Bu yazı, Artizan Kültür-Sanat Komisyonu’nun 7 Mayıs – 24 Mayıs 2024 arası kültür-sanat haberlerine ilişkin seçki ve ilgili haberlerin bir kısmı üzerine yaptığı tartışma notlarını içermektedir.
Eurovision Şarkı Yarışması:
Türkiye’nin, puanlama sistemindeki adaletsizliği gerekçe göstererek 2013 yılından beri katılmadığı Eurovision Şarkı Yarışması, bu yıl 7-11 Mayıs tarihleri arasında İsveç’in Malmö kentinde yapıldı.
Resmî sitesinde müzik yoluyla kültürel çeşitliliği savunmayı ve ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, engelli ayrımcılığına, homofobiye, transfobiye ve her türlü şiddet diline karşı özgürlükçü bir konumlanışı vurgulayan organizasyon, ne yazık ki bu yıl da oylama tartışmaları ve politik bazı tartışmaların gölgesinde gerçekleştirildi. Özellikle İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına yönelik oluşan “kınama / yarışmadan men etme” beklentisinin karşılanamaması, yarışma boyunca yaşanan çeşitli gerginliklerin başlıca gerekçesi oldu.
Resmî sitede kaleme alınmış olan özgürlükçü dile bakıldığında, umut verici olabilme potansiyeli taşıyan bu etkinliğin her yıl güncel politik gerginliklere ev sahipliği yapmasını anlamak kolay değil. İsveç’li organizasyon komitesinin bu yıl için açıkladığı bütçede, bir ‘‘müzik’’ etkinliğinin en önemli masraf kaleminin “güvenlik harcamaları” olduğunu öğrenmek ise tümüyle tuhaf. Etkinliğin yüksek politika etki ve itkilerinden sıyrılarak müzik kalitesinin yükseltilmesi; kategorilerin zenginleştirilerek alternatif bir oylama sisteminin geliştirilmesi ve etkinlik boyunca katılımcı / halkçı bir yarı-festival içeriğinin oluşturulabilmesi, etkinliği kuruluş ilkelerine daha yakışır bir konuma taşıyacaktır.
Mardin Bienali:
Geçtiğimiz günlerde 6. Mardin Bienali düzenlendi. İlki 2010 yılında düzenlenmiş olan ve pandemi dönemi hariç belli bir düzende ilerlemiş olduğunu söyleyebileceğimiz bu organizasyonda, sergilerin yanı sıra söyleşiler, atölyeler, sempozyumlar ve çeşitli performanslar yer aldı. Mardin ve çevresini bir ‘‘modern sanat’’ merkezine dönüştürmek; bunu yaparken bölgeyi sanatsal-kültürel anlamda yeniden yorumlamak ve bölge halkını farklı sanatsal etkinliklerle/sanatçılarla buluşturmak temel hedefler arasındaydı.
Bir ay süren bu kapsamlı organizasyonda, bölge halkları ve bölgeyi ziyaret eden konuklar, birden fazla mekânda düzenlenen çok sayıda etkinliğe katılma fırsatını buldu. Ancak Bienal çerçevesinde bölgeye taşınan bu etkinliklerin bölge halkları ve kültürleriyle girdiği etkileşim anlamında çeşitli soru işaretleri oluştu. Bienal’in Mardin’e özgü, Mardin’le özdeşleşen, Mardin’den yola çıkarak bölgeyi yorumlayan özelliklerinin, az sayıdaki birkaç örnek dışında pek açığa çıkamaması ve özellikle de bölgedeki kadim çokkültürlü yapının adeta görmezden gelinmesi önemli eleştirilerden biriydi. Bölgenin çokkültürlü yapısından hareketle düzenlenebilecek çokdilli etkinliklere pek rastlanmaması bir yana, duyuru/tanıtım ve sunumların çokdilli (türkçe, kürtçe, arapça, süryanice, ermenice…) yapılmasının bile bölgeyi anlamak ve yorumlamak açısından önemli bir ipucu oluşturacağı açıkken bunun tercih edilmemesi, Bienal’in Mardin’in karakter ve ruhundan uzakta bir yerlerde kendini konumlandırdığının önemli bir göstergesi olarak belirdi.
Mardin, farklı dil, kültür ve inançların her türlü politik baskıya rağmen bir arada yaşamaya devam edebildiği merkezlerden biri. Mardin bir Kürt şehridir, ama aynı zamanda Mardin bir Arap şehridir; Mardin bir Süryani, bir Êzîdî ve bir Ermeni şehridir… Kentin kimliğinin tam da bu çokkültürlü gerçeklik üzerine inşa edilmesini görmek/yorumlamak ve bu gerçekliğin kolektif hafızadaki hassas yeri üzerinde özenle durmak gerekirken Mardin Bieneli’nin bu gerçeklikle arasına mesafe koyması, tabiri caizse “beyaz” ya da bu gerçekliğin farkında olmayan ‘‘cahil’’ bir bakışa işaret etmekte.
Bölgeyi alternatif ve modern bir sanat merkezine dönüştürmek, bölgenin temel kültürel özelliklerinden bağımsız hareket ederek gerçekleştirilemez. Mardin’in Venedik’ten ya da Valensiya’dan ya da İstanbul’dan farkları olmalı ve bu farklılıklar, birer zenginlik olarak kabul edilerek Bienal’e kuvvetli bir şekilde yansımalı. Bienal katılımcı bir şekilde organize edilebilmeli ve sergilemeler mekânlara sıkıştırılacağına, tam tersine paylaşımcı bir coşkuyla mekânlardan taşabilmeli.. Diğer türlü bütün bienallerin aynılaşma riski çok büyümekte ve bölge kültürüne zarar vererek en başta bölge halklarını yabancılaştırıp sanattan soğutacak turistik bir yapıya bürünebilmekte. Bu anlamda bienal organizasyonlarının, içerikten mekânla kurulan ilişkiye ve bu süreçteki küratörlerin rolüne kadar, yeniden tartışılıp tasarlanması ve katılımcı, sokaklara taşan birer şenlik formatında organize edilmesinde fayda var.
Chat GPT ve GPT-4o Sonrası Giderek Artan Yapay Zekâ Kullanımı
Birkaç yıldır özellikle pandemi kısıtlamaları, enflasyon, ekonomik kriz, savaşlar, iklim krizi.. gibi gündemlerle boğuşurken, bir yandan da teknoloji ve özellikle de yapay zekâ yatırımlarının büyümesine ve bu alandaki gelişmelerin hızlanmasına tanıklık etmekteyiz. Geçtiğimiz günlerde duyurulan GPT-4o (omni) modeliyle birlikte yapay zeka kullanımının çok daha artması ve yaygınlaşması bekleniyor. GPT-4o ile birlikte, eski versiyonlarda olduğu gibi artık sadece yazılı bir dille iletişime geçilmeyecek. Telefona ya da bilgisayara indirilen uygulama aracılığıyla, yapay zeka ve kullanıcılar arasında karşılıklı sohbet edilerek iletişim kurulması ve soru(n)lara çözüm aranması mümkün olabilecek.
GPT-4o, ses, metin ve görüntü üzerinde mantık yürütme yeteneğine sahip olacak. Bu da gerçek zamanlı konuşma, duygusal durumları algılama ve canlı akışları yorumlama, gerçek zamanlı çeviri yapma, bir matematik problemini çözerken doğrudan cevabı vermek yerine bir öğretmen gibi adım adım yol gösterme, çevreyi algılayıp rehberlik etme, doğal sesle şarkı söyleme ve metinleri duygusal bir şekilde okuyabilme.. gibi birçok çarpıcı yeniliği beraberinde getiriyor.
Öyle görünüyor ki çok kısa bir zaman zarfı içerisinde yapay zeka uygulamaları hayatımızın vaz geçilmez birer parçası haline gelerek iş yapma ve/veya sorun çözme alışkanlıklarımızı büyük ölçüde değiştirecek. Gelişmelerin kültür-sanat alanını etkilemesi de kaçınılmaz. Bu anlamda bu alanı ve pratik uygulamalarını daha yakından takip etmek ve kısa vadede yaratıcı bir perspektifle araştırma/üretim/performans süreçlerine dahil etmek ve bu alana gerekli yatırımları yapmak önemli bir yerde duruyor.
Tarsus Belediyesi’nin, Şehir Tiyatrosu’nu Kapatma Hazırlığı
‘Bütçe krizi ve tasarruf tedbirleri’ gerekçesiyle 1 Nisanda faaliyetleri durdurulan Tarsus Şehir Tiyatrosu’nun önümüzdeki ay belediye meclisinden çıkarılacak kararla kapatılacağı belirtildi. Tarsus Belediyesi’ndeki bütçe krizi, hükümetin yayınladığı tasarruf tedbirleriyle birleşince ilk fatura 2019 yılında kurulan Tarsus Şehir Tiyatrosu’na kesilmiş oldu. Tiyatronun sanat yönetmeni Veteriner Hizmetleri bünyesindeki köpek bakımevinde görevlendirilirken, bazı sanatçılar çay ocağında, bazı sanatçılar nikah memurluğunda, bazı sanatçılar da kadın sığınma evinde görevlendirildi.
Ülkemizde belediyelere doğrudan tiyatro alanı üzerinden kadro verilmesi pek rastlanan bir uygulama değil ve ne yazık ki belediye tiyatrolarına dair yasal bir zemin de söz konusu değil. Böyle bir ortamda, tasarruf tedbirlerine sığmayacak kadar etkili bir alan olması gereken sanat bir anda ve birkaç yöneticinin inisiyatifinde gözden çıkartılabiliyor.
CHP yönetiminde kültür ve sanattan sorumlu bir genel başkan yardımcısının olmaması ve oluşturulan gölge kabine içinde kültür bakanlığını yürüten Koza Yardımcı’nın geçtiğimiz günlerde istifa etmesi gibi veriler CHP’li Tarsus Belediyesi’nin bu uygulamalarıyla bir araya geldiğinde ana muhalefet partisi adına büyük bir boşluk oluşuveriyor. Umarız bu boşluk giderek büyümez ve Tarsus Belediyesi de bu yanlış karardan bir an önce geri döner.