İsrail’in “Yaz Kampları Operasyonu” adını verdiği Batı Şeria’daki son saldırısında bir yenilik iddiası var. İsrail, daha başlamadan önce, operasyonun 2002’den bu yana Batı Şeria’da gerçekleştirilen en geniş kapsamlı işgal olduğunu duyurdu. Bu çerçevenin en çarpıcı yanı , her yeni operasyonun ortaya çıkan bir tehdide karşı yeni bir yanıtı temsil ettiği aldatmacasıdır. Gerçekte bu eylemler, Filistinlilerin ortadan kaybolduğunu görme arzusu ile beslenen, İsrail’in öldürme ve tutuklama gücünü kullandığı, sürekli ve kesintisiz bir baskı zincirinin ve kanlı bir dürtünün parçasıdır.
Pek çok kişi, saldırının abartılı doğasının merkezinde İsrail’in sayısız savaş alanında sürekli inisiyatif alma ihtiyacı olduğunu zaten gözlemledi. İsrail Gazze‘de, Philadelphi ve Netzarim koridorlarındaki varlığını pekiştirirken, küçük ve yoğun bir alan olan Gazze kıyı şeridinin sosyal dokusunu parçalayan günlük katliamlar da dahil olmak üzere, son 11 ay boyunca her türlü dehşete katlanan Filistin nüfusu üzerindeki amansız baskısını sürdürüyor, ama şeridin diğer yerlerinde çok az askeri girişimde bulunuyor.
Kuzeyde, Lübnan direnişi ve İsrail ordusu son derece düzenli bir angajman kuralları dizisi içinde karşılıklı darbeler indiriyor. Gerilimin daha önceki tırmanışlarına rağmen, savaş alanı büyük ölçüde belirli ritimler içinde sabit kalmaya devam ediyor ve görünürde net bir çözüm olmaksızın her iki taraf da bir bedel ödüyor.
Başka bir deyişle, İsrail’in askerî harekâtları bir çıkmaza yaklaşmasa da bir yıpratma savaşına dönüşmüş durumda. İnisiyatifi yeniden ele geçirmenin yolu, diğer sahalarda kesin zafer kazanma ihtimali azalsa bile, daha net bir “zafer” imajı sunabilecek, belki de “daha kolay” başka bir cephe açmaktır. Peki İsrail bu inisiyatifi kime karşı göstermek istiyor?
Bir güç projeksiyonu
Her şeyden önce İsrail’in savaş makinesi, kendi yerleşimcilerinin talepleri ve ülkeyi sürekli savaşa iten sağcı gündem tarafından yönlendiriliyor. Bir şeylerin gerçekleştiğini görme ihtiyacı ─askerlerin evlere girmesi, Filistinli savaşçıların öldürülmesi─ İsrail’in şu anda yürüttüğü savaş türü için zorunludur.
İsrail sürekli olarak savaşa eğilimlidir ve Filistinlilere karşı yürüttüğü savaş, müttefiklerinin suç ortaklığı, sonsuz silah kaynağı ve şaşırtıcı bir hesap sorulamazlık ile beslenen günlük bir gerçekliktir.
İsrail toplumunun belli bir kesiminden gelen bu daha fazla savaş baskısı, farklı bir kesimden gelen, daha fazla savaşa ihtiyaç olduğunu kabul eden ancak, önce Gazze’de tutulan esirlerin geri alınması konusunda ısrar eden başka bir baskıyla el ele gidiyor.
Ekonomik maliyetler, sosyal ve siyasi bölünmeler ve İsrail toplumunu saran barış korkusu ile dolu uzun süreli bir askeri harekatta, savaş makinesi eylemlerini haklı çıkarmak için sürekli olarak yeni harekatlar üretmek zorundadır ─çoğu zaman da bunları abartılı ve bazen de sapkın isimlerle adlandırmalıdır.
Bu harekatlar, İsrail’in geçmişte düzenli olarak gerçekleştirdiği çok sayıda operasyonla çarpıcı bir benzerlik taşısa bile, her operasyonun yeni bir girişim olarak sunulması huzursuz kamuoyunu yatıştırmaya hizmet ediyor.
Bu taktiksel birikim anlatısı ─birliklerin sürekli hareketi ve aynı anda birden fazla cephede savaşabilme yeteneği─ bir güç imajı yansıtmaya hizmet ediyor. Ancak altta yatan bir çürümeyi de gizliyor: İsrail’in ezeli düşmanı İran’la doğrudan karşı karşıya gelme ya da kuzeyde Lübnan direnişiyle açık savaşa girme konusunda uygulanabilir çözümlerden yoksun olması.
İşte bu nedenle daha geniş stratejik tablo giderek daha vahim hale gelirken bile Batı Şeria, kontrol ve ilerleme yanılsamasının geçici olarak sürdürülebildiği yeni bir tiyatro, uygun bir soluklanma alanı sunuyor.
Psikolojik savaş ve sınırların test edilmesi
İkincisi, bu operasyonlar aynı zamanda doğası gereği “bilişsel” niteliktedir; bu terim İsrailli askeri liderler ve stratejistler tarafından enformasyon savaşı yürütmek, İsrail’in askeri varlığını hissettirmek, savaş suçları işlemek ve altyapıda geniş çaplı yıkıma neden olmak gibi taktikler bütününü tanımlamak için kullanılmaktadır
İsrail bu askeri taktik yelpazesini kendi halkı ve daha da önemlisi Filistinliler üzerinde bir etki yaratmak için kullanıyor.
Bu bağlamda İsrail, Gazze modelini Batı Şeria’da tekrarlanabilir bir model olarak görüyor ve daha geniş bir etnik temizlik kampanyası olasılığına göz kırpıyor. Buna ek olarak, Gazze’deki bazı görüntüleri Batı Şeria’nın kuzeyinde yeniden canlandıran İsrail, uluslararası müttefiklerinin hoşgörü seviyesini test ederken aynı anda sağcı tabanını da tatmin ediyor, Batı Şeria, Gazze, Lübnan ve bölgede, sahadaki gerçekleri değiştirmeden ne ölçüde kurtulabileceğini ölçüyor.
Batı Şeria’daki Filistinlileri, somut bir direnme kapasitesi olmaksızın, yaklaşmakta olan bir yok etme savaşının endişesiyle boğuşmaya zorluyor. Bu, harekatın sözde yeniliği, yoğunluğu ve şiddeti ile yüz yüze gelmek durumunda kalan Batı Şeria’daki herkesi etkileyen kolektif bir psikolojik işkence biçimidir. Söylentiler yayılıyor ve gölgeler içinde faaliyet gösteren Filistin Yönetimi, Filistinlilere, İsrail ile karşı karşıya gelmeyerek ve güvenlik aygıtıyla işbirliği yaparak Batı Şeria’da yok edici savaş modelinin tekrarlanmasına karşı koruma sağlayan Mahmud Abbas’ın politikasını yüceltmeye hizmet eden argümanları besliyor. Bu tam da İsrail’in Filistinlilerin varmasını istediği sonuçtur.
Mücadeleyi direnişe taşımak
Üçüncü olarak, taktiksel düzeyde, askerî harekât mücadeleyi doğrudan kuzey Batı Şeria’daki silahlı hareketlere taşımak üzere tasarlanmıştır. Bu durum, özellikle kuzeydeki gruplar mozaiği içindeki bazı grupların daha saldırgan eylemlere yöneldiğine dair artan işaretler ışığında çok önemlidir. Bu saldırgan eylemlerden bazıları arasında Tel Aviv’in kalbine başarısız bomba yerleştirme girişimlerinin ve Batı Şeria’nın güneyinden kaynaklanan bombalı araç saldırılarının yeniden başlamasıdır. Harekat Filistin direnişinin savunmaya çekilmesini amaçlıyor.
Ancak bu şartlarda bile İsrail’in harekatı şimdiden başarısız olmuş gibi görünüyor, zira harekat sırasında Batı Şeria’nın başka yerlerinde üç bombalı araç bulundu (biri Ramallah, ikisi Beytüllahim yakınlarında) ve Filistin Yönetimi Başkanlık Muhafızları’nın eski bir üyesi tarafından düzenlenen silahlı saldırıda, İsrail’in kuzeydeki operasyonlarının merkezinden uzakta, Batı Şeria’nın güneyindeki El Halil tepelerinde üç İsrailli güvenlik personeli öldü.
Batı Şeria giderek bir direniş yatağına ve düzenli askeri operasyonların yapıldığı bir alana dönüşürken, zaten çok sayıda cepheye yayılmış olan İsrail ordusu, sadece saldırı operasyonları yürütmek için değil, aynı zamanda 5.000 kilometrekarelik bir alanda güçlü bir savunma pozisyonu sürdürmek için de önemli kaynaklar ayırmak zorunda kalacaktır.
İnsan gücü ve kaynaklar üzerindeki bu çifte baskı, İsrail’i Lübnan sınırları ve Gazze’deki askeri operasyonlar üzerindeki potansiyel etkisini tartışmaya zorlayan üçüncü bir cephe sorunuyla şimdiden karşı karşıya bırakıyor. İsrail’in daha pragmatik olan geçmişteki liderlikleri, Filistinlilerle olan savaşlarında önemli kazanımlar elde edilmesini sağlayan hesaplı kararlar alırdı. İkinci İntifada sırasında İsrail, stratejik olarak Gazze’den çekilmeyi seçerek askeri çabalarını Batı Şeria’daki İntifada’yı bastırmaya yoğunlaştırdı. Ancak İsrail şu anda Gazze’den çekilmeye şiddetle karşı çıkan liderler ve uzun vadeli stratejiden ziyade kendi siyasi bekası ve mirası ile meşgul olan bir Başbakan tarafından yönetiliyor. Bu liderlik, artan ekonomik, siyasi, diplomatik ve askeri maliyetlere rağmen, sürekli savaşın bir şekilde İsrail’in çıkarlarını ilerleteceği inancına tutunuyor. İsrail’in mevcut mücadelesini ikinci bir “bağımsızlık” savaşı olarak pazarlıyorlar, ancak çatışma sarmal hale geldikçe ve derinleştikçe, stratejik ikilemleri yanlış yönetmelerinin faturası giderek daha ağır olmaya başlıyor.
İsrail sorunlarını çözmek için esasen zamana ve askeri gücüne güveniyor, ancak her kumar gibi sonuç belirsizliğini koruyor. Güçle kısa vadeli kazanımlar sağlanabilirken, uzun vadeli riskler ve maliyetler birikiyor ve süresiz çatışma üzerine bahis oynamak nihayetinde ciddi bir yanlış hesap olabilir.
Operasyonun ötesinde: Batı Şeria’yı boğmak
Daha da temelde, İsrail’in Batı Şeria’daki “ekonomik olarak yoksun bırakma” politikası ve sağcı grupların İsrail ticaretini, işgücü piyasalarını ve altyapısını buradan çekme çabaları, Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir gibi şahsiyetlerin savunduğu türden savaşa dair bir fikir veriyor. 7 Ekim’den bu yana İsrail hükümetinin gündemini yönlendiren mesihçi yerleşimci hareketinin liderleri, yerleşimcileri kitlesel olarak silahlandırma çabalarını yoğunlaştırdı ve devleti, İsrail’i Batı Şeria’dan ekonomik, mali ve altyapısal olarak daha da ayırmaya yönlendiriyorlar.
Bu strateji sağ kanadın daha geniş bir vizyonunu yansıtıyor: Batı Şeria’yı İsrail ekonomisinden kopararak Filistinlilerin izolasyonunu derinleştirmeyi, İsrail’in toprak kontrolünü daha da sağlamlaştırmayı ve son yirmi yılda İsrail devleti için rahat bir statüko yaratan ilişkileri zayıflatmayı hedefliyorlar.
Ayrıca yapay olarak ekonomik çöküşü tetiklemeyi ve Batı Şeria’daki Filistin ekonomisini küçültmeyi amaçlıyor. Bu politikalardan bazıları, Filistinlilerin gümrük vergilerine korsan bir şekilde el konulması örneğinde olduğu gibi uzun süredir uygulanmaktaydı, ancak Bezalel Smotrich şimdi daha agresif önlemler için bastırıyor. Filistin bankalarından mali olarak ayrışma ve Batı Şeria’da sefil koşullar yaratmak için tasarlanmış diğer ekonomik savaş biçimleri yönünde ipuçları veriyor. Bu hamleler Filistinlilerin ekonomik izolasyonunu derinleştirecektir. Aynı zamanda İsraillileri Batı Şeria ile ticaret ve işgücü alanındaki tüm çıkarlarından uzaklaştıracak ve ekonomik olarak körüklenen bir etnik temizlik için gerekli koşulları yaratacaktır ─ama daha da önemlisi, zor kullanarak bir etnik temizlik kampanyasına zemin hazırlayacaktır.
Bu tür politikalarla flört etmek, Filistinlilere korku, endişe ve yönelim bozukluğu aşılayan bir güç biçimi olsa da, aynı zamanda günlük yaşamlarının kademeli olarak erozyona uğramasının da ana hatlarını gösteriyor. Bu politikalar ekonomik ve sosyal istikrarın yavaş ama istikrarlı bir şekilde kaybolduğuna işaret ediyor.
Açık olalım: bu önlemler sadece boş jestler ya da gözdağı taktikleri değildir; bunlar, gelecekte olacakların açık bir göstergesidir. İsrail’i Batı Şeria’daki Filistinlilerden daha fazla izole etmek ve uzaklaştırmak, daha agresif toprak gaspları yapmak ve daha geniş bir saldırıya hazırlanmak için daha kapsamlı ve sistematik bir çabanın temeli atılıyor.
İsrail’in savaşa olan eğilimi süreklidir ve Filistinlilere karşı yürüttüğü savaş, müttefiklerinin suç ortaklığı, sonsuz silah kaynağı ve şaşırtıcı bir şekilde hesap sorulamazlık durumu ile beslenen günlük bir gerçekliktir. Israel Katz X’te İsrail’in “bu tehdidi, bazı yoğun çatışma durumlarında halkın mülteci kampı içinde bir mahalleden diğerine geçici olarak tahliye edilmesine izin vermek de dahil olmak üzere, gerekli tüm yollarla ele alması gerektiğini” ilan ettiğinde, sadece taktiksel bir öneride bulunmuyordu. Katz doğrudan İsrail’in dünyadaki muhataplarına sesleniyor, Batı Şeria’da ateş gücü kullanımının tırmanmasına zemin hazırlıyor ve Filistinli nüfusun mülteci kampları, kasabalar ve köylerdeki evlerinden zorla göç ettirilmesini normalleştiriyordu.
Tarihin bize, özellikle de İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü savaş bağlamında söylediği şey, savaşların genellikle birikimle kazanıldığıdır ─psikolojik savaş, ezici ateş gücü ve Filistinli nüfusun bölgeyi terk etmesini sağlamak üzere tasarlanmış dayanılmaz koşulların kasıtlı olarak yaratılmasının amansız bir bileşimiyle. Batı Şeria’daki mevcut mücadeleye ve öngörülebilir gelecekte bölgeyi tanımlamaya devam edecek olan kaçınılmaz askeri operasyonlara bu gözle bakmalıyız. Bu eylemler münferit olaylar değil, hem Filistinlileri hem de dünyayı uçurumun eşiğine yaklaştıran, yavaş ama istikrarlı bir şekilde tırmanan bir stratejinin parçasıdır.
Abdaljawad Omar, Birzeit Üniversitesi Felsefe ve Kültürel Çalışmalar Bölümünde doktora öğrencisi ve yarı zamanlı öğretim görevlisidir.