6 Şubat’ta Maraş merkezli gerçekleşen iki büyük deprem Türkiye ve Suriye coğrafyalarında büyük yıkımlara neden oldu. Uzun yılladır Suriye savaşının etkilerini yaşayan bu iki coğrafya şimdi de depremin yıkımıyla karşı karşıya.
Deprem ağırlıklı olarak Suriye’nin batısı ve kuzey batısında yıkıcı etkiler bıraktı. 6.000’in üzerinde insan hayatını kaybederken binlerce insan yaralandı ve enkaz altında kaldı. Halep, Hama, Lazkiye, İdlib ve Afrin en çok etkilenen şehirler arasında. Suriye’de savaş nedeniyle büyük yıkımlar yaşayan Halep’te deprem sonrasında binaların çoğunun kullanılamaz hale gelmesiyle yüzlerce insan depremin görece daha az hasar verdiği şehirlere göç ediyor. Ülkedeki savaş hali depremden sonraki hayati müdahaleleri de etkiliyor. Bilindiği gibi Halep, Hama ve Lazkiye, Esad rejiminin kontrolü altındaki bölgeler. Deprem, Demokratik Suriye Güçleri ve Rojava Özerk Yönetimi’nin kontrolü altındaki bölgeleri ve Türkiye’nin birlikte hareket ettiği çetelerin kontrol ettiği İdlib ve Afrin bölgelerini de ağır etkiledi. Savaş koşulları nedeniyle enkazdan kurtarma çalışmalarının profesyonelce yürütülemediği görülüyor. Suriye yönetimi ABD’nin uyguladığı yaptırımların yardım ve kurtarma çalışmalarını ciddi şekilde engellediğini belirtiyor. Diğer yandan Suriye yönetiminin kontrol ettiği Halep’teki Kürt bölgeleri de uzun süredir yönetimin ambargosu altında. Ambargonun devam etmesi nedeniyle Halep’te depremden hayatta kalan Kürtler yakın şehirlere göç etmeyi tercih ediyor. Savaş ve kış koşulları depremin tahribatını artırırken ambargonun devam etmesi insanlara temel ihtiyaçların gitmesini de engelliyor; barınma, beslenme, hijyen gibi temel ihtiyaçlar karşılanamıyor.
Depremin üzerinden 24 saat geçmeden 7 Şubat gecesi Türkiye Milli Savunma Bakanlığı, “terör örgütü PKK/YPG’nin Tel Rıfat’tan Öncüpınar Hudut Karakolu‘na çok namlulu roketatar ile saldırı düzenlediğini, terör hedeflerine misliyle karşılık verildiğini” duyurdu. Afrin Kurtuluş Güçleri ise bu açıklamayı yalanladı. Tel Rıfat, depremin en fazla vurduğu ve günlerce yardım ulaştırılmayan Hatay şehrinin sınırında yer alıyor. Türkiye, enkaz altındakileri kurtarma çalışmalarına göndermek yerine buradaki askerlere sınır ötesine top atışı yaptırıyordu. Türkiye kamuoyunda enkazdan kurtarma çalışmalarında askerin nerede olduğu, neden sahaya inmediği sorgulanırken Erdoğan’ın asker korkusu öne çıkarılıyor ancak devletin Kürtlerle savaş siyaseti tartışma konusu dahi yapılmıyordu.
10 Şubat’ta KCK, bir eylemsizlik çağrısı yaptı, deprem acıları dinene kadar saldırı pozisyonuna geçmeyeceklerini duyurdular. HPG de bir sonraki gün bu çağrıya uyacaklarını açıkladı. Türkiye bu çağrıya saldırıyla karşılık verdi ve 12 Şubat günü Kobane’ye SİHA saldırısı yaptı. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, 13 Şubat günü KCK’nin deprem sonrası aldığı eylemsizlik kararının önemini hatırlatarak diyalog ve müzakerenin değerine vurgu yaptı; devleti ve iktidarı savaş ve güvenlikçi politikaları bu dönemde bitirmeye çağırdı. HDP’nin Maraş Pazarcık’taki Kriz Koordinasyon Merkezi’ne ‘kayyım’ atanmasının bu açıklamadan sonraya denk gelmesi tesadüf olmasa gerek.
Deprem sonrasında hayat kurtarmak için seferber olması gereken devlet Kürtlere karşı savaş politikasından bu koşullarda da vazgeçmiyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in taziyede bulunmak için Türkiye’ye yaptığı ziyarette Suriye operasyonu gündeme geldi. Bilindiği gibi deprem öncesinde Cumhur İttifakı, seçimlere Suriye operasyonuyla girmeyi planlıyordu. Depremin bu operasyonu sadece ertelettiği ama bundan vazgeçilmediği ve Blinken’in taziye ziyaretinin bu konuda fırsata çevrilmeye çalışıldığı görülüyor. Deprem sonrasında dahi seçimleri kazanmak için Kürtlere karşı savaş kartı açılıp deprem yıkımını yaşayan diğer bir ülkeye askeri operasyon için ABD’den izin alınmaya çalışıyor.
Türkiye’de depremden etkilenen şehirler yoğun bir Alevi ve Kürt nüfusa sahip. Cumhuriyetin kuruluşundan beri bu bölgelerin demografisi değiştirilmek isteniyor. Mesela 78 Maraş Katliamı toplumsal hafızada en fazla yer bulmuş olaylardan biri. Suriye savaşıyla başlayan mülteci göçü de bu demografik dönüşümü tamamlamak, burada Sünni-Selefi bir hat kurmak üzere devlet tarafından değerlendiriliyor. Günlerce yardım ulaştırılmayan Hatay, İdlib ile bileştirilip bu Sünni-Selefi hattın bir parçası haline getirilmek isteniyor olabilir mi? Askerin disiplinli çalışmasıyla binlerce insan kurtarılabilecekken Hatay’a yardımların gitmemesi bu politikayla mı ilişkili?
Hatay’ın deprem sonrasında kendi haline terk edilmiş olması Türkiye toplumunda büyük bir rahatsızlık yarattı. Cumhuriyetçi kesimler arasında Mustafa Kemal’in “Hatay benim şahsi meselemdir” sözü hatırlandı. “Hatay bizim de şahsi meselemiz” denerek devletin boşluğu dayanışma ile doldurulmaya çalışılıyor. Uzun erimli bir dayanışma için meselenin savaşla ilişkili tarihsel ve çok boyutlu yönlerini görmeye ihtiyaç var. Devletin, Alevileri Kürtleri göçerterek cihatçı güçleri bu bölgelere yerleştirme planı deprem sonrasında belki de daha kolay devam edecektir. Savaş bu bölgeyi dolaylı değil doğrudan etkilediği için, bir taraftan rant ekonomisine karşı çıkarken aynı zamanda savaş ekonomisine de karşı çıkmak gerekiyor. Bu zamana kadar savaşa ayrılan parayla insan yaşamının kalitesinin artırılmasına yatırım yapılmış, deprem koşullarına hazırlık yapılmış olsaydı bugünkünden çok daha farklı bir manzara ile karşı karşıya olurduk. Bu nedenle sivil toplumun devlete yaptığı çağrıların başında Kürtlerle savaş siyasetine son verilmesi gelmelidir. Bölgenin kültürel çoğulcu demografisine sahip çıkmak tüm Türkiye toplumunun sorumluluğudur.