Ekim ayında Türkiye ve dünyada öne çıkan kültür-sanat gündemini üç başlık altında inceledik: İsrail-Filistin, festivaller kapsamında yasaklamalar, tartışmalar ve kültür-sanat ortamlarında son dönemde dikkat çeken ifşa ve taciz vakaları. İlgili haber akışına buradan ulaşılabilir.

 

İsrail-Filistin

7 Ekim Cumartesi sabahı Hamas’a bağlı İzzeddin Kassam Tugayları tarafından İsrail’e dönük bir askeri saldırı gerçekleştirildi. “Aksa Tufanı” olarak adlandırılan saldırıda Gazze Şeridi’nden İsrail’e doğru 5 bin kadar roket atıldı, İsrail’in güvenlik kalkanı delindi, İsrail şehirlerine ve karakollarına saldırılar düzenlendi. Yüzlerce sivilin ve askerin öldürüldüğü ya da esir alındığı saldırılar içinde özellikle, Hamas militanlarının Nova müzik festivaline paraşütlerle inerek yüzlerce insanı katlettiği ve bir kısmını da esir aldığı saldırının görüntüleri bir infial yarattı. Bu saldırıların hemen akabinde ise İsrail hükümeti “savaş durumu” ilan etti ve “Demir Kılıçlar” operasyonunu başlattı.

Dünya kamuoyunda oluşan ilk tepkiler devletler düzeyinde oldu ve ağırlıklı olarak İsrail’e başsağlığı dileklerinin iletilmesi, Hamas terörünün kınanması ve taraflara ateşkes çağrısı yapılması yönündeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın taraflara itidal çağrısında bulunması da dikkat çeken açıklamalardan biriydi.

Kültür-sanat dünyasından gelen tepkiler ilk süreçte, yakın hissedilen “tarafa” taziyelerin sunulması ve “karşı tarafın” saldırılarının kınanması şeklinde oldu. Genel kamuoyunda, Hamas gibi cihadist bir terör örgütünün sivillere dönük bu saldırısının, Netanyahu yönetimindeki İsrail devletinin karşı saldırısını -uzun yıllardır Filistinlilere uyguladığı baskı ve şiddet politikalarına rağmen- meşru görmeye dönük bir kafa karışıklığı yarattığı söylenebilir. Hamas gibi bir örgütün Filistin mücadelesinin temsilcisi haline nasıl ve hangi koşullarda geldiği, İsrail gibi dünyanın en güçlü güvenlik kalkanlarından birine sahip bir devletin, hazırlığı bir yılı bulan bu saldırılardan nasıl “bihaber” olduğu gibi konular bir yanda tartışılırken kültür-sanat dünyasında ilk dikkat çeken barış çağrılarından biri İrlandalı dünyaca ünlü müzik grubu U2’dan geldi. Grubun solisti Bono, Las Vegas konserlerinde İsrail’deki Nova Müzik Festivali’nde öldürülenleri andı: “İsrail ve Gazze arasında olanları düşününce, şiddet karşıtı bir şarkı söylemek komik, hatta gülünecek bir şey ama her zaman barışın yanında ve şiddet karşısında olduk.”

Filistin mücadelesine desteği ve İsrail’in siyonist politikalarına sert tepkileriyle tanıdığımız, ünlü rock müzik grubu Pink Floyd’un solisti Roger Waters ise aynı günlerde, İsrail’in Filistin’de yaptığı katliama tepki olarak konserinde Filistin bayrağı açtı ve Hamas’ın Aksa Tufanı’na destek verdi. İlerleyen günlerde Waters, sosyal medyasında İsrail ve Filistin arasında çözüm sağlanması için 4 maddelik bir çözüm önerisi sunacaktı: “Birincisi, derhal ve kalıcı bir ateşkes sağlanmalı. Kimse kimseyi öldürmemeli. İkincisi, büyük bir masa kurulmalı ve bu kötü karışıklık karşısında tek devletli çözüm için çalışmalara başlanmalı. Tüm vatandaşlarına ırk, din ve bir önceki milliyeti fark etmeksizin eşit hak tanıyan yeni bir devlet. Bu yeni devlette, altını çizerek söylüyorum, mutlak bir demokrasi olmalı. Üçüncüsü, yeni devlet anayasasında, tıpkı Apartheid sonrası Güney Afrika’da olduğu gibi hakikat ve uzlaşmaya ilişkin hükümler bulunmalı. Ve dördüncüsü, Golan Tepeleri bu çözüm planının bir parçası değildir. O tepeler Suriye’ye aittir. Benim hayalim kısaca budur.”

Ünlü İsrailli yazar ve tarihçi Yuval Noah Harari de ülkesinde yaşananlara ilişkin konuştu: “Netanyahu, bir yandan Filistin’le yapılabilecek herhangi bir barış girişimini göz ardı ederken, diğer tarafta, ulusu kutuplaştırarak bir siyasi kariyer inşa etti. Sistematik olarak da devlet kurumlarına saldırdı. Biz şu anda bunun bedelini ödüyoruz. Bu dünyadaki tüm demokrasiler için bir derstir.”

İsrail’in Gazze saldırıları bir soykırıma dönüşürken dünyanın birçok ülkesinden İsrail karşıtı protestolar da yükselmeye başladı. Yahudi toplumundan muhalif kesimlerin de İsrail politikalarına ve Yahudiliği İsrail devletiyle özdeşleştiren yaklaşımlara karşı durması dikkat çekiciydi. Bu tepkileri ABD’nin İsrail’e askeri desteğini Kongre baskınıyla protesto etmelerine kadar uzanacaktı.

Bu süreçte Almanya İsrail karşıtı protestolara en sert tepki gösteren devlet oldu, Filistin yanlısı tüm dayanışma eylemlerini yasakladı. Bu yasaklamalar önemli kültür-sanat etkinliklerine de yansıdı ve tartışmalara yol açtı. Dünyanın en önemli kitap fuarlarından biri sayılan Frankfurt Kitap Fuarı’nda Filistinli yazar Adania Shibli’ye Küçük Bir Ayrıntı romanı nedeniyle verilecek ödülün töreni “İsrail’deki savaş” gerekçesiyle iptal edildi. Kararın yazarla birlikte alındığı iddia edilse de bu iddia yazarın bağlı olduğu yayınevi tarafından reddedildi. Romanda 1949 yılında Filistinli genç bir kadının İsrail askerlerinin cinsel saldırısına uğrayıp öldürülmesi anlatılıyordu. İptal kararı sonucu birçok yayınevi ve yazar eleştirilerde bulunarak fuardan çekildi.

Benzer şekilde, yine Filistinli bir sanatçı ve film yapımcısı olan Emily Jacir’in Berlin’de yapılması planlanan konuşması iptal edildi ve Jacir’in yerine bir başkası getirildi.

Batı dünyasında uygulanan Filistin meselesine dönük sansür politikaları yalnızca Almanya ile sınırlı kalmadı. 40 yıldır The Guardian’da çalışan karikatürist Steve Bell, Netanyahu karikatürü nedeniyle çıkan antisemitizm tartışmasında işten çıkarıldı. Birleşik Krallık kamu yayıncısı BBC ise Arapça servisinde çalışan altı çalışanını sosyal medya hesaplarında Filistin yanlısı paylaşımlar yaptıkları için yayından çekti, soruşturmaya maruz bıraktı.

Bu süreçte İngiltere’de iki binden fazla sanatçının, Gazze’de ateşkes sağlanmasını talep eden bir metne imza atması önemli bir karşı eylem oldu. Sanatçılar ateşkes çağrısı yanında İngiltere hükümetini de ağır şekilde eleştiriyorlardı: “Hükümetimiz savaş suçlarını tolere etmekle kalmıyor, yardım ve yataklık da yapıyor. Suça ortaklık edenlerin hesap vereceği zaman da gelecek. Ancak şu an kimden gelirse gelsin sivillere yönelik her türlü şiddetin ve uluslararası hukukun ihlalini kınarken Gazze’ye uygulanan benzeri görülmemiş zulme son vermek için elimizden geleni yapmak görevimizdir.”

Batı’dan yükselen en örgütlü sanatçı çağrısı bu olmakla birlikte özellikle İsrail’in 18 Ekim’de el-Ehli Baptist Hastanesi’ni bombalaması ve 500’den fazla sivili katlederek bir savaş suçu işlemesi, sanatçıların sosyal medya hesaplarındaki İsrail karşıtı paylaşımlarında ve ateşkes çağrılarında bir artışa yol açmış görünüyor. Fakat bu tepkilerin çoğunlukla bireysel düzeyde kaldığını, ses getirici sanatsal eylemler ya da üretimler içermediğini belirtmek gerekiyor.

Başta Filistinliler olmak üzere Ürdün, Lübnan, Tunus, Mısır gibi bölge ülkelerindeki Arap sanatçılardan tepkiler ve yardım çağrıları da yükseldi. Filistinli sanat kolektiflerinden, sanatçılara video göndermeleri çağrısı yapıldı. Dünyaca ünlü Filistinli ud üçlüsü Le Trio Joubran uluslararası topluma yönelttiği acil müdahale çağrısında, “Filistin’de yaşanan trajediye tanıklık ederken şaşkınlık, suskunluk ve şok içindeyiz. Dünya, Filistin halkına uygulanan ve Nakba’yı anımsatan korkunç bir soykırıma tanıklık ediyor. Küresel bir toplum olarak nasıl olur da bütün bir halkın sistematik bir şekilde yok edilmesine seyirci kalabilirsiniz? Ortak insanlığımıza nasıl sırtımızı döndük?” ifadelerini kullandı. Filistinli sanatçı ve yapımcı Dalal Abu Amneh, Filistin’e destek veren sosyal medya paylaşımları nedeniyle İsrail’de tutuklandı, hücre hapsine alındı ve üç günlük açlık grevinde bulundu. Ürdün Müzik Kolektifi’nden müzisyenler “Filistin’in Yanındayım” kampanyası başlattı. Çatışmaların başından itibaren Filistin halkına desteğini her fırsatta dile getiren, Filistin kökenli Amerikalı model Bella Hadid’in son açıklamaları dikkat çekiciydi: “Kariyerim dursa bile Filistin’i desteklemekten asla vazgeçmeyeceğim. Netanyahu modern zamanların Hitler’i!”

İsrail-Filistin gündeminin Türkiye’ye yansımalarının da benzer bir seyir izlediği söylenebilir. Kültür-sanat etkinlikleri konusunda karşımıza ilk çıkan gelişme Hamas saldırısının hemen akabinde İstanbul’da gerçekleşecek olan, İsrailli müzisyen Riff Cohen’in konserinin iptal edilmesiydi. Bu iptalin, yaşanan süreçte ailesiyle kalmak isteyen Cohen’in isteğiyle, ortak alınmış bir karar olduğu ifade edildi. Tunuslu sanatçı Emel Mathlouthi de AKM’de verdiği konserde şarkılarını Filistin halkına adadı, “yaşananlar korku verici” ifadelerini kullandı.

“Festivaller” başlığında ayrıca ele alacağımız Diyarbakır Sur Kültür Yolu Festivali’nin iptali de bu gündemle ilişkili olarak değerlendirilebilir. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle düzenlenen ve 9 gün sürmesi planlanan festival, hiçbir açıklama yapılmadan Valilik tarafından iptal edildi. Bu iptalde HÜDA Par Diyarbakır İl Başkanı Vedat Turgut’un ve başta Peygamber Sevdalıları Vakfı olmak üzere bazı İslamî STK’ların, festivalin iptal edilmesi yönündeki çağrısının etkili olduğu söylenebilir. Turgut, “kültürümüze uymayan, gençleri ifşat edecek” bu etkinliklerin iptalini ve “ayrılacak bütçenin açlık, susuzluk ve yokluk yaşayan kardeş Filistin halkına gönderilmesini” talep etmişti. İsrail saldırıları sonrası ilk büyük protesto yürüyüşlerinden birinin, ilgili parti tarafından Diyarbakır’da yapıldığını, sonrasında ise geniş katılımlı büyük bir mitingin yine aynı çevrelerce İstanbul’da örgütlendiğini belirtelim.

Mültecilik kavramını ele alan ve dünya prömiyerini Tokyo Film Festivali’nde yapan, TRT ortak yapımı “Bir Tutam Karanfil” filminin yönetmeni Bekir Bülbül, filmle ilgili olarak “filmimiz şu an Filistin’i temsil ediyor gibi hissediyoruz” ifadelerini kullandı.

Ana akım medyada, yine özellikle İsrail’in hastane saldırısı sonrası, popüler isimlerin İsrail karşıtı paylaşımları daha görünür hale geldi. Filistinlilere yapılanlarla ilgili olarak çoğunlukla “bir katliam, savaş suçu, insanlık suçu, soykırım” gibi ifadelerin kullanıldığı bireysel sosyal medya paylaşımları dışında, popüler ya da muhalif sanat çevrelerinde ortak bir bildiri, imza metni ya da etkinliğe rastlanmadı.

Bu açıklamalar içinde en dikkat çekenlerden biri Fazıl Say’ın, Recep Tayyip Erdoğan’a övgü videosuydu. Karşılıklı saldırıların hemen ardından taraflara itidal çağrısı yapan Erdoğan için Say, “benim dünya üzerinde şu anda gördüğüm, barışı sağlamaya en çok el uzatan lider, Erdoğan’dır… Erdoğan’ı bu yüzden kutluyorum” ifadelerini kullandı. Tüm eleştiri oklarını göze aldığını belirttiği paylaşıma, kendisinin de belirttiği üzere kamuoyundaki belli çevrelerden eleştiriler de yöneltildi. Hamas’ın İsrail saldırısından tam bir gün önce Türkiye ordusu Rojava’daki sivil yaşam alanlarına hava saldırıları düzenlemiş, bu saldırılarda çok sayıda sivil hayatını kaybetmişti. İsrail-Filistin savaşının şiddetlendiği günlerde ise Irak ve Suriye’deki operasyonlar için asker gönderme süresinin 2 yıl daha uzatılması yönündeki tezkere, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildi. Erdoğan’ın İsrail ve Filistin’e yönelttiği itidal çağrısı, Say’ın “barışı sağlamaya en çok el uzatan lider” ifadeleri için yeterli bir gerekçe sunmuyordu ne yazık ki.

İçinde bulunduğumuz şu günlerde İsrail saldırıları tüm şiddetiyle devam ediyor. Binlerce Filistinlinin öldürüldüğü saldırılar bir soykırıma dönüşürken savaş yalnızca hayatları, umutları değil bir arada yaşama kültürünü de yok ediyor. Bölgedeki bu trajik gelişmelerin Türkiye’de ne yazık ki “azınlık” konumunda yaşamak zorunda bırakılan Yahudileri de çok etkilediğini, bu savaş devam ederken Yahudi eğitim kurumlarında eğitime ara verildiğini, ibadethaneler ve çeşitli kurumlarda güvenlik önlemlerinin artırıldığını belirtmek gerekiyor. Savaşın 10. gününde Yeni Akit’in “Siyonist Uşakları Vatandaşlıktan Atın” başlıklı haberi gibi, Türkiyeli Yahudileri hedef gösteren haberler hâkim antisemitik bakışı kışkırtıyor.

Türkiyeli sanatçılar olarak, savaş ve çatışma ortamına karşı toplumsal barışı savunan üretimlerin daha da önem arz ettiğinin farkındayız. Ukrayna-Rusya, Karabağ, İsrail-Filistin, Rojava, Irak gibi, yaşadığımız coğrafyanın dört bir yanında etkileri devam eden savaş, tehcir ve soykırım politikalarına karşı, bir arada yaşamı, eşit koşullarda barışı, özgürlük ve adaleti savunan alternatif üretimlere, yeni sanatsal dillere ve eylemlere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

 

Festivaller / Yasaklamalar – Tartışmalar

Ekim ayının dikkat çeken kültür-sanat gündemlerinden birini yine festival yasakları oluşturuyordu. Bu yıl altıncısı düzenlenecek olan Çukurova Rock Festivali, etkinliğin başlamasına sayılı saatler kala Adana Valiliği tarafından yasaklandı. Valilik yasaklama kararı için, “etkinlik alanı çevresinde alkol satan büfelerin olması ve alkole bağlı cinsel saldırı, yaralama, hırsızlık gibi suçların oluşması” gerekçelerini öne sürdü. Fakat Türkiye’de festival yasakları süreçlerinde çok da örneğini görmediğimiz şekilde, Adana İdare Mahkemesi, Adana Valiliği’nin yasaklama kararına ilişkin yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu sayede festival bahsi geçen suçların işlenmediği bir atmosferde etkinliklerini tamamladı.

Ne yazık ki yakın tarihlerde Eskişehir’de düzenlenecek olan Octoberfest aynı kaderi yaşayamadı. Daha önceki yıllarda da yapılmasına izin verilmeyen festival bu yıl yine Valilik kararıyla iptal edildi. Eğitim Bir-Sen ve Yenilikçi Sendika şube başkanları tarafından yapılan ortak açıklamada “festivalin iptali için Valilik göreve” davet edilmişti! Benzer süreçleri son yıllarda sıkça yaşadık. Devlet tarafından, milliyetçi ya da cihadist grupların/derneklerin çağrıları eliyle, alternatif festivaller, seküler yaşam tarzının ön planda olduğu buluşmalar yasaklanıyordu, yasaklanmaya da devam ediyor.

Farklı bir örnek olarak, Diyarbakır’da yine benzer bir grubun çağrısıyla Sur Yolu Festivali, festivalin başlayacağı gün Valilik tarafından herhangi bir açıklama yapılmadan iptal edildi. Durumu ilginç kılan, bu festivalin Kültür Bakanlığı tarafından organize edilen ve hatta Diyarbakır’daki muhalif kesimlerce epey de eleştirilen bir festival olmasıydı. İsrail-Filistin başlığı altında değindiğimiz üzere, festivalin iptalinde HÜDA Par Diyarbakır İl Başkanı Vedat Turgut’un çağrısının etkili olduğu konuşuluyordu. Turgut, etkinliklerin iptalini ve ayrılacak bütçenin kardeş Filistin halkına gönderilmesini talep etmişti. Yerel seçimler öncesi AKP ve HÜDA Par arasındaki iş birliğinin ve oy kazanmak üzere sunulan tavizlerin de bu kararda etkili olduğu ifade edilebilir.

Diyarbakır’da bir yandan devlet tarafından Sur Yolu gibi festivaller düzenlenmeye çalışılırken, bir yandan da alternatif etkinlikler için inisiyatifler oluşuyor. Bunun bir örneği olarak Diyarbakır Sanat Sokağı Kültür Sanat Festivali “em li çand, huner û kuçeya xwe xwedî derdikevin” (kültürümüze, sanatımıza ve sokağımıza sahip çıkıyoruz) başlığıyla Ekim ayında düzenlendi. Son dönemde arttığı vurgulanan uyuşturucu ve fuhuşla mücadele konusunda da kültür-sanatın çok önemli bir yerde durduğunu ifade ediyor festival gönüllüleri.

Türkiye’nin en önemli festivallerinden biri olan ve sansür tartışmaları sonucu iptal edilen Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek tekrar düzenleyeceğini duyurmuş, sinemacılar ve sendikalarla görüşmeler yapmıştı. Bu görüşmelere istinaden aralarında Oyuncular Sendikası, DİSK/SİNE-SEN, Sinema Televizyon Sendikası, TÜRSAV,  SİYAD gibi birçok kurumun da yer aldığı sinemacılar, tutumlarını bir “rapor” ile açıkladılar. Raporda, iptal edilen festivaldeki film seçkisinin ve jüri üyelerinin değişmeden kalması halinde bu yeni organizasyonda sorumluluk alabileceklerini ifade ettiler. Muhittin Böcek bu rapora henüz bir yanıt vermedi.

Yine dikkat çeken kültür-sanat kurumlarından biri olan İKSV de ses getiren iç tartışmalara sahne oldu. 18. İstanbul Bianeli’nin küratörlüğüne Danışma Kurulu’nun önerdiği bir isim yerine başka bir ismin atanması, Danışma Kurulu’nun istifasıyla sonuçlandı. Tartışmalar Vakfın, yönetmeliğinde birtakım değişiklikler yapmasına yol açtı.

Gerek devlet gerekse ekonomik güç odaklarına bağlı organize edilen festivallerde ve etkinliklerde yaşanabilecek sorunlara birkaç örnek teşkil ediyor bu bahsedilenler. Daha demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü kültür-sanat faaliyetlerinin yürütülebilmesi için, maddi bağımlılığı, devlet kaynaklı sansürü bertaraf edilebilen cesur, bağımsız oluşumlara ihtiyaç var. Her ne kadar son yıllarda, tiyatro alanındaki ödül törenlerinde bağımsız topluluklara yer verilmemesi, ödenekli tiyatroların aday gösterilmesi ve seçilmesi örneğinde olduğu gibi, muhalif olma iddiasındaki çevreler de yeterince demokratik bir kültür-sanat yaklaşımı üretemiyor olsa da, bu alanda yaşanan daralmalara karşı amatör ve bağımsız küçük festivallerin artabileceği ihtimali her zaman söz konusu.

Bu ay yalnızca festival yasaklamalarında değil, sanatçılara dönük davalarda da bir azalma olmadı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, adı dönem dönem benzer davalarla anılan İlyas Salman’a “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla bir dava daha açtı. “Ben Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığına layık görmüyorum. Çünkü ucuz adam” dediği için suçlanan Salman davaya dair, “Cumhurbaşkanı veya kapıcı dahil … birini sevip sevmediğini söylemek benim en doğal hakkımdır. ‘Ucuz adam’ tabiri ancak kaba hitap tarzı olarak kabul edilebilir” ifadelerini kullandı. Dava ileri bir tarihe ertelendi.

PEN/Barbara Goldsmith ödülü sahibi yazar Ayşe Berktay, 11 ilde yapılan ev baskınlarında gözaltına alındı. Daha önce de KCK operasyonları kapsamında 2 yıl 3 ay tutuklu kalan Berktay, pek çok tarih çalışmasına çevirmen olarak katkı sunmasıyla biliniyordu.   Tutuklama sürecine dair kamuoyuyla herhangi bir bilgi paylaşılmadı.

 

Kültür-Sanat Alanında İfşa ve Taciz Vakaları

Ekim ayında kültür-sanat alanında yaşanan bir taciz vakası gündem oldu. Yüzyüzeyken Konuşuruz grubunun bas gitaristi Can Tunaboylu’nun, sevgilisi Aybike Çelik’i darp ettiği ifade edildi. Bu saldırıyı ifşa eden Çelik, 13 gün boyunca evde kırık kol ile tutulduğunu, 6 ay boyunca sistematik şiddete maruz kaldığını aktardı. Tunaboylu bu yaşananları reddederken, Yüzyüzeyken Konuşuruz (YYK) grubundan yapılan açıklamada Tunaboylu ile profesyonel ilişkilerin karşılıklı durdurulduğu ifade edildi. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığı’nın olaya ilişkin soruşturma başlattığı bildirildi.

Yalnızca Tunaboylu değil, grubun solisti Kaan Boşnak’ın da kadınlara yönelik şiddet eylemleri ve taciz mesajlarının hatırlatıldığı bir süreç söz konusu. Kültür-sanat ortamlarında sıkça rastlanan erkek egemen ve cinsiyetçi tavırlarda, bu yöndeki şiddet eylemlerinde, değişen jenerasyonlara rağmen, bir azalma olmuyor. Gerek yasal zeminde gerekse toplumsal düzeyde bir değişim yaşanmadığı gibi, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali benzeri gelişmeler, uzun mücadeleler sonucu kazandıkları hakları da biz kadınların ellerinden alıyor.

Bahsi geçen olaylarla ilgili olarak, özellikle genç erkek sanatçıların nasıl bir alternatif kimlik kurduklarının sorgulanması önem arz ediyor. Bu noktada, özellikle Gezi dönemi ve sonrasında kurulan “alternatif-seküler” rock band’lerin çok büyük bir kısmının tamamen erkeklerden oluşması dikkat çekici. Kadın solistler ağırlıklı olarak solo projelerini kuruyor. Geleneksel müzik/halk müziği alanında enstrümanist kadınlara hâlâ çok az rastlanırken, bu tarz gruplarda da kadın müzisyen/teknisyen/besteci/söz yazarı/aranjör katılımının çok az ya da hiç olmadığı görülüyor. Konu hakkında daha net verilere ulaşmak ve sağlıklı bir çerçeve kurabilmek için son dönemin popüler gruplarının incelenmesi, şarkı sözlerinin feminist bir perspektifle analiz edilmesi, müzik alanında bu yönde çalışmalar olup olmadığına bakılması önemli bir yerde duruyor.

YYK vakasında, kimi belediyelerin ve organizasyon firmalarının gösterdiği tavır sonucu grup, konserlerini askıya almak durumunda kaldı. Özellikle Menderes Belediyesi’nin 100.Yıl etkinlikleri için düzenlediği YYK konserini iptal etmesi kadar, konuyla ilgili açıklaması da dikkat çekiciydi:

“Cumhuriyet Halk Partili bir belediye olarak İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284 Sayılı Kanun’un yanında olduğumuzu; bu yöndeki mevzuatı desteklediğimizi her aşamada dile getirmiştik. Bilindiği üzere 6284 Sayılı Kanun potansiyel şiddetin önlenmesi, bu yönde önleyici tedbirlerin alınması adına mağdurun beyanını esas almaktadır. Bu beyan kesinlikle hükme etki etmemekte, yalnızca koruma mekanizmalarını devreye sokmaktadır. Kadın ve çocuklar gibi dezavantajlı gruplara pozitif ayrımcılık uygulanmasının, şiddetle etkili ve bütüncül bir mücadelenin zorunlu unsuru olduğunun bilincindeyiz.

Anlatılan sebepler ile kadına yönelik şiddet iddiasının varlığı söz konusu iken bu duruma duyarsız kalmamız mümkün değildir. Toplumda şiddete yönelik farkındalığın ve anlayışın artırılması adına bunu görev bildiğimizi bildiriyor(uz).”

Kamuoyunun/dinleyicilerin yaşanan bu tür vakalara tepki göstermesi, organizasyon firmaları, müzik yapımcıları, menajerler, müzisyenler, basın, sahne önünde ve arkasında çalışanlar gibi, sektörü oluşturan tüm ayaklarda ortak bir tavır alınması sanat alanındaki cinsiyetçiliği aşma yönünde önemli adımlar olacaktır, diye düşünüyoruz.