İÇ POLİTİKA
19 Mart Darbesi ve Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması
Esenler Belediye Başkanı Ahmet Özer’in terör suçlamasıyla tutuklanıp yerine kayyum atanması ve ardından Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın tutuklanması, yavaş yavaş İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yaklaşıldığı, sıranın onda olduğu yorumlarına neden olmuştu. Ayrıca İmamoğlu’nun diplomasının iptal edileceği de konuşuluyordu. 12 Mart haftası da tutuklamalar ve operasyonlarla başladı. Sarıyer eski Belediye Başkanı Şükrü Genç tutuklanırken, Sarıyer ve Şişli Belediyesinden 17 kişi, 2014-2016 yılları arasında DHKP/C’ye finansman sağladıkları gerekçesiyle tutuklandı. Flash TV, bir operasyonla TMSF’ye devredilirken, Yunanistan’a gitmekte olan İsmail Saymaz’ın da pasaportuna el konuldu.
Ekrem İmamoğlu ise, 23 Mart’ta CHP’nin yapacağı Cumhurbaşkanı adaylığı eğilim yoklamasına halkı davet etmek için düzenlediği “halk buluşmaları” kapsamında, İzmir, Antalya, Trabzon ve Diyarbakır’ın da aralarında yer aldığı illerde gezi düzenledi. Devletin müdahalesiyle salon bulmakta güçlük çeken İmamoğlu, gittiği her yerde coşkuyla karşılandı. Diyarbakır’da, Kürtçe şarkılarla ve kalabalık bir grup tarafından karşılanan İmamoğlu, Kürtçe Newroz bayramını kutladı. Rejimin kendisini siyaset dışına atmak niyetinde olduğunu bilen İmamoğlu, geri adım atmayan, net ve sert konuşmalar yaptı. Örneğin Diyarbakır’daki konuşmasında şunu söyledi: “Beni saf dışı bırakıp, muhalefetin adayını kendileri belirlemek istiyorlar. Diyarbakır’dan meydan okuyorum. Bu israf ve istibdat sistemi son bulmalı.”
18 Mart günü İmamoğlu’nun diploması, İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu tarafından usulsüz ve hukuksuz bir şekilde iptal edildi. Bu durumun, İmamoğlu’nu tutuklama planından vazgeçildiği şeklinde yorumlanabileceği söylense de bunun doğru olmadığı kısa bir süre sonra anlaşıldı. 19 Mart sabahı İmamoğlu ile birlikte 105 kişi gözaltına alındı. İmamoğlu’na yöneltilen suçlamalar özetle, kent uzlaşısı bağlamında terör örgütüyle ilişki ve yolsuzluk amacıyla örgüt kurma şeklindeydi. Şu ya da bu şekilde seçimlerin yapıldığı otoriter bir rejim modelinden, tamamen göstermelik seçimlerin yapılacağı bir diktatörlüğe geçiş süreci böylece başlamış oldu. 19 Mart’ta gerçekleşen bu operasyonun açık bir darbe girişimi olduğunu söylemek abartılı bir değerlendirme olmayacaktır.
CHP, bunun sivil bir darbe olduğunu söyledi. DEM Parti eş başkanı Tuncer Bakırhan, kent uzlaşısının terörle ilişkilendirilmesini kınayarak “bu operasyon aynı zamanda bizedir” açıklamasını yaptı. Halkın bu duruma bir tepki göstereceği ve gösteriler olacağı bekleniyordu ancak günün olayı, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin eylemi oldu. Hem diploma iptalini hem de İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını protesto etmek için toplanan öğrenciler, basın açıklaması yapmak için Beyazıt Meydanı’na yürümek istediler ancak polis barikatıyla engellendiler. Bugüne kadar olduğu gibi öğrencilerin bir süre sonra dağılacağı bekleniyordu ancak öyle olmadı. Öğrenciler polis barikatını yıkarak geçtiler ve Beyazıt Meydanı’na yürüdüler. Bu görüntüler çok kısa sürede yayıldı ve yeni bir dalganın habercisi oldu. Belki de kimsenin beklemediği bir şekilde ülkenin birçok üniversitesinde protesto gösterileri başladı. Sadece devlet üniversiteleri değil, pek çok özel üniversitede de gösteriler yapıldı. 19 Mart’ta başlayan ve merkezi Saraçhane olan protestoların en önemli dinamiklerinden biri üniversite gençliği oldu. Pek çok üniversitede yaygın ders boykotları yapıldı.
Merkezi Saraçhane olan gösteriler her geçen gün büyüdü ve yüzbinler protesto gösterilerine katıldı. Ancak sadece İstanbul’da değil, ülkenin pek çok ilinde geniş katılımlı protesto gösterileri yapıldı. Polisin ilk günlerdeki yumuşak tavrı şüpheyle karşılansa da bu uzun sürmedi. Üçüncü günden itibaren, gösterilere yoğun ve acımasız saldırılar gerçekleştirildi. Hem protesto alanlarında hem de ev baskınlarında 1500’e yakın insan gözaltına alındı ve bu insanların bir kısmı tutuklandı. Sadece göstericiler değil onlarca gazeteci de gözaltına alınmaktan kurtulamadı. Gözaltına alınan insanlara işkence yapıldığı, kadınların çıplak aramaya tabi tutulduğu ortaya çıktı. RTÜK, gösterileri canlı yayınlayan kanalları önce tehdit etti ardından da ağır cezalara çarptırdı. Ancak bunların hiçbirisi gösterileri ve protesto eylemlerini durduramadı.
CHP’nin bu halk isyanını ve protestoları nasıl yöneteceği merak konusuydu. Ancak ilk günden itibaren, başta Özgür Özel olmak üzere CHP’li yöneticiler, alanları terk etmeyeceklerini ve bu darbeye karşı çıkacaklarını açıkladılar. CHP hazırlıklarını, İmamoğlu’nun tutuklanması ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanması ihtimali üzerinden yaptı. Beklendiği gibi İmamoğlu tutuklansa da kayyum atanması gerçekleşmedi. İmamoğlu, yolsuzluk amaçlı suç örgütü kurmaktan tutuklanırken, terör suçlamasından tutuklanmadı. Bu da belediyeye kayyum atanmayacağı anlamına geliyordu. Ancak Şişli Belediye başkanı tutuklandı ve Şişli Belediyesine kayyum atandı.
Devletin ilk planının kayyum atamak olduğu ancak gösteriler ve protestolar nedeniyle geri adım attığı yorumları yapıldı. Bu arada CHP’ye de kayyum atanacağı haberleri dolaşıma sokulmuştu. CHP yönetimi, bu ihtimali devre dışı bırakmak için 21 Mart’ta olağanüstü kongre kararı aldı. Olağanüstü kurultayın 6 Nisan’da yapılacağı belirtildi. Böylelikle en azından şimdilik CHP’ye kayyum atanmasının önüne geçilebildi. Eski CHP Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın da aralarında bulunduğu üç kişi, CHP’nin olağanüstü kurultay kararının iptali için mahkemeye başvurdu. Lütfü Savaş ve birlikte hareket ettiği kişilerin, 19 Mart darbesini yürüten ekiple çalıştığını söylemek aşırı bir yorum olmaz kanısındayız. Bu nedenle CHP’ye kayyum atanması ya da başka yollarla devre dışı bırakılması planlarından vaz geçildiğini söylemek mümkün değil. CHP’nin başlattığı ve özellikle yandaş sermayeyi hedef alan tüketici boykotu eylemi ise yaygınlaşarak devam ediyor.
CHP, tüm halkı, 23 Mart’ta yapılacak Cumhurbaşkanı adayı belirleme oylamasına davet etti. CHP üyeleri yanında üye olmayanların da dayanışma sandığında oy kullanabileceği ilan edildi. Beklenenin çok ötesinde bir katılım gerçekleşti ve yaklaşık 15,5 milyon insan İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı için oy kullandı. 19 Mart darbesini yapan rejim, toplumsal meşruiyetini kaybederken, İmamoğlu’na dönük toplumsal meşruiyet ve destek her geçen gün artacak gibi görünüyor.
Protestolar sırasında en çok konuşulan konulardan biri Kürtlerin protestolarla olan ilişkisiydi. Ulusalcı basın (başta Sözcü TV), Kürtler’in AKP ile anlaştığı ve bu nedenle gösterilere katılmadığı söylemini ısrarla yaydı. Protesto alanlarında, Zafer Partisi kaynaklı olduğu iddia edilen grupların, Öcalan’a küfretmesi, hakaret içeren pankartlar açması ve özellikle de Mansur Yavaş’ın Saraçhane’de yaptığı konuşmada Kürtleri temsil eden bayraklara paçavra demesi Kürtlerin tepkisini çekti. Özgür Özel bir gün sonra Kürtlerden helallik isteyerek özür diledi. DEM Parti’nin bu süreçte oldukça dengeli bir politika izlediğini söylemek gerekiyor. DEM Parti ilk günden itibaren, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını kınadı. 19 Mart’ta yaptığı açıklamada, bunun bir sivil darbe girişimi olduğunu söyledi. Tuncer Bakırhan, iktidarın 27 Şubat çağrısının rotasından çıkacak adımlar attığını belirtti. DEM Parti heyeti 20 Mart’ta Saraçhane’de Özgür Özel’i ziyaret ederek, “bu süreci toplumsal barışa sabotaj olarak görüyoruz” mesajını verdi. Ayrıca aynı akşam Saraçhane’deki protesto eylemine katılacaklarını açıkladı. Ancak Kürt siyasi hareketinin, kitlesel olarak protestolara katılmadığı da bir gerçek. Kürt siyasi hareketi bir taraftan, bu darbenin Türkiye’ye barış ve demokrasi getirmeyeceğini ısrarla belirtirken, diğer taraftan yürümekte olan “müzakere sürecini” sekteye uğratabilecek adımlar atmaktan sakınıyor denebilir.
Müzakere Süreci
Müzakere sürecinin nasıl ilerleyeceği konusunda şüpheler sürerken, Erdoğan 12 Mart’ta, İmralı heyetine randevu verebileceğini söyledi. Bu açıklamanın hemen ardından İmralı heyeti Erdoğan’la görüşmek için randevu talep etti. Görüşmenin bayramdan sonra olacağı konuşuluyor. Bahçeli bir çağrıda bulunarak, PKK’nin 4 Mayıs’ta Malazgirt’te, DEM Parti belediyesinin katkılarıyla kongresini toplaması ve fesih kararı alması gerektiğini belirtti. PKK yöneticileri ise, kongreyi ancak Öcalan’ın toplayabileceğini ve fesih kararını ancak onun yöneteceği bir kongrenin alabileceğini belirtiyorlar. PKK kongresinin toplanması ve fesih kararı alması konusunda bir anlaşmaya varılamadığı ve müzakere sürecinin bu noktada tıkandığı anlaşılıyor. Ayrıca Türk savaş uçaklarının, Rojava ve Irak Federe Kürdistan bölgesine dönük saldırıları da devam ediyor. Bu noktada kongrenin ne zaman ve nasıl toplanacağı, fesih kararının nasıl alınacağı konusu belirsizliğini koruyor. Bunun yanında İmralı heyeti, Newroz’dan önce Öcalan’la görüşmek ve Newroz mesajı almak için görüşme başvurusunda bulundu. Ancak heyete görüşme izni verilmedi. Bu nedenle Diyarbakır ve İstanbul Newrozlarında Öcalan’ın mesajı okunamadı. Bu durum da müzakere sürecinde bir tıkanma olduğu şeklinde yorumlandı.
Bu süreçte hem Diyarbakır’da hem İstanbul’da hem de pek çok kentte, katılımın çok yüksek olduğu Newroz kutlamaları gerçekleşti. Öcalan’ın, 27 Şubat’ta okunan açıklamasının Kürt toplumu tarafından nasıl karşılandığı tartışmaları yapılırken, Newroz alanlarından gelen görüntüler, Kürt halkının bu çağrıya olumlu yaklaştığını gösteriyor denebilir. Ancak hem PKK’den hem DEM Parti’den gelen açıklamalar, devletin bu süreçte yapmaya söz verdiği hiçbir şeyi yapmadığı yönünde. Bu nedenle sürecin nereye doğru gittiğini öngörmek zor görünüyor. Sürecin nereye evrileceğini biraz da ABD’nin tavrının ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin belirleyeceği anlaşılıyor.
EKONOMİ
Türkiye Ekonomisinde Derinleşen Kriz: Yoksulluk, İşsizlik ve Siyasi Belirsizliklerin Etkisi
Türkiye ekonomisi, son dönemde artan yoksulluk, işsizlik ve hukukun siyasallaşması nedeniyle sarsılıyor. Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırma Merkezi (BİSAM) verilerine göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 22.886 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 79.165 TL’ye yükselmişti. Bu rakamlar, mevcut asgari ücretin bu temel ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğunu gösteriyor.
İşsizlik oranları da endişe verici seviyelere ulaştı. Geniş tanımlı işsizlik 2024 yılında bir önceki yıla göre 3,9 puan artarak 26,7% oldu. 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı ise 1,1 puan azalarak yüzde 16,3 oldu. Genç nüfus ve emekliler arasında kuryelik ve düşük ücretli işler yaygınlaşıyor.
Siyasi arenada yaşanan gelişmeler de ekonomik istikrarsızlığı derinleştirmektedir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından, döviz kurlarında yaşanan dalgalanmaları kontrol altına almak amacıyla Merkez Bankası’nın üç gün içinde 27 milyar dolarlık bir müdahalede bulunduğu bildiriliyor. Kamu bankalarının satışları konusunda elimizde henüz bir veri yok. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alındığı 19 Mart gününde döviz mevduatları 1,4 milyar dolar artışla 206,4 milyar dolar seviyesine yükseldi. Ayrıca, Borsa İstanbul’da sert düşüşler yaşandı, devre kesiciler birkaç kez kullanıldı. Buna rağmen banka hisseleri 2001 krizinden bu yana en büyük değer kaybını yaşadı.
Ekonomi yönetimi, piyasalardaki panik havasını yatıştırmak için çeşitli adımlar attılar. Maliye Bakanı Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı, yabancı yatırımcılar ve bankalarla toplantılar düzenledi, gecelik faiz oranlarını artırdı, döviz kurunun istikrarına ve ekonomi programının uygulanacağına dair güvence vermeye çalıştı. Anlaşılan o ki kurlara ilişkin verilen sözlere her ne pahasına olursa olsun bağlı kalınıyor. Ancak, Financial Times‘ın değerlendirmesine göre, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in iki yıllık ekonomik programı, bu son gelişmelerle birlikte ciddi bir darbe aldı.
Ekonomik krizlerin siyasi belirsizliklerle daha da derinleştiği bu süreçte, “Sermaye istikrar arar, demokrasi değil” şeklindeki görüşler dile getirilse de, Türkiye’nin Çin, İran veya Rusya gibi doğal kaynak zengini olmadığı, ayrıca güçlü bir ihracatçı sanayiye de sahip olmadığı göz önüne alındığında, otoriterleşme eğilimlerinin ekonomiyi daha da kırılganlaştıracağı bir gerçek.
Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi, artan yoksulluk ve işsizlik oranlarıyla birlikte, siyasi belirsizliklerin de etkisiyle ciddi bir kırılganlık yaşıyor. Ülke sadece daha da otoriterleşmeye değil aynı zamanda emekçi kesimlerin ve yoksulların daha da yoksullaşacağı günlere doğru hızla yol alıyor.
DIŞ POLİTİKA
Ortadoğu’da Çatışmalar ve Demokratik Perspektifler
Ortadoğu’da son dönemde yaşanan gelişmeler, bölgedeki mevcut gerilimleri daha da artırmış ve demokratik değerlere olan ihtiyacı bir kez daha gözler önüne sermiştir.
İsrail’in Saldırganlığı: Gazze, Lübnan ve Suriye
Batı’nın ve özellikle Trump’ın tam desteğini alan İsrail’in Gazze ve Lübnan’a yönelik saldırıları, ateşkes anlaşmalarına rağmen devam ediyor. Lübnan makamlarının verilerine göre 27 Kasım 2024’te ilan edilen ateşkesin sürekli ihlal edilmesi sonucu yaklaşık 100 kişi hayatını kaybetmiş, 300’ü aşkın kişi yaralanmıştır. Ayrıca, İsrail’in ateşkesin gereği olarak çekilmesi gereken beş bölgede varlığını sürdürmesi, bölgedeki tansiyonun düşmesini engelliyor. Gazze’de de durum benzer. 19 Ocak’ta yürürlüğe giren ateşkesi sürekli ihlal eden İsrail 18 Mart’ta başlattığı saldırılarda yüzlerce sivilin yaşamını yitirmesine ve yüzlercesinin de yaralanmasına neden oldu. Hamas’ın İsrailli rehineleri serbest bırakmayı reddetmesini gerekçe gösteren İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, Gazze’de ele geçirilen topraklarda kalıcı kontrol sağlayacağını belirtti. Bu açıklama işgal edilen alanların ilhâk edilebileceği anlamında da yorumlanabilir. Birkaç gün sonra İsrail Ordu Sözcüsü ordunun Gazze Şeridi’nin kuzeyinde kara saldırılarına başladığını duyurdu. Saldırının Beyt Hanun bölgesinde “Hamas’ın altyapısını hedef almak ve kuzeydeki güvenlik bölgesini genişletmek” gerekçesiyle yapıldığı belirtildi. Ardından ordunun Gazze Şeridi’nde kara işgalini genişletmek için hazırlıklar yürüttüğü duyuruldu. Sonraki günlerde Savunma Bakanı Katz İsrail güvenlik kabinesinin, “Gazze’de yaşayan ve üçüncü ülkelere gitmek isteyen kişiler için” transit geçiş idaresi kurulmasını onayladığını açıkladı. Dünyanın gözünün içine baka baka yürütülen Filistin toprakları içindeki zorla göçertme ve soykırıma bir de yurtdışı göçü kolaylaştırma eklenerek etnik temizliğin tüm araçları kullanılmaya başlandı.
İsrail’in saldırganlığı Filistin ve Lübnan ile sınırlı değil. İsrail uçakları Suriye’nin Humus ilindeki Tedmur (Palmira) ve T4 askeri hava üslerini de vurdu. Ardından da Dera ilinin kuzeybatısındaki Kuye köyüne top ve tank atışları düzenledi. İsrail’in Suriye’nin güneyine yerleşmesi, bölgedeki güç dengelerini değiştiriyor ve yeni çatışma risklerini de beraberinde getiriyor.
Aslında İsrail’in artan saldırganlığında iç politikadaki gelişmelerin etkilerinin de olduğu söylenebilir. Zira Netanyahu’nun, kendisine karşı yürütülen soruşturmada görevli olan iç istihbarat teşkilatı direktörünü görevden alacağını 16 Mart’ta duyurmasının yarattığı siyasi kriz devam ederken, 18 Mart’ta Gazze’ye yönelik saldırılar başladı. Hükümetin bu adımlarına karşı binlerce kişi protesto gösterileri düzenledi. Bu durum, hükümetin iç politikadaki sorunları dış müdahalelerle örtbas etme çabası olarak yorumlanıyor.
Öte yandan Suriye’deki yeni yönetim ile Türkiye arasındaki yakınlaşma sonucu, ekonomik, askeri ve siyasi yardım alma karşılığında Humus iline bağlı Tedmur (Palmira) ilçesindeki bir askeri üssü Türk ordusuna devretmek için ileri düzeyde görüşmelerin yapıldığı iddiaları var. Humus’un doğusunda görülebilecek bir “Türk askeri varlığının” İsrail’i ciddi ölçüde endişelendirdiği haber ve yorumları İsrail medyasına yansımış görülüyor. Yukarıda bahsettiğimiz saldırılarda bu endişenin de rol oynadığı söylenebilir.
ABD Yemen’e Saldırdı
Başkan Trump 15 Mart’ta ABD’nin Yemen’deki Husilere karşı saldırı başlattığını duyurdu, İran’ı da Husilere desteği sonlandırması konusunda tehdit etti. İran ise ABD’den, İsrail’in yaptığı soykırıma desteği sonlandırmasını ve Yemenli insanların öldürülmesini durdurmasını istedi. “Husiler, ABD ile İngiltere’nin, aralarında başkent Sana’nın da yer aldığı bazı kentlere düzenlediği hava saldırılarında 79 kişinin öldüğünü, 107 kişinin yaralandığını açıkladı”. ABD’nin bölgeye ikinci bir uçak gemisi daha göndereceği açıklandı. Bu hamle ile bölgedeki gerilimin ve Husilere yönelik saldırıların artacağı bekleniyor.
Türkiye’nin Rojava ve Irak Kürdistan Bölgesi’ne Yönelik Politikaları
Türkiye’nin, PKK’nin silah bırakma kararına ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) arasındaki anlaşmaya rağmen Rojava ve Irak Kürdistan bölgesine yönelik saldırılarını sürdürdüğü bir süreçte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirerek mevkidaşı Marco Rubio ile görüştü. Görüşme sonrasında basına fotoğraf verilmedi. Ancak Rubio’nun “Ukrayna, Suriye ve ticaret” vurgulu açıklamaları, ABD’nin Türkiye’den asıl beklentileri olarak yorumlanabilir. Türk tarafının görüşme sonrası sessiz kalması, mutabakat sağlanamamasının bir emaresi de olabilir. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasındaki telefon görüşmesi ve Trump’ın Türkiye’yi “stratejik ortak” olarak görmeye devam edeceği yönündeki açıklamaları, ABD-Türkiye ilişkilerinin Biden döneminden çok daha iyi durumda olduğunu gösteriyor.
Suriye’deki Gelişmeler
Suriye’de Alevi topluluğu ve etnik azınlıklara yönelik katliamlar devam ediyor. Suriye Gözlem Evi’nin raporlarına göre çok sayıda kadın ve çocuk kaçırıldı ve öldürüldü. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi Suriyeli sivillerin maruz kaldığı katliamları durdurmak için uluslarası topluma acil müdahale çağrısı yaparken, Almanya’nın Şam’da 13 yıl aradan sonra büyükelçilik açması ve konsolosluk açılışı için Şam’a giden Almanya Dışişleri Bakanı’nın süreci “Esad artıklarına karşı mücadele” olarak tanımlaması Batı’nın ikiyüzlülüğünün bir nişanı olarak kayda geçti.
Bu arada Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) ile Demokratik Birlik Partisi (PYD) arasında bir anlaşmaya varıldı. Anlaşma, bölgedeki Kürtlerin birliği açısından önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. Ayrıca, SDG komutanı Mazlum Abdi ile Şam heyeti arasında da 13 Mart’ta bir görüşme gerçekleştirildi. Yapılan görüşmede, “Anayasa taslağı” ele alınmış ve Suriye’deki tüm bileşenlerin anayasanın yazımında rol alması gerektiği vurgulanmış.
Rusya-Ukrayna Savaşında Barışa Doğru
Rusya-Ukrayna savaşının sona erdirilmesine yönelik ABD’nin öncülük ettiği çabalar hız kazandı. Önce, ABD ve Ukrayna heyetleri Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir araya geldi. Ardından da ABD ve Rusya heyetleri görüştü. Görüşmeler sonrasında taraflarca ayrı ayrı yapılan açıklamalardan kalıcı barışa yönelik bir sürecin başladığı görülüyor. İlk adım olarak Karadeniz’de bir ateşkes konusunda anlaşıldığı söylenebilir. Buna göre Karadeniz’de seyrüsefer güvenliğinin sağlanması ve ticari gemilerin askeri amaçlarla kullanılmasının önlenmesini içeren bir dizi konuda tarafların uzlaştığı anlaşılıyor. Varılan uzlaşıyı denetleyecek üçüncü ülke olarak Türkiye’nin adı geçiyor. Bu konu Trump-Erdoğan görüşmesinde de dillendirilmiş ve ABD’nin desteği alınmıştı. Bu görüşmelerin uzun vadede ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerde bir normalleşmeye de evrilebileceği beklenebilir. Trump ve Putin’in sık sık iki ülke arasındaki ticari potansiyele vurgu yapmaları, Rusya’ya uygulanan yaptırımların gevşetilmesinin önünün açılabileceği, Trump’ın Çin’e karşı Rusya’yı yanına çekme stratejisinin parçası olarak yorumlanıyor.
Diğer yandan, ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray’da yaptığı açıklamada, Ukrayna ile nadir elementler üzerine bir anlaşmanın kısa sürede imzalanacağını söyledi. Anlaşılan taraflar Ukrayna’nın zengin mineral kaynaklarından istediklerini almış görünüyor.
Tüm bu gelişmeler ışığında, Ukrayna’da savaşın sona erdirilmesi yönünde umutlanabiliriz. Ancak, barışın kalıcı olması için tüm tarafların eşit ve adil bir şekilde temsil edildiği, halkların özgürlük ve haklarının korunduğu bir sürecin işletilmesi gerektiği de bir gerçek.
Ekrem İmamoğlu’nun Tutuklanmasına Yönelik Uluslararası Tepkiler
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, uluslararası alanda da tepkilere yol açtı. Demokratik değerlere bağlılıklarını ifade eden çeşitli ülkeler ve kurumlar tarafından destek mesajları yayınlandı. Avrupa’nın önde gelen şehirlerinin belediye başkanları ve Avrupa Konseyi yetkilileri, İmamoğlu’na desteklerini ifade ettiler. Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Başkanı Cools Marc, İmamoğlu’nun tutuklanmasını “demokrasiye saldırı” olarak nitelendirerek derhal serbest bırakılması çağrısında bulundu. Genel Sekreter Mathieu Mori de benzer şekilde, tutuklamanın demokrasiye bir saldırı olduğunu belirtti. Ancak AB’nin asıl yürütme gücü olan AB Komisyonu’ndan ciddi bir tepki gelmedi.
ABD Dışişleri Bakanlığı, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik “ülkelerin iç karar alma süreçleriyle ilgili yorum yapmama” açıklamasının ardından “Türkiye’nin, tam bir şeffaflık içinde, adil ve tarafsız yargılanma hakkı da dâhil olmak üzere temel özgürlükleri ve insan haklarını koruması önemlidir” türünden genel geçer bir açıklama daha yaptı.
Almanya Dışişleri Bakanlığı, İmamoğlu’na verilen hapis cezasını “demokrasi için ağır bir gerileme” olarak değerlendirdi. Ayrıca, Almanya’daki çeşitli siyasi partilerin temsilcileri de karara tepki göstererek, Türkiye’deki yargının siyasallaşmasının endişe verici olduğunu vurguladılar. Ancak Suriye’de Colani ile bir uyum yakalayan Almanya’nın, Erdoğan’a karşı demokrasi savunuculuğu yapması da beklenmemeli.
Fransa Dışişleri Bakanlığı da İmamoğlu’nun hapse atılmasını, “demokrasiye ciddi bir saldırı” olarak nitelendirdi. Yapılan açıklamada, Avrupa kurumları nezdindeki demokratik taahhütler hatırlatıldı.
Ancak şunu vurgulamak gerekiyor ki Batı’nın 19 Mart darbesine karşı tepkisi oldukça cılız kaldı. Yukarıda bahsettiğimiz tepkilerin çoğunun da Türkiye’de oluşan toplumsal hareketlenmeden sonra oluştuğunu belirtelim.
EKOLOJİ
İliç maden faciası davasının ilk duruşması görüldü
13 Şubat 2024’te İliç’de meydana gelen Çöpler Altın Madeni faciasında 9 işçi hayatını kaybetmişti. Faciayla ilgili olarak açılan davanın ilk duruşması 17 Mart-21 Mart tarihleri arasında Erzincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Davada 5’i tutuklu 43 sanık “taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak” ve “çevreyi taksirle kirletmek” suçlarından yargılanıyor. İliç Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede 12 firma yöneticisi ‘asli kusurlu’, 31 kişi ise ‘tali kusurlu’ olarak suçlanıyor ve haklarında 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor. Asli kusurlular arasında Kanadalı şirket SSR’ın üç yöneticisi de bulunuyor. Duruşma ara kararında, mahkeme müşteki ve vekillerinin davaya müdahil olma taleplerini kabul etti; tüm tutukluların tutukluluk hallerinin devamına karar verdi. Mahkeme ayrıca, yeni bilirkişi tayin edilerek gerekçeli ve ayrıntılı rapor düzenlenmesini ve TBMM Araştırma Komisyonu raporunun dosyaya eklenmesini kararlaştırarak duruşmayı 30 Haziran’a erteledi.
Siyasiler, duruşmadan önce yaptıkları açıklamalarda, madenin kapasite artışı projesinin ÇED olumlu raporunu onaylayan, dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un faciaya giden süreçteki rolüne dikkat çektiler. Yapılan açıklamalara göre, mahkeme, bilirkişi heyetini değiştirerek Kurum’un sorumluluğunu iddianameden çıkarmaya çalışmıştı ve bakanlık yetkilileri hakkında “kovuşturmaya yer yoktur” kararı vermişti. İddianamede, Kurum’un yanısıra Anagold’un sahipleri ve onların ortağı Çalıklar da yer almamıştı. Bağımsız Maden İşçileri Sendikası da duruşma öncesi yaptığı açıklamada “Bu bir yılda, ilk gün söylediğimiz söz defalarca kez kanıtlandı: Bu bir kaza değildi, göz göre göre gelen bir katliamdı” açıklamasında bulundu.
Faciada yaşamını yitiren Uğur Yıldız’ın yakınları mahkeme sonrası basına açıklamada bulundular ve tutukluluk hallerinin devamından memnuniyet duysalar da, esas sorumlu olarak SSR Madencilik Türkiye Müdürü Cengiz Demirci’nin de yargılanması gerektiğine işaret ettiler. Mehkeme Cengiz Demirci’nin dinlenmesi talebini reddetti. Ailenin avukatı Akçay Taşçı ayrıca liç yoluyla yaplan üretim faaliyetlerine ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Türkiye Cumhuriyeti’nin yığın liç yoluyla üretim hakkında bir mevzuatı olmadığını, bunun Meclis Araştırma Komisyonu tarafından da tespit edildiğini, bu faaliyetin denetlenmediği için ülke genelinde durdurulması gerektiğini ifade etti. Uğur Yıldız’ın babası Ali Ekber Yıldız, 21 Mart günü yazdığı yazıda facianın sorumlusunun Anagold ve geliyorum diyen faciayı denetlemeyen, görmeyen devlet olduğunu ifade etti. Facia günü sabah 08:30’da çatlakların tespit edilmesiyle facianın meydana geldiği 14:30 arasında geçen 6 saat boyunca sahayı boşaltmayan yöneticilerin sorumluluğuna işaret etti. Bakan Murat Kurum’dan da şikayetçi oldu.
Duruşma esnasında müşteki avukatlarının savunmaları, facianın oluşumuna dair kritik olgular sundu. Bu olgulardan hereketle avukat Mustafa Baydar “taksirle öldürme” iddiasının hatalı olduğunu, sanıkların “bilinçli taksirle öldürme”den yargılanmaları gerektiğini iddia ediyor. Avukat Serdar Doğan yargılanması gerekenlerin sanık sandalyesinde bulunmadıklarına, sanki basit bir iş kazası soruşturuluyormuş gibi yargılama yapıldığına işaret etti. Firmanın kasıtlı olarak nitelikli personeli işten ayrılmaya zorladığını, onların yerine düşük ücretli, tecrübesiz ve itaatkar olmak zorunda kalan personel istihdam ettiğini belirtti. Üretim baskısı, işgücü maliyetlerinin yanısıra diğer maliyetleri de düşürme eğiliminin faciayı “bilinçli taksir” hatta toplu bir cinayete dönüştürdüğünü söyledi. Avukat Akçay Taşçı Anagold’un madende kurduğu taşeron düzenine, tüm faaliyetlerinin parça parça taşeronlara teslim edilmiş olmasına işaret ederek “Anagold ne iş yapıyor bilmiyoruz” dedi. Faciada yaşamını yitiren Ramazan Çimen’in kardeşi Yakup Çimen de çok benzer iddialarla kaçan kimi sanıkların duruşma salonuna getirilmesini talep etti. Kaçan sanıkların delil karartmalarından şüphelendiğini ifade etti. Kendisi de geçmişte madende çalışmış olan Çimen’in şu ifadeleri çok çarpıcı: “Benim koyunumu ver, toprağımı ver, geçmiş yaşamımı ver o zaman. Orası artık kanlı toprak, o toprağın sahibi benim, orada abimin kanı var, babamın ailemin mezarı var. Gelecek nesiller için de buradan adil bir karar çıkması çok önemli”. Ayrıca sanık avukatlarından Ramazan Türk’ün, kazada yaşamını kaybeden Uğur Yıldız’ın kardeşi müşteki Duygu Yıldız’a para teklif etmiş olduğu, ve ailenin bunu reddettiği de basına yansıdı.