Bundan dokuz yıl önce, Haziran 2013’te Türkiye, tarihinin en büyük sivil direnişini yaşadı. Seküler yaşamı ve farklı kimlikleri hedef alan, düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan, ekonomik kalkınma söylemiyle doğayı ve kentleri talan ederken hırsızlık ve yolsuzluk ekonomisi örgütleyen siyasi programa karşı ülkenin tüm kesimlerinde öfkeli milyonlarca vatandaş sokaklara döküldü. Bu ayaklanma tarihi toplumsal bir uzlaşı ve ülkenin hakiki demokratikleşmesi için bir fırsat olabilirdi. Oysa iktidar Gezi direnişini kendi otoriter programını ilerletmek üzere bir fırsata dönüştürmek için toplumu “vatan hainleri” ve “iktidar yandaşları” şeklinde iki kutba bölmeyi tercih etti. İlk olarak, direnişi sert polis operasyonları ve sivil tedhiş yöntemleriyle bastırıp bilinen 13 kişinin ölümüne neden olurken, geçtiğimiz dokuz yıl zarfında cinayetlerin faillerine adeta cezasızlık bahşetti. Ayrıca Gezi direnişinin tamamını hükümete el koymaya dönük gayri milli bir darbe girişimi, sivil direnişin koordinasyonunu üstlenen aktivist grupları ise bu darbe girişiminin yöneticileri olarak ilan edip, Gezi karşıtlığını siyasi propagandasının temel bir unsuru haline getirdi.
Haklarında 2014’ten beri açılan davalarda iki kez beraat eden Gezi aktivisti sanıklar Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay ve Yiğit Ekmekçi, önceki gün İstanbul 13. ACM tarafından 18 yıl hapis cezasına çarptırılırken, dört buçuk yıldır tutuklu bulunan Osman Kavala hakkında, cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedildi. Gezi karşıtlığını yalnızca seküler topluma karşı değil, her türlü sivil direniş ihtimaline karşı bir tehdit unsuru olarak kullanan sistemli iktidar propagandasıyla son derece uyumlu olan bu kararın bağımsız mahkemelerce alınmadığı fakat siyasi bir aşırılık eylemi olduğu vicdan sahibi tüm kesimler tarafından gayet iyi bilinmektedir.
Gezi milyonların katıldığı bağımsız bir halk ayaklanmasıydı; haklarında aşırı cezalara hükmedilen sekiz sanık ise bu ayaklanmanın katılımcıları ve aktivistleriydi. Gezi’nin meşru talepleri bugün 2013’e kıyasla çok daha geçerli. İktidarın Gezi korkusu, toplumun Gezi ruhu varlığını korurken alınan bu kararlar sekiz sanık nezdinde tüm topluma karşı okunmuş bir tehdit ve suskunluk çağrısı niteliğindedir. Ne var ki bu çağrıyı yapanlar zannedildiği kadar güçlü, değişim ise düşünüldüğü kadar uzak olmayabilir; umudun kaynağı daima ekonomik, siyasal ve medeni hakları için mücadele edenlerdir.