Bu yazı 14-27 Şubat tarihli haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır.
İÇ POLİTİKA
İliç Siyanür faciası
Erzincan’ın İliç İlçesi’nde, Çöpler bölgesinde bulunan altın madeninde yaşanan felakette 9 işçi toprak altında kaldı. Benzerlerinde olduğu gibi iktidar çevreleri bir yandan sorumluluğu üzerlerinden atarken diğer yandan da konuyu gündemden düşürmeye çalışıyor. Öte yandan İliç bölgesinde bir deprem fay hattı olduğu haberleri ve bu bilginin raporlardan çıkarılmış olduğu iddiaları, Artvin, Fatsa gibi başka bölgelerde de İliç’tekinin benzeri risklerin oluştuğunu, dolayısıyla da yaşananların basit bir ihmal değil bilinçli bir politika sonucu gerçekleştiğini bir kez daha ortaya çıkardı.
Daha önemlisi toplumsal muhalefetin yeterince güçlü bir tepki göstermemesi. Son yıllarda genel olarak toplumsal muhalefetin zayıflamasına koşut olarak çevre konusundaki hassasiyetlerin azaldığı gözlemleniyor. Gösterilen tepkilerde de iki noktanın öne çıkması dikkat çekici. Birincisi, yaşanan facialarda maden şirketinin yabancı kökenli olması vurgusu. Örneğin Kanada ortaklı olduğu belirtilen Anagold’da yabancı ortaklığına epey vurgu yapıldı. Oysa uluslararası gruplar yerli işbirlikçilerle, iktidar ve yerli şirketlerle hareket ediyor. Zira çevre talanı Türkiye’nin büyüme stratejisinin bir parçası haline gelmiş durumda. Konunun bu boyutunun göz önünde tutulması gerekiyor. Diğer vurgu konusu da facialarda kusur aranırken şirket ve daha çok da şirket çalışanlarının öne çıkarılması. Suçu şirket çalışanlarına yönelterek şirketi cezadan kurtarma çabası söz konusu. Zira son facianın ardından gözaltına alınan 8 kişiden 6’sı tutuklanırken, hazırlanan bilirkişi ön raporunda Anagold Madencilik asli kusurlu bulunmadı.
Öte yandan söz konusu maden şirketinin etrafındaki çıkar piramidine ilişkin önemli değerlendirmeler yapılıyor. Bahadır Özgür’ün tabiriyle bir tür “yerel oligarşinin” çıkarları dışında devletin ve kamunun bu yatırımlardan ne tür bir fayda sağladığı pek bilinmiyor. İktidar bu türden kamusal yararı nerdeyse hiç olmayan ve çevre talanına hizmet eden projelerle belli çevrelere ekonomik rant sağlamaya devam ediyor. Yerel seçimler nedeniyle şu sıralar pek dillendirilmeyen “Kanal İstanbul” projesi bunların başında geliyor. Geçtiğimiz günlerde 1. etabına ilişkin imar planının mahkeme tarafından iptal edildiği duyurulan projenin seçimlerden sonra tekrar gündeme getirilmesi bekleniyor.
Yargı gündemi
Danıştay 5. Dairesi’nin FETÖ’den ihraç 450 hâkim ve savcıyı göreve iade etmesinin ardından yüksek yargıyla ilgili tartışmalar daha da yoğunlaştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararları hazmedemiyorum. Danıştay da zaman zaman yapıyor, bu tür kararlarla bizi rahatsız ediyor” şeklindeki demeciyle konu hakkındaki yaklaşımını bir kez daha dile getirmiş oldu. Hemen ardından Hakimler ve Savcılar Kurulu, Danıştay’ın göreve iade ettiği 450 isimden 387’si hakkında yeniden inceleme başlattı.
Bu arada üst düzey bir Danıştay üyesinin “Baskı ve tehdit altındayız” şeklindeki açıklamalarının yanı sıra Bülent Arınç’ın AYM Başkanı Zühtü Arslan’a teşekkür ederek “Sizleri savunması gerekenlerin suskunluğunu üzüntüyle takip ediyorum.” ifadelerini kullanması dikkat çekti.
Danıştay’ın söz konusu kararından bir hafta sonra AYM, Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesinin yok hükmünde olduğunun tespiti için CHP’nin yaptığı başvuru ile Atalay’ın avukatlarının yaptığı yeni başvuruda karar verilmesine yer olmadığına hükmetti. Bu kararla AYM Can Atalay kararının okunmasına karşı kesinleşmiş mahkeme kararı olmadığı ve okunmanın yok hükmünde olduğu yönünde tavır belirtmiş oldu. AKP’nin yanısıra MHP tarafından da eleştirilen karar sonrasında, 2020’den beri Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi hakkında önemli iptal ve ihlal kararları veren AYM çok önemli bir karar daha verdi: 27 Şubat’ta Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ilk kararnamesinde yer alan 37 düzenlemeyi iptal etti. Hemen hemen aynı zamanlarda, 26 Şubat’ta AYM Başkanı Zühtü Arslan, “Anayasanın nihai ve bağlayıcı olarak yorumlanması yetkisi Anayasa Mahkemesi’ne aittir” değerlendirmesinde bulunarak konu hakkındaki tavrını sürdüreceğini belli etmiş oldu. Önümüzdeki dönemde AYM ve yargı üzerindeki siyasi tartışmaların devam edeceği görülüyor. Bu tartışmaların ileriki dönemde şekillenecek iktidar ve devlet yapısına dair önemli işaretler taşıdığını belirtmek gerekiyor. Muhalefet cephesinde ise CHP’nin önceki dönemdeki bazı çıkışları haricinde konu hakkında net ve kararlı bir duruş sergilenmemesi de dikkat çekiyor.
Siyaset / Seçim gündemi
Seçim arenasındaki en önemli gelişme DEM Parti’nin İstanbul’un 17 ilçesindeki belediye başkan adayı çıkarırken kalan 22 ilçede aday çıkarmama kararı alması oldu. Esenyurt’ta Kürt kökenli Ahmet Özer’in CHP adayı olarak duyurulması CHP ile DEM arasında Esenyurt özelinde gibi görünen ancak tüm İstanbul’u kapsadığı anlaşılan bir kent uzlaşısı gerçekleştiğini göstermiş oldu. Başak Demirtaş’ın aday adaylığı sürecinde yaşananlardan sonra bu kararın da açık bir şekilde duyurulmayıp kapalı kapılar ardında yüksek siyaset koridorlarında gelişmiş olması DEM Parti’nin siyaset tarzına dair soru işaretlerini daha da artırdı.
Seçim arenasındaki diğer bir önemli süreç ise YRP’nin kendi adaylarıyla seçimlere girme kararı oldu. Yeniden Refah’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Altınöz’ün AKP oylarını etkileyeceği görüşü ağırlıkta. Öte yandan DEM ile CHP ilişkisinin İktidarın beka vurgusunu yine gündeme getirmesine yol açması beklenebilir. Anketlere bakılırsa başta İstanbul olmak üzere muhalefetin tüm dağınıklığına rağmen İktidarın büyük şehirlerde zorlanmakta olduğu anlaşılıyor. “Oy vermezseniz hizmet alamazsınız” tehditleriyle kampanyaya başlayan iktidarın kentsel dönüşüm dışında sunabildiği yeni bir vizyonu olmaması seçimlere az bir süre kala Erdoğan’ın daha güçlü şekilde sahaya inmeye çalışacağı ve beka siyasetini öne çıkaracağı ihtimalini artırıyor. Bu yönelim başta İstanbul, büyük şehirlerde muhalefetin de yardımıyla AKP’nin seçimi kazanmasını sağlayabilir. Zira, Zafer Partisi, İYİP, Memleket Partisi kendi açılarından güçlü adaylarla azımsanmayacak bir oy alacak gibi görünüyor ve CHP de iç çekişmeleri ile İstanbul ve Ankara Büyükşehir adaylarını biraz yalnız bırakıyor.
Toplumsal muhalefet, hak ihlalleri gündemi
Bu başlık altındaki gelişmeleri aşağıda sıralamaya çalışalım:
- 15 Şubat komplosunun yıldönümü çerçevesinde Kars ve Van olmak üzere iki koldan başlatılan Öcalan’a özgürlük yürüyüşü Urfa / Halfeti Amara (Ömerli) köyünde sonlandırıldı. Yürüyüşün Kürt çevreler dışında beklenen etkiyi yaratmadığı, toplumsal destek bir yana, gündem oluşturmada bile hedefinin gerisinde kaldığı söylenebilir.
- Tutsakların PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü talebiyle başlattığı açlık grevi devam ediyor.
- Açlık grevlerine destek amacıyla başlatılan Adalet Nöbetleri devam ediyor. Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü talebiyle birçok kentte Adalet Nöbeti’ni sürdüren yurttaşlar, toplumun tüm kesimine yayılan tecride karşı güçlü bir mücadele ağı oluşturulması gerektiğini belirtti.
- 21 Şubat Anadil Günü kapsamında birçok kentte etkinlikler gerçekleştirildi. Konunun bu yıl son birkaç yıla oranla daha yoğun olarak gündemleştirildiği ve mecliste DEM parti dışındaki partilerin de gündemine girdiği gözlendi.
- Metin&Kemal Kahraman’ın Şubat ayı konserleri kapsamında Bingöl’de vereceği konser, 21 Şubat Dünya Anadili Günü’nde emniyet tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden yasaklandı.
- Barış Akademisyeni Bülent Şık, görevine iade edildi.
- Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde seçimi iktidara yakın olduğu öne sürülen turuncu liste kazandı. Tarihsel olarak muhalif yapısıyla bilinen kurum açısından incelenmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir duruma işaret ediyor.
DIŞ POLİTİKA
İsrail bildiğini okumaya devam ediyor
İsrail’in geçen dönem değerlendirme yazımızda da bahsettiğimiz hukuk ve kural tanımaz tavırları haber taramasına konu olan dönemde de devam etti. Refah’a olası bir kara harekatının yaratacağı sonuçlara dair uluslararası kuruluşlardan gelen uyarılara rağmen İsrail’in saldırı planları üzerinde çalıştığına dair haberler medyada yer almaya devam ediyor. İsrail’in Gazze’deki ablukası ve saldırıları de sürüyor. Saldırılardan kurtulanları ise açlıktan ölme riski bekliyor. Dünya Gıda Programı, Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu acil destek çağrılarında bulunurken, Dünya Gıda Programı İcra Direktörü Cindy McCain yiyecek dolu kamyonlardan sadece birkaç kilometre ötede Gazze halkının açlıktan ölme riskiyle karşı karşıya olduklarını açıkladı. Kuzey Gazze’de ise yetersiz beslenmeden dolayı bebek ölümlerinin yaşandığı haberleri geliyor. “Britanyalı yardım kuruluşu Action Aid, bölgedeki bir doktorun “önemli sayıda çocuğun öldüğünü” söylediğini aktardı. Action Aid ayrıca beslenme durumunda yaşanan büyük kötüleşmenin sadece 3 aylık bir sürede gerçekleşmesinin dünyada bir benzerinin olmadığını vurguladı. İsrail’in saldırılar ve ablukayla Gazze’deki yerleşimcileri Refah’a sürmeye zorladığı çok açık. Ancak Refah’a göçmek de bir kurtuluş değil. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi İsrail Refah’a kara harekatında ısrarlı. Başbakan Netanyahu, saldırı planları üzerinde çalıştıklarını belirtirken esir takasının harekat planlarını öteleyebileceğini vurguladı. ABD yönetimi kara harekatına kesin bir dille karşı çıkmazken, ortada uygulanabilir bir plan olmadan Refah’a girilmesini desteklemediklerini belirtiyor. Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı ve Acil Yardım Koordinatörü Martin Griffiths ise yaptığı yazılı açıklamada Gazze halkının yarısından fazlasının Refah’a sıkışmış bir şekilde ölümle burun buruna yaşadığını, kamu düzeninin çöktüğünü ve BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’na (UNRWA) yönelik fonların kesilmeye başlandığını, insani yardım çalışanlarının vurulduğunu, insani yardım sisteminin yıkılmak üzere olduğunu vurguladı. Tüm bunlar yaşanırken Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Gazze Şeridi’nde acil insani yardım için ateşkes talep eden karar tasarısı, İngiltere’nin çekimser kaldığı 15 üyeli BMGK’de, 13 ülkenin kabul oyuna karşılık ABD tarafından veto edildi. İnsani yardım için bile ateşkesi veto eden ABD ve Batı’nın desteği sürdüğü müddetçe İsrail’i durdurmak mümkün değil gibi görünüyor.
Diğer yandan İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarındaki eylemleri hakkında açılan dava Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nda görülmeye başlandı. 52 ülke ve 3 uluslararası kuruluşun İsrail’e karşı argümanlarını sunduğu davada Türkiye’nin beyanlarının söylem düzeyi zayıf kalırken, Latin Amerika ülkelerinden İsrail karşıtı ciddi açıklamalar geldi. Brezilya Devlet Başkanı Lula, İsrail’in Gazze saldırılarıyla Nazilerin Yahudi Soykırımı’nı bir tutan açıklaması üzerine İsrail’de istenmeyen kişi ilan edildi. Lula’ya destek veren Venezuela’nın Yahudi kökenli Devlet Başkanı Maduro ise “Modern İsrail’in, Adolf Hitler’in İkinci Dünya Savaşı öncesindeki Nazi Almanyası gibi kolektif Batı’nın aynı teşvikinden, aynı finansmanından ve aynı desteğinden yararlandığını” söyledi. Küba temsilcileri de Lahey’deki beyanlarında ABD’yi, İsrail’in suçlarına ortak olmakla suçladı.
Erdoğan Mısır / Sisi görüşmesi
Önce Birleşik Arap Emirlikleri, ardından Suudi Arabistan ve son olarak da Mısır ziyaretleri ile ilişkileri normalleştirme adımları atarak ABD eksenli politikalara yönelen Erdoğan, Mısır Devlet Başkanı Sisi ile Filistinlilere yardım ve savaşın sonlandırılmasının yanı sıra iki ülke arasındaki ticaret hacmini artırmaya yönelik konuları da görüştü. Erdoğan “değerli kardeşi” Sisi’yi Türkiye’ye davet etti. Türkiye’nin bölgede izlediği dış politikada Mısır’la ilişkileri düzeltme girişimi, Sisi yönetimine dair özellikle iç siyasette son 10 senede kullandığı dil dikkate alındığında, Erdoğan için bir “U dönüşü” olarak değerlendirildi.
Irak – Kürdistan Özerkliğine müdahale
Irak Federal Mahkemesi, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni (IKBY) doğrudan ilgilendiren bir dizi başvuru konusunda kararlarını açıkladı. Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) başvurusu ile azınlık kotası ve seçim sistemi konusunu görüşen mahkeme, azınlık kotasını kaldırıp IKBY Parlamento seçimlerinin en az dört bölgede yapılmasına karar verdi. Mahkemenin bir diğer kararı da IKBY’deki seçimlerin merkezi hükümet tarafından yönetilmesi yönünde oldu.
Öte yandan Mahkemenin IKBY’nin petrol gelirlerinin merkezi hükümete devredilmesi ve IKBY tarafından ödenen, daha doğrusu uzun süredir ödemelerde sıkıntılar yaşanan memur maaşlarının da merkezi hükümet tarafından ödenmesi kararı bir anlamda Bölgesel Yönetimin özerkliğine ciddi darbe oldu.
KDP’nin yarattığı, çalışmayan memur ve peşmergelere maaş ödenmesi gibi uygulamaların Federal Mahkeme’nin bu kararına zemin hazırladığı söyleniyor. Yerli halkın petrolden gelen para ile geçindiği bir yapı oluşturulmuş durumda. Merkezi hükümetin bu kararı Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin özerkliğinin sıfırlanması anlamına geliyor. Irak Kürdistan’ında sürdürülebilir bir sistemin oluşturulamaması, KDP ve KYB arasındaki anlaşmazlıklar ve en önemlisi, KDP tarafından etkisizleştirilmeye çalışılan KYB’nin İran rejimine daha fazla bağlı hale gelmesi, bölgeyi müdahaleye açık bir hale getiriyor. Bunun yanında KDP’nin, PKK’ye karşı Türkiye ile birlikte hareket etmesi ve Türkiye’nin bölgeye yerleşmesine destek olması da önemli sorunlar doğruyor. KYB ise bu süreçte PKK ile daha yakın bir ilişki içinde. Bu nedenle de sık sık Türkiye tarafından tehdit ediliyor. Irak Kürdistanı’nda, geçen bunca zamana rağmen sürdürülebilir bir sistemin kurulamaması ve Kürt partileri arasındaki anlaşmazlıklar, bölgenin geleceğini de belirsizliğe sürüklüyor.
Merkezi hükümetin kararına şimdiye dek ne yerelden ne de ABD’den ciddi bir karşı çıkış geldi. Merkezi hükümetin kararında ABD onayının olduğu ve ABD’nin, Kürtleri merkezi hükümetle birlikte davranmaya ittiği yorumu da yapılabilir.
Ukrayna-Rusya savaşı
Savaşta ikinci yıl da geride kaldı. Birkaç ay önce Rusya’nın savaşı kaybetme durumundan bahsediliyorken, geçen dönem değerlendirmemizde de vurgulandığı gibi son dönemde Batı’dan gelen açıklamalarda Rusya’ya karşı uzun süreli savaşın yeniden gündemde olduğu görülüyor. Fransa, Rusya’nın Ukrayna’daki olası bir zaferine karşı Ukrayna’ya asker gönderme seçeneğinden bahsederken, Danimarka tüm topçu silah ve mühimmatlarını Ukrayna’ya bağışlama kararı aldı. Savaşın ikinci yılı dolayısıyla AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, AB Dönem Başkanlığı’nı yürüten Belçika Başbakanı Alexander De Croo, Kanada Başbakanı Justin Trudeau Kiev’e giderek hem destek açıklamaları yaptılar hem de güvenlik anlaşmaları imzaladılar. Batılı ülke askerlerinin fiilen savaşa müdahil olmaları açıklamalarına Rusya’nın tepkisi sert oldu. “Kremlin, NATO askerlerinin Ukrayna’ya asker sokarak savaşa müdahale etmesinin kaçınılmaz olarak Rusya ve NATO arasında bir savaşa sebep olacağını ifade etti”. Avrupa’nın böyle bir savaşı göze alıp alamayacağı şüpheli olmakla birlikte savaşı tırmandırıcı adımlar atılıyor. NATO’nun savaş konseptinde ısrar etmesi, ABD’nin Ukrayna savaşını kışkırtıp sürdürerek ulaşmayı hedeflediği amaçlarda, yani AB’yi denetimi altına alma ve Rusya-AB yakınlaşmasının önüne geçme stratejisinde kararlı olduğu şeklinde yorumlanabilir.
Putin İsrail konusunda ABD’yi suçlarken, Ukrayna-Rusya savaşında Ukrayna’yı destekleyen ülkelerin Filistin konusunda genellikle aynı safta yer alarak İsrail’i desteklemeleri de dikkate değer.
Aliyev ve Paşinyan müzakereleri görüştü
Dünyanın bir diğer çatışmalı bölgesinden barışa dair iyimser olunabilecek adımlar geldi. Azerbaycan ve Ermenistan Devlet Başkanları Münih Güvenlik Konferansı kapsamında bir araya gelerek ilişkilerin normalleştirilmesi ve sınırların belirlenmesi konularını görüştüler ve ikili görüşmelerin devam ettirilmesi kararı verildi.