Bu yazı yazılırken linkteki haber akışı esas alınmıştır. 

İÇ POLİTİKA

HDP Kongresi

Geçtiğimiz dönemdeki önemli siyasi olaylardan biri, HDP’nin 5. Olağan Kongresi idi. Her ne kadar HDP’nin bu kongrede de alternatif bir siyaset örgütlemek adına somut projeler ortaya koyduğu söylenemese de, kendisine yönelik tüm engellemelere, baskı ve tutuklamalara rağmen kongrenin çok coşkulu ve yoğun katılımlı olduğu gözlemlenebiliyordu. Birçok HDP’li tutukluyken partinin böylesine kalabalık ve coşkulu bir kongre yapması, HDP’yi yok saymaya, gayrimeşru ilan etmeye çalışan siyasi aktörlere HDP’nin örgütlü, kitlesel bir güç olduğunu öyle kolay kolay siyasetin dışına itilemeyeceğinin bir yanıtı niteliğindeydi. Hatta bunun da ötesinde kürsüden iki ittifak grubuna da dengeleri değiştirecek tek güç olduğunu hatırlattı.  Aslında hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı bu durumun farkında zira her iki tarafın da perde arkasında HDP ile görüştüğü biliniyor. Zaten yapılan pek çok anket de tüm baskılara rağmen HDP’nin oy kaybı yaşamadığını, seçmenini kaybetmediğini, aksine oy oranın arttığını gösteriyor. Mesela Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi Türkiye Siyaset Paneli’nin Haziran ayı araştırmasına göre partilerin oy dağılımı şöyle: CHP: %23, AKP: %22.5, İyi Parti: %13.3, HDP: %10.2, DEVA: %2, Gelecek Partisi %0.4. Araştırmanın Mart sonuçları ile karşılaştırıldığında CHP ve AKP’nin oyları düşerken HDP ve İyi Parti’nin yükseliyor. Yine Piar Araştırma’nın yaptığı araştırmaya göre HDP %11 ile üçüncü partiliğe yükselmiş görünüyor. Tüm bunlar istatistikleri yakından takip eden ve HDP seçmenini bilen ittifak grupları tarafından bilinse de, HDP artık kapalı kapılar ardında görüşmeleri kabul etmeyeceğini, meşru bir aktör olarak muhattap alınmak istediğini belirtmiş oldu.

HDP Kongresi’nde tüm konuşmacılar gibi çarpıcı bir mor arkaplan önünde konuşan Pervin Buldan çoğulculuk vurgusu yaptı ve HDP’yi bir kadın partisi olarak tanımladı. Kürsüdeki kadın sayısı da bu iddiayı destekler nitelikteydi. Selahattin Demirtaş kongreye destek mesajını gönderdi ve notu kongrede okundu. Demirtaş’ın kongre sonrasında T24’te yayımladığı yazı ilginç noktalar barındırıyordu. Demirtaş süregiden baskılar düşünüldüğünde HDP’nin yine de bir mucize olduğunu belirtti. Bu anlamda 5. Olağan Kongre’nin HDP’nin özgüvenli bir Türkiye açılımı yapması açısından umut verici olduğunu belirtti. Selahattin Demirtaş T24’e yazdığı yazıda HDP’nin daha özeleştirel bir yaklaşım ortaya koymasının gerekliliğinden bahsetti. HDP’nin siyaset ile şiddetin bir arada olamayacağına inandığını ve tüm sorunlara Türkiye bütünlüğü içinde çözüm aradıklarını insanlara daha iyi anlatması gerektiğini belirtti. AKP’nin en önemli silahlarından birinin algı siyaseti olduğunu ifade eden Demirtaş, muhalefetin de bu algı siyasetine bir yanıt üretmesi gerektiğini bunun da sadece olgularla olmayacağını ifade etti. Bunun için de ortak dil, medyanın ortak kullanımı, ortak sloganlar, ortak eylem ve etkinlikler, ortak çözüm projeleri ve ortak aday vurgusu yaptı.

Demirtaş’ın somut projelere yaptığı bu vurgu oldukça önemliydi çünkü HDP arkasındaki kitlesel destekle coşkulu kongreler yapsa da alternatif bir siyaset örgütlemek adına geliştirmesi gereken projeler olduğu ortada. Demirtaş’ın bahsettiği Türkiye açılımı yapılacaksa, reaktif bir siyasetten proaktif bir siyasete geçip vatandaşlara somut alternatifler sunması önemli gibi görünüyor. Kongrede oluşturulan 43 kişilik danışma kurulunun rolü bu anlamda önemli duruyor. Bu yeni kadronun ne kadar etkili politikalar üreteceklerini hep birlikte göreceğiz. Mehmet Nuri Özdemir Gazete Karınca’ya yazdığı yazıda HDP’nin gelecek dönemde yerel yönetimlere dair somut talepler geliştirmesi, hapishanelere dair somut adımlar atması, barış süreci ile ilgili diğer aktörleri beklemeden somut adımlar atması gerektiğini ifade etti ve “karşı tarafın zaaflarına odaklanan bir politikleşemeden daha çok ne istediğini netleştiren ve kendi modelini anlatan bir siyasal dil kazandırabilir. Seçmene kaos övgüsü yerine umudun hakim olduğu alternatif yolları sunabilmek önemli” dedi. Özdemir’in bahsettiği somut projelere dayalı umut siyasetinin yaratılıp yaratılamayacağını hep birlikte göreceğiz.

Tüm bunları söylerken yine de HDP üyelerinin göğüslemek zorunda kaldığı baskıların da azımsanmayacak nitelikte olduğunu hatırlamak ve göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu kitlesel kongreden sonra bile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı boş durmadı ve hemen kongreyle ilgili soruşturma başlattı. Zaten kongre öncesinde de Adana ve Diyarbakır’da HDP üye ve yöneticilerinin adresleri ile Binevş Kültür Merkezi’ne eş zamanlı baskın düzenlenmişti ve dosyaya gizlilik kararı konulmuştu. Demans hastalığı geçiren Aysel Tuğluk da Kobani davasına SEGBİS aracılığı ile katıldı, konuşmada ve mahkeme heyetinin sorularını anlamada zorluk çeken Tuğluk’a geçmişte verdiği röportajlar soruldu. Bu süreçte Gezi Davası nedeniyle haksız yere Bakırköy Kadın Cezaevi’nde tutuklu olan Mücella Yapıcı’nın kelepçe ile muayene edilmesi de hapishanelerdeki muamele meselesinin ne kadar hayati olduğunu gösterdi. Yapıcı da demokratik örgütlenmelerini cezaevi koşullarını denetlemeye çağırdı.  Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu davalılar gizli tanıkların mahkemeye getirilmeden ifadelerinin alınmasını eleştirdiler ve mahkeme bu kararında ısrar ederse artık davaya katılmayacaklarını belirttiler. Fakat, mahkeme savunma avukatlarının talebini gizli tanıkların can güvenliğini neden göstererek reddetti. Yargıtay’ın önüne ikinci kere getirilen KCK Van Ana Davası’nda ise 13 Kürt siyasetçiye verilen hapis cezaları onandı. Aslında yerel mahkemenin ilk hapis kararı Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştu ve Yargıtay kararında taziye ziyaretlerinde, Newroz’da, Kürt Dil Bayramı’nda, 8 Mart’ta, Anayasa referandumunu boykot mitinglerinde konuşmacı olmanın suç sayılamayacağını belirtmişti.

Türk Ocakları Toplantısı

CHP lideri Kılıçdaroğlu Türk Ocakları İslam Dünyası Meseleleri ve Çözüm Yolları Sempozyumu’na katıldı. Kılıçdaroğlu sempozyumda İslam’da adalet vurgusu yaparken bir yandan da Karl Marx’ın 11. Tezine vurgu yaparak dünyayı değiştirmenin öneminden bahsetti, sempozyumda daha fazla kadın olması gerektiğini ifade etti ve hukukun üstünlüğü, denetlenebilirlik, hesap verebilirlik, kadın-erkek eşitliği, liyakat, özgürlük, sosyal devlet, hakça bölüşüm, insan ve doğa hakları vurgusu yaptı. Devlet Bahçeli Kılıçdaroğlu’nun bu toplantıya davet edilmesine ateş püskürdü, ancak bu toplantı aslında CHP siyaseti açısından da birçok sorunu barındırıyor. Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışının Bahçeli’yi sinirlendirmesi anlaşılır; zira milliyetçiliğin tek referansı olma kaygısı var. Zaten İYİ parti tarafından sıkıştırılırken bir de CHP’nin de kendi alanında boy göstermesi Bahçeli’nin siyasi önemini sorgulatır hale geliyor; zira milliyetçilik de alınırsa elinde başka pek bir referans kalmıyor. Fakat CHP’lilerin bu tür etkinliklerde boy göstermesi, milliyetçi kesimlerle yaptığı dirsek teması ve partinin kendi çizgisini bu kadar belirsizleştirmesinin akıllıca bir siyasi strateji mi yoksa gereksiz bir siyasi fırsatçılık mı olduğu tartışılır. Zira ülkedeki milliyetçi teşkilatların derin devletle ilişkisi, girdikleri kirli işler ortada. Sedat Peker’in yaptığı açıklamalar da bunların verilerini gözler önüne seriyor. Parti iyi niyetli milliyetçilere demokratik kültürü mü aşılayacak yoksa kendini geri dönülemeyecek ağlar içine mi sokacak, izleyip göreceğiz. Ayrıca AKP-MHP ittifakının siyasi alanı Türk-İslam çerçevesine sıkıştırdığı ortadayken bu çerçeveden çıkmak yerine o çerçevenin içinden hareket etmek ülkenin bu zor günlerden çıkmasına ne kadar yardımcı olacak? Tüm bunlar sorulması gereken sorular şüphesiz.

Cinsiyet Eşitliği

Bir diğer önemli siyasi olay ise son birkaç yıldır olduğu gibi Onur Yürüyüşü’nün İstanbul, Eskişehir ve Ankara’da yasaklanmasıydı. Fakat bu sefer sadece yürüyüş değil İstanbul’da etkinlikler de yasaklandı; bazı etkinlikler online yapılmak zorunda kalındı ve gösterilere çok şiddetli bir polis saldırısı oldu. Onur Yürüyüşü’nde de vatandaşı ile mücadele halinde olan bir devlet görünümü verildi.  Alışık olunduğu gibi Taksim’e çıkan her yol ulaşıma kapandı, metro durakları kullanılamadı. Ankarada’ da Kuğulu Park’ta yapılmaya çalışılan basın açıklaması polis tarafından engellendi. Polis Kuğulu Park’ı tamamen kapattı. Park’taki protesto Yeniden Refah Partisi Gençlik Kolları Başkanı Melih Güner tarafından hedef gösterilmişti. Yapılan müdahaleden sonra alanda kuğular, polisler ve Yeniden Refah Partisi Gençlik Kolları üyelerinin kalması ise akılda kalan bir resim oldu. İktidar, LGBTİ’lerin eşit hak ve özgürlük mücadelesinin vücut bulduğu bir haftayı ellerinden almaya çalışsa da pek çok aktivist alanları zorladı, gösterisini yapmaya, kimliğini onurla taşıyarak sokaklarda olmaya çalıştı. Mabel Matiz’in Karakol klibi ise adeta harekete popüler müziğin bir hediyesi niteliğindeydi. Klip RTÜK tarafından yasaklansa da izlenme rekorları kırdı.

 

EKONOMİ

Ekonomide çeşitli açılardan negatif rekorlar ve çöküş görüntüsü veren gelişmelerle dolu iki haftayı geride bıraktık. Önce dönemin kazanan azınlığı ile başlayalım. Bankacılık sektörü mayıs ayında yüzde 742 kâr etti. Sektörün yılın ilk 5 ayında elde ettiği net kâr ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 400’lük artışla 132 milyar liraya ulaştı. Yine İstanbul Havalimanı’nın 2018-2020 kira bedeli olan 1 milyar 364 milyon Avro’nun 2043 yılına ertelenmesi haberleri ile dönemim kazananlarından birilerinin de Cengiz ve Kalyon grubu olduğu ortaya çıktı. MÜSİAD’ın asgari ücretin netleşmesi sonrası mutluluğunu açıklaması kendilerini dönemin kazananlarına eklememizi sağladı.

En önemli çökme görüntüleri yoksulluğa ilişkin aşırı çoğalan haberler ve artık sürdürülmekte zorlanıldığı için pörtleyen uçları çeşitli operasyonlarla kesilen mafya ekonomisi haberleri ile oluştu. Türk Lirasının aşırı değer kaybı ile yeni dönemin en kazançlı kesimlerinden olması beklenen ihraçatçılar da uygulanan finansman politikaları ile isyan eden kesimlere eklendi. Dış ticaret açığının rekorlar kırdığı bu dönemde kaybedenler kulübü gittikçe genişliyor.

İşçi, memur ve diğer çalışanları yakından etkileyen iki gelişme enflasyon oranı ve bağlantılı olarak asgari ücretin netleşmesi oldu. Bu gelişmelerin geniş kesimlerde büyük hayal kırıklığı yarattığını tahmin etmek zor değil. TUİK’e göre enflasyon haziranda yıllık bazda yüzde 78,6 olarak gerçekleşti. ENAG’a göre ise enflasyonu yıllık yüzde 175,55 ile tarihi rekor kırdı. Milyonlarca insanın sadece gelirini değil, artık yaşama haklarını tırpanlayan bu hamle nedeniyle çeşitli kesimlerden TUİK’e tepkiler yükseldi. Bu resmi enflasyon oranı bir hafta önce açlık sınırını 6 bin 391 TL ve yoksulluk sınırını 20 bin 818 TL olarak açıklayan Türk-İş’in 5.500 TL olarak açıklanan asgari ücrete imza atmasını kolaylaştırdı. Enflasyon rakamlarını manipüle ederek ücretlere yapılan cüzzi zamlarla iyiden iyiye yoksullaştırılan geniş kitlelerin yanında, yüksek kamu harcamaları ile bazı sermaye kesimlerine para pompalayarak ve vergi afları ve indirimleri ile bütçe açığını patlatma pahasına emekten sermayeye gelir transfer politikaları ısrarla sürdürülüyor. Bu ısrarın yarattığı aşırı tahribata karşın geniş kitlelerin büyük ve dönüştürücü eylemlerden halihazırda uzak durması sanırız ülke muhalefeti ve sendikaları hakkında kritik veriler olarak tarihe not düşülebilir. Elbette bu notu düşerken yerel ve küçük ölçekli, daha çok mevcut çalışma koşulları ve haklarını korumayı esas alan nitelikte olsa da Türkiye’nin birçok noktasında gittikçe artan sayıda işçi eylem ve direnişlerinin yaşandığını da not düşmeyi ihmal etmemek gerekli.

Son olarak yine bir tarihi rekora konu olan ek bütçe adımını hatırlatalım. 2022 için öngörülen bütçeyle neredeyse aynı tutarda ek bütçe kabul edildi ve bu durum elbet tartışmalara neden oldu. Ek bütçenin yine neredeyse tamamı vergilerden karşılanacak. Temelde geniş çalışan kesimlere kaşık ile verilenin kazan ile geri alınacağına dair artı bir gösterge olan bu duruma kaynak sağlama açısından ilk hamle geldi:  Tütün ve içkilerden 125.4 milyar TL vergi toplanacak.

 

DIŞ POLİTİKA

NATO Toplantısı

32inci NATO zirvesi İspanya’nın başkenti Madrid’de gerçekleşti. Toplantıda Rusya uluslararası ‘güvenlik’ için bir tehdit olarak, Çin ise uluslararası ‘istikrarı’ tehdit eden bir unsur olarak tanımlandı. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma görüşmeleri yapıldı ve 5 Temmuz’da da iki ülkenin katılım protokolleri imzalandı. Şimdi üyeliklerin onay süreci bekleniyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu İsveç ve Finlandiya ile imzalanan memoranduma dair, bu memorandumlara uymazlarsa ülkelerin üyeliklerini onaylamayacaklarına dair açıklama yaptı. İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ise Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’e verdiği onayı bu ülkelerin PKK’ye verdiğini iddia ettiği destek nedeniyle eleştirse de iktidar, NATO’nun Ukrayna, Ortadoğu ve mülteciler meselesi nedeniyle Türkiye’den vazgeçemeyişini başarılı bir şekilde iç politika malzemesi olarak kullanıyor gibi görünüyor. Zira, Erdoğan’ın NATO çıkartması “diplomasinin merkezi” haline gelmek olarak değerlendiriliyor. Aslında, toplantıda zaten NATO’nun askeri varlığının ve silahlanmasının yedi kat büyümesi karara bağlanmıştı ve NATO, Finlandiya ve İsveç’i de dahil ederek büyümeye karar verdikten sonra Türkiye’nin bu stratejik karara engel olamayacağı ortadaydı. Fakat, Erdoğan bunu büyük ölçüde iç politika malzemesi olarak kullandı ve F-16 satışına yeşil ışık yakılmasını sağladı.

Türkiye’nin demokratik güçlerinin toplantı ile ilgili merak ettiği şey ise İsveç ve Finlandiya’nın Türkiyeli siyasi mülteciler açısından ne gibi tavizler verdiğiydi. Finlandiya Cumhurbaşkanı Türkiye’nin güvenlikle ilgili kaygılarını ciddiye aldıklarını belirtti ve Finlandiya’nın NATO’nun terörle mücadele belgelerine ve politikalarına tamamen bağlı kalacağını belirtti. HDP Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Diyarbakır Milletvekili Hişyar Özsoy, memorandumun yargıyı bağlamadığını, memorandumun yalnızca bir niyet beyanı olduğunu ifade etti. Özsoy memorandumda İsveç ve Finlandiya’nın PKK’yi terör örgütü olarak kabul ettiğini, bu durumun zaten tüm AB ülkeleri için geçerli olduğunu belirtti. YPG ve PYD için ise bu örgütlere destek sunmayacaklarını belirttiklerini ifade etti. Tüm bunlar düşünüldüğünde,  Özsoy, NATO’nun Rojava’ya müdaheleye yeşil ışık yakmadığı ve Türkiye operasyonlarının Güney Kürdistan ile sınırlı kalacağı anlaşılıyor. Memorandumda iadelerin gerçekleşeceği gibi bir şeyin açıkça belirtilmediğini, iki ülkenin Türkiye’nin yaptığı başvuruların takipçisi olacaklarını belirttiklerini ifade ediyor ve nihayetinde bu iki ülkede bu meselelere bağımsız yargının karar vereceğini ekliyor.

Suriye

Bu arada sahaya bakıldığında Rojava’ya askeri harekata dair işaretler gözlemleniyor. Suriye’de El Kaide destekli Heyet Tahrir el-Şam’ın, Türkiye destekli Feylak el Şam örgütünün Afrin’de kontrol ettiği üç köyü daha ele geçirdiği belirtildi. Hükümetin bayram sonrası Rojava’ya müdahale girişiminde bulunacak olması gündemde. TSK’ya ait SİHA’ların Suriye Demokratik Güçleri’ne ve Halep’in kuzeyinde Suriye ordusuna saldırıda bulunduğu da haberler arasında. TSK’nın operasyon hazırlığına dair bir veri de Halep’in kuzeyindeki Bab es-Selam sınır kapısından geçen taşıyıcı araçlar, ağır top mermileri, tank ve çok sayıda asker. Hedefteki alanların Tel Rıfat, Menbiç ve civar köyler olduğu belirtiliyor. Türkiye’nin bölgede Suriye Milli Güçleri ile birlikte hareket ettiği biliniyor.

Türkiye’nin bu hamlelerine karşı SDG ile Esad rejimi arasında yapılan görüşmeler sonucunda Suriye Arap Ordusu’na bağlı askerler, ülkenin kuzeyine doğru yığınak yapmaya başladı. İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SOHR) aktardığına göre, Suriye Arap ordusuna bağlı güçler, Türkiye sınırına 35 km uzaklıktaki Ayn İsa ile sınıra 30 km mesafedeki Menbiç’e doğru hareketlendi. Tüm bu gelişmelerin bölgede gerilimi tırmandırdığını ve Türkiye’nin Rojava’ya müdahale olasılığını arttırdığını, ama olası bir harekatın Rusya ve ABD’nin onayına bağlı olduğunu söyleyebiliriz.