Bu yazı yazılırken linkteki haber akışı esas alınmıştır.

İÇ POLİTİKA

Yüksek Siyaset / Seçim

Yüksek siyaset alanında bir yandan muhalefetin önde olduğunu gösteren anketler yayınlanmaya devam ederken öte yandan muhalefetin aday belirsizliğinin sürdüğü gözlemleniyor. Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz gezisine davet edilen “gazeteciler” meselesi ve Fenerbahçe spor kulübü ile ilgili gündemlerden ötürü kısmen (CHP’nin Van çıkarmasında epey yoğun “Başkan” sloganlarıyla karşılanmasına karşın) “gözden düşmesi” sonrasında CHP’de ve 6’lı masada bir kez daha Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve Mansur Yavaş’ın adaylığı öne çıkmış görünüyor. Aday belirsizliğinin muhalefet bloğuna zarar verebileceği, muhalefetin inisiyatif kullanmada çok ağır kaldığı yorumları yapılırken başka bir görüş de adayın “yıpratılmaması” için erken açıklanmaması yaklaşımının doğru olabileceği yönünde. Yandaş basının bu durumu kullanmaya başladığı görülüyor. İktidarın giderek “daha bir aday bile belirleyemiyorlar” söyleminden ilerleyeceği öngörülebilir. Aday konusunda anketlerde yükselişte görünen ve daha önce Ekrem İmamoğlu’ndan yana tercihte bulunabileceği konuşulan Meral Akşener’in daha belirleyici olacağı izlenimi doğmuş görünüyor.

Muhalefet cephesindeki gelişmelerden bir diğeri de CHP’nin Van şehri toplantılarıydı. Kalabalık bir üst düzey kadroyla düzenlenen geziyi CHP “Helalleşme çağrısı Van’da karşılık buldu” şeklinde değerlendirdi. Ekrem İmamoğlu’nun Van’da yoğun ilgi görmesi ve “Başkan” sloganlarıyla karşılanması adaylık tartışmalarının yoğunlaştığı bir ortamda dikkat çekti. Öte yandan Mansur Yavaş’ın, ‘Selahattin Demirtaş’ı istiyoruz’ diyen Vanlı yurttaşa ‘İnşallah’ demesi, daha sonra ise Belediye’den yapılan “öyle demedi” açıklamasıyla çark edilmesi Yavaş’ın Kürt seçmende kabul görmesinin zorluğunu biraz daha artırdı.

Yüksek siyasette diğer bir günden de Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasındaki 10 soru atışması oldu. Erdoğan’ın sorduğu 10 soruya Kılıçdaroğlu cevap verirken Erdoğan’a 10 soru sordu. Kılıçdaroğlu’nun özellikle PKK ve Sınırötesi harekat konularında “devletçi” bir çizgiyi tercih ettiği gözlendi. Kılıçdaroğlu’nun “muhatap alınma” uğruna Erdoğan’ın sorularına cevap vermesi bir zaaf olarak değerlendirilebilir. Muhalefetin kendi gündemini belirlemek yerine Erdoğan’ın gündemlerine tabi kaldığına bir kez daha örnek oluşturmuş oldu. Nitekim Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun 10 soruya verdiği cevaplara “Her satırından kifayetsizlik tütüyor” diyerek küçümseyici bir tavır takındı; Kılıçdaroğlu’nun sorularına cevap vermedi ve Kılıçdaroğlu’nu adaylık konusunda sıkıştırdı.

İktidar cephesinde ise Erdoğan’ın Gezi Parkı eylemcilerine ilişkin “Bunlar çürük, bunlar sürtük” şeklindeki ifadeleri dikkat çekti. Gezi dönemine ilişkin yalanlara bu kez “Cami Yakıldı” yalanı da eklenmiş oldu. Üstelik bunu prompter’den okumuş olması planlı bir çıkış olduğunu göstergesiydi. İktidarın seçimler öncesi bir yandan baskı ve hak ihlallerini artırırken diğer yandan da seçmen kitlesini konsolide etmeye dönük arayışlar içinde olduğu biliniyordu. Bu dönemde bir yandan yoga yasaklamaları, özellikle kadın sanatçıların konserlerine getirilen yasaklamalar gibi seküler yaşam tarzına dönük müdahaleler art arda gündeme gelirken diğer yandan da kamusal alanlarda cinsel ilişki görüntülerinin servis ediliyor olması ayrıca düşündürücü. İktidar çevrelerinin “Biz ahlaksızlıkla mücadele ediyoruz” minvalindeki duruşuna muhafazakâr derneklerin açıklamalarının eşlik ettiği görüldü. İktidarın seçime baskı ve şiddet uygulamalarının yaratacağı gergin bir ortamda girmek istediği giderek netleşiyor. Sedat Peker’in “Seçim gecesi ne olursa olsun evinize geri dönmeyin” şeklindeki açıklamasının da tesadüf olmadığı anlaşılıyor.

Öte yandan bu dönem, Kılıçdaroğlu’nun daha önce birkaç kez tekrarladığı bürokratlara dönük uyarı ve çağrıların kısmen karşılık bulmaya başladığını gösteren örneklere rastladık. İddiaya göre bazı kararlara imza atmayan YÖK üyelerinin istifaları istendi, etmeyince görevden alındılar. Resmi Gazete’de 3 Haziran’da yayımlanan karar ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Yükseköğretim Kurulu (YÖK) üyesi altı isim görevden alındı.  Bu üyelerin “görüşülmeyen kararları imzalamayı reddettikleri için istifalarının istendiği, bunu yapmamaları üzerine de Erdoğan’ın tek imzasıyla görevden alındıkları” iddia edildi. Yerlerine ilahiyat fakültesi dekanı, imam hatip lisesi müdürü ve Bilal Erdoğan’ın nikâh şahitliğini yaptığı isimler atandı.

Muş ve Batman’da operasyonlar; “yeni çözüm süreci” iddiaları

Dış politika bölümünde ele aldığımız sınır ötesi operasyon gündemiyle paralel olarak yakın dönemde Türkiye sınırları içinde de şavaş konseptinin devrede olduğunu gözlüyoruz:

Cudi Dağı’nda 30 Nisan’da 8 askerin yaşamını yitirmesiyle başlayan operasyonlar, şiddetli çatışmalarla devam ediyor. Bölgede günlerdir hava ve kara hareketliliği sürüyor. Ganiya Mêwê bölgesi, art arda 3 kez bombalandı. Öte yandan Cudi Dağı’ndaki kuşatmanın başlamasının ardından Şırnak’ın Avgamasiya, Serêdehlê ve Şilêrît köylerine giriş çıkışlar 11 Mayıs’tan bu yana engelleniyor. Öte yandan 28 Mayıs’ta İçişleri Bakanlığı, Muş’ta 565 güvenlik personelinin katıldığı ‘Eren Abluka-13 Şehit Jandarma Üsteğmen İsmail Moray Operasyonu’nun başlatıldığını duyurdu. 31 Mayıs’ta Batman’ın Kozluk ilçesinde Hafikê, Kevnaraza ve Beyîkê köylerini kapsayan çok sayıda korucunun da katıldığı askeri operasyon başlatıldı.

Baskıların sivil siyaset alanında da arttığı görülüyor. Halkların Demokratik Kongresi, Halkların Demokratik Partisi ve Göç İzleme Derneği’ne (GÖÇİZDER) yönelik soruşturma kapsamında 3 Haziran’da birçok kentte yapılan ev baskınlarında çok sayıda kişi gözaltına alındı. Suruç’ta IŞİD’in bombalı saldırısında yaşamını yitiren 33 kişi arasında yer alan Osman Çiçek ve Kasım Deprem’in mezarlarına kimliği belirsiz kişi veya kişilerce saldırı düzenlendi. Adana Valiliği’nin ardından, Mersin Valiliği de Amed Şehir Tiyatrosu’nun ‘Tartuffe’ adlı Kürtçe oyununa kamu güvenliği gerekçesiyle izin vermedi. 8 Haziran’da Diyarbakır’da Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Serdar Altan, Mezopotamya Ajansı (MA) editörü Aziz Oruç ile gazeteciler Ömer Çelik, Suat Doğuhan, Ramazan Geciken, Berivan Karatorak, Esmer Tunç ve Mehmet Şahin’in de aralarında bulunduğu 19 gazeteci gözaltına alındı.

Böyle bir ortamda AKP’nin yeni bir “çözüm süreci” planladığı şeklinde haberlerin çıkması ilginç bir ironi oluşturuyor. Ayhan Bilgen’in “Yorum yapmıyorum, biliyorum, AKP bir ‘Kürt Açılımı’ hazırlığında” şeklindeki demeci tartışmaya daha da ilginç bir boyut kazandırdı.

İktidarın seçim öncesi Kürt seçmenin kafasını karıştıracak hamlelerde bulunması şaşırtıcı olmayacaktır. Ancak özellikle 2015 sonrası bölgede yaşanan faşizan ortam devam ederken Kürtlerin böyle bir söyleme ikna olmasını beklemek hayalcilik olacaktır.

Hak ihlalleri ve toplumsal muhalefet

Bu dönemde, geçtiğimiz haftalarda başlamış olan özellikle de kadın sanatçıların konserlerinin iptal edilmesi uygulamalarının devam ettiği görüldü. Aynur Doğan, Niyazi Koyuncu, Apolas Lermi’nin ardından Melek Mosso’nun da konseri iptal edildi. Bursa Valiliği 7 gün süreyle tüm etkinlikleri yasakladı. Bir hafta içinde Bursa’da yapılması planlanan ve iptal edilen konserler arasında Kürt sanatçılar Aynur Doğan ve Mem Ararat da var. Kültür Bakanlığının Başkent Kültür Yolu Festivali kapsamında düzenleyeceği İspanyol keman virtüözü Ara Malikian’ın 11 Haziran’daki konseri iptal edildi. Konserin iptaline ilişkin bir açıklama yapılmadı. Konser iptallerine sanatçılardan bireysel düzeyde yoğun tepki görülürken ilk örgütlü tepki Barolardan geldi. 7 Haziran’da ise nihayet sanatçılardan ortak bir tepki geldi.  1134 müzisyen “Müzik Susturulamaz, Müzisyenler Susmaz” başlıklı ortak bir açıklama yayınladı. Açıklamada, “Bu ülkenin tek sahibi değilsiniz. Bu ülkenin sahibi hepimiziz ve bu ‘hepimiz’in içinde sizin kadar biz de varız. Bizler, yaratmak istediğiniz gri dünyayı her zaman şarkılarımızla, türkülerimizle danslarımızla gökkuşağının tüm renklerine boyamaya devam edeceğiz. Dilediğimiz kıyafetle sahneye çıkıp; şarkılarımızı istediğimiz dilde, dilediğimiz gibi söyleyeceğiz” denildi. Konser yasaklarına ilişkin bazı yandaş basın yazarlarından da eleştiri gelmesi dikkat çekti.

İktidarın seküler yaşam tarzını ve özellikle de kadın ve Kürtçe söyleyen sanatçıları hedef aldığı bu ortamda kadınlara yönelik toplumsal baskıların da artmaya başlaması tesadüf olmasa gerek. Eskişehir’de bir parkta yoga yapan kadınlara yönelik yasaklama; Kocaeli’nin Başiskele ilçesindeki bir kafenin, girişe ‘burada açık giyinmek yasak’ yazısı asması ve kafeye şortla giren bir genç kızın ise personel tarafından dışarı çıkartılması gibi örnekler önümüzdeki süreçte muhafazakarlık adı altında seküler yaşam tarzını hedef alan girişimlerin artabileceğini gösteriyor.

Bu dönemde iktidarın toplumsal muhalefeti bastırmaya dönük uygulamalarının bir örneğini de gezi olaylarının yıldönümüne ilişkin etkinliklere yönelik saldırılar oluşturdu. Gezi yıldönümü dolayısıyla Taksim’de bir araya gelen onlarca yurttaş polisin biber gazlı müdahalesiyle karşılaştı. Taksim’de toplanan kitleyi TMMOB önünde ablukaya alan polislerin bazı gazete ve televizyon muhabirlerini de gözaltına aldığı görüldü. Ankara’da da, Gezi eylemlerinde polis tarafından öldürülen Ethem Sarısülük’ü anmak isteyenler gözaltına alındı.

Yakın dönemdeki gelişmelere bakıldığında, toplumsal muhalefete yönelik olarak iktidarın kırmızı çizgilerinin Kürt meselesi ve Gezi olayları olduğu, bir kez daha teyit edilmiş görünüyor. Bunlara Kadın sanatçılar üzerinden seküler yaşam alanlarının da eklenmek istediğini söyleyebiliriz.

 

EKONOMİ

Kriz yaklaşıyor

Ekonomide gündemi yine enflasyon, hayat pahalılığı ve gittikçe artan yoksullaşma belirliyor. Başta Rusya-Ukrayna savaşı olmak üzere küresel jeopolitik krizler yüzünden enerji fiyatlarındaki artış eğilimi devam ediyor. Buna dış politika bölümünde bahsettiğimiz gıda krizinin etkileri de eklenmeye başladı. İktidarın düşük faiz ile kredi temelli büyümeye odaklı politikaları ekonomiyi koşar adımlarla hiperenflasyona doğru götüren en önemli faktör gibi görünüyor. Kur Korumalı Mevduat Hesabı (KKMH) geri ödemeleri bütçeyi zora sokarken zayıf Merkez Bankası rezervleri yeni bir kur krizi beklentisini yükseltiyor. Diğer yandan enflasyonu düşürmeye yönelik herhangi bir adım atılmaması TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarını bile üç basamaklı rakamlara çıkarabilir. Yüksek ülke risk primi (CDS) ile yurtdışı borçlanma maliyetleri de yüzde 10’ların üzerine çıkmış durumda. Yüksek enflasyon, yüksek ülke risk primi ve iktidarın izlediği politikalar TÜSİAD’ın da gündemindeydi. Koç Üniversitesi ve TÜSİAD ortaklığıyla oluşturulan Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) tarafından düzenlenen seminerde konuşan TÜSİAD Başkanı Turan, pandemi boyunca yaşanan küresel parasal genişlemenin sonuna gelindiğini, dünyanın önde gelen merkez bankalarının bilanço küçültme ve büyüme yerine enflasyonla mücadele için parasal sıkılaştırma politikalarına yöneldiğini, bunun da Türkiye’yi ciddi bir finansman krizine sokacağını belirterek iktidara “iktisadi politika tasarımında bilimi dünyada kanıtlanmış süreçleri ve deneyimi merkeze koyma” çağrısı yaptı.

Hiperenflasyona doğru

Mayıs rakamları da beklendiği gibi enflasyonun artış eğilimi sürdürdüğünü teyid etti. TÜİK açıklamasına göre tüketici fiyatları (TÜFE) bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 73,50 oranında arttı. ENAG ise aynı dönemde gerçekleşen enflasyonu yüzde 160,76 olarak açıkladı. Öte yandan Bloomberg’in haberine göre, “TÜİK’in Tüketici Fiyatları Grup Başkanı Mustafa Teke, Mayıs ayı enflasyon verileri açıklanmadan sadece birkaç gün önce görevinden ayrıldı”. Bilindiği gibi işçi, memur ve emeklilerin maaş zamlarında TÜİK’in enflasyon verileri baz alınıyor. Buna göre “olağanüstü bir durum yaşanmazsa önümüzdeki temmuz ayında memur maaşı ile emekli aylıklarına yapılacak enflasyon farkı dahil zam, yüzde 39 ile yüzde 40 aralığında oluşacak“.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada her zamanki gibi faiz-enflasyon ilişkisi üzerinden değerlendirmelerde bulundu. Erdoğan’a göre “faizi artırarak zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapacak” reçeteler uygulanmayacak, ayrıca “ülkemizde teknik anlamda enflasyon değil, fiili bir hayat pahalılığı sorunu vardır“. Oysa büyümeye odaklı politikalarla, yüksek enflasyon ve KKMH ile ciddi bir sermaye transferi yapılıyor. Özellikle pandemi sonrasındaki büyüme rakamları ve GSYH bileşenlerinin Gayrisafi Katma Değer içindeki paylarına bakıldığında ücretli kesimin aldığı payın sürekli düştüğü, buna karşın sermayenin payının arttığı görülmektedir. Örneğin 2020, 2021 ve 2022 verileri incelendiğinde “birinci çeyrekler itibarıyla, 2020’de % 39,1 olan, 2021’de % 35,5’e gerileyen emeğin GSMH’dan elde ettiği pay 2022 başında % 31,5’e inmiş durumda”. Aynı dönemlerde sermayenin payı ise sırasıyla % 41,7, % 45,6 ve % 47,6 oldu.

Kira artışına üst limit

Gelir dağılımındaki bozulma, yüksek enflasyon, gittikçe ağırlaşan yaşam şartlarının çalışan kesimlerin beslenme sorununa barınma sorununu da eklediğini önceki dönem değerlendirmelerinde de vurgulamıştık. Ev sahipleriyle kiracıları karşı karşıya getiren soruna iktidarın bulduğu çözüm, kira artışlarının sınırlandırılması oldu. Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın yaptığı ortak çalışma sonrasında ilk açıklama Adalet Bakanı Bozdağ’dan geldi. Yapılan açıklamaya göre “konut kiraları bakımından 1 Temmuz 2023’e kadar yenilenecek kira sözleşmelerinde bir önceki kira yılının yüzde 25’ini geçmemek koşuluyla yapılacak artışların geçerli olduğuna dair bir geçici hüküm Borçlar Kanunu’na Adalet Komisyonu’nda eklenecek“. Kiralara sınırlama getirilmesi mülkiyet hakkına aykırı bir düzenleme olmakla birlikte, anayasal barınma hakkına aykırı düşecek derecede yüksek kiraların olduğu da bir gerçek. Kiralara üst sınır getirilmesinin arzu edilenin tam tersi bir sonuç doğurarak kiralarda patlamaya sebep olabileceği yapılan eleştiriler arasında. Hayat şartlarının gelecek günlerde daha da zorlaşacağı bir döneme giriyoruz.

 

DIŞ POLİTİKA

Suriye operasyonu gündemi

Bir önceki dönem değerlendirme yazımızda da ele alınan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri üzerinde gelişen pazarlıklarda, saflar, en azından Suriye’ye yapılması düşünülen operasyon konusunda netleşmeye başlamış görünüyor. Geçen dönemde gerek ABD ve gerekse de Rusya açısından olası bir operasyonun pek olumlu karşılanmayacağına yönelik sinyallerden bahsetmiştik. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price tarafından yapılan açıklamada Suriye’ye yapılacak olası bir operasyonun bölgesel istikrarı zayıflatacağına vurgu yapıldı. Birkaç gün sonra da Dışişleri Bakanı Blinken daha kesin ifadelerle “Suriye içinde IŞİD’e karşı savaşı partnerler yoluyla etkili bir şekilde sürdürüyoruz ve IŞİD’i içine tıktığımız kutuda tutmak için gösterilen çabaları tehlikeye atacak hiçbir şey görmek istemiyoruz” dedi.

ABD’nin ardından Rusya’dan da benzer tonda bir açıklama geldi. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova, “Ankara’nın Suriye’deki mevcut zor durumu tehlikeli bir şekilde daha da kötüleştirecek eylemlerden kaçınmasını umduklarını” belirterek, atılacak adımlarda Esat rejimini adres gösterdi. Türkiye’nin Suriye’ye operasyon yapılabileceğine dair verdiği sinyallerin ardından Reuters’te yayınlanan bir haberde Rusya ve Suriye’nin bölgedeki askeri takviyeleri artırdığı belirtildi. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Ankara ziyaretiyle Rusya’nın Suriye’de bir operasyona yeşil ışık yakabileceğine yönelik beklentilerin pek karşılandığı söylenemez. Basına yapılan açıklamada Lavrov, 2019’da yapılan mutabakata bağlı kalacaklarını ve Türkiye’nin sınır güvenliği kaygılarını anladıklarını belirtmekle yetindi.

Öte yandan gerek Suriye Dışişleri Bakanlığı gerekse de Suriye Demokratik Güçleri’nden yapılan açıklamalardan ise olası bir harekatın ciddi direnişle karşılaşacağı anlaşılıyor. Şimdilik görünen, olası bir operasyonun Türkiye’nin hem Batı hem de Rusya ile ilişkilerinde ciddi kırılmalara yol açabileceği, yine de Türkiye’nin konuyu ay sonunda yapılacak NATO Liderler Zirvesine kadar masada tutmaya çalışacağı

Zira İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine yapılan itirazın ana argümanı, bu iki devletin YPG’ye verdikleri destekle Türkiye’nin güvenlik kaygılarını göz ardı ettiği idi. Ancak, arka planda aynı ittifak grubunda yer alacak devletlerin birbirlerine özellikle savunma sanayi alanında yaptırım uygulayamayacakları da itirazı yer alıyor. Nitekim Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, İsveç ve Finlandiya heyetleriyle yaptığı görüşmenin ardından yaptığı değerlendirmede “Savunma sanayi ürünlerine dönük yaptırımların kaldırılması yönünde olumlu bir tavrı biz gördük bu toplantıda. Tabii bu sevindirici bir gelişme, bu pozitif gündeme dahil edebileceğimiz önemli bir başlık” olduğunu belirtirken Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmediğine vurgu yaptı.

Ukrayna’da Savaş

Savaşın 100. günü de geride kalırken çatışmaların yarattığı yıkımların yanında, küresel gıda krizi de gündemde öne çıkmaya başladı. Batı’nın Ukrayna’ya olan desteği bu dönemde de devam etmekle birlikte bir dengenin de korunmaya çalışıldığı gözleniyor. AB’nin askeri yardımları 2 milyar Euro’yu bulurken Ukrayna’dan ithal edilecek ürünlere uygulanan gümrük vergilerini bir yıl süreyle kaldırdı. ABD’nin yeni açıkladığı 40 milyar dolarlık askeri yardım paketinde Ukrayna’nın uzun menzilli füze talebine, Rusya topraklarının vurulabileceği gerekçesiyle ret yanıtı verildi. Ancak bunun yerine Ukrayna’nın masada elini güçlendirecek gelişmiş füze sistemleri eklendi. Önceki dönemlerdeki değerlendirme yazılarımızda da vurguladığımız gibi ABD’nin savaşı zamana yayma stratejisinde herhangi bir değişim gözlenmiyor. Rusya ise ABD’nin silah yardımlarını doğrudan provokasyon olarak değerlendirmekle birlikte işgal ettiği bölgelerde yaşayan nüfusa vatandaşlık verilmesi ya da Ukrayna grivnasına ek olarak Rus rublesinin de para birimi olarak kullanılması kararlarıyla bu bölgelerde siyasi ve ekonomik bir entegrasyon planı uygulamaya girişiyor. Diğer bir deyişle Karadeniz’de fiili olarak sınırlar değişiyor da denebilir.

Öte yandan savaşın Ukrayna’dan gıda akışını kesmesi ve Rusya’ya uygulanan ambargoların yol açtığı gıda krizi giderek büyümeye başladı. Ukrayna limanlarının Karadeniz’deki mayınlar dolayısıyla gemi ticaretine fiili olarak kapanması sadece tedarik zincirlerini etkilerken, Rusya’ya uygulanan ambargo gıda tedariği kadar gübre ve hammadde tedariğinde dar boğaza yol açarak Latin Amerika dahil diğer tarım ülkelerini de etkilemiş görünüyor. Gıda krizi büyürken Karadeniz’deki mayınların temizlenmesi ve tahıl sevkiyatı için bir koridor açılması konunda Rusya ile Türkiye’nin anlaştığı duyuruldu. Türkiye’nin Ukrayna limanlarının açılması konusundaki girişimleri ABD ve Fransa’dan da destek gördü.  Lavrov’un Türkiye ziyaretinde de konunun ağırlıklı olarak ele alındığı anlaşılıyor. Çavuşoğlu’nun “Ukrayna tahıl ürünlerinin ayçiçek ve ayçiçek yağının uluslararası piyasalara ulaştırılması karşılığında Rusya’nın ihracatının önündeki engellerin kaldırılması talebini de son derece meşru buluyoruz, haklı bir talep olarak görüyoruz” değerlendirmesi, pazarlıkların derinliğini göstermesi açısından önemli duruyor.

Ukrayna limanlarını aktif hale getirmek, kısa vadeli ve geçici çözümler üretebilir. Ancak savaşın devamı ve Rusya’ya uygulanan ambargonun etkileri uzun vadede küresel gıda krizini daha da büyütebilir ve özellikle Afrika’da yetersiz beslenmeye dayalı ölümlerde patlama yaşanmasına sebep olabilir.

Yunanistan ile gerilim

Geçtiğimiz dönemin bir diğer önemli gündemi de Yunanistan ile artan gerilimdi. Türkiye’nin uzun zamandır ABD’den resmi bir davet beklediği bir dönemde Yunan Başbakanı’na gösterilen ilgi ve Miçotakis’in Kongre’de yaptığı konuşma sonrasında karşılıklı atışmalarla artan gerilimi, NATO gündemleri, Doğu Akdeniz ve ABD ile yapılan F-35 ve F-16 pazarlıkları çerçevesinde izlemek gerekiğini vurgulayalım.