BGST Tiyatro’nun yeni oyunu Kara Kutu’nun, birçok açıdan farklı bir deneyim sunduğunu söyleyebilirim. Özellikle grubun genç kuşak tiyatrocularının kendi ürettiği metinle, tartışmayı kışkırtan, güncele dokunan bir oyun ortaya çıkarmış olması oldukça değerli. Sanatsal üretimlerin giderek tüketici seyirci talep eden projelere evrildiği günümüzde, seyircinin tartışmanın içine çekilme çabası, ortaya çıkan metnin derinlemesine analizini daha anlamlı kılacaktır. Bu nedenle bu yazıda, oyun metnini, dramaturjisini ve sahneleme metin ilişkisini ele almaya, oyunun ilk sergilemeleri sonrası yapılacak çalışmalara bir katkı sunmaya amaçlayacağım.
Hikâye
Oyun metin analizi yapacağım için, hikâyeyi ve olguları önden kısaca aktarmakta yarar var. Hikayemiz bir ailenin etrafında şekilleniyor. Erken yaşta ölen eşinin ardından 3 çocuğu – en büyük çocuk Feride, bir küçüğü Kadir ve en küçükleri Umut – ve kardeşi ölünce bakımını üstlendiği yeğeni Müjde ile yaşayan ozalitçi bir babanın ailesi.
Baba önce küçük bir dükkân inşa etmiş, muhtemelen kaçak. Sonra da üstüne kat çıkıp ev olarak kullanmaya başlamışlar. Üçüncü katın da kabasını çıkmışlar, ancak bir türlü bitirememişler. Anne ölünce Feride genç yaşta evin annesi olmuş. Kadir mahallenin bıçkın delikanlısı olarak baba ile çok da anlaşamamış. Umut ise aşina olduğumuz şekilde, bari bu okusun diye okumaya yönlendirilmiş.
Kadir kayınpederinin desteği sayesinde, babasının ilerleyen hastalığı nedeni ile gönülsüz onayı ile, ozalitçiyi devralıp büyütür. Kayınpederin siyasi ilişkileri ve iktidar yanlısı pragmatist duruşu ailede çok hoş karşılanmamış ancak, işler yolunda olduğu sürece kimse itiraz etmemiştir. Dükkânı büyütme aşamasında, kolonlar kesilir. Baba ve Umut bu durumu fark edip itiraz etse de, net bir hamle yapmazlar. Zaten çok geçmeden, Müjde’yi gazeteci olarak Ankara’ya yeni işine uğurladıkları bir günün gecesinde bir deprem olur ve bina yıkılır. Feride kendi imkanları ile enkaz altından çıkar. Umut da Feride’nin bulduğu yardımlarla, uzun süre enkaz altında kalsa da sonunda çıkarılır. Ancak baba canlı çıkamaz.
Depremden sonra aile dağılır ve herkes kendine yeni bir hayat kurar. Umut, enkaz altında yaşadığı travmadan dolayı hafıza kaybına uğramıştır ve her uyandığında depremin olduğu günün sabahına uyanmaktadır. Feride ve Umut evin bahçesindeki küçük depoda yaşamaya başlar. Kadir eşiyle beraber kayınpederinin desteği ile aldığı evde kalmaktadır. Müjde ise Ankara’da.
Umut, yaşadığı hafıza kaybının ardından, kendisine durum defalarca anlatılmasına rağmen sürekli unutmakta, hatta anlatılanların ağırlığı nedeni ile tekrar travmatik ataklar geçirmektedir. Bu nedenle ona gerçekleri tam olarak anlatmazlar. Deprem yasaklı kelimedir. Binayı yenilemek için kendileri yıkmışlardır. Umut için her uyandığında yeniden dinleyeceği bir güvenli hikâye oluşturulur. Umut, sorguladıkça içini kemiren kuşku ile sürekli yeniden uyuyup hafızasını resetleyerek kalkmaktadır.
Oyunun kurgusunda izlemeye başladığımız dönem ise depremin birinci yıl dönümüdür. Bu bir yıl içerisinde Kadir, kardeşlerinin haberi olmadan binanın arsasını kayınpederinin siyasi ilişkileri sayesinde, rant karşılığı müteahhitlere peşkeş çekmiştir. Evini değiştirmiş, yaşam standardını arttırmıştır. Feride ve Umut’a da yeni projeden bir daire vereceği bir gelecek hayali ile ayakları yerden kesilmiştir. Bina yıkıntıları kaldırılmış, arsa şantiyeye dönmüş, Umut ve Feride’nin kaldığı depo da şantiyenin içinde kalmıştır.
Deponun boşaltılması için yapılan hazırlık ile yıldönümünün çakışması, anma için gelen Müjde’nin Umut ve Feride’yi kendi küçük oyunları ile manipüle eden Kadir’in düzenine çomak sokar. Basit soruların tetiklediği konuşmalar, Kadir’in kâğıttan kulesini sallamaya başlar. Umut’un evin bahçesinde bulduğu USB bellek ise, hatırlamaya karşı direnen zihni için bir dönüm noktası olur. USB bellek içerisindeki videolar eskiyi hatırlamasına vesile olur. Hatırladıkça unutmak istediklerini hatırlama sorumluğu ağır basar. Umut için yaratılan güvenli gerçeklik yıkılmaya başlar, Müjde’nin soruları karşısından Kadir’in kıvırmaları Umut’un sorgulamalarını arttırır. USB’den çıkan videolardan birinde babasının Umut’a bıraktığını söylediği ve gereğini yapma sorumluluğunu ona yüklediği siyah bir kutunun varlığı ise Kadir’i iyice korkutur. Köşeye sıkışınca Müjde’ye sert çıkışan, Feride’nin duygusal yönünü manipüle eden Kadir, Umut’un kolon konusunu hatırlaması korkusu ile daha çok hata yapmaya başlar. Ancak yine de kara kutunun aranması sırasında her köşeye sıkıştığında bir şekilde çıkış yolu bulur. Ta ki kara kutu bulunup içinde babasının vasiyeti çıkana kadar. Babası Kadir’ı mirasından men etmiştir. Nedenini ise yine USB’deki bir başka videodan öğreniriz; bir rakı masasında Kadir’in kolonları kesmesi sonrası Umut’un isyanını, şikâyet tehdidini, babanın kavgayı sessiz izleyişini görürler. Feride, Umut’un Kadir’in üzerine yürümesini engeller, Müjde’den aileyi yalnız bırakmasını ister. Kadir itiraf, savunma, meşrulaştırma ve özür karışımı bir konuşma yaparken Feride noktayı koyar; “Git.” Müjde kapıdan geri çağırılır, üçlü beraber, açık net, yeni bir yaşama, gayet belirsiz ve aslında hepsi için çok yeni bir mücadeleye başlar.
Kurgu
Oyun metni aslında bize bir saatlik, derin, ağır ve bir o kadar da travmatik tartışmaları içeren bir sekansı sunuyor. Bir adamın (Kadir) yaptığı taşra kurnazlığının babasının ölümüne sebep olması gerçeği ile yüzleşmesi… Bir ablanın (Feride) babasının ölümüne, küçük kardeşinin de hafıza kaybına sebep olan kardeşinin yaptıklarını görmezden gelmesi, ancak son noktada bununla yüzleşmek zorunda kalması… Müjde’nin yaşananları gören muhalif gazeteci kimliği ile uzaktan bakan doğruculuğunun hiç bir işe yaramadığını kabullenmesi… Umut’un hafıza kaybına uğramadan önce neden aksiyon almadığını, kendine travma sonrası hafıza kaybı ile açıklayamaması… Bu karşılaşmaların hiçbiri çok kolay birer deneyim değil. Her biri için dramaturjik noktaları da detay incelemek lazım. Ancak oyunun kurgusu, bu ağır konuları, izlenebilir ve tartışılabilir bir halde sunmayı başarmış.
Oyun metninde üç farklı düzlem olduğunu söyleyebiliriz. İlki hikâyede bahsettiğimiz gibi bu dört karakterin, bir şantiye içinde kalmış bir depoda, gerçekler, birbirleri ve kendileri ile karşılaşma yaşadığı yaklaşık bir saatlik bir diyaloğu bize anlatıyor. Bu düzlemi melodramatik bir düzlem olarak tanımlayabiliriz. Karakterler hiçbirimize uzak olmayan bir aile klişesinin aynı kuşağının dört üyesi; bir abla, iki erkek kardeş ve bir kuzen. Hepimizin ailesinde, çevresinde görebileceğimiz isimler bunlar. Hikâye de melodramatik kalıplara uygun. Kötüler (Kadir’i etkileyenler) içinde zaten kötülük barındıran Kadir’i kandırır, Kadir de bir ailenin yıkımına sebep olur. Baba ölür, ev yıkılır, Umut hafızasını kaybeder, arsa kaybedilir… Finalde ise her şey ortaya çıkar, Kadir hak ettiğini bulur, kalanlar yeni bir hayata adım atar.
İkinci düzlem ise Umut’un unutma, hatırlamak istememe ve vicdani sorumluluk sıkışmışlığında kendi içinde yaşadıklarıdır. Bu düzlem, Umut’un “Hamlet”vari eylemsizlik ile “Neo”vari kahramanlık arasındaki tercih çıkmazını gündeme alıyor. Metnin bu bağlamda açtığı tartışmaya dramaturji ve sergileme kısmında değineceğim ancak bu tartışmanın ilk düzlem ile ilişkisinin, metinsel olarak eksik kaldığını söyleyebilirim. Umut’un yaşadığı ikileme benzer ikilemleri diğer karakterler de – farklı iki uç arasında da olsa – yaşıyorlar. Dolayısı ile sezgisel olarak hissedilen bu bağlantıyı metine, dolayısı ile kurguya dökecek pek çok fırsat yaratılabilir. Zira bu düzlem diyalektik bir düzlem. Rüya, sanrı, iç ses, bilinçaltı gibi birçok fantastik müdahale ile şekillenen ama kesinlikle diyalektik bir düzlem. Umut, hem kendi için, hem de ailesi için çözümlemeler yapıyor, bir sonuca varıyor, sonra başa sarıp aynı şeyleri analiz edip başka sonuca varıyor.
Kurgunun üçüncü düzlemi de burada devreye giriyor. Umut’un fantastik diyalektik dünyası, deponun içindeki diyaloglarla kesişiyor. Depodaki diyaloglar ikilemi, ikilimdeki kaymalar diyalogları belirliyor. Tam bu noktada, düzlemlerin birbirine dokunduğu, fantastik diyalektik düzlemin melodramatik düzleme müdahale ettiği anlar yaşanıyor. Bu müdahale Müjde’nin gazeteci kimliği ve Umut ile olan ilişkisi nedeni ile daha etkili oluyor. Ancak bilinçaltı müdahalenin bilince, radikal bulgunun realiteye müdahaleleri uzun vadeli olamıyor.
Oyunun finali, bu üç düzlemdeki olayların aynı anda aynı yerde final vermesi ile mümkün olabiliyor. Sadece bu üç düzlemde yaşanan olaylar bu şekilde ilerlediği takdirde final bu şekilde cereyan edebilirdi. Melodramatik düzlemde yaşanan deponun tahliyesi bugün yapılmak zorunda olmasa, Müjde o gün gelmese, kara kutu bulunmasa, USB bulunmasa, videolar izlenmese, kısaca kader ağlarını örmese… Umut hatırlamayı seçmese, içinde yaşadığı ikilemde bir tercih yapmasa… En önemlisi ise üçüncü düzlem. Düzlemlerin birbirine müdahalesi tam olarak bu şekilde gerçekleşmese, Feride Umut’un sanrı halinde olduğunu sandığı bir anda, dürüstlük gereği ona gerçekleri bir kez daha anlatmasa, bir anlamda diyalektik düzleme göz kırpmasa, radikal bulguya ulaştığını göremezdik.
Dramaturji kısmına geçmeden önce, kurguya dair yaptığım okumayı özetlemek gerekirse; Oyun karanlık ve ağır bir dramı ele alıyor. Kadir’in taşra kurnazlığı ile yarattığı yıkımın son kalesinin, kendi başına da yıkılacağı, neredeyse arsadaki payından da olacağı anda geçiyor. Umut karakterinin içinde yaşadığı biraz da fantastik ikilemin çözüm anı da tam bu ana denk geliyor. İki farklı düzlemdeki bu çözülmelerin çakışması da birbirini tetikliyor ve karakterler açısından bir radikal bulgu oluşturuyor. Bu fantastik müdahaleye Müjde’nin gazeteci kimliği ile aklın her daim eşlik etmesi ve gerçekliğe yakınlaştırması da ayrı bir derinlik katıyor. Radikal bulgu için akıl ve sezginin ortaklığı. Peki bu radikal bulgu sayesinde görüşleri netleşen karakterlerin ne yapacağı tam olarak belli mi? Oyun burada bitiyor. Bizi melodramatik düzlemin dramının içinde, melodram[1] kalıplarının dışına çıkararak, ne yapacağımızı bize sorarak bitiriyor.
Dramaturji
Grubun seçtiği konunun, Türkiye’nin ve aslında dünyanın içinde bulunduğu dönemin ruhu ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Dünya, toplumsal ve siyasal mücadelelere inancın azaldığı bir dönemden geçiyor. İkinci Dünya savaşı sonrası kurulan dünya düzeni, Soğuk Savaş’ın bitişi ile post modern yeni dünya düzenine evrildi, neo-liberalist politikalar yeni umutlar ile daha iyi bir gelecek vaat etti. Modernizm eleştirisi ile yola çıkıldı ancak hiçbir şey iyiye gitmedi. Farklı görüşler dünyanın birçok yerinde mücadele etti. Sınıf mücadeleleri, etnik mücadeleler, toplumsal cinsiyet mücadelesi, kazanımlar derken bugün elde edilen mevziler de kaybedilmeye başladı. Modern dünyanın tanımladığı mücadele yolları giderek marjinalleşti, sonra da işlevsizleşti. İktidarda olanlar ve hatta hegemonik güçler bile güçsüz ve çaresiz bir görünüme büründü. Oyun, böyle bir ortamda, topluma değil bireye dönüyor. Toplumsal koşullar tarafından etkilenen, ancak kaderini kendi kararları ile belirleyen en küçük toplumsal birime, aileye odaklanıyor. Aile bireyleri, ailenin yaşamında ve geleceğinde tek söz sahipleri. Tabi ki toplumsal, ekonomik, siyasi koşullar da aileyi etkiliyor. Ancak tüm bunlara karşı ailenin ve içindeki herhangi bir bireyin, tek başına veya toplu olarak bir pozisyon alması ve gidişatı değiştirmesi mümkün.
Oyunun ana dramaturjisinin bu nokta olduğunu tespit etmek gerekiyor. Oyun ne bir deprem oyunu ne rant eleştirisi, ne de 2024 Türkiye’sinde bir aile izleği. Oyun, bireyin çevresinde yaşanan bütün olaylara dair sorumluluğu olduğunu ve artık bundan kaçamayacağı üzerine bir tespit yapıyor. Grup dramaturji tartışmalarında bu noktaya bu şekilde mi değindi bilmiyorum ancak, “unutmak ideolojiktir” tavrının ele alındığını, Umut’un hatırlamak istememesinin/unutmasının, Feride’nin bilmiyor/duymamış gibi yapmasının, her şeyi soran Müjde’nin son güne kadar sormamasının, Kadir’in kendi batışını görememesini gündeme aldığını biliyorum. Karakter bazında inceleyeceğim ama önce oyunun toplumsal/bireysel ayrımı noktasından duruşu hakkında birkaç söz daha etmek istiyorum.
Oyundan sonra konuşma fırsatı bulduğum seyircilerde veya oyun ardından kaleme alınan yazılarda oyunun toplumsal arka planın eksikliğine dair eleştirilere rastladım. Ben aksi görüşteyim. Oyunun dramaturjisini bireyin sorumluluğundan kaçışı sorunsalı olarak koyarsanız, toplumsal arka planın derinleştirilmesi bu dramaturjiye zarar verecektir. Oyunun geçtiği il İstanbul veya Hatay olsa bir şey değişir mi? Mevzubahis olan deprem 17 Ağustos veya 6 Şubat depremleri gibi büyük depremler veya daha lokal bir deprem olsa bir şey fark eder mi? Yıkılan bina, büyük bir depremde komple yıkılan bir mahallede olsa veya mahallede yıkılan tek bina olsa, ne fark eder? Rant için veya siyasi saiklerle ruhsat usulsüzlüğü yapan belediye AK Partili veya CHP’li, hatta ANAP’lı, DYP’li, DP’li olsa ne fark eder. Olay 2024’te değil, 1999’da geçse ne fark eder? Hatta bu soruların cevapları netleştikçe, seyirci, oyunun tartışmaya açtığı bireyin sorumluluğundan kaçışı sorunsalından kaçış yolları bulacaktır. Sorumlular cisimleşecektir çünkü. Demirel, Erdoğan, Gökçek… Oyunun yazım süreci başladığında (2022) ülke gündeminde yakıcı bir deprem gündemi olmadığını da bildiğim için, oyunun temelde depremle veya yıkımın sorumluları ile değil bireyle hesaplaşma amacı taşıdığını öngörüyorum. 6 Şubat 2023 depremlerinin ardından oyunun derdinin anlatımında daha da güçlendiğini düşünüyorum.
Bu nedenle oyunun toplumsal arka planının netleşmemesi gerektiği konusundaki yorumlara itiraz ediyorum. Aksine var olan toplumsal arka plan göndermelerinin de soyutlaşması, genelleşmesi gerektiğini, oyunun bilinçli olarak herhangi bir yerdeki herhangi bir aileyi anlattığını daha net ifade etmesi gerektiğini düşünüyorum. Tabi ki Türkiye’deki rant işleyişindeki siyasal bağlantı ve siyasi hayattaki Siyasal İslam’ın etkisi hissedilebilir, zira u da zamansız bir durum. Ancak bunun AK Parti’de, ya da bugünkü tarikat gündeminde vücut bulmaması gerekir, ki seyirci oyunu izlerken bireyin sorumluluğuna odaklanmaktan kaçamasın. Toplumsal arka plan, bireyin sorumluluğunu tartışırken bazı soruların cevaplanması için ve ancak o kadar var olmalı. Örneğin Kadir’in taşra kurnazlığı yaparken üstüne yapışan özgüvenin, sırtını nasıl bir siyasi ranta dayadığını hissetmeliyiz, ancak o dayanağı reel dünyadaki 5li çeteye benzetmemeliyiz.
Bu arada, oyunda dramaturjik tespite katılmakla beraber, sonunda vardığı noktanın hala tartışılmaya ihtiyacı olduğunu da düşünüyorum. Günümüz bireyi, sorunların çözümünü yapılara havale eden bir atalet içerisinde. Yapıların da çözülmesi sorunları kalıcı hale getirmiş durumda. Oyun bu havaleci toplu atalet içerisinde “masum” ve “naçar” kalan bireye odaklanıyor ve onu kendi sorumluluğu ile yüzleştiriyor. Oyundaki tüm karakterler, ya elindekini kaybetmemek adına, ya konfor alanını kaybetmemek için, ya daha fazlasını elde etmek için olan bitene göz yummuş ve hatta yıkımın bizzat eyleyicisi olmuş durumda. Burada kurumların, toplumun, sistemin yozlaşmışlığının düzeyi, yıkımın ne kadar hızlı gerçekleşeceğini değiştirebilir sadece. Bu tespite ben de katılıyorum. Oyuna dair eleştirilerin bir kısmının da bu yüzleşmeye tam olarak hazır olunmaması olduğu kadar, oyunun bu tespitten kaçışa izin veren boşlukları olmasına bağlıyorum. Yüzleşmesi biraz ağır olan – ki deprem üzerinden yüzleştirmek daha da ağırlaştırıyor – bir tespiti net bir tavır olmadan yaşatmak, ister istemez kaçış örgütlenmesine, rahatsız edici bir katarsise sebep oluyor. Oyunun bu noktada net bir tavra ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Kastım finalde karakterlerin net bir eyleme geçmesi değil. Hatta oyunun finaline dair de değil. Dramaturjik bir netlikten bahsediyorum. “Toplumsal gelişmeler her ne olursa olsun, bireyin net bir sorumluluğu vardır ve birey bu sorumluluğundan kaçamaz.” Eğer dramaturjik eksen bu (veya net başka bir cümle) ise, oyun metninde bu bağlamda detay ayarlamalara ihtiyacı olabilir. Bu noktayı yapıcı bir eleştiri olarak vurguladığımı belirtmek isterim. Son Çağrı oyunu için de benzer bir tespitten kaçma yorumu yapılabilir örneğin. Son Çağrı’da oyunun ana karakteri Selim’in, Selimlerin küçük orta sınıf dertlerinden daha büyük bir derdi olduğunun tespiti yapılıyor. Dolayısı ile yurtdışına gitmek veya kalmak değildir artık mesele. Tüm oyun boyu özdeşleştiğiniz bu gitme kalma kararsızlığı, bu ortaklık, Selim’in yoğun bakımda olduğunu anladığınız anda kırılıyor aslında. “Biz yoğun bakımda değiliz ki? Olmamalıyız, o kadar da kötü değiliz.” Böyle demek istiyoruz ve bu yoğun bakımda olma tespitinden kaçmak istiyoruz. İşte tam o anda oyunun bu tespitten kaçmamıza izin vermemesi lazım. Kişisel kanaatimce, iki oyun da, her ne kadar net olmasa da, toplumsal durumumuza dair son dönemlerde rastladığım sanatsal olarak yapılan en değerli tespitlere sahip.
Karakterlerin dramaturjik akışı
Oyun bireye odaklanıyor diyorsak, karakterlerin akışı, oyunculuk bağlamında üstün amacı önem kazanıyor. Feride ile başlamak istiyorum. Feride evin en büyüğü olarak, kadın olmasının da etkisi ile, annesinin ölümünün arından evin annesi rolünü üstlenmiş, üstlenmek zorunda kalmış. Evdeki otorite baba, hizmet ettiği, o para kazanırken çekip çevirdiği evin reisi. Dolayısı ile babanın sorgulanması mümkün değil. Bu karakter Türk toplumunun tüm kesimlerinde kolayca bulabileceğimiz bir prototip aslında. Tam bir melodram tipi. Büyük erkek kardeşin baba ile olan çekişmesi sırasında babanın yanında tavır alan ama alttan alta Kadir’i de kollayan anaç abla. Kısa anlar halinde kardeş, çoğunlukla abla. Oyunun hikayesi içerisinde ise, babanın veya Kadir’in kararlarını sorgulama şansı olmayan biri aslında. Kendi iradesi olmayan bir karakter. Anne rolü üstlenmek zorunda kalan abla olarak, bir erki temsil etmiyor, aslında kendine güveni yok. Kolonların kesildiğinin farkında. İki sebeple susuyor; birincisi “ben zaten anlamam ki” düşüncesi, ikincisi de evin erkekleri varken “bana düşmez” düşüncesi. Depremden sonra ev yıkılınca da iş işten geçmiş oluyor. Olayın şokunu atlatamadan, Umut’un hafıza kaybı hayatının ana belirleyeni oluyor. İçin için yaşadığı pişmanlık ve yeni hayat koşullarında Kadir’e mecbur olmak da cabası. Feride olanların farkında değilmiş gibi yapmasın da ne yapsın? Oyunda izlediğimiz, depodaki diyaloglarda, tüm bu yaşadıkları ile yüzleşiyor aslında Feride. Umut’un fantastik düzleminin kendi gerçekliği ile kesiştiği anlarda, kendiyle yüzleşiyor aslında. Müjde her soru sorduğunda da kendi gerçekliğine farklı bir bakışla bakıyor. Direniyor tabi ki bu yüzleşmeye. Ancak Umut’un kararlılığı, ortaya çıkan kanıtlar ve kendini sorgulamanın sonucunda, realiteyi kabul ediyor ve bir pozisyon almak zorunda kalıyor. Doğru veya yanlış, karar verecek gücü kendinde buluyor, çünkü başka yolu olmadığını kabulleniyor. Yaşananlarda kendi sorumluluğunu da kabulleniyor bir yandan. Bu ilk kabulleniş, sonrası için de sorumluluk almayı beraberinde getiriyor. Ne yapacağını bilmiyor, ama bir şey yapacak, artık akışına bırakmayacaktır.
Kadir, evin küçük reisi. Böyle büyümüş. Mahallenin bıçkın delikanlısı. Ağabey. Sen büyüksün Kadir, sahip çık kardeşine. En iyisine layıksın. En iyisini yapmalısın. Lakin Kadir’in imkanları sınırlı, en iyiyi elde edemiyor. En iyisini yapmak için imkanları da eksik. Yine de en iyisi talep ediliyor. Büyük erkek kardeşsin sen Kadir. Hem mahalledeki en delikanlı olacaksın hem okuldaki en başarılı, hem mahalle takımının kaptanı. “Çok inek de olma oğlum kızlar bakmaz sonra, gez dolaş azıcık da.” Kadir de bir prototip aslında. Melodram dünyasından bir tip. Annesi ölünce kalabalık aile içinde travmalarıyla baş başa. Bir baltaya sap olamayan, babasının gözdesi olamayan ağabey. Sonra önüne bir fırsat çıkıyor. Ona sorsanız muhtemelen kendi yaratıyor o fırsatı. Neler çekmiştir o yolda bir bilseniz. Çekiyor da aslında. Kayınpederine, gücün sahibine biat ediyor. Muhtemelen kullanılıyor defalarca, farkında da içten içe ama kime anlatacak. Zaten bir türlü yaranamadığı babasına mı, olmayan anasına mı? Ablası zaten bunları anlamaz, babasından taraf çıkar. Umut da çocuk, aklı bir karış havada. Kadir yalnız aslında. Kendini ispat etmeye çalışan bir erkek. Seçim afişi basımları fırsatını kaçırmamak için babasından dükkânı devralma cesaretini gösteriyor. Babanın hasta olması, Kadir’e ve ortaklarına güvenmese de ikna olmasını sağlıyor. Kadir onaydaki gönülsüzlüğü bir kenara not ediyor. Başarı kazandığında babasının yüzüne vuracağı bir yara daha. Sonra makineler dükkâna sığmıyor. Daha başlayamadan iş batacak. Final tiradından anlatıyor Kadir zaten, “kayınpeder bir yandan sığacak diyor, belediyeden onay aldık bir şey olmaz diyorlar, öbürü kesemezsin diyor, ama herkes ne olacak diye Kadir’e bakıyor. Ben de risk aldım.” Kadir risk alıyor. Ne yaptığını biliyor yani, çok da iyi biliyor. Kolonları kestiriyor ve sonra bina yıkılıyor. Sonrası Kadir için tek yön. Geriye dönüp sorumluluğunu itiraf etmesi demek, kendi adına intiharla eşdeğer. Hatasını telafi edecek. “Babasına bir şey olsun ister miydi hiç?” Umut’un böyle olmasını ya da? Gerçi Umut olanları unutmasaydı ne yapardı kim bilir? Bundan sonra onları gül gibi yaşatacaktı, bunu borçluydu onlara. En azından bunu. Bildiği tek yolla. Kurnazca fırsat kollayarak, gücün yanında olarak, çıkarını gözeterek. Tek yön var artık. O yönün sonu da depodaki konuşmaya çıkıyor. O gün taşınmanın olması, USB’nin bulunması, videolar, Kadir’in sonuna kadar direnmesi, her köşeye sıkıştığında kıvrak manevralarla sıvışması, kara kutunun ortaya çıkması ile yine tek başına kalması. Bu hikâyede en başından beri tek başına olan bir tek Kadir. Her şeyin başından beri farkında olan tek karakter belki de. Sonunda yine yalnız. Yine her şeyin farkında. Tek başlarına nasıl geçineceklerini soruyor. Haklı. Ancak artık önemli olan bu ezberler değil, pragmatik kısa dönem çözümlerini talep etmiyor artık kalanlar. Kendilerinin ve sorumluluklarının farkına varmış durumdalar ve ilk defa Kadir’den bir şey talep etmiyorlar. Kadir’i en çok yıkan da bu aslında. Bu kadar çaresizliğe rağmen Kadir hep kendinden bir şey beklenendi. Ondan bir şey beklenmiyorken, Kadir’in taşra kurnazlığının da bir anlamı yok, Kadir de yok.
Umut en küçük kardeş. Ablaya anne, ağabeye evin gelecek reisi sorumluluğu biçilince, okumak Umut’a kalmış. Z kuşağı temsilcisi. Eski melodramlarda çok bulamayacağımız bir tip bu nedenle, ama bugünün melodramının genç aşık modeli olabilir. Melodram tekniğini kullanmasa, reality show halini alsa da güncel dizilerde çok görüyoruz benzerini. Diğerlerinden farklı olarak gören, sorgulayan, fikir üreten, belgeleyen bir tip. Okumuş, küçük kardeş. Baba çok değer veriyor ona, aklına, fikrine, okumuşluğuna. Yeni ama bildik bir hikâye. Babası Kadir değil de Umut devralsaydı dükkânı keşke demiş midir acaba? Üniversite vesilesi ile ailenin içindeki çekişmelerden çok etkilenmemiş, anne eksikliği çekiyor ancak ablasının göz bebeği. Kolon kesilmesi anına kadar da, babası ve Kadir arasına çok girmemiş. Kolon konusunda, tam bir doğrucu Z kuşağı tavrı, ancak bir türlü sorumluluk almıyor. Baba da sorumluluk almıyor. Umut buna isyan ediyor ama isyanı babasına da değil. Sevgisi mi ağır basıyor? Sonuçta bir atalet var. Babası umudunu Umut’a bağlamış durumda. “Hamlet”vari bir beklenti ve atalet durumu. Umut bu talebin net olarak farkında. Bir yere kadar hoşuna da gidiyor. Mantık olarak da aklına yatıyor zaten. Ancak bir yandan da ben ne kazanacağım, değiştirebilecek miyim gerçekçiliği şüphesi de var. Z kuşağı tarifinin çıkmazı da burada zaten. Bu kadar gerçekçi bir kuşak, nasıl umuda yelken açacak. Depremden sonra Umut’un yaşadığı hafıza kaybı, burada yaşanan ikilemin fantastik bir boyutta devam ettiği bir kapı açıyor Umut’a. Matrix filmindeki mavi hap, kırmızı hap ikilemi aslında Umut’un ataletine son verip vermeme irade savaşını simgeliyor. Morpheus baba imgesi ile özdeşleşiyor. Ancak burada kırmızı hapı seçmek aynı zamanda gerçekliğin umudu barındırması demek. Umut buna inanmıyor. Umut, kendisiyle yüzleşirken, insan olmanın sorumluluğunu, yani her türlü gerçekliğe rağmen umudu yaşatma sorumluluğunu da fark ediyor. Finalde Kadir’e isyanındaki şiddet tonu, Feride’ye ama ben unutacağım demesi, umutsuzluğu hala aşamadığını gösteriyor. Ancak Umut, umuda yelken açmaya karar veriyor, içindeki umutsuzlukla beraber.
Ve Müjde. Melodramın içinde bir yeri tabi ki var. Amca kızı olarak ailenin içinde bir yeri olan bir tip. Destek olunan, dolayısı ile aileye gönül borcu olan, yerini de bilen biri. Melodrama uymayan bir yönü de var ama. Fantastik düzlemin müdahaleleri veya USB, videolar, mesajlar gibi açığa çıkan yeni bilgileri sorgulayarak aklı temsil ediyor. Peki kendisi bu akıldan ne kadar nasipleniyor? Baba ile sırdaş, rakı masası arkadaşı. Bu ilişki kipi elde ettiği bir konfor alanı var evde. Kardeş olmadığı ve anasız/babasız olduğu için mağdur. Bu mağdurluk ayrı bir konfor alanı onun için. Bir de kadın. Abla anne rolüne büründüğü için evin yegâne kızı, el üstünde. Akıllı da. Birçok şeyi görüyor aslında. Kendi konforunu bozacaksa kesinlikle afişe etmiyor ama. Kolon konusunu fark etmemiş olabilir çünkü dükkân ilgi alanı da değil, konfor alanı da. O üst katta evde rahat. Tabi bir de okuyor. Kadir’in işleri ile çok da bir işi yok, Kadir yalnız halletsindi. Ev yıkılınca da sorgulamıyor. İlgilense doğruyu açığa çıkarabilir aslında. Ancak ailenin yanında o şehirde kalıp deprem sonrasını yaşamak mı, Ankara’da gazetecilik yapmak mı? Konfor alanı ağır basıyor. Müjde sahnedeki aklı temsil ediyor ama aynı zamanda yapılan yeni binadan bir daire almayı da planlıyor. Bir yandan sen bu inşaatı nasıl/kime yaptırıyorsun diye Kadir’i sorgularken inşaattan yeni haberi olmuş gibi, ancak bir yandan da Feride’den daire sözü almış önceden. Müjde’yi değiştiren gücünün, daha doğrusu güçsüzlüğünün farkına varmak oluyor. Depodaki konuşmalar boyunca, Kadir’e, Feride’ye, Umut’a akıl veren Müjde, gerçekler ortaya çıktıkça yorum yapamaz oluyor. Vasiyet mektubu bir belge, ama konuşmak dışında ne yapabilir ki Müjde? Kadir’e karşı çıkmalı ama ifşa etmek dışında ne yapabilir ki Müjde? Çalıştığı gazetede de aynı değil mi? Haber yapmak dışında elinden bir şey gelmiyor, haberler de bir işe yaramıyor, hatta artık haber bile yapamıyor, yaptırmıyorlar. Müjde sadece tespit yaparak, doğruyu söyleyerek çıkarının peşinde eylem gerçekleştiren kendi hali ile yüzleşiyor oyunda. Bu yüzden söylem üretmek yerine susup net bir duruş sergileyen Feride’nin yanında yer alıyor. Belki de ilk defa laf kalabalığı yapmadan.
Tüm karakterlerin akışını yazmaya çalıştım. Zira karakterlerin bu dramaturjik altyapısını ben oyun metninden okuyabildim. Bu altyapı, yukarıda bahsettiğim düzlemsel karşıtlık ile dramaturjik bir tespit doğuruyor. Son olarak oyunun sahnelemesinin, oyunculukların, dekorun ve ışığın bu metin ve dramaturjiye ne kadar hizmet ettiğine dair bir şeyler söylemek isterim.
Sahneleme – Dramaturji ilişkisi
Oyunculukların genel anlamda gayet iyi olduğunu söylemeden geçmemeliyim. Dekor ve ışık tasarımı, görüntü kullanımı ve bunlarla yaratılan fantastik düzlem, o düzlemin gerçeklikle ilişkisi gibi birçok sahneleme buluşu, oyunun metni dışında da alkışı hak eden öğeler. Aşağıda bahsedeceğim maddeler, bu çalışmaların dramaturjik konumlanmasına yönelik olacak.
Oyunda üç düzlem var. Melodramatik düzlemde, oyuncuların doğal dram oyunculuğu tercihini, dramaturjik anlamda doğru buluyorum. Özellikle kara kutunun açılıp, karşılaşmanın yaşandığı final sahnesi, sinematografik bir etki bırakıyor. Özdeşleşme hedefleyen bu düzlem için bu sahnenin bu etkiyi bırakması da bence amaca hizmet ediyor.
Fantastik diyalektik diye tanımladığım ikinci düzlem ise Umut’un “kestik” diye seyirciye döndüğü kısımlar olarak öne çıkıyor. Burada ışık değişimi, Umut’un anlatıcı tipi stilize bir oyunculuğa geçişi ile seyirciye dönüşü ile bir ayrışma hedeflenmiş. Düzlemler arası ayrımın verilmesi açısından mantıklı olabilecek bir sahneleme tekniği. Ancak burada şöyle bir sorun oluşuyor. Eğer doğal oyunculuk / stilize oyunculuk ayrımı düzlemler arası bir ayrımı vurgulayacaksa – sahneleme buluşu olarak estetik görünse de – kara kutu aranırken dört oyuncunun beraber yaptığı kutu çevirme stilizasyonları neye hizmet ediyor. Ya da renkli ışık kullanımı “kestik” sahnelerine ve/veya Umut’un rüya/sanrı sahnelerine aitse, iki düzlemin kesiştiği, Umut’un sanrılı hali ile diğer karakterlerle temas ettiği anlar nasıl ayrılacak. Sahnelemede iki düzlem ayrımı düşünülmüş olsa da, üçüncü düzlemin tanımının net olarak yapılmadığını, bu nedenle bazı sahnelerin dramaturjik vurguyu kaydırdığını söyleyebilirim.
Oyunculuk ve ışık kullanımının yanında dekor ve görüntü kullanımı da düzlemsel ayrımda kullanılmış. Umut’un sanrılarını gördüğümüz anlarda kutuların üzerinde Umut’un zihninin içini görüyoruz. Bu kısmın da, oyunun ilk çalışma aşamalarındaki karton kutuların üzerinde gördüğümden beri çok başarılı bir sahneleme tekniği olduğunu düşünüyorum. Ancak; aynı tekniğin USB’den izlenen videolarda da kullanılması, kutuların üzerindeki görüntülerin hangi düzleme ait olduğuna dair bir karmaşa doğuruyor. Örneğin bu ayrışma gerçek USB video görüntülerinin – daha önceki sergilemelerde henüz çalışılmadığı için yapıldığı gibi – tek bir kutu üzerinde net bir görüntü olarak oynaması tercih edilebilir. Rüya ve sanrılarda ise tüm kutulara yayılan, biraz da karışık ve imgesel (şu anda uygulama gibi) bir görüntü tercih edilebilir. USB’deki görüntülere de fantastik bir dramaturjik görev atfediliyor ise, bunun dramaturjik yorumunun netleştirilmesi gerekir. Şu anda bu durum bir karmaşa yaratıyor. Benim yaptığım dramaturjik okuma için bu ayrımın netleşmesi gerekiyor.
Oyunun açılış sahnesinde örneğin, Feride’nin helva kavurma/dua sahnesi diğer sahnelerdeki yorumuna göre stilize kalıyor. Seyir zevki sağlamak için stilizasyonlara başvururken, oyunculuk üslubu ile düzlemlere ayrılan bir oyunda dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum.
Dekor kullanımının, oyuncuların dekorlarla ilişkisinin de zaman zaman oyunun düzlemsel akışında kafa karıştırdığını düşünüyorum. Kişisel tercihim, melodramatik dram gerçekliği için gerçek kutu kullanmak olur, ama çerçeve küpleri kutu gibi kabul edip, olmayan nesne ile ilişki kurmak bir sahneleme tercihi olabilir. Küpün kenarına bakarak fotoğraflara bakmak, küpü köşesi üstünde çevirerek uçurtma hayal ettirmek de başarılı ve sırıtmayan tercihler de olabilir. Ancak arama sahnelerinin stilizeleşmesi, oyuncuların karakterden çıkarak koreografiye kaymasına sebep oluyor. Umut’un bir tiradı sırasında diğer oyuncuların oyuncu olarak kutuları sahne ortasında farklı bir şekilde dizmesi de estetik bir izlek yaratmak dışında dramaturjiye bir fayda sağlamıyor. Her sahneleme tekniği dramaturji fayda sağlamak zorunda değil tabi ki, lakin bu saydıklarım, metnin bana verdiği düzlemselliği bozuyor ve dramaturjinin anlaşılmasına engel oluyor.
Sonuç
Oyuna dair naçizane görüşlerimi analitik olarak toparlamaya çalıştım. Oyunun açtığı tartışmayı çok değerli buluyorum. Bu nedenle yapılacağını bildiğim revize çalışmalarına faydası olmasını umarım. İki başlık halinde özetlemem gerekirse; bireyin sorumluluğuna odaklanan oyunun toplumsal ile olan ilişkisine dair – bilinçli olduğunu düşündüğüm – duruşunun netleştirilmesi için metinsel netleşmeler yapılması ve çok başarılı performanslar içeren oyunculuk, sahne tasarımı, dekor, ışık gibi sahneleme öğelerinin dramaturji ile ilişkisi temelinde yeniden ele alınmasını öneriyorum.
Son bir not
Kara kutu veya uçuş kayıt cihazı, uçuş esnasında uçaktaki belli başlı verileri kaydetmeye yarayan araçtır. Hava olayları ve kazalarının soruşturulmasında kolaylık sağlaması amacıyla hava taşıtlarında bulunmaktadır.
Oyun adının seçiminde bir bu tanıma bilinçli bir gönderme var mı bilmiyorum, zira oyunda bu bağlamı yansıtan herhangi bir ima görmedim. Ancak oyunun yaşanmış bir felaketin ardından felaketin sebeplerine dair kayıtları incelemek için kara bir kutuya bel bağlama teması, böyle bir alegori dramaturjik açıdan kullanışlı olabilir. Kara kutu yine gerçekleri içinde barındırıyor, ancak bizim hikayemizde uçak enkazından çıkan ve yaşananları bilenler, bilip de bilmezlikten gelenler ve hatta bilerek gizleyenler de var.
[1] Melodram tekniğinin tanımı, tekniğin olumsuz etkisi nedeni ile tam anlaşılamaması konusunda bkz. https://www.art-izan.org/artizan-arsivi/sik-kullanilan-bir-teknik-melodram/