30 Aralık-15 Ocak tarihleri arasındaki kültür-sanat haberleri üzerine gerçekleştirilen bu değerlendirmede hem genel çerçevesiyle 2021 yılında kültür-sanat alanının içinde bulunduğu durum hem de yeni yıla girerken bu alana dönük olarak, etkileri katlanarak artan derin ekonomik kriz, baskı ve sansür politikaları ele alınıyor.
2021’den 2022’ye Kültür-Sanatta Varoluş Mücadeleleri
2021 yılı bütün dünyada olduğu kadar Türkiye’de de tüm kesimler için özellikle de kültür-sanat alanında var olmaya çalışan sanatçılar, sahne-üstü, sahne-arkası emekçileri, bağımsız topluluklar, kurumlar ve mekânlar için oldukça zorlu süreçlere sahne oldu.
Pandemi koşullarına özgü sorunlar bir yana, devlet politikalarının kültür-sanat alanına duyarsızlığı, güvencesizlik, yalnızlaşma, yok sayılma, pandemi kısıtlamalarının bir baskı ve sansür aracı olarak da kullanılması gibi etkenler kültür-sanat insanlarını büyük bir yıkımla karşı karşıya bıraktı. Kapısına kilit vurulan sahneler, mesleğini bırakmak, enstrümanlarını satmak zorunda kalan sanatçılar, basılamayan kitaplar, üretim hayatına son veren kültür yayınları… derken art arda gelen müzisyen intiharları haberleriyle sarsılan kültür-sanat dünyası hem devlet kaynaklı ayrımcılıkla hem de içinde bulunduğu örgütsüzlüğün sonuçlarıyla daha derin bir yüzleşme yaşamak zorunda kaldı.
Pandemi nedeniyle başlatılan uzun süreli sokağa çıkma yasaklarında, zaten güvenceden, sigortadan ve düzenli gelirden yoksun olan kesimlere devlet bir yılda yalnızca dört ay boyunca yaptığı biner liralık yardım dışında bir destek sağlamadı. Bu desteğe de sınırlı sayıda sanatçı ulaşabildi. Tiyatrolar salgında en çok zarar gören sektörlerin başında geldi. Yıl içinde Bakanlık, “Dijital Tiyatro” ve “Tiyatrolarımız DT Sahnelerinde” projeleri kapsamında 451 özel tiyatroya destek sağlayacağını açıkladı. Ancak demokratik ve eşitlikçi ilkeler gözetilmeden dağıtılan bu desteklerden 44 tiyatro topluluğu muaf tutuldu. Bu sanat grupları içinden örneğin Moda Sahnesi “örf ve âdete uygun olmadıkları” iddiasıyla herhangi bir destek alamadı. Yıllardır Kültür Bakanlığı’ndan destek alamayan ve şeffaflık ilkesinin işletilmesi talebiyle bu konuda Bakanlığa dava açmayı sürdüren BGST Tiyatro da bu topluluklar arasında yer alıyordu. Söz konusu destekler konusunda, bir tiyatroya bağlı olmadan serbest çalışan oyuncular içinse herhangi bir açıklama yapılmadı.
31 Mayıs’ta paylaşılan kademeli normalleşme kararlarında ise kültür-sanat alanı yine görmezden gelindi. Cumhurbaşkanı Erdoğan kahvehane, kafe, pastane, çay bahçesi, restoran, spor salonu, lunapark gibi mekânların açılacağını duyurdu. Ancak kültür merkezleri, konser alanları, tiyatro salonları, açık hava tiyatroları ve eğlence mekânlarına ilişkin bir açıklamada bulunmadı. Aylardır faaliyetlerine izin verilmeyen bu mekânların yine kapalı kalacak olması kurumların, sanatçıların ve meslek örgütlerinin tepkisine neden oldu.
Sokağa çıkma yasakları adı altında toplumsal gösteriler ertelendi, basın açıklamaları yasaklandı. Bununla birlikte kongre, düğün ve cenaze törenleri gibi toplaşmalar organize edildi. Yasakları koyanların kendilerinin bu yasaklara uymadıkları görüldü. Yüzlerce holdingin milyonlarca liralık vergi borcu silinirken işçi, emekçi, esnaf ve sanatçılar bekledikleri vergi indirimi ve destekleri alamadı. 15 aylık bir işsizlik sürecinin sonunda kültür-sanat çalışanlarının yaz döneminde açık hava etkinlikleri yapabileceği yönünde bir beklenti ortaya çıkmıştı ancak 22.00 sonrası sokağa çıkma yasağının devam etmesi etkinlik beklentilerinin önüne geçti.
1 Temmuz’da uygulanmaya başlanan, yasakların tamamen kaldırılması kararında ise müzik sektörü yine dışarıda bırakıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pandemi tedbirleri kapsamında “kusura bakmasınlar” diyerek duyurduğu 24.00’ten sonra müzik yasağı kararı, başta müzisyenler olmak üzere birçok kesimin tepkisini çekti. Sosyal medyada #kusurabakıyoruz etiketi birinci sıraya oturdu.
2021’den 2022’ye geçerken “Gürültü Yönetmeliği”nde yapılan bir değişiklik ise müzik ve eğlence sektörüne dönük ayrımcılığı daha da derinleştirecek gibi görünüyor. Buna göre; konut, hastane, yurt, bakımevi gibi “çok hassas alan” olarak tanımlanan bölgelerdeki tüm eğlence merkezlerinin tamamen kapalı hale getirilmesi; otel, dini tesis ve okul gibi “hassas alan” bölgelerindeki söz konusu eğlence merkezlerinde 24.00’ten sonra canlı müzik yayının yasaklanması öngörülüyor. Bu yeni yasaklarla birlikte “çok hassas kullanım alanları” yanında herhangi bir konser, festival, gösteri, etkinlik ya da açık hava faaliyeti yapılamayacak. Ne yazık ki bu ağır kararın yalnızca kültür-sanat dünyasına dönük olmadığını, aynı zamanda tüm toplumun sanata ulaşma, sanatla buluşma ve kendini kültür-sanatla ifade etme hakkını da ihlâl anlamına geldiğini söylemek hiç zor değil.
Pandemi, sokağa çıkma yasakları, kararnameler, saat kısıtlamalarıyla dar bir alana sıkıştırılan kültür-sanat faaliyetlerini şu günlerde ülke ekonomisindeki dalgalanmalar, kur artışları ve fakirleşme sarsmaya devam ediyor:
Büyük oranda yurtdışından ithal edilen müzik aletleri fiyatlarındaki dolara endeksli artış müzisyenleri, stüdyoları ve müzik mağazalarını, müzik faaliyetlerini yürütemez, enstrüman satamaz bir noktaya getirdi.
Güzel Sanatlar -resim, heykel, seramik, cam- alanında çalışmalar yürüten sanatçılar ise üretim malzemelerini alamaz hale geldi. Zaten güvencesiz şekilde ve kısıtlı gelirlerle hayatını idame ettiren bu sanatçılar hiçbir devlet desteğinden yararlanamadıkları gibi, küçük galerilerin kapanmasıyla birlikte eserlerini alıcısına ulaştırabilecekleri sınırlı kanallardan da mahrum kaldılar.
2022’ye girdiğimiz şu günlerde “ciddi bir gelecek endişesi” içinde olduğunu ifade eden bir diğer kesim de yayıncılardı. Türkiye Yayıncılar Birliği, yayıncılık kültürünün, tarihinde görülmemiş bir tehditle karşı karşıya olduğunu belirtti ve derinleşen ekonomik kriz ve artan döviz kuru sebebiyle zorlu bir dönemin içerisine giren yayıncılığın geleceğine dair kamuoyuna acil bir eylem planı duyurdu: Devlet desteği talebi, korsanla mücadele, hammaddede dışa bağımlılıktan kurtulma, e-ticaretteki yıkıcı indirimlerin engellenmesi, sansürün ortadan kaldırılması ve Muzır Kurulu’nun yeniden tanımlanması, kütüphanelere destek sağlanması, vergi ve sigorta muafiyeti gibi talepleri içeren bu planın devlet nezdinde nasıl bir karşılık bulacağını şimdiden söylemek zor. Fakat Yayıncılar Birliği’nin de ifade ettiği gibi yayıncılığı, okuma-yazma kültürünü, aydınlanma faaliyetlerini içeren çok büyük bir ekosistem söz konusu ve bu ekosistemde meydana gelen hasarların tüm toplumu derinden etkileyeceği de aşikâr.
Ekonomik krizin olumsuz şekilde etkilemeye devam ettiği kültür-sanat alanlarından bir diğeri ise sinema. Pandemi boyunca herhangi bir sağlık önlemi olmaksızın uzun saatler boyunca setlerde çalışmak zorunda bırakılan sinema/TV emekçileri de güvencesiz çalışma şartlarının olduğu, örgütlenme ve toplu sözleşmenin gerçekleştirilemediği sinema sektöründe hayatlarını devam ettirebilmek için çözüm yolları arayışına giriyor. Toplu iş sözleşmesi bulunmayan ve yıllardır ağır çalışma şartları ve sömürülere maruz kalan sinema emekçileri Sinema Televizyon Sendikası aracılığıyla ücretlerinde iyileştirme taleplerini işverenlere duyurdu ve yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını ifade etti.
Bu genel tabloya bakıldığında kültür-sanat dünyasının, geçtiğimiz yılki pandemi kısıtlamaları, devlet kaynaklı kısıtlamalar ve ekonomik sarsıntılarla mücadelesinin, 2022’de de yeni kısıtlamalar, yeni yasaklar ve ekonomik krizle birlikte daha zorlu bir evreye gireceği söylenebilir. Döviz kurlarındaki keskin yükselişle geçtiğimiz aylarda kendini iyice hissettiren krizin yeni yıldaki artçıları olan zamlar bir yandan halkın geçim sorununu derinleştirirken bir yandan da kültür-sanat alanını daraltmaya devam ediyor. Sanat gruplarının üretim süreçlerine devam edebilmek için bilet fiyatlarını artırmak zorunda kalması seyircinin sanata ulaşımını engelliyor. Bir kez daha devletin ve belediyelerin desteği kritik bir hâl alıyor.
Bu süreçte ekonomik bakımdan daha iyi konumda bulunan ya da belli ortaklıklar/işbirlikleri kurabilen sanat odaklarının varlığını sürdürebildiği, geçim sıkıntısı çeken sanatçıların ise bireysel mücadelelerle acil çözüm arayışlarına yöneldiği görülüyor. Sanat yapma pratiğini tek başına yürütülemeyecek, başka bir geçim kaynağının desteğiyle sürdürülebilecek bir tür “lüks”e dönüştüren böylesi bir süreçte ise örgütlülüğü, dayanışmayı esas alan kültür-sanat oluşumlarına ve birlikteliklerine olan ihtiyaç daha da önem kazanıyor. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi’nin gündeme getirdiği ve özel tiyatroları da kapsayacak bir tiyatro yasasının düzenlenmesi gibi talepleri dile getirecek inisiyatifler, sendikalar, müzisyenleri desteklemek üzere kurulan Olta Dayanışma gibi ağlar, kurumsal düzeyde adı geçen ve daha işlevli hale gelmesi beklenen meslek birlikleri gibi yapıların kültür-sanat alanındaki sorunların uzun erimli çözümü için hayati düzeyde öneme sahip olduğunu düşünüyoruz.
Sansür, Baskı, Protesto ve Yasaklamalar
2022’ye girdiğimiz şu günlerde yine “cumhurbaşkanına hakaret ve Türk milletini aşağılama” suçlamasıyla bir sanatçı hakkında soruşturma yürütülmesine tanık olduk. İlyas Salman’ın sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşım nedeniyle iki yıla kadar hapsi isteniyor. Sanatçıların ifade özgürlüğüne ve sanatsal üretimlerine dönük kısıtlamalar, haklarında açılan davalar geçtiğimiz yıllarda da kültür-sanat alanının ana gündemlerinden birini oluşturuyordu. Genco Erkal, Müjdat Gezen, Metin Akpınar, Levent Üzümcü, Nilüfer Aydan, Berna Laçin gibi tiyatrocular düşünceleri ve hükümete dönük eleştirileri nedeniyle ifade vermeye zorlanmıştı.
2021 yılında sanatçıların ve eserlerinin maruz kaldığı yasaklamaları hatırlatmak istediğimizde ne yazık ki uzun bir listeyle karşılaşıyoruz. İBB’nin sanat etkinliğinde sahnelenen “Ölüm Uykudaydı” oyunu bunlardan yalnızca biri. Hatırlarsanız, Fatih Kaymakamlığı tarafından yasaklanan oyunun kamu güvenliğine uygun bulunmadığı iddiasıyla yasaklandığı duyurulmuştu. Hatay’da “Karahindiba” isimli tiyatro oyunu da Hatay Valiliği tarafından “uygun görülmemiştir” denilerek iptal edildi. Valilikteki işine son verilen oyuncu Sertaç Demir, metinde “testis” sözcüğü geçtiği için oyunun iptal edildiğini söyledi. Facebook ve Instagram, opera sanatçısı Güvenç Dağüstün ile genel yayın yönetmeni Yavuz Pak’ın 6 Ekim’de yayımlanan söyleşisinin ardından, Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nin hesaplarını askıya aldı ve derginin web sitesinden yapılan tüm paylaşımlarını engellemeye başladı. Uygulanan sansürü protesto etmek için #TiyatroSansürlenemez etiketiyle bir destek kampanyası başlatıldı.
Bu süreçten en fazla etkilenen kesimlerden biri de Kürt sanatçılar oldu. Uzun yıllardır Bölge’nin “normali” haline getirilen OHAL koşullarında ağır baskılar altında sanat faaliyetleri yürütmeye çalışan sanatçılar bir de pandemi yasaklarıyla karşı karşıya kaldı. Hâlihazırda müziklerini icra edecek sahne bulmakta zorlanan Kürt müzisyenlerin birçok yerde, pandemi koşulları bahane edilerek konserleri iptal edildi veya yarıda kesildi. 30. yılını kutlamaya hazırlanan Mezopotamya Kültür Merkezi’nin etkinlikleri İstanbul başta olmak üzere birçok ilde yasaklandı. Yine MKM sanatçılarından Veysi Ermiş’e şarkılarındaki ifadeler nedeniyle “örgüt propagandası” iddiasıyla hapis cezası verildi. Mem Ararat’ın Ankara’daki konseri Keçiören Belediyesi tarafından “Kürtçe şarkı söyleneceğini bilmiyorduk” denilerek iptal edildi. HDP’nin İstanbul’daki “Demokrasiye Çağrı” mitinginde sahne alan Bajar grubunun şarkı söylemesi son anda ve gerekçe gösterilmeden yasaklandı. İstiklal Caddesi’nde Kürtçe müzik icra eden müzisyenlerin enstrümanları ellerinden alındı. Suriyeli Arap müzisyen Omar Souleyman “terör örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla gözaltına alındı ve bırakıldı; Hozan Canê sosyal medya paylaşımları ve klipleri gerekçe gösterilerek “örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” iddiasıyla 3 yıl ceza aldı; Kürt sanatçı Brindar Ali “örgüt propagandası yapmak” ve “cumhurbaşkanına hakaret” iddialarıyla tutuklandı. Dersim Belediyesi’nin düzenlediği ‘Tembûr Atölyesi’ kapsamında şehirde olan sanatçılar Mikail Aslan ve Cemil Qoçgîrî’nin Seyit Rıza Meydanı’ndaki dinletileri “pandemi koşulları” gerekçesiyle polis tarafından engellendi.
Kürt tiyatrocuların içinde bulunduğu durum da çok farklı değildi. Mardin Valiliği, Amed Şehir Tiyatrosu’nun Kürtçe “Tartuffe” oyununu “pandemi” gerekçesiyle engelledi. Fatih Kaymakamlığı “Dawiya Dawî’ adlı stand-up gösterimini herhangi bir gerekçe sunmadan engelledi. Mardin’de Avesta Yayınları’nın Kürt tiyatrosuyla ilgili olarak Mîrza Metîn’i konuk ettiği söyleşi polisler tarafından pandemi gerekçesiyle engellendi. Dario Fo’nun Teatra Jiyana Nû tarafından sahnelenen ve izleyiciyle buluşmasına saatler kala İstanbul Gaziosmanpaşa Kaymakamlığı kararıyla yasaklanan “Bêrû: Klakson Borîzan û Birt” adlı oyunuyla ilgili dava sonuçlandı; mahkeme, yürütmenin durdurulması istemiyle açılan davayı reddetti.
Yıl içinde çeşitli ülke gündemlerine dönük açıklamalar yapan popüler sanat isimlerinin de hükümetin ve kimi medya unsurlarının hedefi haline geldiğini gördük. Sosyal medyada sıklıkla eleştirilerini paylaşan Fazıl Say nezdinde tüm muhalif sanatçılara Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “onların mesleği sanat … kalkıp da erken seçimmiş, şu andaki başkanlık sistemi doğru değilmiş, o bizim işimiz. Biz ömrümüzü bu işe verdik. Anlamazsınız bu işten. Piyanistsen piyanonu çal. Bu işlere burnunu sokma” şeklindeki yanıtı bunlardan yalnızca biriydi. Cem Yılmaz, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın tutukluluklarıyla ilgili yorumu sonrasında Devlet Bahçeli’nin danışmanı Yıldıray Çiçek tarafından alenen tehdit edildi.
Hükümetin yaz sonundaki yangın ve sel felaketlerine hazırlıksız yakalanması büyük tepkilere yol açarken, tepkilerini sosyal medya üzerinden dile getiren ve #helpturkey kampanyasına destek veren birçok sanatçı da iktidar tarafından “ülkemizi âciz göstermeye çalışıyorlar” gerekçesiyle hedef tahtasına oturtulmaya çalışıldı. O dönemde eleştirel açıklamalar yapan sanatçılardan biri olan Şahan Gökbakar’ın konuyu takip etmesi ve yakın zamanda Tarım Bakanlığı ile sosyal medya üzerinden tartışmaya girmesi dikkat çekti. Gökbakar gibi ülke gündemiyle ilişkili görünmeyen kimi sanatçıların son gelişmelerle birlikte bu eleştirel tavırlar üzerinden kendilerini daha görünür kılmaya başladığı söylenebilir.
Yakın dönemde zirveye ulaşan ekonomik kriz yine sanatçıların farklı düzeylerde tepki gösterdiği gündemlerden biriydi. Hülya Avşar’ın “gerekirse simit yenecek” çıkışıyla daha da yükselen tansiyon sanat cephesi içindeki tartışmaların ve hükümete yöneltilen eleştirilerin dozunu artırdı. Şu günlerde kimi sanatçılar son çare olarak sosyal medya hesaplarından evlerine gelen faturalardaki yüksek meblağları paylaşmaya başladı.
İçinde bulunduğumuz bu dönemin can yakıcı gündemlerinden biri de kadın cinayetleri ve artan intiharlardı. Birçok kadın sanatçı İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya devam etti. Batman’da İpek Er’e cinsel saldırıda bulunarak intihar etmesine neden olan uzman çavuş Musa Orhan aleyhindeki paylaşımları nedeniyle, hakkında dava açılan ve cezaya çarptırılan Ezgi Mola’ya sanatçılar ve sosyal medya kullanıcıları birçok destek mesajı gönderdi. Yakın zamanda Elazığ’daki bir cemaat yurdunda maruz kaldığı baskıları anlatıp yaşamına son veren Enes Kara için Tarkan’ın, “gençlerin özgür iradelerine, istek ve seçimlerine saygı duyulması” yönündeki sağduyu çağrısı ise bu yılın dikkat çeken ilk açıklamalarından biri oldu.
2021’in Ocak ayı başında Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun hukuksuz bir biçimde rektör olarak atanması ve ardından başlayıp hâlen devam eden protestolar ülkenin sürekli gündemlerinden biriydi. Süreç içerisinde Bulu görevden alındı, yerine Bulu’nun yardımcılığı görevini kabul ettiği için zaten tepki görmekte olan Naci İnci atandı. Eylemler ise devam etti. Bu eylemlere Boğaziçi mezunu sanatçılar da destek verdiler. Hatta birkaç gün önce “cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla tutuklanan gazeteci Sedef Kabaş da bu eylemlere destek verenler arasındaydı. Boğaziçili öğrencilerin protestoların dilini sanatla harmanlaması eylemlerin ülkenin her yerinde ses getirmesini sağladı.
Sanatçıların ve sanat eserlerinin hükümet tarafından “millî değerlere, örf ve âdetlere uygunsuzluk” gerekçesiyle hedef gösterilmesi, tehdit edilmesi, şarkıların, TV programlarının RTÜK tarafından yasaklanması/cezalandırılması Türkiyeli sanatçıların ve kamuoyunun sıklıkla karşılaştığı bir durum ne yazık ki. Geçtiğimiz yıl içerisinde birçok örneğine rastladığımız RTÜK yasaklarının bir örneği de çok yakın zamanda yaşandı. FOX TV’de yayımlanmakta olan “Maske Kimsin Sen” programı sosyal medyada tepki çekmesi üzerine RTÜK tarafından incelemeye tabi tutuldu. Uyarlama bir program olan, kostüm ve maskelerin drag queen yarışmalarını andırdığı yarışma, kimi kesimlerce de pagan dönemleri çağrıştırdığı için eleştirildi. Jüri üyelerinin seküler kesim içinden seçilmiş olması ya da daha önceden şikâyet edilen programlarda yer alması da programın belirli bir kitleye yönelik olarak hazırlandığını düşündürüyor.
2022’nin ilk günlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın II. Yeditepe Bienali’nin açılışında yaptığı konuşma kültür-sanat insanlarına dönük saldırıların daha da kapsamlı hale getirileceğinin sinyallerini vermişti: “Günümüzde sıkça karşılaşıyoruz. Özellikle medya mecraları üzerinden tüm dünyaya boca edilen batı menşeili kültür sanat eserleri içine yerleştirilen mesajların amacı var. Bu amaç masum değil. Her türlü sapkınlığı, ahlaksızlığı ve marjinalliği sanat adı altında normalleştirme gayesi taşıyan sinsi saldırıya karşı imkânlarımızı devreye almalıyız.”
Bu konuşmanın ardından o imkânların devreye sokulması çok da gecikmedi. Özellikle kadın sanatçıların hedef haline getirildiği, giydikleri kıyafetlerden kadınlık durumlarına, yazdıkları şarkı sözlerinden politik duruşlarına varıncaya dek tüm mevcudiyetlerinin dini değerler kullanılarak Diyanet, cami gibi kurumlar/mekânlar aracılığıyla tehdit edilmesi, yandaş medya tarafından hakaretlere maruz bırakılması ve kamuoyunun bir tür sosyal medya recmi doğrultusunda teşvik edilmesi gibi süreçlere tanık oluyoruz. Bu yazının kaleme alındığı şu günlerde Gülşen, Sezen Aksu, Müjde Ar gibi sanatçılara benzer bir akıbet yaşatılmaya çalışılıyor. Bizzat Cumhurbaşkanı tarafından bir camide, “dili kopartılmakla” tehdit edilen Sezen Aksu’ya Türkiye’nin dört bir yanından gelen destek ise çığ gibi büyüyor. Sezen Aksu bu saldırılara cevaben kaleme aldığı ve bir günde onlarca dile çevrilen şarkı sözleriyle sanatın ve sanatçının siyasetler üstü gücünü bir kez daha herkese gösteriyor:
“Sen beni üzemezsin
Zaten çok üzgünüm
Nereye baksam acı
Nereye baksam acı
Ben avım sen avcı
Vur bakalım….
Sen beni sezemezsin
Dilimi ezemezsin
Nereye baksam acı
Nereye baksam acı
Kim yolcu kim hancı
Dur bakalım…
Beni öldüremezsin
Sesim, sazım, sözüm var benim
Ben derken ben herkesim”