Bu yazının hazırlanması için kullanılan haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.

Genco Erkal

Elbette bu dönemde kültür-sanat alanında en dramatik gelişme Genco Erkal’ın vefatı oldu. Tiyatroya kendini adamış bir sanatçı olarak ısrarla tiyatroyu hayatının merkezinden çıkarmayan, 60’lı yılların deneysel politik tiyatrosunun heyecanını uzun yıllar sahnelerimizde tek başına sürdüren gerçek bir tiyatro profesyoneliydi. Mevcut ekonomik koşullar nedeniyle birçok sanatçının tiyatroyu mesleki hayatlarında ikinci plana atmak durumunda kaldığını düşünürsek, belki de onun için tiyatromuzun tek profesyoneli demek abartı olmayacaktır. İlerleyen yaşına rağmen senede 160’ın üzerinde oyun oynayabilen, genci yaşlısı her gruptan seyirciyle dinamik bir iletişim kurabilen örnek alınası bir oyuncuydu. Bu nedenle ölümünün ardından düzenlenen veda töreni sıra dışı bir şekilde sanatçı çevrelerinin yanı sıra çok sayıda seyircinin katılımıyla çeşitli bir kalabalığın buluştuğu, güçlendirici bir etkinliğe dönüştü. Veda töreninde dikkat çeken önemli bir konuşma, avukatı Turgut Kazan’ın Genco Erkal hakkında açılan “Erdoğan’a hakaret” davasının sürecini anlatan konuşmaydı. Politik eleştirel duruşundan asla ödün vermeyen ve hümanist duruşunu yitirmeyen aydınlanmacı bir sanatçı olan Genco Erkal, Erdoğan’ı en net ifadelerle eleştirmekten geri durmadı. Bir paylaşımında onun sürüsünden biri olmayı reddettiğini yazmış, bu nedenle de kendisi hakkında dava açılmıştı. Genco Erkal davayı kazanmıştı kazanmasına, ama sanat çevrelerinden aldığı sınırlı destek çarpıcıydı. Ayrıca dava temyize gitmiş ve henüz sonuçlanmamıştı. Sanatıyla, mücadelesiyle örnek alınası varlığı asla unutulmamalı.

Instagram’ın Erişime Kapatılması

Hamas lideri Haniye’nin öldürülmesi sonucu yapılan paylaşımların ardından Instagram’ın bir haftadan uzun bir süre erişime kapatılması toplumun büyük bir kesimini hem ekonomik olarak hem de düşünce özgürlüğü ve haberleşme hakkının kısıtlanması nedeniyle olumsuz biçimde etkiledi. Birçok küçük işletmeyle birlikte çok sayıda sanatçı da Instagram’ı ana tanıtım aracı olarak kullandığı için bu kapatma kararı sanatseverlerle sanatçılar arasındaki nadir iletişim kanallarından birine neşter vurmuş oldu. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi ve Tiyatro Kooperatifi bu durumun özel tiyatrolar üzerinde yarattığı baskıyı vurgulayan açıklamalar yayınladılar. Şahan Gökbakar kısa bir skeç yayınladı ve tepkisini paylaştı, ayrıca Göksel, Hadise ve Demet Akalın gibi sanatçılar da bu duruma olan tepkilerini dile getirdiler. Buna karşılık rejim yandaşı sanatçı Uğur Işılak’ın yasağı meşrulaştırmaya çalışan açıklamasında bu yasağın Filistin davasını uluslararası kamuoyuna duyurma işlevi olduğunun altı çiziliyordu.

Instagram yasağına sanat camiasından çok güçlü bir tepki üretildiğini söylemek doğru olmaz. Sanatçıların çoğu da seküler muhalif kesim gibi olan biteni izlemekle yetindi. Bunda Dilruba K. adında bir vatandaşın sokak röportajında parlamenter sistemden kopuşu ve ilan edilen yası eleştirmesi nedeniyle tutuklanması etkili olmuş görünüyor. Mevcut tepkinin düşük şiddetine rağmen Erdoğan, yaptığı açıklamada Instagram yasağına karşı çıkanları Batı’dan çok Batıcı olmakla suçladı ve onlara yönelik “ev zencisi” tabirini kullandı.

Erdoğan rejimi ile uluslararası sosyal medya şirketleri arasında bir pazarlık gibi görünen bu yasak süreci 9 gün sonra başladığı gibi sona erdi. Yayınlanan anlaşma içeriğine bakıldığında Meta şirketinin Türkiye’deki rejimle iş birliğini ilerleteceğini taahhüt ettiği anlaşılıyor. Ancak yeniden açılmadan sonra Instagram’ın tekrar Diyanet İşleri Başkanı’nın gönderisini bir süreliğine sansürlemesi bu anlaşmanın kırılgan olduğunu gösteriyor. Haniye ardından ilan edilen yasın toplumun büyük kesimi tarafından sahiplenilmemesi de bu olgular arasına eklendiğinde rejimin Hamas’ı meşrulaştırma yönündeki çizgisinin uluslararası alanda ve iç kamuoyunda kabul görmediğini ve krizlere gebe olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Bu yasak sürecinde sanatçılar açısından Instagram’ın neden yegâne tanıtım mecrası haline geldiği ayrı bir tartışma noktası olarak öne çıkıyor. E-posta gruplarının daha aktif kullanımı bu konuda bir çözüm olabilir. Ayrıca Biletix gibi bilet satışı için kullanılan platformlarının hangi içeriği öne çıkardıkları da tanıtım anlamında kritik bir önemde duruyor. Sanatçılar ve meslek örgütleri bu bilet satış platformlarıyla diyaloğu geliştirip talep ve önerilerinde ısrarcı olurlarsa bu kanalların daha demokratik kullanımı doğrultusunda sonuç almak mümkün olabilir.

Zorlu PSM ve İptal Çağrıları

İsrail’in Filistin’de uyguladığı soykırım ve savaş suçları Türkiye’deki rejimin el altından desteğiyle İsrail’e yönelik ticaretini sürdüren Zorlu Holding’e yönelik tepkilerin de artmasına neden oluyor. Filistin için İsrail’e boykot girişimi olan BDS Türkiye, Zorlu Holding’e ait Zorlu PSM’de sahne alacak uluslararası sanatçılara yönelik bir çağrı yayınladı. Bunun üzerine Fontaines DC ve Blondshell Zorlu PSM’deki konserlerini iptal ettiler. AKP hükümetinin desteğiyle İsrail ile enerji alanındaki yatırım ve iş birliğini geliştiren Zorlu Holding’e yönelik hükümetten herhangi bir tepkinin gelmemesi, Hamas’a yönelik çığırtkanlığın Filistin halkının kurtuluşundan ziyade neo-ittihatçı çılgınlık politikasındaki ısrarın ifadesi olduğunu gösteriyor.

Zorlu PSM’nin uluslararası yapımlar için neden ana mekân haline geldiğini sormak gerekiyor. Örneğin 2024 Kasım ayında İKSV Uluslararası Tiyatro Festivali’nin davetlisi olarak yurtdışından gelen tiyatro ekipleri gösterilerini Zorlu PSM’de sergileyecek. Bu tercih büyük ihtimalle bu ekiplerin talep ettiği sahne donanımlarından kaynaklanıyor. Ancak önceki yıllarda devletin ve belediyenin tasarrufunda olan, benzer donanımlara sahip AKM, Harbiye Muhsin Ertuğrul, Cemal Reşit Rey gibi salonlar neden bu grupların kullanımına sunulamıyor? Berlin Schaubühne Tiyatrosu III. Richard oyununu Zorlu PSM’de oynamaması yönünde bir çağrıyla karşılaştığında nasıl yanıt üretecek? Bu soruların ısrarla sorulması çok önemli, çünkü AKM, Harbiye Muhsin Ertuğrul ve CRR gibi halkın ödediği vergilerle işletilen ve halkın sanata katılımını sağlamak yükümlülüğünde olan bu salonlar, sadece belli bir ideolojiye hizmet eden yapımlara açık olmak yerine farklı organizasyonlara ev sahipliği yapabilmeli. Böylece küçük ölçekli tiyatrolar ve sanat ekipleri Zorlu PSM’de görünür olmak ile daha az rağbet gören, altyapısı sorunlu sahnelerde daha küçük bir seyirci topluluğuna seslenmek ikilemi dışında bir tercih şansına sahip olabilirler. Ayrıca Zorlu Holding İsrail’e yönelik enerji yatırımlarını sürdürdüğü ölçüde Zorlu PSM’de gösteri yapmak istemeyen sanatçılara sunulabilecek alternatiflerin olması, Zorlu Holding gibi firmaları daha insani yatırımlara yönelmeye teşvik edecektir.

Şener Şen ve Suavi’ye Yönelik Saldırılar

Şener Şen, Ankara’da bir Açıkhava tiyatrosunda Zengin Mutfağı oyununu oynarken dışarıdan bir grup seyircilere cam şişelerle saldırıp kaçtı.  Bu olayın nasıl ve neden olduğu hakkında bir bilgi basında yer almıyor. Ancak bundan birkaç gün sonra Suavi’nin İstanbul Beykoz’daki konseri sırasında gerçekleşen saldırı, saldırganların niyeti ve kimliği açısından daha açıktı, çünkü saldırganlar elleriyle kurt işareti yaptılar ve “Beykoz’da terörist istemiyoruz” sloganları attılar. Bu işaretin nasıl popülerleştirilmeye çalışıldığını ve işaretin taşıdığı esas anlama önceki değerlendirme yazımızda değinmiştik. Örgütlü ve örgütsüz bu tür saldırıların artışını ülke gündemine düşen diğer politik gelişmelerle birlikte yorumlamak gerekiyor. Mevcut ekonomik krizden ve uluslararası konjonktürden yararlanan Neo-İttihatçı çeteler siyaset, spor gibi alanlarda olduğu gibi sanat alanında da saldırılarını artırmış durumdalar. Ancak bu unsurların dayandığı ekonomik ve siyasi yapı sürdürülebilir olmadığından bu çevrelere olduklarından daha fazla güç atfetmek doğru değil.

Yapay Zekanın Müzik Alanında Kullanımına Dair İki Yaklaşım

Yapay zekâ alanında ciddi atılımların yaşandığı bir dönemdeyiz. Bu nedenle bu teknolojinin sanat alanındaki kullanımını ve tepkileri belli aralıklarla ele almak önem taşıyor. Bu kez müzik alanında yapay zekânın kullanımına dair iki farklı yaklaşımı örneklendirebilecek iki haberden yola çıktık. İlki Nick Cave’in tepkisini konu ediniyor, ikinci haber ise Beyza Doğuç’un yaklaşımını ele alıyor.

Nick Cave, yapay zekânın kullanım biçiminin yaratıcı üretkenlikten ziyade tüketimi merkeze alan sonuç odaklı bir çerçevede olduğunu, bu haliyle de insan türü için tehdit olduğunu belirtmiş. Metin bazlı girdiden hareketle müzik üretmeyi sağlayan Suno yapay zekâ modelini merkeze aldığı eleştirisinde bu modelin zorlu bir süreç olan müzikal yaratımı es geçip doğrudan sonuca yönelmeyi kışkırttığını vurgulamış.

Beyza Doğuç Türkiye’de yapay zekayı müzik, söz ve beste üretiminde kullanan genç bir müzisyen. Yazılımı sanatsal çalışmasının bir parçası olarak gören Doğuç, yapay zekâ modellerini kullandığı bir yazılım üretmiş ve bu programdan aldığı sonuçları yine YZ kullanarak geliştirip kendi bestelerini üretmeye başlamış. Doğuç, yapay zekânın sanatı ruhsuzlaştırdığı görüşüne katılmıyor ve bu teknolojinin yaratıcı kullanımının sanatsal üretime yepyeni olanaklar kazandıracağına inanıyor. Kendisinden alıntıyla: “‘Ortalama’ olanı başarılı bir şekilde yapan bir yapay zekanın işimizi elimizden alacağı düşüncesine sarılmak yerine kendi potansiyelimizi keşfedip en iyi yaptığımız şeyi en iyi ve özgün şekilde yapmaya devam etmeliyiz.”

Bu konuyu elbette daha detaylı ele almak gerekir, ancak yukarıda sunulan iki görüşün birbirine zıt değil, birbirini tamamlayan görüşler olarak değerlendirilmesinde fayda var. Sonuçta Nick Cave YZ algoritmalarının günümüzde nasıl kullanıldığından hareketle bir durum tespiti yapıyor ve bu tespite katılmamak mümkün değil. İnsan türünü tehdit edebilecek bir durumla karşı karşıya olduğumuz şüphesiz. Ancak Doğuç’un da değindiği gibi ortalama zekâ ile yapılabilecek her şeyi yapan bir teknolojinin ortaya çıkıyor olması, insan türüne has yaratıcı zekâ kullanımı için bir meydan okuma olarak da alınabilir. İnsan dediğimiz varlık ortalama zekâ ile yaşamak zorunda olmadığı gibi sınırları zorlayıp üst düzey bir yaratıcılığa ulaşma kapasitesine de sahip.