Bu değerlendirmede öne çıkan başlıklar festivaller, Devlet- Şehir Tiyatroları ve Narin Güran’ın katli karşısında sanatçıların tepkisi oldu. İlgili haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.

Festivaller Sezonu

Bir yandan devlet onayıyla ve politikasıyla yürüyen ve dev bütçeler ayrılan Kültür Yolu Festivalleri farklı şehirlerde yoğun reklam ve PR desteğiyle sürerken, bir yandan da Altın Koza ve Altın Portakal gibi belediyelerin düzenlediği uluslararası “gelenekselleşmiş” festivaller sezonuna girmiş bulunuyoruz.

Bu sene toplam 16 şehirde gerçekleşecek ve halihazırda bir kısmı gerçekleşmiş olan Kültür Yolu Festivalleri’ne değinecek olursak, bu festivallerin halktan ve gerçekleştiği bölgenin kültürel ortamından bütünüyle kopuk bir şekilde örgütlendiğini söyleyebiliriz. Burada öncelikle bu festivallerin amacını irdelemek gerekir. Maalesef T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen Kültür Yolu Festivallerimizin amacını anlatacak düzgün bir kaynak yok, hatta festivalin düzgün çalışan bir web sayfası bile yok. Bakanlığın web sitesinde festivallerin amacına dair “Belirlenen şehirlerde, seçilen rota/lokasyonlarda farklı sanat türlerinin, yerli ve yabancı farklı kültürden insanların sanatın evrensel dilinde birleşmesi amaçlanmaktadır”, şeklinde bir ibare yer alıyor. Öte yandan Türkiye Yüzyılı resmî web sitesinde bir proje olarak geçen Türkiye Kültür Yolu Festivallerinin vizyonu; festival ruhunu, İstanbul, Ankara, Çanakkale, Diyarbakır ve Konya’dan tüm Türkiye’ye ve dünyaya ulaştırarak hem Türkiye’nin uluslararası marka değerine katkıda bulunmak hem de festivallerdeki rotalar kapsamında elden geçirilen tarihi ve kültürel unsurları birer cazibe merkezine dönüştürmek olarak tanımlanıyor. Görüldüğü üzere devletimiz tarafından düzenlenen bu festivallerin örgütleniş biçimine ve amacına dair devletin farklı kurumlarının içinde dahi kafa karışıklıkları söz konusu. Festival içerikleri, bunların gerçekleştiği bölgenin halkına olan kültürel katkısı ise ayrı bir tartışma başlığı. Bu noktada bıkmadan usanmadan kültür-sanata dair bu vizyonsuzluğa tepki göstermek gerekiyor. Kültür Yolu Festivalleri kapsamında batılı sanat biçimlerini taklit etmek, müzeler ve galeriler kurmak, kültür yolları yapmak, dünyaca ünlü sanatçılar çıkarmak Türkiye’yi daha sanatsever bir ülke haline getirmeyecek. Bu sergilerden sanatçı konuşmalarından farklı bir biçime ihtiyacımız var. Festivallerin kapsayıcılığının artması ve yeni üretimler için motive edici bir unsur olabilmesi adına lokal sanatçılarla birlikte örgütlenmesi, festivallerin gerçekleştiği bölgenin halkına daha çok hitap edecek ve böylece ülkenin ihtiyacı olan daha nitelikli ve eleştirel kültür-sanat takipçisinin oluşmasını sağlayacak içeriklere sahip olması gerekiyor.

Festival sezonunda Kültür Yolu Festivalleri dışında, belediyelerle birlikte düzenlenen gelenekselleşmiş uluslararası sinema festivallerimiz de gündemde yerini almaya başladı. Bakanlık festivallerine göre daha bağımsız görünen bu festivallerin bütçeleri yine Kültür ve Turizm Bakanlığı ya da özel sponsorlar tarafından karşılanabiliyor. Ayrıca, sanatın ve sanatçının ayakta durmakta oldukça zorlandığı günümüz ekonomik koşullarında uluslararası film festivallerimizin ‘Hollywoodvari’ bir lükslük anlayışından ödün vermeden gerçekleşiyor olması, alınan sponsor bütçelerinin bağımsız sanatçıların ürünlerini sergileme fırsatı sunmak için ne kadar efektif kullanıldığını da tartışmaya açıyor.  Adana Altın Koza film festivali temasını “Şiddete Dur De, Narinler Ölmesin” olarak açıklarken, geçtiğimiz yıl sansür krizi ile gündemi işgal eden Antalya Altın Portakal Film Festivali de programını açıkladı. Altın Portakal, 2023 yılında Nejla Demirci’nin belgeseli ‘Kanun Hükmü’nün festival programından çıkarılmasıyla gündeme oturmuştu. Bu anti-demokratik müdahale ve sansüre tepki gösteren jüri üyeleri görevi bırakınca, festival yönetimi geri adım atarak belgeseli tekrar film seçkisine dahil etmişti. Bu noktada, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesini çektiğini söyleyince, CHP’li belediye başkanı Muhittin Böcek festivali iptal ettiğini duyurmuştu. Bu tartışmaların ardından bu yıl nasıl bir festival programının oluşturulacağı merak konusu oldu. Bu yıl Altın Portakal Film Festivali için bakanlık bütçesi kullanmadıklarını dile getiren Muhittin Böcek, geçtiğimiz seneden gereken dersi çıkarttıklarını belirtti. Bu noktada gerçekleşen Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi ve Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) açıklamaları Altın Portakal’ın örgütleniş biçimini yeniden tartışmaya açtı.

Geçen yılki sansür tartışmalarında başrolde olan sivil toplum örgütlerinden Sinema Yazarları Derneği, bu yılki festivale davet edilmedi. SİYAD da bir açıklama yaparak, bu yıl festivale katılmayacaklarını bildirdi. SİYAD ile nasıl yeniden bağ kurulacağına ilişkin soruya yanıt veren Altın Portakal Sanat Direktörü Deniz Yavuz, “SİYAD ile Antalya Altın Portakal’da yakın ilişkiler kurduk. Geçen yıl ve bu yıl iş birliğimiz söz konusu değil. Ancak SİYAD üyeleri festivalde ve jürilerimizde yer alıyorlar. Önümüzdeki yıllarda çalışmaya hazırız”, dedi.

Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi ise festival programının açıklanmasının ardından sansürlenen filmler gösterilmediği müddetçe festivale katılmayacaklarını belirten bir bildiri yayınladı. Yapılan yazılı açıklamada, son yıllarda Türkiye’deki sansür uygulamalarına dikkat çekilerek makbul bulunmayan sanat eserlerinin toplumla buluşmasının engellendiği vurgulandı. Sanat eserleri ve yaratıcılarının her fırsatta hedef gösterildiğini belirten inisiyatif üyeleri; “Geçen yıl hiç bir şey yaşanmamış gibi davranarak sansüre karşı net bir tavır açıklanmadığı, daha önce sansürlenen filmler gösterilmediği sürece Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne katılmayacağımızı bildiriyor, tüm sinemacıları sansür uygulamalarının aklanmasına karşı durmaya, festival yönetiminin özür dileyip geçmişte yaptıklarının hesabını vermesi konusunda ısrarcı olmaya davet ediyoruz”, dedi. Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi bu vesileyle, festivalin bugüne kadar göstermediği filmlerden bir seçkiyi aynı tarihlerde alternatif bir mekânda Antalya seyircisine sunacaklarını da bildirdi.

Kültür ve sanat etkinliklerinde bir yanda iktidarın siyasi paradigmasını yansıtan Kültür ve Turizm Bakanlığı, diğer tarafta ana muhalefetin gövde gösterisi olan belediyeler arasındaki kutuplaşma ve savaşlardan esasen kültür-sanatı kapsayacak ve alternatif bir yol açacak bir tarafın henüz ortaya çıkmadığını tespit etmek gerekiyor. Bu noktada, Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi’nin alternatif film gösterimi yapması festivallere alternatif oluşturabilecek bir yol göstermesi açısından oldukça değerli. Bu alternatifin günümüz ekonomik koşullarında, rakibi olan dev bütçeli, dolayısıyla dev PR’lı büyük güçlerin karşısında ne kadar kamusallaşmayı başarabileceği, ne kadar sürdürülebilir olacağı tartışma konusu olsa da denemeye ve mücadele etmeye değer görünüyor. Sadece sinemada değil başka kültür-sanat alanlarında da hâkim ideolojiye alternatif festival ve organizasyonların örgütlenmesi umut verici olacaktır. Öte yandan mevcut oluşumları da toptan terk etmek ve sansür politikaları için savunmasız bırakmak yerine eş zamanlı olarak buralara dahiliyeti zorlamak ve yapıları dönüştürmek için mücadele etmeye devam etmek önemli.

Tiyatrolar Nereye Gidiyor

Geçtiğimiz hafta, Devlet Tiyatroları müdürü Tamer Karadağlı’nın açıklamaları ve Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği’nin (DETİS) bu açıklamalara tepkisi gündeme oturdu.  Devlet Tiyatroları müdürü Tamer Karadağlı, “Çalışmayacaksanız istifa edin, lale devri bitti! Kimsenin oturup yıllarca sadece maaş alıp ama ‘ben oyuncuyum’, ‘ben tiyatrocuyum’ demesi doğru gelmiyor. Çalışmayan oyuncunun teşviklerini ödemiyorum” dedi.  15 yıldır sahneye çıkmayan ancak dizilerde boy gösteren ve bu şekilde ben oyuncuyum diyen herkese tepki gösterdiğini belirtti. DETİS Tamer Karadağlı’nın açıklamalarına yoksulluk sınırında maaş alan oyuncuların hiçbir zaman ‘Lale Devri’ yaşamadığını söyleyerek tepki gösterdi. Karadağlı’nın maksadını aşan ve oyuncuları töhmet altında bırakan ifadelerinin çalışanlarda büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntü yarattığı, bu şekilde yıkıcı bir yaklaşımla sağlıklı ve başarılı bir üretim ortamının kurulmasının mümkün olmadığı belirtildi. Ayrıca, Tamer Karadağlı’nın açıklamalarına tepki gösteren sanatçı Gaye Filiz Alacacı’nın Görkem Ali Kaya adlı bir müfettiş tarafından 3 saat boyunca alıkonulduğu, telefonuna da el konulduğu iddia edildi ve bunun ardından CHP Miletvekili Orhan Sarıbal konuyu meclis gündemine taşıyarak, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a Devlet Tiyatrolarıyla ilgili tam 23 soru yönellti.

Şehir tiyatroları tarafında ise belediye seçimlerinden sonra, yenilenen yönetimleri ve yüzleriyle hem tiyatroya dair yeni vizyonlarını hem de yeni repertuarlarını ardı ardına açıklamaya başladı.

Yücel Erten’le tartışmalı bir şekilde yollarını ayıran daha sonra Genel Sanat Yönetmenliği için ilan veren İzmir Şehir Tiyatroları’nın başına getirilen Levent Üzümcü önümüzdeki dönem yapmak istediklerini anlattı. Önceki dönemden kalan tiyatro yönetmeliğine dair tartışmaların olayı yapıcı bir noktaya taşımadığını söyleyen Levent Üzümcü, esas sorulması gereken soruların tiyatro çalışanlarının mutlu olup olmadığı, sanatsal yönden istenilenin elde edilip edilmediği olduğunu vurguladı. İzmir Şehir Tiyatroları’nın kapasitesinin oldukça altında seyirciye ulaştığını söyleyen Üzümcü, yenilenen, ilgi çekici bir repertuvarla özerk bir tiyatro yapısı kurmak istediklerini belirtti ve “…benim sahnelediğim oyuna, anlatış biçimine hiçbir bürokrat hiçbir şekilde karışmıyorsa bu benim için özerkliktir. Bu sanatsal özerkliktir. Bir tiyatronun ihtiyacı olan da budur…” ifadelerini kullandı. Çalışmalarını çocuk, gençlik ve yetişkin tiyatrosu olmak üzere üç ana aksta yürüteceklerini, tiyatronun tüm oyuncularının hem oyuncu hem de yönetmen olduğu, herkesin herkesi yönettiği bir sistem oluşturacaklarını belirtti.

İBB Şehir Tiyatroları ise yeni repertuvarını “Barış” temasıyla düzenlediklerini duyurdu.  Geçmişteki başarılarımızla, geleceğimize dair umutlarımızı sahnelere taşımaya devam edeceğiz diyen İBB Şehir Tiyatroları Müdürü Oytun Askeroğlu, insana değer katacak oyunlar hazırladıklarını dile getirdi.

Devlet Tiyatroları’nın tepeden inme yönetimi ve uyguladığı politikalara bakıldığında yıllardır eleştirilen bir kurum olduğu, örgütlenme ve kamusallaşma yolunda hiç de parlak bir durumda olmadığı söylenebilir. Devlet Tiyatroları merkezi hükümetten özerkleşmediği ve ciddi bir yapısal reform sürecinden geçmediği sürece bu türden tartışmaların sık sık gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Şehir tiyatroları daha güncel repertuvarları ve yönetim biçimleriyle tiyatro seyircisi açısından bir alternatif olarak görülse de muğlak bırakılan tiyatro yönetmelikleri, tiyatroların bir şirket mantığında değerlendirilmesi gibi birçok handikabı içinde barındırdıkları da son dönem tartışmaları ile gün yüzüne çıktı. Yıllardır süregiden kültür-sanata dair bu politikasızlık sanatın birçok alanında olduğu gibi tiyatroda da toplumu geliştiren özgün ve değerli ürünlerin ve belki de en önemlisi sanata ve gündeme duyarlı bir tiyatro seyircisinin oluşmasına engel oldu. Bu bağlamda, şehir tiyatrolarının ve belediyelerin tiyatroya dair politikalarını takip etmek önem kazanıyor. Bağımsız tiyatroları hem altyapı hem de seyirciye ulaşma anlamında desteklemesi gereken belediyelerde ve şehir tiyatrolarında alınan kararlar, rant ve yüksek siyaset çıkarları doğrultusunda olmamalı. Sanat emekçilerini koruyacak ve sanatın toplum tabanına yayılmasını sağlayacak katılımcı uygulamaların bir an önce benimsenerek bu yönde adımlar atılması elzem. 

Narin Güran Katli ve Sanat Dünyasının Bu Durumlardaki Tepkisi

8 yaşındaki Narin Güran’ın kaybolması, ardından 19 gün sonra cesedinin bulunması ve süreçte yürüyen tartışmalar kamuoyu gündemine oturdu. Tüm TV kanalları, ana haber bültenleri ve tartışma programlarında bu konuyu enine boyuna inceledi. Sosyal medyadaki bir numaralı gündem yine bu konuydu. Yürüyüşler düzenlendi, yazılar yazıldı… Hemen her kesimden sanatçı da Narin Güran’ın katline gerek sosyal medya hesaplarından tepki gösterdi, gerek konserlerinde gündeme getirdi, gerekse çizgileriyle tepkisini ifade etti

Sanatçıların toplumsal olaylara dair görüş ve değerlendirmelerini kamuoyuyla paylaşması elbette çok değerli. Öte yandan, bazı konuların aktüalitesini koruduğu sürece önemsendiği ve takip edildiği gibi bir tespiti yapmak da maalesef mümkün. Örneğin, İsrail’in Filistin’e yönelik katliamı başladığında tepki gösteren seküler sanatçı kesimin, son dönemde gerçekleşen ve savaşı başka bir boyuta taşıyan teknolojik saldırılara tepki göstermemesi nasıl açıklanabilir? Aynı şekilde, Narin Güran’ın katlinde de olayın bir töre kurbanlığına indirgenip sadece bunun eleştirilmesi boyutunda kalmaması gerekir. Gündeme getirilen ancak hemen hasıraltı edilen köyde cephaneliğin bulunması, toplu çocuk ölümlerinin olduğu iddiası, ailenin Hüdapar ve Refah Partisi ile olan ilişkisi gibi konular hakkında kamuoyuna açıklama yapılmalıdır. Konuya tepki gösteren sanatçıların, hem devletin hem muhalefetin irdelemediği bu noktaların da takipçisi olması, bu konuda görüşlerini iletmesi gerekir.