Bu yazı 17-31 Ocak 2024 tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.

İÇ POLİTİKA

Yerel seçimler ve yüksek siyaset

Yerel seçim takvimi ilerledikçe adaylar netleşmeye başladı.

Tüm adaylarını açıklayan AK Parti (AKP) genel olarak kısmen belediyecilik üzerinden bir söylem kurmaya çalışıyor. Muhalefetin yönettiği belediyelerin yeterli hizmet vermediğini vurguluyor. Bir yandan da genel seçimlerde olduğu gibi, rakip parti ve adayları vatan hainliğiyle, terörle suçlayan milliyetçi söyleme kuvvetle sarılıyor. Seçimde AKP ile uzlaşan MHP, kampanyasını bu milliyetçi söylem üzerine kuruyor. Yeniden Refah Partisi ile henüz uzlaşı sağlanamamış durumda. AKP ile YRP arasında ittifak görüşmeleri/pazarlıkları devam ediyor. Özellikle YRP’den anlaşma sağlanamadığına dair haberlerin sızması pazarlıkta el yükseltme olarak yorumlanıyor. İstanbul’da YRP, İmamoğlu karşıtı konumunu açıkça ifade ediyor.

İstanbul’da asıl olarak Ekrem İmamoğlu ve Murat Kurum arasında geçecek olan seçimde diğer partiler de diğer İstanbul adaylarını açıklamaya başladı. İYİ Parti İstanbul’da Buğra Kavuncu’yu aday gösterirken seçim kampanyasını tamamen belediyecilik dışı bir motivasyonla, Türkiye genelindeki siyasi kamplaşmanın bir uzantısı olarak, CHP karşıtlığı üzerinden kuruyor. Çıkardığı adaylar, çoğu yerde muhalefete karşı “inadına” çıkarılmış adaylar olarak lanse ediliyor. Memleket Partisi de İstanbul’da aday çıkaracak. CHP ile pazarlıklar sonuç vermeyince, Muharrem İnce de CHP karşısında milliyetçi cephedeki yerini alıyor.

Muhalefetin parçalı durumu iktidarın işini bir şekilde kolaylaştırıyor. AKP kampanyasının coşkusuz seyretmesi, muhalefetin zayıf performansının neden olduğu bir rahatlık olarak da yorumlanabilir. AK Parti’nin seçim çalışmalarını, aynı zamanda seçim sonrası atacağı ekonomik ve siyasi adımlar için de bir yoklama olarak kabul ettiği, seçim ekonomisi yürütmediği, oluşan ortamı kamuoyu yoklaması şeklinde değerlendirdiği düşünülebilir. İstanbul adayı Murat Kurum’un temkinli davrandığı, Kanal İstanbul gibi tepki çeken projeleri gündeme getirmediği görülebilir. Kurumun diğer proje ve vaatlerinin de beklenen ilgiyi görmediği söylenebilir.

Bir önceki seçimlerde İstanbul ve Ankara’yı kazanmanın yanında yönettiği il sayısını da artıran CHP, bu seçim döneminde adayları en çok merak edilen, belki de en çok tartışılan parti. Ancak bu tartışmaların daha çok parti içi çekişmeler üzerinden yürüdüğünü görmek zor değil. Hatta Kılıçdaroğlu ve destekçilerinin “1 Nisan hareketi” adı altında olası seçim yenilgisinin ardından parti içi yarışı yeniden başlatacağı dahi konuşuluyor. Beklediğini alamayan siyasetçilerin de partiden uzaklaşması ve istifaları gündeme geliyor. Mesela, İstanbul Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi yeniden aday gösterilmeyince partiden istifa etti. İstifasının ardından partide Kürt ve Alevilerin tasfiye edildiğini savundu. Hatay’da Lütfü Savaş yeniden aday gösterildi. Hatay seçmeninden ve birçok STK’dan gelen tepkilere rağmen geri adım atılmadı. İzmir adayları henüz açıklandı, neredeyse her aday parti içinde tartışma ve kutuplaşma yarattı. Özellikle Büyükşehir adayı Cemil Tugay ile ilgili Cengiz Holding bağlantısı olduğu iddiaları öne çıktı. Tunç Soyer de tepkisini dile getirmekten geri durmadı. Hacer Foggo da aday gösterilmediği için açıkça tepki gösterenlerden biri oldu.

CHP içi iktidar savaşları devam ederken Türkiye solu adaylarını açıklamaya başladı: TİP 7 belediye başkan adayını daha açıkladı. EMEP Dersim’de, DEM Parti’nin de aralarında olduğu 6 siyasi yapının bir araya gelerek ‘Dersim İttifakını’ kurduğunu söyledi. TİP, CHP ile birlikte muhalefete kaybettirmemek için seçim heyeti kurdu.

DEM Parti ise bu seçimde, doğuda kayyumlarca el konulan belediyelerin geri alınmasını amaçlıyor. Batıda ve özellikle İstanbul gibi seçim sonucuna etki edeceği yerlerde yüksek siyaset pazarlığı içerisinde olduğu görülüyor.

DEM Parti’nin CHP ile Mersin’de bazı ilçelerin, İstanbul’da Esenler, Adalar ve Arnavutköy ilçelerinin verilmesi karşılığında İstanbul Büyükşehir için aday çıkarmaması üzerine pazarlık yürüttüğü iddia ediliyor. CHP ise DEM partiden koşulsuz destek talep ediyor. Diğer taraftan AK Parti ve DEM Parti arasında, Selahattin Demirtaş’ın ve cezaevinde tutuklu bulunan siyasetçilerin bir kısmının serbest bırakılması karşılığında AK Parti’ye kazandıracak şekilde aday çıkarması yönünde pazarlıklar olduğu iddia ediliyor.

DEM Parti tabanı kendisinden net bir politika talep ederken, Kürdistan’da yaptıklarını (örneğin adayın ön seçimlerle belirlenmesi, sorunlar çıksa da istişareyle çözümlenmesi gibi) pekala batıda yapabilirdi. İttifak halinde yine çekilebilirdi. Şu anda doğuda aday çıkararak, batıda ise pazarlık yürüterek 3. Yol pratiğinin dışına çıkmış oldu.

Başak Demirtaş’ın, İstanbul Belediye Başkanlığı için aday olabilirim çıkışı, bu ortamda geldi. Bu çıkışı, Selahattin Demirtaş’ın AK Parti ile rehine pazarlığı olarak yorumlayanlar olsa da bu “sürpriz” çıkışın parti içindeki yüksek siyaset pazarlığı eğilimine bir karşı çıkış olduğu yorumları da yapıldı. Çıkışın, Başak Demirtaş’ın adaylığından bağımsız olarak tabandaki aday talebini yükselttiğini söyleyebiliriz.

Demokrasi ve Barışa Karşı Milliyetçi Cephe – DEM Parti Nerede Duruyor?

Seçim öncesi yaşanan atmosfer, bir yerel seçim mücadelesinden ziyade, partilerin seçim sonrasına dair pazarlıkları ve pozisyon alma çabaları şeklinde görülebilir. Belediyecilik konuşulmuyor, Türkiye’nin temel siyasi referansları üzerinden -DEM Parti’ye karşı konum belirlenerek- bir seçim kampanyası yürütülüyor. Bugünden bakılınca, 2023 seçimlerinin kazananının milliyetçilik olduğu ve bugün geçmişteki altılı masayı oluşturan CHP dışındaki tüm partilerin bu kazanca ortak olmaya çalıştığı söylenebilir. CHP’de ise parti içi iktidar mücadelesinin sürdüğü söylenebilir. CHP’de aday tercihlerinde yaşanan çatışmaların temelinde de bunun yattığı görülebilir.

Bu sebeple 2019’da kurulan İstanbul ittifakı kurulamıyor. 2019’daki ittifakın CHP dışındaki en büyük partisi İYİ Parti’nin amacı İstanbul rantından pay alabilmekti. Bu ranttan alabileceğini şu an için zaten almış durumda ve 2024 seçimlerini Ekrem İmamoğlu tekrar kazandığında, yeni bir kazanım elde edemeyeceğinin farkında. Kalan partiler 2023 seçimlerinde alacağını aldı ve mecliste gruplarını kurdular. Dolayısı ile AK Parti’nin çok daha iyi yaptığı rant paylaşımı üzerinden siyaset kurma çabası CHP açısından boşa düşmüş durumda. Fikirsel veya ilkesel birliktelik ise zaten yoktu. Bu nedenle Buğra Kavuncu’nun aday olması, Meral Akşener’in “kazanan” milliyetçi cepheden pay alma çabası anlaşılabiliyor. Akşener’in Sinan Ateş suikastı ile ilgili “Geçmişte siyasi cinayetlere şahit olduk ama mertçeydi” açıklaması, DEM Parti ve kayıp yakınları tarafından tepki ile karşılandı ve İçişleri Bakanlığı dönemindeki faili meçhullerin itirafı şeklinde yorumlandı.

MHP’den istifa ederek YRP’ye geçen Adana Pozantı Belediye başkanı Mustafa Çay’ın, Ülkü Ocakları Adana İl Başkanı Cem Tutsoy tarafından tehdit edilmesi, CHP Tarsus Belediye Başkan adayı Ali Boltaç’a esnaf ziyareti sırasında Ülkü Ocakları üyesi bir grubun saldırısı, Jahrein’in Demirtaş’a küfürlü tweeti, iş adamı Fehmi Öztürk’ün tehdit edildiğini açıklaması, Ülkü Ocakları Başkanı’na öğrenci yurdunda karşılama şovu gibi birçok olay, yükselen ırkçı milliyetçi söylem ve milliyetçi cephe içindeki çatışmaların bir yansıması olarak görülebilir.

Bu koşullarda DEM Partinin ne yapacağı büyük önem taşıyor. DEM Parti’nin 2019’de verdiği desteğin sonucunda İBB’den ne talep ettiği, bir talebin var olup olmadığı, varsa karşılanıp karşılanmadığına dair herhangi bir bilgi yok.

Milliyetçi cepheden, bu cepheye katılan İYİ Parti ve diğer sağ muhalefet partileri de dahil olmak üzere, CHP’ye DEM Parti’den uzak durması yönünde bir baskı var. CHP bu baskıya direnemiyor. Özgür Özel’in açıklamalarında bir direniş iması sezilse de Mansur Yavaş gibi önemli figürler net olarak “milliyetçi” olduklarını ifade ediyorlar.

Başak Demirtaş’ın adaylık açıklamasına karşı, CHP yetkililerinin açıkça “bize kaybettirir” açıklamaları yapması, ilkesel değil, pragmatik bir ittifak anlayışının devam ettiğini ortaya koyuyor. Leyla Zana’nın “Erdoğan artık süreci dondurucudan çıkarmalı” açıklamasının yerel seçim öncesi kısır tartışmalar devam ederken gelmesi de yerel seçimlerin sadece bir yerel seçim olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını ortaya koyuyor.

Yargıdaki çatışma ve dolayısıyla tutarsızlık devam ediyor.

AYM’nin kararına rağmen hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulan Gezi Tutuklusu Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü. Prof. İbrahim Kaboğlu’nun “30 milletvekili istifa etse Meclis ara seçime gitmek zorunda kalır” açıklamasına benzer çeşitli çağrılara rağmen, muhalefet partileri bu kararı sadece kınamakla yetindi. Meclis anayasa ihlaline ortak olmuş ve bu emrivaki kabul edilmiş, anayasa darbesi tamamlanmış oldu.

HSK’nın Yargıtay’a seçtiği 4 yeni üye arasında rüşvet çarkı yazısı ile gündeme gelen İsmail Uçar, Kaşıkçı suikastı ile ilgili başvuruyu reddeden Hasan Yılmaz ve ‘Yaz Kuran Kursu’ ile gündeme gelen Ahmet Akça var. AYM Erzincan İliç yakınlarında işletilen altın madeninin özel yaşamı ve sağlığı tehdit ettiği iddiası ile yapılan başvuruda yurttaşı haklı bularak ihlal ve yeniden yargılama kararı verdi. Manisa’da Canan Çeviren’i öldüren Ferhat İnne’ye verilen müebbet hapis kararını bozan Yargıtay ‘takdiri indirim’ gerekçesini sanığın kaçmayıp olay yerini bildirmiş olmasıyla açıkladı. Haberlere getirilen erişim engellerinin araştırılmasına ilişkin araştırma önergesi, AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçundan verilen 2 yıl 8 ay 15 günlük hapis cezası onandı.

Yargı kararlarında hukuk ve adaletin değil, siyasetin belirleyici olduğu ortada. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala hakkındaki kararlarda AİHM’nin yaklaşımını siyasi buluyor. Tunç 1982 model arabaya benzettiği ve ‘protez anayasa’ ifadesi ile andığı 1982 anayasasının da değiştirilmesini talep ediyor. AİHM gibi AYM’yi de keyfi kararların önünde bir engel olarak görüyor.

Önceki dönemde AK Parti ve MHP arasındaki mücadeleye sahne olduğunu söylediğimiz yargı ve yüksek yargıda gelişmeleri takip etmek gerekiyor.

Kilise Saldırısı

Sarıyer’deki Santa Maria Latin Katolik Kilisesi’nde pazar ayini sırasında iki saldırgan tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırıda 52 yaşındaki Tuncer Murat Cihan isimli yurttaş yaşamını yitirdi. Zanlılar çok hızlı bir şekilde yakalandı ve saldırıyı IŞİD üstlendi. İstanbul Latin Katolik Kilisesi, “Kapılarımızı içeriden kilitleyeceğimizi düşünenler başaramayacak” şeklinde bir açıklama yaptı. IŞİD Filistin zulmüne karşı tüm dünyadaki Hıristiyan ve Yahudi odaklarına karşı saldırı emri vermişti. Bu saldırı Türkiye’nin Batı’ya yakın yürüttüğü dış politikasına karşı bir eylem olabilir. Diğer taraftan Türkiye’de bir kilise saldırısının devletin bir kanadıyla bağlantısız olması pek de mümkün değil. Toplumun tepkisi, tüm kesimler tarafından kınansa da oldukça zayıf oldu ve suikast hemen unutuldu. Bu durum, laikliğin aşındırılmasıyla ve şiddetin normalleşmesi ile açıklanabilir.

EKONOMİ

Merkez Bankası bir faiz artırımı daha yaptı

Merkez Bankası (MB) politika faizini 250 baz puan daha artırdı, yüzde 45’e çıkardı. Para Politikası Kurulu (PPK) açıklamasında, “aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar” mevcut faiz seviyesinin sürdürüleceği ifade edildi.

Bu açıklamayı “daha fazla faiz artışı olmayacak” şeklinde yorumlamak mümkün. Peki enflasyon artış eğilimini sürdürürse ne olacak? Bunu göreceğiz; fakat halihazırdaki faiz oranıyla da işletmelerin kredi çekerek işletme sermayesi temin etme döneminin sonuna gelindiği, şirketlerin ciddi şekilde zorlanacağı öngörülebilir. Yine de ticari kredi faizlerinin hala gerçek enflasyonun oldukça altında olduğunu not edelim. İkinci bir husus da MB politika faizi düzeyinin resmi enflasyon oranları üzerinden tasarlanıp tartışılması; oysa gerçek enflasyonun bunun çok daha üzerinde olduğu biliniyor. Bu da “enflasyonla mücadele” açısından büyük bir handikap yaratıyor.

Gelir bölüşümündeki eşitsizlik rekor düzeylere çıktı

TÜİK Gelir Dağılımı İstatistikleri’nin hesaplandığı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2023 yılı sonuçlarına göre, ülkede en zengin yüzde 20’lik kesimin toplam gelirden aldığı pay yüzde 49,8 ile tarihi zirvesine ulaşırken en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise yüzde 5.9 oldu.

MESEM kapsamında çalıştırılan çocuk işçilerin can güvenliği yok

Kütahya’da, staj gördüğü atölyede üzerine sunta blokları devrilen 15 yaşındaki bir meslek lisesi öğrencisi yaşamını yitirdi. Eğitim-Sen Genel Başkanı’nın yaptığı açıklamaya göre, 2016 yılında örgün eğitim sistemine dahil edilen Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) kapsamında işyerlerinde ucuz işgücü olarak sömürülen çocuk işçiler iş güvenliği önlemleri alınmadan çalıştırılıyor. Devlet işyerinde maliyetleri karşıladığı için işverenler çırak, kalfa öğrencileri tercih ediyor. MESEM’lerde 2023-2024 eğitim öğretim yılında  8 çocuk işçi yaşamını kaybetti.

MESS grup sözleşmesinde yoksulluk sınırının üzerinde ücret bulunmuyor

Özel sektörde sendikalaşma oranının en yüksek olduğu ve önceki dönemlerde ücretlerin geleneksel olarak yüksek olduğu metal işkolunda geçtiğimiz haftalarda imzalanan sözleşmeye göre ücretlerin çoğu yoksulluk sınırının (47 bin 9 TL) yüzde 40 altında kalırken yoksulluk sınırına ulaşan bir ücret verilmedi. Metal işkolunda bile durumun böyle olması, neo-liberal politikaların başarısını, ücret düzeylerindeki korkunç gerilemeyi ve sendikaların etkisizliğini gösteriyor.

4 şehirde 1.700 enerji işçisi iş durdurdu

Uludağ Elektrik Dağıtım A.Ş. (UEDAŞ) bünyesinde çalışan yaklaşık 1700 işçi, maaşlarının asgari ücret seviyesinin altında kalması nedeniyle Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve Yalova’da iş durdurdu. İşçiler, DİSK Enerji-Sen ile Ocak 2023’te imzalanan toplu sözleşmenin güncellenmesini istiyorlar.

DIŞ POLİTİKA

Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail’in Gazze harekâtı için ihtiyati tedbir kararı

Gazze’de İsrail’in sürdürdüğü soykırımla ilgili en önemli gelişme, Birleşmiş Milletler’in (BM) yargı kuruluşu olan Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) verdiği ihtiyati tedbir kararı oldu. Güney Afrika Cumhuriyeti’nin, İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle UAD nezdinde açtığı davada mahkeme hem davayı esastan kabul etti, davanın görülmesi için ihtilafa ilişkin yeterli kanıt olduğunu belirtti; hem de durumun aciliyet arz etmesi nedeniyle ihtiyati tedbir kararı aldı. Karar, İsrail’in soykırım sözleşmesi kapsamındaki tüm eylemleri önlemek için “gücü dahilindeki tüm önlemleri almasını”, ayrıca insani durumun hızla düzelmesini sağlamaya yönelik tüm acil tedbirleri almasını emrediyor. Bununla birlikte mahkeme, Güney Afrika’nın talepleri arasında yer alan “askeri operasyonların durdurulması” istemini kabul etmedi.

UAD’nin davayı esastan görüşmeyi kabul edip ihtiyati tedbir alması Filistin sorunu açısından tarihsel bir dönemece işaret ediyor. İsrail’in Soykırım Sözleşmesi‘ni ihlal ettiği suçlamasıyla uluslararası prestiji yadsınamayacak BM’nin yargı organı UAD’de yargılanması, İsrail’in soykırım politikalarının küresel düzeyde teşhir olması açısından hayli önemli. Ayrıca “tedbir kararı”nın sadece ara karar olduğunu unutmamak gerekiyor.

UAD’nin kararları bağlayıcı mı?

UAD’nin kararları taraf devletler açısından bağlayıcı nitelikte, fakat bir yaptırım mekanizması bulunmuyor. Ancak suçlu bulunan taraf alınan kararları uygulamayı reddederse, mağdur taraf konuyu BM Güvenlik Konseyi’ne (GK) taşıyabiliyor. Konuyla ilgili olarak akademisyen Zeki Arıtürk, GK üyelerinden birinin GK’nin alacağı kararı veto edebileceğini, fakat BM Genel Kurulu’na başvurulduğunda devletlerin İsrail’e hukuki yaptırım uygulamak zorunda kalabileceğini savundu.

UAD’nin “ateşkes” kararı almaması nasıl yorumlanabilir?

UAD’nın ihtiyati tedbir kararı olarak “ateşkes” emri vermemesi farklı şekillerde değerlendirilebilir. Böyle bir karar alınsaydı, İsrail’in ABD desteğiyle operasyonlarını sürdürerek kararın altını boşaltacağı öne sürülebilir. Diğer yandan, İsrail medyası ve yetkilileri “ateşkes kararı” alınmamış olmasından son derece memnun görünüyor. Mahkeme kararının açıklanmasının ardından İsrail medyası “Gazze’de ateşkes çağrısı yok” ifadelerini kullandı. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da ateşkes kararı alınmaması karşısında memnuniyetini dile getirdi.

UAD’nin ara kararına karşı İsrail’in tepkisi bununla sınırlı kalmadı. Gerek Netanyahu gerekse Dışişleri Bakanlığı UAD’nin davayı düşürmemesini, “İsrail’e yöneltilen soykırım suçlaması yanlış ve çirkindir” tepkisiyle karşıladı.

Türkiye’nin karara tepkisi

Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerekse Dışişleri Bakanlığı UAD’nin ara kararını memnuniyetle karşıladı. Dışişleri Bakanlığı kararın “İsrail tarafından derhal ve tam olarak uygulanmasını bekliyoruz” açıklamasında bulundu. Öte yandan, Türkiye’nin bizzat dava açmaması veya davaya müdahil olmamasının, soykırım sözleşmesine taraf olan bir ülke olarak Kürt sorunu bağlamında aynı mekanizmanın kendine karşı kullanılmasından çekinmesiyle ilgili olduğunu söyleyebiliriz.

AB ülkelerinin yaklaşımları farklılaşıyor

UAD’nin tedbir kararının uygulanıp uygulanmayacağı büyük ölçüde uluslararası dengelere bağlı. Bu açıdan Batı bloğunun tepkileri önem taşıyor.

ABD, karara sert tepki gösterdi ve “İsrail’in Gazze’de soykırım yapmakla suçlanmasının asılsız olduğunu” yineledi. AB ülkelerinin tutumları ise farklılık gösterdi. AB Komisyonu ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell karara desteklerini açıkladı ve tarafların karara uymak zorunda olduklarını ifade etti. İspanya, Fransa gibi ülkeler de karara olumlu yaklaşırken İngiltere’nin olumsuz tavrı, Almanya’nın ise mesafeli tutumu dikkat çekti.

Güney Afrika, Apartheid’in sona ermesinden bu yana Filistin’i destekliyor

Filistin sorununun niçin ilk kez bu dönemde UAD’ye taşındığı ve neden bunun Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından yapıldığı sorulabilir.

Buna iki açıdan yanıt verilebileceğini düşünüyoruz. İlk olarak dünyada jeopolitik dengelerin değişmesi, özellikle Küresel Güney’in BRICS gibi uluslararası kuruluşlar yoluyla ağırlıklarını daha fazla hissettirmesi Güney Afrika’ya özgüven kazandırmış olabilir. İkinci olarak, İsrail’in Apartheid döneminde Güney Afrika hükümetleriyle çok yakın ilişkileri olduğunu, ırkçı yönetimin sona ermesinin ardından Güney Afrika’nın uluslararası arenada Filistin’in en önemli destekçilerinden biri haline geldiğini hatırlayabiliriz. İsrail’i “apartheid devleti” olarak tanımlayan G. Afrika, 2018’den bu yana İsrail’de büyükelçi bulundurmuyor.

İsrail’de protestolar

İsrail’de Gazze savaşıyla bağlantılı protestolara bir yenisi eklendi. Rehine aileleri parlamento komitesini basarak “onları şimdi serbest bırakın, şimdi, şimdi!” sloganları attı.

Soykırım eşliğinde iki devletli çözüm tartışmaları: Batı ile İsrail arasındaki anlaşmazlık

Bilindiği gibi ABD ve AB, Gazze’de Hamas’ın tamamen ortadan kalıdırlması konusunda İsrail ile hemfikir. Anlaşmazlık, savaş sonrasında Gazze’nin nasıl yönetileceği konusunda ortaya çıkıyor. ABD ve AB, Filistin Yönetimi’nin Gazze’yi de kapsamasını, böylece “iki devletli çözüme” ulaşılmasını savunuyor. Ele aldığımız dönemde Benyamin Netanyahu önemli bir çıkış yaparak, “İsrail’in Ürdün Nehri’nin batısındaki bütün topraklarda güvenliği kontrol etmesi gerektiğini” öne sürdü. İsrail’in, Gazze’yi de kapsayan bu toprakların denetiminde ısrar etmesi bağımsız bir Filistin devletine alan bırakmıyor.

İran’ın Pakistan’a saldırısı, Pakistan’ın misillemesi

İran, Pakistan sınırında konuşlanan ve Sunni Beluç halkının haklarını savunduğunu öne süren Cihatçı “Ceyş El Adl (Adalet Ordusu)” örgütünün karargahlarını hedef aldığını belirterek Pakistan’a füze saldırısı düzenledi. İki gün sonra bu kez Pakistan, İran’ın Sistan-Belucistan bölgesindeki “terör kamplarını” hedef aldığını öne sürerek İran’ın sınır bölgesine füze saldırısı düzenledi. Pakistan saldırıdan sonra, İran’ın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı duyduğunu belirtti. Karşılıklı saldırıların ardından iki ülkenin dışişleri bakanları “birlikte çalışmaya hazır olduklarını” ifade ettiler.

Durum böyleyse İran’ın neden Pakistan’a füze saldırısı düzenlediği sorulabilir. Bazı yorumcular, İran’ın bu eylemle İsrail’e füze sisteminin kabiliyetlerini gösterdiğini savundu.

İsveç’in NATO üyeliğine onay ve F-16’ların satışı

Bir süredir beklendiği gibi TBMM’de yapılan oylamayla Türkiye İsveç’in NATO üyeliğine onay verdi. Meclis’in onayı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bunun üzerine Biden yönetimi, Kongre üyelerine bir mektup yazarak Türkiye’ye 20 milyar dolarlık Lockheed Martin F-16 uçağı ve modernizasyon kiti satışının onaylanması çağrısında bulundu. Paralel bir gelişme de Kanada’da yaşandı. Kanada hükümeti, Türkiye’ye satış yapmak isteyen savunma sanayi firmalarına yönelik 2020’den bu yana uyguladığı ihracat kısıtlamalarını kaldırdığını bildirdi.

Almanya’da anti-faşist gösteriler

Almanya’daki kitlesel anti-faşist gösteriler bu dönemin dikkat çeken olaylarından biri oldu. Almanya’da aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi’nden (AfD) yetkililerin Neo-Naziler ve bazı zengin iş insanlarıyla gizli bir toplantıya katıldığı, toplantıda göçmenlerin geri gönderilmesinin planlandığı haberinin basına sızması üzerine aralarında Berlin ve Köln’ün de bulunduğu birçok kentte kitlesel gösteriler düzenlendi. Toplantının basına sızması, AfD’nin kapatılması tartışmalarının yapıldığı bir sürece denk geldi. Son kamuoyu anketkeri AfD’nin yüzde 22’lik bir oy desteğine sahip olduğunu gösteriyor. Özellikle göçmen akını ve Ukrayna savaşının yol açtığı ekonomik sorunların AfD’nin yükselişinde etkili olduğu görülüyor.

Arjantin’de genel grev

Arjantin’de işçi sendikalarının genel grev çağrısıyla bir araya gelen binlerce kişi Devlet Başkanı Javier Milei’nin yeni ekonomi politikalarını protesto etti. Grevi örgütleyen Genel İş Konfederasyonu’na (CGT) göre eylemlere 1,5 milyon kişi katıldı.

Genel greve, işbaşına gelen faşist Devlet Başkanı Javier Milei’nin işçilerin grev hakkını ortadan kaldırmayı, işçilerin kazanılmış haklarını yok etmeyi ve kamu kuruluşlarını özelleştirmeyi amaçlayan torba yasa tasarısı yol açtı.