzik sektörü bir de stream müzik dinleme platformlarının adaletsizliğiyle mücadele etmek zorunda kalıyor. Mart 2021’de dünyanın 31 ülkesindeki müzisyenler Spotify’ın adaletsizliğini protesto etmek amacıyla bulundukları ülkelerdeki Spotify ofislerinin önüne gidip basın açıklaması ve gösteri yaptılar. Öte yandan Spotify’ın içerik üreticilerine yönelik adaletsiz sistemi, hem şarkıların içeriğini ve formunu hem de dinleme alışkanlığını etkiliyor. Bir parça, ancak 30 saniyenin üzerinde dinlenildiğinde müzisyen için ekonomik bir getiri sağlıyor. İlk 30 saniye kuralı, müzisyenlerde dinleyiciyi tutabilme kaygısı oluşturuyor ve müzisyenler üretimlerini buna göre şekillendiriyor. Bu noktada müzisyenler hem devlet tarafından uygulanan sansür ve baskılardan hem de Spotify’ın kendi içindeki piyasa koşullarından etkileniyor.

 

Tam kapanma döneminde hak ve özgürlüklere müdahale eden kararlar birçok alanda devam etti. Örneğin, İl Hıfzıssıhha Kurulları tarafından alkol yasağını içeren kararlar alındı. Getirilmeye çalışılan alkol yasağının hukuksuzluğunu ortaya koyan çok sayıda yazı kaleme alındı. Yasağa karşı sosyal medyadan da çok sayıda tepki yükseldi. Duman, Mor ve Ötesi, Yüksek Sadakat, Moğollar, Hayko Cepkin gibi müzisyenler de sosyal medyada başlayan akıma şarkı sözlerini paylaşarak destek oldular.

 

Baskı, sansür ve ihlâllerin bu denli sık yaşandığı bir dönemde Yahudi karşıtı skeçleriyle Fransa’da çok kez yargılanan ve mahkum olan komedyen M’bala, Erdoğan’a mektup yazarak siyasi sığınma talebinde bulundu.

 

Ekoloji ve Sanat

Dünya ölçeğinde iklim krizine dair yaşanan önemli gelişmelerden biri ABD Başkanı Biden’ın Paris İklim Anlaşması’na dönme kararı sonrasında katıldığı zirvenin açılışında yaptığı konuşmada, önümüzdeki 10 yılın kritik önem taşıdığını açıklaması oldu. Adım atılmadığı takdirde 10 yıl sonra dünyanın dönüşü olmayan noktaya ulaştığı çeşitli bilim insanlarınca savunuluyor. Öte yandan geçen yıl pandemi etkisiyle yüzde 6’lık rekor düşüş yaşayan karbon emisyonlarının, -pandeminin etkisinin zayıflamasıyla birlikte- bu yıl tarihteki en büyük ikinci artışını yaşaması bekleniyor. Makro düzeyde bu gelişmeler yaşanırken, kültür-sanat dünyasından da iklim kriziyle ilgili bazı adımlar geliyor. Özellikle müzik sektöründe büyük konserler, çok miktarda uçak kullanımı ve aralıksız turnelerin ekolojik dengeye yaptığı tahribat tartışmaya açıldı. Hem konserler sırasında, hem de konserlerin hazırlanması sürecinde yapılan tüketimin çevreye verdiği zarar gündeme getiriliyor ve pandemi sonrası dünya yeniden açılırken kültür endüstrisinin kendisini yeniden şekillendirip şekillendiremeyeceği tartışılıyor. İKSV’nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı Ekolojik Dönüşüm İçin Kültür-Sanat Raporu’nda kültür-sanat dünyasının bileşenlerinin kendi pratiklerini sürdürülebilir olma yönünde dönüştürebileceği, karbon izini azaltabileceği, bu yönde politikalar için ortak ses çıkarabileceği ifade ediliyor. Öte yandan bu rapora değer vermekle birlikte bazı eleştiriler de ortaya çıktı. E-skop ta yayınlanan bir yazıda rapora dair şu eleştirel sorular soruluyor: “Peki bu rapor, sanat ve ekoloji bağlamında gayet aşina olduğumuz yaklaşımların, Birleşmiş Milletler vb. örgütlenmelerin yayınladığı bildiri ve protokollerin çerçevelediği güvenli bölgenin ötesinde bize bir şey söylüyor mu? Eksik olduğunu tespit ettiği ekolojik çerçeveyi, nasıl bir dönüşüm perspektifinden kuruyor?”

Ekoloji, Gastroloji ve Tarım alanlarında çalışanlara bir misafirperverlik projesi olan Konukevi; Bahar 21 döneminde, halen Ankara Üniversitesi Tiyatro bölümünde doktora çalışmasını sürdüren Eylem Ejder‘i ağırladı. Eylem Ejder 4 Mayıs günü Geri Dönüşüm Dramaturjileri: “Ekolojik Düşünüş Olarak Tiyatro” adlı bir sunum gerçekleştirdi. Bu sunumda Ejder, sanat dünyasının ekolojik meseleleri ele alan ve aynı zamanda ekolojik duyarlılıkla üretilen (üretim aşamasında az tüketim yaparak, minimal dekor, kostüm kullanımıyla, vb.) çalışmalar yapmasının önemine işaret etti. Bunun yanı sıra dramatik çalışmalar yaparken tarihle kurduğumuz ilişkide de “geri-dönüşüm dramaturjisi” dediği bir kavramı gündeme getirdi. Burada kastettiği kavram, tarihi yeniden üretmek, yüzleşmek, tarihe tüketimci değil yeniden üreten bir perspektif geliştirmek, bugüne dair sonuçlar çıkarmak şeklinde özetlenebilir.

Bu dönemde ekoloji ile ilgili Türkiye’de yaşanan tartışmalardan en çok ses getireni İkizdere’de yaşanan direniş oldu. Yöre halkının İkizdere’de kurulması planlanan ve doğal yaşama ciddi zarar vereceği öngörülen taş ocağına karşı direnişi sürerken sanat dünyasından da bazı karşı çıkışlar geldi. Tarkan “mücadelenizde yanınızdayım” derken, İsmail Hakkı Demircioğlu İkizdere halkına bir destek türküsü yazdı. Ayrıca Fındıklı Belediyesi Kadın Korosu da İkizdere’ye giderek Kardeş Türküler’den “Tencere Tava Havası” şarkısını seslendirdi.

Dijital Olan ve Sanat İlişkisi

Pandemi döneminde yoğun bir biçimde dijitalleşen hayat sanat alanında da etkisini göstermeye devam ediyor. Ele aldığımız dönemde de bu konuyla ilgili haberler sık sık gündeme geldi. Sanatçılar ve akademisyenler arasında dijital dünya ile sanatsal pratiklerin buluşması olgusu giderek daha fazla tartışılmaya başlandı. Ağırlıklı kanı pandemi döneminde zorunlu bir biçimde ağırlık kazanan dijital çalışmaların pandemi sonrası dönemde de etkisini sürdüreceği, dijital ile canlı olanın, eskisine göre daha fazla iç içe geçeceği hibrid üretim biçimlerinin gündeme geleceği yönünde. Konvansiyonel olarak sahne üzerinde yapılan, seyircinin de oyun mekânında bulunduğu “şimdi ve burada” deneyimini barındıran geleneksel tiyatro söz konusu olduğunda dijital tiyatro kapsamına giren çalışmaların geleneksel anlamda tiyatroyu öldüreceği yönündeki tereddütlerin ise çok yerinde olduğu söylenemez. Bu dönemde konuyla ilgili çeşitli makale ve söyleşiler Mimesis Portal’de paylaşılmıştır. Dijital ve Tiyatro İlişkisi Üzerine yazısı,  Şule Ateş söyleşisi gibi).

Öte yandan dijital dünyanın daha fazla gündeme gelmesiyle birlikte hem üretim biçimlerinde ve üretilen içerikte yarattığı değişim, hem de sanat yapıtının alımlayıcı ile buluşmasında yaşanan sıkıntılar (örneğin Spotify gibi mecraların müzik üretiminin ve tüketiminin niteliğini belirlemesi) sanatçılar arasında tartışmalara neden oluyor ve olmaya devam edecek.

Bu dönemde festivallerin de dijital ortama taşındığı yönünde haberler gündeme geldi. Pandemi nedeniyle 2 sene iptal edilen dünyanın en büyük festivallerinden Glastonbury Festivalinin, 22 Mayıs’ta özel bir canlı yayın yapacağı duyuruldu. Ayrıca Kadıköy Emek Tiyatrosu Nun düzenlediği üniversiteler arası festival de bu sene dijitale taşınan etkinliklerden.

Dijital dünya sanat alanının yanı sıra hak savunuculuğu ve ifade özgürlüğü alanında da hem yeni olanaklar açıyor hem de bir mücadele alanı olarak ortaya çıkıyor. Susma24 sitesinde çıkan “Sanatta dijital bilgi aktivizmine neden ihtiyaç var?” başlıklı yazıda Türkiye’de kamusal alanın daralmasının alternatif savunuculuk yöntemlerini gerektirdiğine vurgu yapıyor ve pandemi koşullarında çevrimiçi aktivizmin daha da önemli hale geldiğini vuruluyor.

Bu dönemde dijital aktivizm olarak adlandırılabilecek bir eylem hiç beklenmedik bir yerden geldi. Yıllardır hükümete destek veren bir organize suç örgütü lideri olarak tanınan ve bir süredir hükümetin belli kanatlarıyla yaşadığı çıkar çatışması sonucunda yurtdışında yaşayan Sedat Peker “bir tripod ve bir kamera” kullanarak son yıllarda Türkiye’de yaşanan kanunsuzlukların ve kirli ilişkilerin dökümünü yapmaya başladı. Ve yayınları büyük ilgi gördü. Dijital medyanın nasıl “verimli” kullanılabileceğine dair olumlu bir örnek sunan Sedat Peker’in videoları hem teatral performatif karakterleri açısından gündeme alınmayı hak ediyor, hem de (bu haberde konu edilen 3. konuşmasının içeriği nedeniyle) televizyon sektörü – devlet – mafya arasındaki ilişkiler ağını açığa çıkartması açısından bir değer taşıyor. Sedat Peker’in videoları ileride de üzerinde çok tartışılacak bir gündem başlığı olacak gibi duruyor.