Pandemi yasaklarının bir bir kalkması, Mayıs ayında havaların güzelleşmesi ve okulların tatil döneminin yaklaşmasıyla birlikte kültür sanat etkinlikleri pek çok insan için çekim merkezi olmaya başladı. Ülkedeki çok boyutlu ekonomik/siyasi gerilimlerin etkisiyle bunalmış insanlar için bu etkinlikler biraz nefes alma, sosyalleşme, moral bulma imkanı sağlıyor. Geçimini kültür sanat endüstrisinden sağlayanları ekonomik olarak çökme noktasına getiren pandemi yasaklarının kalkmasıyla birlikte sektör de canlanmaya başladı. Yazı böyle karşılarken ve bir türlü kalkmayan müzik saati yasağının kalmasını beklerken ardı ardına konser, gösteri hatta piknik gibi etkinlik iptallerinin, yasaklarının geldiği bir ay geçirdik. Belediyeler, valilikler tarafından pek çok ilde gerçekleştirilen bu iptal/yasakların ucunun nereye gideceği belli değil. Diğer yandan bu iptal/yasakların hem ülkenin çok boyutlu siyasi krizleriyle iç içe geçtiği hem de siyasi ihtiyaçlara göre bu krizleri kışkırtma işlevi gördüğü rahatlıkla görülebilir. İktidar karşıtlarının sıklıkla gösterdiği “bunlar asıl gündemi değiştirme” tepkisi konser iptal/yasaklarıyla ilgili değerlendirmelerde de karşımıza çıktı. İktidarın ekonomik ihtiyaçlara yanıt veremediği ve toplumdaki kutuplaşmayı derinleştirecek krizler çıkararak ilgiyi başka yana çekmeye çalıştığı açık. Diğer yandan bu iptal/yasaklar, Türk-İslamcı politikalarla son derece uyumlu bir biçimde seküler alanın daraltılması, saldırgan milliyetçiliğin ve erkek egemenliğinin kışkırtılmasıyla birlikte ilerliyor. İktidara muhalif kesimler, bu meseleleri “gündem değiştiriliyor” diyerek küçümsediği ve önemsizleştirdiği müddetçe özgürlük alanlarının yok edilmesine de destek sunmuş oluyor. Geçimini bu sektörden sağlayan insanlar yoksullukla imtihan edilirken sadece kültür sanat alanı değil -her biri ekonomi gündemiyle aynı önemde olan- ülkenin seküler ve kültürel çoğulcu yapısı, cinsiyet özgürlüğü ve gençlik kültürü bu yasakların hedefinde yer alıyor.
Son dönemdeki etkinlik iptal/yasaklarının bir kısmı Kürt sanatçılara, Kürdi duyarlılığı yüksek sol, sosyalist çevrelere yöneldi. Aynur Doğan’ın Derince ve Bursa konserleri, Metin Kemal Kahraman’ın Muş konseri, Mem Ararat’ın Bursa konseri, Amed Şehir Tiyatrosu’nun Kocaeli Çayırova’da sahnelenecek Don Kişot oyunu, Bitlis Eren Üniversitesi Bahar Şenliği programında yer alan Stêrka Karwan’ın konseri, Dersim Dernekleri Federasyonu’nun Pendik’te yapacağı piknik geçtiğimiz haftalarda iptal edilen etkinlikler arasındaydı. Bu iptaller, devletin Irak’ta KDP ile birlikte gerçekleştirdiği Pençe-Kilit operasyonu ve Suriye’ye askeri operasyon tehdidi ile aynı döneme denk geldi. Malum her seçim yaklaştığında bir askeri operasyon gündem oluyor. İktidar içerde çok sıkıştığı ve ekonomik ihtiyaçlara yanıt veremediği için milliyetçi kışkırtma ile iç kamuoyunu belirlemeye çalışıyor. HDP’nin de kapatılmaya çalışıldığı bu siyasi iklimden Kürt sanatçılar da nasibini aldı ve bu yasaklamalar terörle ilişkilendirilerek meşrulaştırılmaya çalışıldı. Milliyetçi kışkırtma, Matthaios Tsahouridis’in Trabzon’da vereceği konserin iptalini protesto ederek sahneye çıkmayan Apolas Lermi’nin Denizli konserinin AKP Pamukkale Belediyesi tarafından iptal edilmesine de neden oldu. Sanatçının İstanbul Bostancı konseri ise organizasyon şirketi tarafından ertelendi. Bu milliyetçi kışkırtmada Zafer Partisi Başkanı, Ümit Özdağ ise İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu hedef aldı. İstanbul Belediyesi’nin 19 Mayıs konserlerinde Apolos Lermi’ye yer vermesi üzerine Ekrem İmamoğlu’nun milli kimliğe sahip olmadığını söyledi. Ardından Aynur Doğan’ın İBB Harbiye Açıkhava Konserleri kapsamında yer almasını işaret ederek iktidarın, İBB’yi terörle ilişkilendirme girişimlerine de destek vermiş oldu.
Konserleri iptal edilen kimi sanatçılar da CHP etkinliklerine katıldığı için AKPli belediyeler tarafından hedefe kondu. Niyazi Koyuncu’nun Pendik Sahili’nde vereceği konserin, İzmir Marşı’nı binlerce öğrenciye söyleten DJ Ersin’in Kayseri konserinin iptal edilmesinde olduğu gibi sanatsal etkinliklerde parti siyaseti belirleyici oluyor. Bu konserler aynı zamanda sol, sosyal demokrat, devrimci duyarlılığı yüksek kesimlerin bir araya geldiği “biz duygusunun” hissedildiği mekanlar. İktidar bu tür buluşmaları kendine tehdit olarak algılarken yasaklarla, pandemi sonrasında ve seçimler öncesinde insanların bir araya gelerek biz duygusunu hissetmesinin de önüne geçmek istiyor.
Konser iptallerinin terör söyleminin yanındaki diğer bir gerekçesi de ahlaka aykırılıktı. Ece Seçkin, Hande Yener, Melek Mosso, Ceza, Ediz Hafızoğlu, Güney Koreli K-Pop grubu Mirae’nin konserleri gençlere kötü örnek olduğu ya da muhafazakâr değerlerle bağdaşmadığı için iptal edildi. Daha birkaç ay önce kadın sanatçılar giydikleri kıyafetler, şarkı sözleri nedeniyle İslamcı-milliyetçi kesimlerin, sıradanlaşmış erkek egemenliğinin ve devlet otoritelerinin hedefi haline gelmişlerdi. Kadın cinayetlerine giden yolu açan kadın düşmanlığı toplumda o kadar sıradan hale geldi ki erkekler kadınlar hakkında, kadınların yaşam biçimleri hakkında istediği gibi pervasızca konuşabiliyor. Bir ödül töreninde giydiği bir kıyafet nedeniyle bir kadın oyuncu medya üzerinden taciz ediliyor; hastaları arasında ayrımcılık yapmayacağına yemin etmiş bir doktor çıkıp kıyafetleri nedeniyle kadınlara fahişeler diyebiliyor. Kadına yönelik şiddeti önlemekle sorumlu olan ülkenin en yetkili ismi Suriye operasyonunu açıkladığı konuşmasında, kadın mücadelesi ve Gezi eylemleriyle bitmeyen kavgasını sürtük kelimesiyle formüle ediyor. Tarikat ve cemaatlerden gelecek oy kaçmasın diye İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmış olması tarikat ve cemaatlerin elini daha da güçlendirdi. Talibanvari bir toplum hayaliyle İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ettiren kesimler şimdi de kadınların kıyafetleri, yaşam tarzları üzerinden popüler kültüre müdahale ederek konser iptal ettirtebiliyor. Burada kadınların ve LGBTİ+ların yaşam tarzı üzerinden ahlaki bir panik oluşturuluyor ve toplumda kadın düşmanlığı, LGBTİ+ düşmanlığı gittikçe kışkırtılıyor. En temel insan hakları yok sayılan LGBTİ+lar bu çevreler için en kolay harcanacak kesimler oluyor. Ümit Özdağ bu tartışmaya da farklı bir yerden dahil oldu. İktidar yanlısı gazetelerin K-POP gruplarından Mirae’yi “cinsiyetsiz yaşamı dünyaya empoze etmekle” damgalamasının ardından Özdağ “çocuklarımızın ahlakını bozar” diyerek konser iptal edilmesine karşı çıktı. “Önce çocuk tecavüzcüleri ve tacizcileri, Pakistanlı, Afgan Tik Tok’çuları engelleyin.” diyerek mülteci karşıtı tepkiyi kışkırtmaya çalıştı.
Gençlerin bir araya geldiği üniversite festivalleri ve konserleri de (ODTÜ Uluslararası Gençlik Topluluğu’nun organize ettiği konser, Bitlis Eren Üniversitesi Bahar Şenliği programında yer alan Stêrka Karwan’ın konseri, Ankara Üniversitesi İnek Bayramı, Eskişehir AnadoluFest) aynı engellemelerle karşılaştı. Burada gençliğe yönelik özel bir politika uygulandığı görülebilir. Siyasi iktidar pek çok alana hâkim olmuşken aynı hâkimiyeti kültür sanat alanında kuramamış, yerli ve milli bir kültür yaratamamış olmaktan uzun bir süredir şikâyet ediliyor.[1] 2015 yılından itibaren Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarında iktidarın eğitim ve kültür alanında istedikleri noktalara gelemediği, kültür ve sanatta ortaya bir şey konulmadığı öne çıkıyor. Kültür sanat ortamını belirleyemediğini kabul eden iktidar rekabet edemediği bu durum karşısında varlığını yasaklarla ortaya koyuyor. Konser yasakları seküler yaşam tarzına müdahalenin yanında, gençlerin bir araya gelip sosyalleşmesini engellemeye dönük hamleler olarak değerlendirilebilir. AKP’nin yaratmak istediği yerli-milli kültür ve dindar nesiller yetiştirme projesi gençlik içinde istenen karşılığı bulmuyor. Gençlerin tarikat, cemaat çatısı altında toplanmasını bekleyen ve tüm aygıtlarını bunun için seferber eden iktidar, kızlı-erkekli gruplar halinde eğlenmeyi ve sosyalleşmeyi kendisi için varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. Seferberlik halinde uygulanan dindar politikalara rağmen muhafazakâr, İslamcı ailelerinin çocuklarının kendi aileleriyle kültürel politik bir çatışma yaşadığı biliniyor. Yine geçtiğimiz aylarda Enes Kara’nın intiharı kindar ve dindar nesiller yetiştirme projesinin gençler üzerindeki kuşatmasını gözler önüne sermişti. Gençlerin bir araya geldiği etkinliklerin iptallerinde tarikat, cemaat grupları ve onlarla ilişkili derneklerin bu etkinliklere izin veren belediyeler ve valilikler üzerinde baskı kurması tesadüf değil. Eskişehir Anadolu Fest örneğinde görüldüğü gibi tarikatlar bu konuda seküler kesime açıkça meydan okuyor. Hakan Ural gibi popüler isimler “Z kuşağı oy kullanmamalı” derken gençlik üzerindeki kuşatmayı destekliyor.
Mesleki alan açısından bakıldığında etkinlik yasakları biat ettirilemeyen seküler sanat çevrelerini ekonomik olarak kıskaca almayı amaçlıyor. Biat etmeyen sanatçılar zaten uzun bir süredir devletin ve belediyelerin sağladığı imkânlarından yoksun bırakılarak sivil ölüme mahkûm ediliyordu.[2] Pandemiyle birlikte daha da derinleşen yoksullaştırma, yoksullukla terbiye hamlesinin pandemi yasakları kalktıktan sonra da devam edeceği son örneklerde görülüyor. Bu noktada seküler belediyelerin sanat emekçilerine vereceği destek oldukça önemli. Bu şekilde hem sanat emekçilerinin sivil ölüme mahkûm edilmesine hem de seküler alanın bu şekilde tahrip edilmesine karşı kurumsal bir karşı çıkış gerçekleştirilebilir. Sanat alanın çökertilmesi karşısında asıl önemli olan sanat emekçilerinin ne yapıp edeceği. Kültür sanat alanı üzerinde uzun yıllara yayılan çok boyutlu Türk-İslam baskısı karşısında sanatçılar arasında hararetli tartışmaların, örgütsel arayışların gündeme gelmediği ortada. Yakınmaya dayalı bir tepkisellik ve hayatta kalma çabasının eşlik ettiği himaye arayışları sanatçıları amatör ya da mesleki düzeyde toplumsal bir hareket inşa etme çabasından uzak tutuyor.
Oysa, kültür sanat alanına yönelik boyutlu saldırılar karşısında Türk-İslam ideolojisine geri adım attırabilmek için amatör ve mesleki alandaki sanatçıların bir araya gelmesi, örgütlenmesi hayati önemde. Son dönemdeki etkinlik iptali/yasakları üzerine müzisyenlerin, müzik emekçilerinin yayımladığı “Müzik Susturulamaz Müzisyenler Susmaz” açıklaması mesleki alandan gelen önemli çıkış oldu. Konser iptalleri/yasaklamaları karşısında müzisyenlerin bu bir araya gelişi umarım diğer sanat çevreleriyle de birleşir ve kültür sanat alanında sınırlı olan hatta mumla aranan birlikteliklerin örgütlü bir zemine kavuşturulmasına vesile olur.
[1] Türkiye siyasetinin son on yıllık kırılma noktalarına baktığımızda Gezi Parkı Protestoları, 15 Temmuz kalkışması ve 24 Haziran seçimleri öne çıkar. Bu dönemlerin kültür sanat üzerindeki etkilerini ele aldığımız Sanatta Yıkıma Karşı Çıkabilecek Miyiz? başlıklı yazıya bakılabilir.
[2] Bu konuda Ömer Faruk Kurhan’ın 24 Haziran 2018 Başkanlık seçimleri sonrasındaki dönemin kültür sanat alanına etkilerini de ele aldığı yazılarına bakılabilir: Ya Biat Et ya Yıkıl Git ya da…; Sanatçılar ve Yerel Seçimler; Erkan Oğur – İbrahim Kalın Buluşması, Genco Erkal’a Savcılık Soruşturması.