Kardeş Türküler’in (KT) ilk canlı (live-stream) çevrimiçi konseri 13 Şubat’ta, Moda Sahnesi tarafından organize edilen bir etkinlik serisi olan “Sahneden Naklen Yayın” başlığı altında gerçekleşti. Moda Sahnesi’nde dört sabit kamerayla yapılan çekim eşzamanlı olarak dijital kanal üzerinden seyirciye açıldı. Dijital platformlar aracılığıyla internet üzerinden eşzamanlı olarak yayınlanan bu tür konserleri adlandırmaya dönük bir terminoloji henüz oturmuş değil. Moda Sahnesi’nin kullandığı “Sahneden Naklen Yayın” isimlendirmesi daha çok analog yayın teknolojisini hatırlatırken, dijital yayın olanaklarını yeterince yansıtmıyor. Dijital kanallar üzerinden canlı veya önceden kaydedilmiş etkinlikler için sıklıkla kullanılan “çevrimiçi etkinlik” teriminin var olan durumu daha iyi ifade ettiğini düşündüğüm için, yazıda ben de bu kullanımı tercih ettim. Bu yazıda, yüz yüze ve çevrimiçi konser deneyimleri arasındaki farklılıklara odaklanarak; bu durumun repertuvar seçiminden performansa kadar sahneyi nasıl etkilediğini kendi cephemizden aktarmaya çalışacağım. Konsere dair kendi deneyimimizin yanı sıra, yakın çevremizden ve kısmen seyirciden gelen görüşlere de yer vermeye çalıştım.
Sahne Sanatları başlığı altında adlandırılan müzik, dans, tiyatro gibi disiplinler zaman içinde kendi içlerinde çeşitli ekoller ve anlayışlar oluşturdu ve her disipline özgü sahneleme biçimleri ve üsluplar ortaya çıktı. Pandemi süreciyle birlikte, tüm alanlarda sahnenin “e-haline” mecburi hızlı geçiş yapılan bu dönemde, hiç kuşkusuz zaman içinde yeni koşullara özgü bir “e-sahne” estetiği de oluşacaktır. Bu alanın olanaklarını henüz algılamaya çalışma aşamasındayız. Alanın içinden bir dil oluşturabilmek için deneyimlerimizin de artması gerekiyor. Bu nedenle, kısıtlı da olsa deneyimlerimizi paylaşıma açmanın ve bu deneyimler kadar belli kavramsallaştırmalar üzerine de birlikte kafa yormanın yararlı olacağını düşünüyorum.
Fiziki mekân olarak; konser salonu sahnesinden stüdyo ortamına, evlerin salonundan balkonlara ve muhtelif dış mekânlara dek çeşitlenen bir sahneleme sahası ile karşı karşıyayız. Yani pandemi sürecinin popüler deyişiyle –teknik koşullar el verdiği ölçüde- artık bizim için “her yer sahne” olabiliyor. Diğer yandan, seyirci açısından konser salonu, evinin salonu ya da bulunduğu herhangi bir mekân olabilirken, konser sahnesi ise internete bağlı bir bilgisayar, akıllı telefon veya akıllı televizyon ekranı olmak zorunda. Yani, yine pandemi sürecinin popüler deyişiyle seyirci için bu dönemdeki (neredeyse) tek seçenek “dijital sahne” veya “e-sahne” haline gelmiş durumda. İki boyutlu hale gelen dijital sahnede kaybedilen derinlik hissiyatını yalnızca mekânsal açıdan değil, konserin en önemli bileşeni olan ses alanı (soundscape) açısından da değerlendirmek gerekiyor. Seyirciye giden sesi besleyen kolonların, sahnede müzisyenlerin arkasında duran monitörlerin ve seyirci sesinin olmadığı bir ortamda oluşan ses alanı da üç boyutlu olmaktan çıkıyor. Sahnenin bu yeni “e-hali” seyirci/dinleyici ve icracının konseri deneyimleme biçimini farklılaştırmakla kalmıyor, içerik ve icra açısından da değişime neden oluyor.
Yüz yüze konser ile çevrimiçi konser deneyiminin farkını daha iyi anlayabilmek için, öncelikle, olağan bir konser hazırlık sürecinde yaptığımız ilk iş olan repertuvar seçimi üzerinden bir karşılaştırma yaparak başlamak istiyorum. KT olarak, konserde icra edilecek şarkılara/türkülere karar verirken temel aldığımız ilk kriter, dilsel/kültürel çeşitliliğe yer verilmesidir. Kurulduğu günden bu yana “halkların kardeşliğini” ve “barış içinde bir arada yaşamayı” savunan Kardeş Türküler için repertuvara da bu kardeşlik fikrinin ve kültürel/bölgesel çeşitliliğin yansıtılması esastır. Burada elbette resmi sınırlar çerçevesinde belirlenmiş bölgelerden değil, Balkanlar ve Trakya’dan Anadolu’ya, Ortadoğu ve Mezopotamya coğrafyasına kadar, hatta göçler yoluyla müzikal kültürün taşındığı çok farklı yaşam alanlarını kapsayan bir kültürel coğrafyadan bahsediyoruz. Temel tezimiz; bu topraklardaki müzikal/kültürel birikimin, ulus-devlet sınırlarını aşacak şekilde, yüzlerce yıldan beri bir arada yaşayan çeşitli halkların ve toplulukların karşılıklı etkileşimi içinde şekillendiği yönündedir. Elbette, bu çeşitliliği elimizden geldiğince ve imkânlar doğrultusunda vermeyi başarabiliyoruz. Repertuvar seçiminde bir başka kriter olarak, konser özel bir etkinlik çerçevesinde ise (örneğin; anma günleri, kutlamalar veya 8 Mart, Newroz, 1 Mayıs gibi etkinlikler), o güne uygun şarkıları mutlaka repertuvara ekliyoruz. Konser mekânının fiziksel koşullarına göre repertuvarı ayrıca gözden geçiriyoruz. Örneğin, konser açıkhavada ise seslerin dağılabilme olasılığını veya, diyelim spor salonunda bir etkinlik ise, seslerde yankının (geri dönüşün) oldukça rahatsız edici olabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Ayrıca bu tür ortamlarda atmosfer yaratmak oldukça zor olduğu için, genelde içe dönük veya episodik karakterli olup bu tür ortamlarda sessizce dinlenmesi pek mümkün olmayan şarkıları repertuvara katmayı pek tercih etmiyoruz. Yani seyircinin varlığı kadar, seyirci profili, konserin/etkinliğin kapsamı ve fiziki koşulları da (mekânsal koşullar, ses sistemi altyapısı vb.) repertuvar seçimini etkiliyor. Turnelerde gittiğimiz yere göre repertuvarı çeşitlendirmek, yine dikkat ettiğimiz noktalardan biri. Örneğin, İzmir’e gidiyorsak mutlaka (repertuvarımızda her zaman olmayan) Türkçe bir zeybek ve Rumca bir zeybekikoya bir arada yer veriyoruz. Veya, diyelim Antakya’ya gidiyorsak, Arapça şarkıların ağırlığını artırmaya dikkat ediyoruz.
Çevrimiçi konser formatında bu tür özel durumlar olmadığı için, repertuvar seçiminde doğal olarak başka kriterler öne çıktı: Kültürel/coğrafi çeşitliliğin yanı sıra, daha çok “homojen” veya “ortalama” bir KT seyircisine hitap edeceğini düşündüğümüz bir repertuvar oluşturduk. Bu esnada kafamızdaki “hayali seyirci”nin mutlaka duymak istediğini düşündüğümüz, örneğin, “Yanıyorum”1 gibi türkülere özellikle yer vermeye dikkat ettik. Bir başka dikkat ettiğimiz nokta ise, ekranda ve canlı yayında “iyi” icra edilebilecek bir repertuvar oluşması idi. Elbette bir diğer kriter de, gündeme dair söz söyleyebileceğimiz şarkılara/türkülere yer vermekti. Örneğin, pandemi öncesinde kaydettiğimiz ve henüz tekli (single) olarak yayınlama fırsatını bulamadığımız “Gülmemiz Gerek”2 adlı şarkıyı –bir karşı duruş simgesi olarak gülme eylemine referansla- Boğaziçi Üniversitesi direnişine atfen söyledik.
Çevrimiçi konserlerin yarattığı bir diğer önemli fark da hiç şüphesiz sahne üstü performansı açısından değerlendirilmeli. Müzik, her şeyden önce bir iletişim biçimi. Performans esnasında seyirciyle karşılıklı iletişim içinde şekillenen belli duygulanım anları oluşuyor. Sahnedeki müzisyenler de gücünü sahnede oluşan bu karşılıklı etkileşimden alıyor. Ancak seyircinin fiziksel olarak var olmadığı bir ortamda, bu kez sahne üstünde grup içi iletişim ön plana çıkıyor. Yani müzisyenlerin artık seyirciden değil, -elbette müziğin yanı sıra- birbirlerinden yani sahne arkadaşlarından güç almaları gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, bu konserde sahne üstü etkileşimin olağan konserlere kıyasla daha yüksek olduğu bir performans yakalandığını düşünüyorum. Öte yandan, seyirciyle iletişim kimi zaman seyirciyi etkilemeye ya da kavramaya dönüşebiliyor. Bu anlamda özellikle açık alan etkinliklerinde, festivallerde veya çeşitli “dayanışma geceleri”nde –ses sistemindeki sorunların ya da ortamdaki gürültünün de etkisiyle- icraların sıklıkla sertleştiği, nüansların kaybolduğu, daha dinamik bir icra veya power gerektiği hissiyle temponun ve ses şiddetinin artırıldığı, vokallerin daha yüksek şiddette söylemek zorunda kalmaları nedeniyle kimi zaman icrada nağmelerin kaybolduğu, zaman zaman resitatif zaman zaman da haykırır/seslenir gibi söyleme biçimlerine yönelindiği, hem kendi deneyimimizden hem de gözlemlerimizden yola çıkarak söylenebilir. Dijital sahnede elbette bu koşullar ortadan kalkınca icrada sakinliğin ve konsantrasyonun arttığı, nüansların ve müzikal dinamiklerin belirginleştiği, soloların daha etkin bir şekilde kullanıldığı, dinleti atmosferinin ortaya çıktığı ve belli duygulanım anlarının oluştuğu söylenebilir. Kardeş Türküler dans-müzik gösterilerinde ve bazı albümlerde süpervizörlük desteği veren tiyatrocu-yazar Sevilay Saral ve Boğaziçi Üniversitesi yıllarında Kardeş Türküler fikrini ortaya atan tiyatrocu-yazar Ömer Faruk Kurhan’ın konsere dair yorumları; konser esnasında “oda müziği” etkisinin oluştuğu yönündeydi. Yukarıda tasvir etmeye çalıştığım müzikal manzaranın bu tanımlamayla örtüştüğünü düşünüyorum. Diğer yandan, gelen bazı yorumlarda, seyirciyle birlikte yakalanan coşku anına dijital sahnede ulaşılamadığı belirtildi. Coşkuyu etkileyen bir başka faktör de elbette, alkış olmaması. Özellikle şarkı aralarında alkışı bekleyen her müzisyen gibi biz de ilk şarkının ardından gelen uzun “es”te biraz yabancılaşmış olsak da, sanıyorum birkaç şarkı geçtikten sonra bu durumu “verili” olarak kabul edip alıştık.
Bu konserin format açısından önemli bir farkı; konser esnasında seyirciden gelen mesajların okunarak cevaplanması idi. Bunun genel olarak sıcak bir ortam yarattığı, mesajlara cevap verilirken grup içi sohbet havası yakalandığı belirtildi. Şu anda seyirciyle interaktif bir ilişki kurabilmenin tek yolu bu gibi görünüyor. Bununla birlikte ilerleyen süreçlerde, bir başka interaksiyon yolu konser öncesi veya sonrası gerçekleştirilecek sohbet ortamları olabilir. Örneğin, Clubhouse gibi ses içerikli sosyal etkileşim platformlarının kullanımının giderek yaygınlaşmaya başladığını görüyoruz. Dinleyiciyi de işin içine katan bu tür interaktif ortamlara olanak veren sesli etkinliklerin yakın zamanda artacağını öngörmek mümkün. Bgst Records’tan Beril (Sarıaltun) ile dijital mecrada neler olup bittiğine dair sohbetimizde Beril, son dönemlerde bu tür sesli etkinliklerin arttığından bahsetti. Belirli dijital platformlar üzerinden yapılan bu etkinliklerde yalnızca ses (audio) boyutuna odaklanılıyor ve mutlaka kulaklıkla dinlenilmesi isteniyor (hatta konsantrasyonu artırmak için katılımcılara göz bandı da gönderiliyormuş); her programdan sonra da canlı tartışma yapılıyormuş. Yalnızca müzik etkinliği değil bunlar, her türlü “ses alanı” (soundscape) gösterinin odağında yer alabiliyor. Görselliğin bu denli öne çıktığı bir dönemde, hayatımızdaki ve etrafımızdaki seslere dair farkındalık yaratma çabası, bu etkinliklerin ardında yatan fikir olarak öne çıkıyor.
KT’den Ayhan (Akkaya) ile yaptığımız sohbette Ayhan, dijital yayınların bir başka açıdan özgürleştirici yanına vurgu yaparak, asıl farkın artık bu tip yayınlar için anaakım medyaya veya büyük TV kanallarına ihtiyaç duyulmaması olduğunu düşündüğünü belirtti. Bu, oldukça önemli bir nokta. Günümüzde dijital kanalların kullanımını bir avantaja çevirmek gerekiyor. Ancak bu alanda nasıl alternatif bir ekonomik model oluşacağı henüz netleşmiş değil. Örneğin, Moda Sahnesi konserimizin bilet satışı bir bilet satış platformu üzerinden gerçekleşti. Bilet fiyatları 25 TL olarak belirlenmiş, ancak 250 TL’ye kadar farklı kategorilerde gönüllülük esasına bağlı ve bağış mahiyetinde bilet alımı da gerçekleştirilebiliyor. Şu anda ancak Zorlu Performans, İş-Sanat, Jolly Joker gibi kurumlar bünyesinde bu tip sponsorlu çevrimiçi konser etkinlikleri yapılabiliyor. Üstelik de genelde az sayıda kişiden oluşan icracı kadrolarla yapılıyor bu konserler. KT’nin ise bu anlamda spesifik bir örnek oluşturduğu söylenebilir. Sponsorlar olmadan bu etkinliklerin gerçekleştirilebilmesinin yollarını aramak gerekiyor. Bu nedenle, seyirci desteği böyle alternatif organizasyonlar için kritik bir yerde duruyor.
Konser sonrası bize gelen sorulardan biri de konserin neden YouTube gibi bir platform üzerinden yayınlanmadığı yönündeydi. Yine Bgst Records’tan Beril’in ifade ettiğine göre; Facebook, Instagram ve YouTube gibi platformlar üzerinden canlı konser etkinliği yapmanın belli sınırlandırmaları var: “YouTube’da üç tür canlı video paylaşım seçeneği bulunuyor; herkese açık, liste dışı ve kanalın sahibine açık seçenekleri. Diyelim, YouTube üzerinden konser yayını yapacaksın ve bir bilet satış platformu üzerinden de bilet satışı yapacaksın. Liste dışı seçeneğini kullanıp paylaşım yapabilirsin ama buradaki sorun, yayına dair tek bir linkin oluşması, yani herkese tek link gönderildiğinde çoklu paylaşımın önüne geçmek mümkün değil. Facebook, Instagram gibi mecralarda ise genelde sponsorlar tercih ediliyor. Benzer şekilde buralarda da bilet satışlı etkinlik yapmak şu anda mümkün değil.”
KT konserlerini organize eden Bgst Organizasyon’dan Ülker (Uncu) ile yaptığımız sohbette Ülker, sektörde pandemi sonrasında da dijital sahne konserlerine devam etme eğilimi olduğunu belirterek, bu ilk deneyimle birlikte ortaya çıkan ve bundan sonraki süreçte dikkat edilmesi gereken bazı noktalara işaret etti; özellikle çekim ekibiyle nasıl çalışılacağının planlanması ve konser çekiminin masabaşında da olsa önceden prova edilmesi gerektiğinin altını çizdi: “Örneğin, solo yapan bir müzisyeni yakın plana alalım diyorsun ama kameraman o kişiyi tanımıyor. Bunun için bir sistem oluşturulması gerekiyor, hatta mümkünse rejiden kameramanlara kadar aynı ekiple çalışmak mantıklı olacaktır. Biz dört tane sabit kamera kullandık, ancak konser çekimlerinde hareketli bir kamera ve jimmy jib kullanılmasının elzem olduğu görüldü. Örneğin, arka sırada bulunan bir müzisyeni solo yaparken yakın plana almak mümkün olamadı, çünkü ön kamera aynı anda öndeki diğer müzisyenleri de alıyor, yani müzikal pek çok detay yakalanamamış oldu. Aslında kamerayla ilişki üzerine ayrıca bir çalışma yapılması gerek; nerede kameraya yani aslında seyirciye bakılacak, nerede gruba dönülecek… Kamerayla ilişki içinde ‘duygulanım yaratmak’ üzerine çalışılması gerek.” Ülker, bu deneyimin önümüzdeki sürecin hibrit modellerine dair ipucu sunduğunu da belirtti. Bundan sonrası için örneğin, açıkhava gibi büyük (seyircili) konserlerde eşzamanlı olarak çevrimiçi yayın yapmak da mümkün; bu da erişebilirliğin artması anlamına geliyor. Çevrimiçi konser deneyiminin bir başka sonucu da bilindik “turne” pratiklerinin değişmesi olacak gibi görünüyor. Uzunca süredir özellikle bizim gibi kalabalık ekipler için Anadolu illerine turne yapmak -teknik zorluklar ve masrafın büyüklüğü nedeniyle- oldukça zorlaşmıştı. Önümüzdeki süreç belki de çevrimiçi kanallar aracılığıyla gerçekleştirilecek yeni turne pratiklerine sahne olacak.
Çevrimiçi konser formunda, artık “hayali seyirci”3 ile ilişki kuruyoruz ve kendimizi şimdilik kafamızda hayal ettiğimiz seyirciye göre şekillendiriyoruz. Bu nedenle, dijital sahne deneyimini değerlendirirken, seyirciden gelecek geri bildirimlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konsere dair seyirci yorumlarında seyircinin büyük çoğunluğu KT’yi özlemiş olduğunu ve hangi şekilde olursa olsun bizi “sahnede” görmenin kendilerini mutlu ettiğini belirtti. Beyaz kıyafetlerle sahnedeki karanlık atmosferin birleşiminden ortaya çıkan siyah-beyaz tonun da estetik açıdan beğenildiği, söylenenler arasında. Seslerin temiz oluşunun müzikaliteyi artırdığına özellikle dikkat çekildi. Çoğu seyirci oyun havaları/halaylarda evlerinde kalkıp rahatça oynadıklarını ve eğlendiklerini belirtti; hatta bir kısmı, “normalde metropol trafiği içinde veya bu karda kışta kalkıp bir konser salonuna gitmezdim ama bu şekilde evde çok daha rahat oldu” diyerek dijital sahne konserlerinin bir başka pratik yanına dikkat çekti. Yani özetle, seyirci arasında “canlı konser böyle de olabiliyormuş” görüşü ağır basıyor.
Bundan sonrası için bazı sorular sorarak ilerlemek yararlı olabilir: Yüz yüze konserlerde oluşan ambiyansın alternatifi, çevrimiçi konserler açısından nasıl yakalanabilir? Örneğin, konser mekânlarının çeşitlendirilmesi akustik açıdan bir farklılık yaratabilir mi? Kardeş Türküler’in önemli bir bileşeni olan dans kullanımı dijital sahnede nasıl olabilir? Aynı mekânda/sahnede olmadan dansçılar ve müzisyenler olarak iki odaklı bir yapı oluşturmak mümkün mü? Seyirci ile interaksiyona dair nasıl yollar denenebilir? Salonda, örneğin, NBA maçlarında olduğu gibi seyirci perdesi kullanmak mümkün mü? Perdenin varlığı konsantrasyonu etkiler mi? Spor müsabakalarında seyircinin dairesel konumlanışı saha kenarına kurulan monitörlerle simüle edilebiliyorken4, konserlerde sahne ile seyircinin karşılıklı konumlanışı benzer etkiye izin verir mi? Kafamızda sorular ve elimizde bazı ipuçlarıyla yola devam…
1 söz-müzik: Neşet Ertaş
2 söz: Hamza Dekeli, müzik: Burhan Bayar
4 Bu bilgi için Anıl Sayan’a teşekkür ederim.